FĂ‚rûk-ı Âzam, ekĂ‚bir-i ashĂ‚b ile birlikte idi. Guzel esvablı temiz bir genc yine onun gibi guzel iki delikanlı tarafından tutulmuş olduğu halde- huzûr-ı hilĂ‚fetpenĂ‚hîlerine dĂ‚hil olarak pîşgĂ‚h-ı emîru ’l-mu ’minînde durdular. Hazret-i FĂ‚rûk, evvelĂ‚ iki gence sonra diğerine atf-ı nazarla tetkik buyurdu.İki delikanlı şu yolda arz-ı meram ettiler:

– Biz iki kardeşiz. MehĂ‚sin-i ahlĂ‚kıyle kabîlesinin husn-i nazarına mazhar olan pederimiz, bugun bahcesinde gezmekte, kemĂ‚le gelmiş meyvelerden iktitĂ‚f etmekte iken şu delikanlı tarafından katledilmiştir; ihkak-ı hak ediniz.

Hazret-i Omer ucuncu gence hitÂben:

– İşittin, ne cevĂ‚b vereceksin, dedi.

Bu delikanlı asla alĂ‚met-i havf u endî­şe gostermiyordu. SĂ‚bit idi. Dudaklarından yuzune melĂ‚hat verecek bir tebessum numĂ‚yĂ‚n olmakta idi. Bir edĂ‚-yı fesĂ‚hat ile dedi ki:

– YĂ‚ emîre ’l-mu ’minîn! Muddeîler sozlerinde sĂ‚dıktırlar. Hakîkat-i halden başka bir şey soylemediler.

Hazret-i Omer:

– İtirĂ‚f-ı cinĂ‚yet ettin, kısas lĂ‚zım geldi, buyurdu.

Delikanlı evvelki sekînetinde berde­vĂ‚m olduğu halde dedi ki:

– Madem ki hukm-i şer ’î budur. Sem ’an ve tĂ‚aten, emî­ru ’l-mu ’mininin emrine itĂ‚at farîza-i zimmettir. LĂ‚kin benim bir kucuk kardeşim var, muteveffĂ‚ pederimiz ona hayli akca tefrîk etmiş ve kucuk birĂ‚derimi bana tevdî ile; “Oğlum şu emvĂ‚l kucuk kardeşinindir. Bunların muhĂ‚fazası sana aittir.” demiş idi. Ben bu paraları bir yere gomdum, o mahalli benden başka kimse bilmez. Eğer şimdi kısas emri icrĂ‚ olursa o paralar orada kalır. Yetim hakkı zĂ‚yî olur. Uc gun musĂ‚ade buyurulursa gider o emĂ‚neti emniyetli bir adama teslîm eder, ondan sonra doner gelirim. Bu husûsta bana kefil de bulunur.

Hazret-i FĂ‚rûk bir muddet tefekkurden sonra:

– Kim bu delikanlıya zĂ‚min olur, buyurdu. Delikanlı hazır bulunanlara dikkatle bakarak Ebû Zerr hazretlerini işĂ‚ret ile:

– İşte bu zĂ‚t, dedi.

Hazreti- Omer:

– YĂ‚ EbĂ‚ Zerr! Kabûl-i zımĂ‚n ediyor musun, demesiyle beraber Ebû Zerr:

– Evet, dedi.

Ucuncu gun oldu. DĂ‚vacı gencler huzûr-ı Omer ’e geldiler.

Muddeîler dediler ki:

– Ey Ebû Zerr kefĂ‚let ettiğin şahıs nerededir?

Ebû Zerr:

– Muddet hitam bulsun, delikanlı avdet etmediği halde behakk-ı HudĂ‚ icrĂ‚-yı hukm-i zımĂ‚na hazırım, cevĂ‚bını verdi.

Hazret-i FĂ‚rûk:

– Mucrim avdette teahhur eder ise CenĂ‚b-ı Hak şĂ‚hid olsun ki, hukm-i şer-i islĂ‚mı elbette infĂ‚z ederim, buyurdu.

Butun ashab ağlıyorlardı. KibĂ‚r-ı ashab muddeîlere diyet teklif ettikleri halde onlar dĂ‚vĂ‚-yı sĂ‚bıkada ısrar ediyorlardı.

HeyecĂ‚nı son dereceye vĂ‚sıl olduğu bir zamanda idi ki genc huzûr-ı emîru ’l-mu ’minînde arz-ı vucûd eyleyib dedi ki:

– Yetimi dayılarıma teslim ettim onun ve benim em­vĂ‚limizin bulunduğu mahalli gosterdim. Ancak gelebildim.

Halk bu delikanlının vefĂ‚-yı ahd-i emrindeki sebĂ‚ta taaccub ettiler. Delikanlı ise şoyle dedi:

– Merd olan sozunde durur, kim olumden kurtulur?

– Bu delikanlı bildiğim biri değildir. “Âlemde fazîlet kalmamış!” mı denilsin?

Muddeî gencler ise o dakîkada dĂ‚va­larından vaz gectiler. Babalarının diyeti beytulmaldan verilmek arzu buyurulduğu halde:

– Biz de dunyada erbĂ‚b-ı kerem kalmadı, denilmemek icin mucerred rızĂ‚-yı ilĂ‚hî kasdıyla dĂ‚vamızdan vaz gecdik, deyip onu dahî kabul etmediler.

Ramazanoğlu M. SĂ‚mi, MusĂ‚habe-4, s. 60-65

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 389
İslam ve İhsan