Peygamberlerin dunyaya ait maddî bir mirası yoktur. Onların mirası, guzel ahlĂ‚k, karakter, merhamet, hakkı tevzî etmek ve AllĂ‚h ’a lĂ‚yıkıyla kul olabilmekte butun insanlığa sundukları “usve-i hasene” yani emsalsiz ornek şahsiyet mirasıdır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz, kendisine peygamberlik verildiğinde, Mekkeli muşriklerin giderek artan zulum ve baskılarına rağmen, vakit kaybetmeden DĂ‚ru ’l-ErkĂ‚m ’ı kurdu. Orası, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın ilk inen Ă‚yetleri oğrendiği, İslĂ‚m ’ın nûruyla aydınlandıkları, Efendimiz ’in yuksek şahsiyet ve karakterini muşĂ‚hede ederek gonullerine nakşettikleri, beraberce namaz kılıp Kur ’Ă‚n okudukları ve boylece îmanlarını guclendirip istikĂ‚met kazandıkları guzîde bir mektepti.
ASHAB-I SUFFE Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Medîne ’ye hicret ettiğinde de evvelĂ‚, ashĂ‚bının aynı nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesine, yani gonul eğitimine devĂ‚mı icin de Mescid-i Nebevî ’nin bir koşesini AshĂ‚b-ı Suffe ’ye ayırdı. Butun ashĂ‚bı icinde Suffe ehline cok ayrı bir ihtimam gosterdi. Kendisine gelen hediye ve sadakaları hep AshĂ‚b-ı Suffe ’ye, yani kendilerini AllĂ‚h ’ın dînine adamış bu fakir mu ’minlere gonderdi. Onların ihtiyaclarını Ă‚ile fertlerinin onunde tuttu. Nitekim bir defasında, kendisine ev işlerinde yardımcı olacak bir hizmetci talep ettiğinde kızı
Hazret-i FĂ‚tıma ’ya;
“–VallĂ‚hi Ehl-i Suffe aclıktan karınlarına taş bağlarken ve ben de onlara sarf edecek bir şey bulamazken size hizmetci veremem. Esirlerin karşılığında fidye alacağım ve bu geliri AshĂ‚b-ı Suffe icin harcayacağım.” mukĂ‚belesinde bulunmuştu. (Ahmed, I, 106)
AshĂ‚b-ı Suffe talebeleri, Efendimiz ’in en cok vakit ayırdığı ve Ă‚deta uzerlerine titrediği kimselerdi. Kendisi ac kalır, onları doyururdu. Onlar, Efendimiz ’in taht-ı terbiyesinde; ilim, irfan, guzel ahlĂ‚k ve fazîlette zirveleşen kemĂ‚l sahibi kimselerdi. Nitekim onların engin gonul dunyalarını aksettirmesi bakımından, Medîne ’ye hicret ettikten sonra AshĂ‚b-ı Suffe ile beraber Mescid-i Nebevî ’de yatıp kalktığı icin her an Hazret-i Peygamber ’in yanında ve hizmetinde bulunan
Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın şu sozleri ne kadar mĂ‚nidardır:
“VallĂ‚hi Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ă‚hirete gocerken bizi oyle bir hĂ‚lde bırakmıştı ki, bir kuş gokte kanat cırpsa onun bu hareketi bize RasûlullĂ‚h ’ın bir hadîsini hatırlatırdı. Cunku Âlemlerin Efendisi bize; «Cennet ’e yaklaştıran, Cehennem ’den de uzaklaştıran ne varsa hepsi size acıklanmıştır.» buyurmuştu.” (Ahmed, V, 153, 162; Heysemî, VIII, 263)
KARANLIKLARI AYDINLATAN İLİM TALEBELERİ Ekseriyetle genclerden oluşan AshĂ‚b-ı Suffe, hidĂ‚yet guneşi olan Efendimiz ’den aldıkları İslĂ‚m nûruyla, gittikleri her karanlık beldeyi bir dolunay misĂ‚li aydınlattılar, o beldelerde hidĂ‚yet kandilleri oldular. Bu sebeple de her birinin Efendimiz ’in gonlunde cok ayrı bir yeri vardı.
Nitekim
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-
Efendimiz hayatı boyunca sayısız cefĂ‚lara katlandı, nice cile cemberinden gecti. Yedi evlĂ‚dından altısının vefat acılarını yaşadı. TĂ‚if ’te taşlandı. Yakınları tarafından dışlandı. Gectiği mubarek yollara dikenler dokuldu. Uzerine deve işkembesi atıldı. İlk muslumanların cektiği ıztırap ve cefĂ‚larla yureği mahzun oldu. LĂ‚kin Efendimiz ’in mubĂ‚rek gonullerini, bu cile ve sıkıntılar arasında en fazla huzne gark eden, Suffe ashĂ‚bından yetiştirdiği yetmiş talebesinin Bi ’r-i Maûne ’de şehid edilmesi olmuştur. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu elîm hĂ‚diseden o kadar muteessir olmuştur ki, TĂ‚if ’te kendisini taşlayan taş kalplilerin helĂ‚k olmaları icin bedduĂ‚ etmek yerine, hidĂ‚yetle şereflenmeleri icin duĂ‚ ettiği hĂ‚lde, Kur ’Ă‚n muallimlerini katledenlere bir ay boyunca sabah namazından sonra bedduĂ‚ etmişlerdir. (Bkz. BuhĂ‚rî, CihĂ‚d 9, 19, MeğĂ‚zî 28; Muslim, MesĂ‚cid, 297)
Diğer taraftan Efendimiz ’in hayatına baktığımızda, O ’nun en mes ’ud olduğu zamanın, arkasında iyi yetişmiş bir sahĂ‚be nesli bulunduğunu muşĂ‚hede ettiği an olduğunu goruyoruz.
Nitekim Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in dĂ‚r-ı bekāya irtihĂ‚l ettiği gunun sabah namazıydı. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- oda kapısının perdesini kaldırdı ve o esnada
Hazret-i Ebû Bekir ’in imamlığında namaz kılan sevgili ashĂ‚bını son defa seyretti.
Onları (yani yetiştirdiği o mustesnĂ‚ nesli, ardında bıraktığı o guzîde insan mirasını) yan yana saf tutmuş, cemaatle namaz hĂ‚linde gorunce bundan son derece memnun kaldı ve surûr icinde tebessum buyurdular. (BuhĂ‚rî, Meğāzî, 83)
Bu hÂdiseyi nakleden
Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz diyor ki:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ashĂ‚bının namaz kılışını tebessum ederek seyrediyordu. (Arkasında guzel bir nesil bırakmanın huzuru ve surûru icindeydi.) Allah Rasûlu ’nu hicbir vakit boylesine sevincli bir hĂ‚lde gormemiştim.” (İbn-i HişĂ‚m, IV, 331)
Demek ki en muhim mesele, hĂ‚limiz ve kālimizle ornek olup arkamızda boyle guzel bir insan mirası bırakabilmek!..
Bunun icin de mu ’min evvelĂ‚ kendini yetiştirecek. SĂ‚lih veya sĂ‚liha bir kul olacak. Sonra da tebliğ icin var gucuyle calışacak. Her şeyiyle tebliğ hĂ‚linde bulunacak. Nitekim bir defasında
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- etrafındakilere bir îkaz mĂ‚hiyetinde:
“–Konuşmadan, halkın davetcileri olun!” buyurmuştu. Kendisine hayretle:
“–YĂ‚ Halîfe! Konuşmadan davetci olmak nasıl olur?” diye suĂ‚l ettiler. Hazret-i Omer de şoyle buyurdu:
“–HĂ‚liniz ve ahlĂ‚kınızla…” Cunku insanlar sozden ziyĂ‚de, hĂ‚lin tesiri altında kalır ve şahsiyet sahibi insanları taklit ederler. Soz, hĂ‚l ile desteklenmedikce, muhĂ‚tabın kulağını aşamaz, gonlune hitap edemez.
Bu sebeple de bir mu ’min, sozleriyle tebliğ ederken, hĂ‚li de ona yardımcı olmalıdır. Bu, kalplerin fethi icin zarûrî bir davranıştır. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in her sozu, guzel ahlĂ‚kı ve yaşantısıyla tam bir uyum icinde olduğundandır ki, ebediyete kadar kalplere hitap etmeye, kilitli gonulleri İslĂ‚m ’a acmaya devam etmektedir.
Unutmayalım ki Efendimiz ’in yetiştirip ardında bıraktığı insan mirası olan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Allah rızĂ‚sını tahsil edebilmenin azmiyle dunyanın dort bir tarafına sefer etti. Onlar, kendilerini sadece Ă‚hirete endekslediler. Hicbir zorluk karşısında korkmadılar, cekinmediler. Zorlukların uzerine cesaretle yuruduler. Tehlikeler ve cileler icinde piştiler ve yetiştiler.
Muhammed İkbal ’in naklettiği şu temsilî hikĂ‚ye de insanın ancak cile ve iptilĂ‚larla pişerek tekĂ‚mul ettiğini ne guzel anlatmaktadır:
“Bir ceylĂ‚n, diğer bir ceylĂ‚na şoyle dert yanıyordu:
«–Artık ben bu avcıların şerrinden bıktım. Zira ovalarda avcılar pusu kurmuşlar, gece-gunduz biz Ă‚hûların izinde dolaşıyorlar. Bundan sonra KĂ‚be ’de, Harem ’de yaşayacağım. Mekke ’de avcıların avlanması yasaktır. Orada yatar-kalkar, orada otlarım. Artık avcı derdinden eman bulmak istiyorum. Gonlum biraz da huzura kavuşsun!..»
Bunları dinleyen tecrubeli ve gungormuş diğer ceylĂ‚n ise şoyle dedi:
«–Ey akıllı dostum! Yaşamak istiyorsan tehlike icinde yaşa! Kendini dĂ‚imĂ‚ bileyi taşına vur; cevheri temiz olan kılıctan daha keskin yaşa! Tehlike, kudreti imtihan eder. (Tehlikeler, cileler ve iptilĂ‚lar; senin şahsiyetini, karakterini ve îmĂ‚nını test eder.) Cisim ve canın nelere kādir olduğunu sana o cileler bildirir.»”
Dolayısıyla Peygamber Efendimiz ’in, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın, evliyĂ‚ullĂ‚h ve sĂ‚lih kulların AllĂ‚h ’ın dîni yolunda muhabbetullĂ‚h ile gosterdikleri mustesna gayret ve fedakĂ‚rlıklar, bizlere dĂ‚imĂ‚ ornek olmalıdır. Cunku bize emĂ‚net edilen bu mukaddes mirası zĂ‚yî etmemek ve onu aslî sĂ‚fiyet ve berraklığı ile gelecek nesillere intikĂ‚l ettirmek, ebedî kurtuluşumuzu ilgilendiren en buyuk mes ’ûliyetimizdir.
ŞĂ‚zelî meşĂ‚yıhından
Derkāvî -rahmetullĂ‚hi aleyh- şoyle der:
“UstĂ‚dım beni bir kabîleye gonderiyordu. Ona dedim ki:
«‒Gittiğim yerde mĂ‚nevî sohbetler yapıp hasbihĂ‚l edebileceğim bir AllĂ‚h ’ın kulu bile yok, yapayalnız kalacağım…»
Bana ustĂ‚dımın cevabı şoyle oldu:
«‒Muhtac olduğun insanı kendin doğuracaksın! (Yani kendin arayıp, bu­lup, yetiştireceksin.)»”
Dolayısıyla mu ’min, calışıp gayret edecek ve arkasında kendisine sadaka-i cĂ‚riye ve hayru ’l-halef olacak bir nesli miras bırakmaya gayret edecek.
Maalesef bugun nice anne-baba, dunyevî ihtiraslara dalıyor. Bir ebediyet yolcusu olan evlĂ‚dının sadece fĂ‚nî istikbĂ‚li icin calışıyor. Ebedî istikbĂ‚li unutuyor. Âhiret yolcusu olduğunu idrĂ‚k etmeden yetişen bir evlĂ‚t da perişan olup gidiyor. HĂ‚lbuki bu husustaki olcuyu
Omer bin Abdulazîz ne guzel ortaya koymaktadır.
Vezîri, Halife Omer bin Abdulazîz ’e:
“–Efendim, BeytulmĂ‚l ’den aldığınız tahsisĂ‚tın kĂ‚fî gelmediği goruluyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefĂ‚tınızdan sonra evlĂ‚t ve torunlarınızın zarûrî ihtiyacları icin bıraksanız?!” deyince, Omer bin Abdulaziz -rahmetullĂ‚hi aleyh- şu muhteşem cevabı verir:
“–Eğer benim geride kalan evlĂ‚tlarım sĂ‚lih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya duşmelerinden korkmam. Zira CenĂ‚b-ı Hak;
«…Allah sĂ‚lih kullarının velĂ‚yet ve vesĂ‚yetini bizzat deruhte eder.» (el-A‘rĂ‚f, 196) buyurmuştur. CenĂ‚b-ı Hak, onların velîsi ve vasîsi olduktan sonra onların ilerde karşılaşacakları hĂ‚llerden hic endişe etmem!
Yok, sĂ‚lih değil de sefih kimseler olacaklarsa, boyleleri hakkında da yine Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de;
«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz…» (en-NisĂ‚, 5) buyrulmuştur. Bu nehy-i ilĂ‚hîye rağmen sefih olacak cocuklarıma mal mı toplayacağım!” (Ebu ’l-ÛlĂ‚ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 769-770)
VelhĂ‚sıl gunumuzde evlĂ‚tlarımızı iyi yetiştirerek, tebliğ ve hidĂ‚yetlere vesîle olacak Kur ’Ă‚n ve irşĂ‚d ehli hĂ‚linde istikbĂ‚le miras bırakabilmemiz ve onları “ayıplayanın ayıplamasından korkmayacak” bir medenî cesaret ile mucehhez hĂ‚le getirmemiz elzemdir. Cunku pısırık, korkak, cekingen, nemelĂ‚zımcı ve nefsĂ‚nî bir anlayışla yetişen insanlar; karşılarına cıkan tebliğ ve irşad fırsatlarında dahî, hidĂ‚yetlere vesîle olma ve yanlışları ıslah etme cesaretini kendilerinde bulamazlar.
Yine “Bu zamanda ben ne yapabilirim ki?” sozu de gunumuz icin aslĂ‚ bir mazeret olarak gorulemez. Zorluklar, meşakkatler, buhranlar, sabırların zorlandığı cileler ve ağır imtihanlar karşısında dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’ın yardım ve inĂ‚yetini duşunmek lĂ‚zımdır. Zira gayret bizden, tevfik CenĂ‚b-ı Hak ’tandır.
Rabbimiz cumlemize, arkasında İslĂ‚m kulturu ile mucehhez olan, şahsiyet ve karakteriyle İslĂ‚m ’ı tebliğ ve temsil edebilen sĂ‚lih ve sĂ‚liha evlĂ‚tlar bırakabilmeyi lûtf u keremiyle ihsan buyursun. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş,
Şebnem Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Temmuz Sayı: 173
İslam ve İhsan
KİŞİNİN DUNYASINA VE ÂHİRETİNE FAYDA VERECEK OLAN GERCEK İLİM VE TAHSİL NEDİR?