AllĂ‚h ’ın (c.c) yardımının ve bereketinin kaldırılmasının başlıca sebepleri nelerdir? AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Hazretleri neden kendinizi hesaba cekin diyor?Maalesef bugun toplumun bir kesiminde, tıpkı tarihte helĂ‚k edilen kavimlerde olduğu gibi; Ă‚
hiret unutuldu, helĂ‚l-haram hassĂ‚siyeti zayıfladı, iffet olculeri zedelendi. Hile, kumar, ruşvet, fĂ‚iz, karaborsacılık yaygınlaştı.
Bu ve emsĂ‚li gunahlar ise AllĂ‚h ’ın yardımının kesilmesi ve bereketin kaldırılmasının başlıca sebeplerindendir. Şuphesiz bunların telĂ‚fî yolu da, toplum olarak bu nevî yanlışlıklardan vazgecmek ve bilhassa seherlerde tevbe edip hĂ‚limizi ıslah etmektir.
ABDULKÂDİR GEYLÂNÎ HAZRETLERİ NEDEN KENDİNİZİ HESABA CEKİN DİYOR?
AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî Hazretleri buyurur:
“Zorluk ve gucluk gelince hemen gunahlarınıza tevbe ediniz. Kendi kendinizi hesĂ‚ba cekiniz. Şurası muhakkak ki, Aziz ve Celil olan Allah, kullarına aslĂ‚ haksızlık etmez, zulmetmez…”
[Bu fĂ‚nî cihan, bir imtihan dershanesidir. CenĂ‚b-ı Hak biz kullarını hayırla da şerle de dĂ‚imĂ‚ imtihan etmektedir. Bununla birlikte başa gelen bazı belĂ‚ ve musîbetlere de, insanoğlunun birtakım zĂ‚hirî veya batınî kusurları sebep olmaktadır.
Âyet-i kerîmelerde buyrulduğu uzere:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yuzunden karada ve denizde duzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kotu yoldan)
donerler.” (er-Rûm, 41)
“…Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)
ı değiştirmedikce, Allah onlara verdiği bir nîmeti değiştirmez…” (el-EnfĂ‚l, 53)
Gunumuzde birtakım maddî zararlardan yakınılmaktadır. Bunun en başında enflĂ‚syon, hayat pahalılığı vs. geliyor. Fakat bu sıkıntıların daha ziyĂ‚de zĂ‚hirî sebepleri uzerinde duruluyor. HĂ‚lbuki bunların bir de bĂ‚tınî sebeplerine bakmak îcĂ‚b eder.
ALLÂH ’IN YARDIMININ VE BEREKETİNİN KALDIRILMASININ BAŞLICA SEBEPLERİ Maalesef bugun toplumun bir kesiminde, tıpkı tarihte helĂ‚k edilen kavimlerde olduğu gibi;
Ă‚hiret unutuldu, helĂ‚l-haram hassĂ‚siyeti zayıfladı, iffet olculeri zedelendi. Hile, kumar, ruşvet, fĂ‚iz, karaborsacılık yaygınlaştı.
Bu ve emsĂ‚li gunahlar ise AllĂ‚h ’ın yardımının kesilmesi ve bereketin kaldırılmasının başlıca sebeplerindendir. Şuphesiz bunların telĂ‚fî yolu da, toplum olarak bu nevî yanlışlıklardan vazgecmek ve bilhassa seherlerde tevbe edip hĂ‚limizi ıslah etmektir.
Yani umûmî veya husûsî bir zorluk ve meşakkatle karşılaştığımızda, evvelĂ‚ bunun kulluk vazifelerimizdeki kusurlarımız sebebiyle olabileceğini duşunup derhĂ‚l tevbe ve istiğfĂ‚ra yonelmemiz îcĂ‚b eder. Boyle bir dikkat ve hassĂ‚siyet, Hak dostlarının da muhim bir kulluk edebidir. Nitekim
Fudayl bin IyÂz -rahmetullÂhi aleyh- der ki:
“AllĂ‚h ’a itaatte bir kusur ettiğimi, hizmetcimin ve merkebimin huyunun değişip (bana itaatsizlik etmeye başlamalarından) anlarım.”
Diğer taraftan
tevbe; acziyet ve hicliğin îtirĂ‚fıyla, CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚dır. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmetini celbetmek icin de boyle bir kalbî kıvama ihtiyac vardır. Nitekim
İmĂ‚m ŞĂ‚rĂ‚nî Hazretleri ’nin buyurduğu gibi;
“…Rahmet-i ilĂ‚hî, dĂ‚imĂ‚ fakîru ’l-meşreb, mutevĂ‚zı kimselerin (kırık) gonullerine nuzûl eder. Gormuyor musunuz ki, yağmur suları bile dĂ‚imĂ‚ (yuksek ve sivri yerlerde değil) cukurlarda ve ovalarda toplanıyor, derelerde akıyor.”
Nitekim bir yağmur duĂ‚sına cıkılacağı zaman da, garipler, kimsesizler, mĂ‚sum cocuklar, hattĂ‚ hayvanlar bile goturulur, eski elbiselere burunerek, tevĂ‚zu, acziyet ve hiclik hĂ‚linde CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ edilir.
Zira tevĂ‚zu ve mahviyet icerisinde, acziyetini mudrik bir hĂ‚lde CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmet kapısında af dilenmek, AllĂ‚h ’ın mağfiretiyle birlikte, ilĂ‚hî lûtuf, ihsan, nusret ve bereketin en guzel davet şeklidir.
RABBİNİZDEN MAĞFİRET DİLEYİN Yani tevbe ve istiğfar, yalnızca gunahların affına değil, -tıpkı sadaka gibi- belĂ‚ların def ’i, hayırların fethi, ilĂ‚hî rahmetin tecellîsine de vesîledir. Şu hĂ‚dise bu hakîkati ne guzel îzah eder:
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- devrinde bir kuraklık olmuştu. İnsanlar şiddetli bir kıtlığa mĂ‚ruz kaldılar. Halîfe ’ye yağmur duĂ‚sına cıkmayı teklif ettiler. Herkes toplanınca Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- yağmur duĂ‚sı yapmak uzere minbere cıktı. Fakat istiğfĂ‚r etmeye başladı. Sadece istiğfĂ‚r ediyor, başka bir şey soylemiyordu. Bir muddet boyle devam ettikten sonra minberden indi. Orada bulunanlar şaşkınlık icinde:
“–Ey Mu ’minlerin Emîri! Yağmur duĂ‚sı icin cıktınız, lĂ‚kin hic duĂ‚ ettiğinizi duymadık. Sadece istiğfĂ‚r edip indiniz!?” dediler.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–İstediğiniz rahmeti, kendisiyle yağmurun indirildiği semĂ‚ anahtarlarıyla talep ettim.” buyurdu ve sozune delil olarak şu Ă‚yet-i kerîmeleri okudu:
“Rabbinizden mağfiret dileyin; cunku O cok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki)
uzerinize gokten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı coğaltsın, size bahceler ihsĂ‚n etsin, sizin icin ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)
“Ey kavmim! Rabbinize istiğfĂ‚r edin; sonra da O ’na tevbe edin ki, uzerinize semĂ‚dan (yağmuru)
bol bol gondersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Gunah işleyerek (Allah ’tan)
yuz cevirmeyin!” (Hûd, 52)
“Rabbinize istiğfĂ‚r edin; sonra tevbe edip O ’na yonelin. Muhakkak ki Rabbim cok merhametlidir, (mu ’minleri)
cok sever.” (Hûd, 90)
Bu Ă‚yet-i kerîmeleri okuyan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-, sozlerini şoyle sonlandırdı:
“–O hĂ‚lde siz de Rabbinizden, hatĂ‚ ve gunahlarınızı affetmesini isteyin, samimî bir şekilde tevbe edin ve AllĂ‚h ’a yonelin!” (Beyhakî, es-Sunenu ’l-KubrĂ‚, III, 351-351)
Hak dostlarından
Hasan-ı Basrî Hazretleri ’ne de dort kişi gelerek, biri
kuraklıktan, diğeri
fakirlikten, bir diğeri
tarlasının verimsizliğinden, sonuncusu da
cocuğunun olmayışından yakınıp Hazret ’ten himmet talep ederler. O buyuk velî, onların her birine
“istiğfĂ‚r”ı tavsiye eder. Yanındakiler;
“–Efendim, bu şahısların dert ve ihtiyacları farklı, lĂ‚kin siz hepsine de aynı tavsiyede bulundunuz!?” derler.
Hasan-ı Basrî Hazretleri de onlara, yukarıdaki kıssada Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın okuduğu, Nûh Sûresi ’nin 10 ilĂ‚ 12. Ă‚yet-i kerîmelerini delil gostererek istiğfĂ‚rı tavsiye ettiğini soyler.[1]
Tevbe ve istiğfĂ‚r ile CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmenin; pek cok hayır kapısının acılmasına ve şerlerin bertaraf edilmesine vesîle olduğunu,
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz de şoyle beyan buyurmuşlardır:
“Bir kimse istiğfĂ‚rı dilinden duşurmezse, Allah TeĂ‚lĂ‚ ona her darlıktan bir cıkış, her uzuntuden bir kurtuluş yolu gosterir ve ona ummadığı yerden rızık verir.” (Ebû DĂ‚vûd, Vitir, 26/1518; İbn-i MĂ‚ce, Edeb, 57)
DUNYÂ VE UKBÂDA İLÂHÎ AZAPTAN KURTULUŞ VESÎLESİ Yine
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, tevbe ve istiğfĂ‚rın, dunyĂ‚ ve ukbĂ‚da ilĂ‚hî azaptan kurtuluş vesîlesi olduğunu da şoyle haber vermişlerdir:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ (şu Ă‚yetle) ummetim icin bana iki emĂ‚n indirdi:
(1)
«Sen aralarında olduğun muddetce Allah onlara (umûmî bir)
azap indirmeyecektir.»
(2)
«Onlar istiğfarda bulundukları muddetce, Allah onlara azĂ‚b etmeyecektir.» (el-EnfĂ‚l, 33)
Ben aralarından ayrıldığımda, (AllĂ‚h ’ın azĂ‚bını onleyecek ikinci emĂ‚n olan) istiğfĂ‚rı, kıyĂ‚mete kadar ummetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- da:
“Yeryuzunde iki eman vardı. Biri gitti, diğeri kaldı. Giden, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-; kalan ise istiğfardır.” buyurmuştur.
Hakîkaten,
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz iclerinde bulunduğu sırada Mekkeli muşrikler uzerine bile Hak katından umûmî bir azap inmemiştir. Ne zaman ki Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekke ’den Medîne ’ye hicret etmiş, o vakit Mekkeli muşrikler uzerine ceşitli belĂ‚ ve musibetler yağmaya başlamıştır.
İlĂ‚hî azĂ‚ba ve musîbetlere dûcĂ‚r olmaktan korunabilmek icin bugun Rasûlullah Efendimiz ’le zĂ‚hiren beraber olmamız mumkun değildir. Fakat işĂ‚rî mĂ‚nĂ‚da denilebilir ki, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile ne kadar kalbî beraberlik icinde olabilirsek, O ’nun Sunnet-i Seniyye ’sini hayatımızda ne kadar tatbik edebilirsek, dilimizi ne kadar salevĂ‚t-ı şerîfeler ile meşgul edebilirsek, kendimizi ne kadar ahlĂ‚k-ı Muhammedî ’nin temsil ve tebliğine adayabilirsek, işte o nisbette Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’le beraber sayılırız. Zira
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 96)
“İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olurlarsa olsunlar, AllĂ‚h ’a karşı takvĂ‚ sahibi olan muttakîlerdir.” buyurmuştur. (Ahmed, V, 235; Heysemî, IX, 22)
Dolayısıyla hĂ‚l, ahlĂ‚k ve davranışlarımızda
Efendimiz ’in izinden gidip O ’na salevĂ‚t-ı şerîfelerle kalbî irtibĂ‚tımızı da sağlam tuttuğumuz muddetce, -inşĂ‚allah- ilĂ‚hî azaptan da emniyet icinde oluruz.
Bu emniyetin ikinci vesîlesi de
“tevbe ve istiğfar”dır. İlĂ‚hî azaptan korunmak veya irĂ‚deleri zorlayan imtihanlarla başa cıkmak hususunda atılacak ilk adım; hĂ‚limizi gozden gecirip hatĂ‚ ve noksanlıklarımız icin, samimî bir tevbe ile Hakk ’a yonelmektir.
Kulluk edebinde tevbe ve istiğfĂ‚rın vazgecilmez bir yeri vardır. Zira bildiğimiz kusurlarımızın yanı sıra, bilmediğimiz veya farkında olmadığımız nice kusurlarımız da bulunmaktadır. Bunun icin de CenĂ‚b-ı Hakk ’a her dĂ‚im tevbe ve istiğfar hĂ‚linde olmamız îcĂ‚b eder.
Yine CenĂ‚b-ı Hakk ’ın ihsĂ‚n ettiği sayısız nîmetin şukrunden de Ă‚ciziz. Bu husus da ayrı bir istiğfar sebebidir.
Diğer taraftan, sĂ‚lih amellerimiz icin dahî, onların îfĂ‚sı esnĂ‚sında gosterebileceğimiz gaflet ve kusurlarımız sebebiyle de, istiğfĂ‚r etmemiz gerekir. Nitekim
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz, selĂ‚m verip bir farz namazı bitirince, uc defa istiğfĂ‚r eder ve bunun ardından;
اَللّٰهُمَّ اَنْتَ السَّلَامُ وَ مِنْكَ السَّلَامُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلَالِ وَ الْاِكْرَامِ
“Ey AllĂ‚h ’ım! Sen SelĂ‚m ’sın ve selĂ‚m Sen ’dendir. Sen yucesin, ey celĂ‚l ve ikram sahibi!” derdi.
Bu hadîsin rĂ‚vîlerinden biri olan
EvzĂ‚î ’ye:
“–İstiğfar nasıl yapılır?” diye sorulduğunda ise şoyle cevap vermiştir:
“–أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ, أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ (yani Allah ’tan beni bağışlamasını dilerim) dersin.” (Bkz. Muslim, MesĂ‚cid, 135)
İnşĂ‚allah, ibadet hayatımızda bu guzel sunneti de ihyĂ‚ etmeye gayret gosterelim. Zira namazı edĂ‚ eder etmez, hemen ardından istiğfĂ‚r etmek sûretiyle bir bakıma;
“Rabbim! Sana takdîm etmem gereken kulluk vazifemi lĂ‚yıkıyla îfĂ‚ edebilmekten Ă‚cizim, kusurlarımı bağışla!” demiş oluruz.
Bu ise, CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı her ibadet icin taşımamız gereken yuksek bir kulluk edebidir. Buyuklerimizin dediği gibi; “İbadetler insanı Cennet ’e goturur, ibadette edep ise AllĂ‚h ’a goturur, Hakk ’a yakın ve dost eyler.”
VelhĂ‚sıl tevbe ve istiğfar, sadece bir gunaha duşulduğunde başvurulacak bir amel değildir. Nitekim “
ismet” yani gunahsızlık sıfatına sahip olan
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- dahî:
“Ey insanlar!.. Rabbinize tevbe edin. AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, ben Rabbim TebĂ‚reke ve TeĂ‚lĂ‚ Hazretleri ’ne gunde yuz kere tevbe ederim.” buyurmuştur. (Muslim, Zikr, 42)[2]
Ancak
Rasûlullah Efendimiz ’in bu tevbe ve istiğfĂ‚rı, coğu zaman bir hatĂ‚sından dolayı değil, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya daha cok yakınlık kazanmak ve O ’nun rızĂ‚sına nĂ‚il olmak icindir. Ayrıca Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, her an mĂ‚nevî bir terakkî uzere olduğundan, bir sonraki hĂ‚l ve makĂ‚mına gore daha aşağı seviyede bulunan bir onceki hĂ‚l ve makĂ‚mına istiğfĂ‚r etmiştir.
Demek ki gercek mĂ‚hiyetiyle tevbe ve istiğfar, derûnî bir pişmanlık, acziyetin îtirĂ‚fı ve CenĂ‚b-ı Hakk ’a sığınma olması sebebiyle, AllĂ‚h ’a yakın bir kul olabilmenin en tesirli vĂ‚sıtasıdır. Kalbin mĂ‚nevî kirlerden arınmasına vesîle olduğu gibi, kulun Rabbiyle arasındaki gaflet perdelerinin kalkmasına, dolayısıyla Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚ ve muhabbetine de vesîle olur. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“…Şuphesiz Allah, cok tevbe eden ve cok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)
Kullarının tevbeleri sebebiyle Rabbimiz ’in ne kadar hoşnut olduğunu, yine
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz şu misĂ‚l ile ifade buyurmuşlardır:
“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız colde giderken uzerindeki yiyecek ve iceceğiyle birlikte devesini elinden kacıran, arayıp taramaları fayda etmeyince deveyi bulma umidini busbutun kaybederek bir ağacın golgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin (kendiliğinden) geldiğini gorerek yularına yapışan ve aşırı sevincinden dolayı ne dediğini şaşırarak:
«–AllĂ‚h ’ım! Sen benim kulumsun, ben de Sen ’in Rabbinim.» diyen kimsenin sevincinden cok daha fazladır.” (Muslim, Tevbe, 7; Tirmizî, KıyĂ‚met 49, DeavĂ‚t 99)
Diğer taraftan, tevbe ve istiğfĂ‚rın en kıymetli ve makbul zamanı seherlerdir. Yuce Rabbimiz, mustesnĂ‚ nîmetlere mazhar olacak bahtiyar kullarının, seherleri ihyĂ‚ eden takvĂ‚ sahibi kimseler olduğunu şoyle beyan buyuruyor:
“O muttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfĂ‚ra devam ederler.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 17-18)
Demek ki Rabbimiz, bizleri seherlerde istiğfĂ‚ra dĂ‚vet ediyor. Seherlerden sonra nasıl ki şafak vakti gelip karanlıklar dağılır ise seher vakitlerindeki istiğfarlar da, gunah ve gaflet karanlıklarından kurtulup ilĂ‚hî af ve mağfiret nûruna kavuşmamızı sağlayan, mustesnĂ‚ bir rahmet ve bereket vesîlesidir.]
CenĂ‚b-ı Hak cumlemizi, takvĂ‚ zırhına burunerek gunahlardan el ceken, ihlĂ‚s ve muhabbetle sĂ‚lih amellere koşan, bilhassa seherlerin feyizli iklîminde tevbe ve istiğfĂ‚r ile gonullerini arındıran Ă‚rif kullarından eylesin. Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] İbn-i Hacer, Fethu ’l-BĂ‚rî, XI, 98; Aynî, Umdetu ’l-Kārî, Beyrut ts. XXII, 277-278.
[2] Aynı hadîs-i şerîf, “yetmiş kere” şeklinde de rivĂ‚yet olunmuştur. (Bkz. BuhĂ‚rî, DeavĂ‚t, 3; Tirmîzî, Tefsîr, Muhammed Sûresi)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2019 – Ocak, Sayı: 396, Sayfa: 032
İslam ve İhsan