Hırs ve hased, butun gunahların kaynağıdır. Hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur: “Uc şey vardır ki, butun gunahların kaynağıdır; bunlardan muhakkak sakınınız!
1) İblîs ’i Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’a secde etmemeye sevk eden şey
kibirdir.
2) Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ı cennetteki yasak ağactan yemeye sevk eden şey
hırstır.
3) Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ın oğlu Kābil ’in, kardeşi HĂ‚bil ’i oldurmesine sebep olan şey
haseddir.” (Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 101)
HASED ETME, ŞUKRET!
Hased, kulun kendisine takdir edilene, yani ilĂ‚hî taksîme rĂ‚zı olmamasıdır. Bu da AllĂ‚h ’ın irĂ‚desine karşı gelmek gibi buyuk bir cur ’ettir. HĂ‚lbuki kullarını cok seven CenĂ‚b-ı Hak, her birine ayrı ayrı nîmetler lûtfetmiştir. İnsanın, başkalarına ihsĂ‚n edilen nîmetlere hased etmek yerine, kendi uzerindeki nîmetlere şukretmesi îcĂ‚b eder. Cunku bizim sahip olduğumuz nîmetlerden mahrum olan nice kullar vardır. Bu sebeple hırs ve hasedin yegĂ‚ne tedĂ‚visi, ancak kanaat ve rızĂ‚ hĂ‚linin huzur ve rûhĂ‚niyetine burunmekle mumkundur.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-: “Kanaat, bitmez tukenmez bir hazinedir.” buyurmuştur. (Deylemî, Musned, III, 236/4699)
İlĂ‚hî azameti ve nîmetleri lĂ‚yıkıyla tefekkur, mu ’mini gonul huzuruna sevk eder. Yılan, akrep, kaplumbağa gibi varlıkları gorduğumuzde; “Ben de boyle yaratılabilirdim.” diye duşunmek gerekir. Bu tefekkur, bize uzerimizdeki ilĂ‚hî nîmetlerin kadrini bildirir. MeselĂ‚; “Gozlerini ver, karşılığında sana dunyayı verelim!” deseler, bunu kim kabul eder?! Âyet-i kerîmede:
“AllĂ‚h ’ın nîmetlerini saymaya calışsanız, onları sayamazsınız!..” (en-Nahl, 18) buyruluyor. En buyuk nîmetler ise, mahlûkĂ‚t icinde “insan” olarak yaratılmak,
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’e muhĂ‚tap kılınmak ve Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e ummet olmaktır.
Hased, ilk defa şeytanda gorulmuştur. Ateşten yaratıldığı icin kendini; topraktan yaratılan Hazret-i Âdem ’den ustun gormuştur. Bu sebeple de CenĂ‚b-ı Hakk ’a Ă‚sî olmuştur.
HASEDİN DE BOYLESİ
RivĂ‚yet olunur ki, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Tûr Dağı ’na cıkarken, sırtında odun taşıyarak gecimini temin eden bir ihtiyarla karşılaşmış. O zĂ‚t, Hazret-i MûsĂ‚ ’ya:
“–Falan komşumun eşeği var. Odunlarını onunla taşıyor. Ben ise bu ihtiyar hĂ‚limle sırtımda taşıyorum. Ne olur, CenĂ‚b- Hakk ’a niyĂ‚z etsen de, bana da bir merkeb ihsĂ‚n etse!” diye yalvarmış. MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, Tûr Dağı ’ndan donuşte ihtiyarın talebini şoyle cevaplandırmış:
“–CenĂ‚b-ı Hak, sana bir merkep ihsĂ‚n edecek. Fakat komşuna bir merkep daha verecek!..
” Bunu duyan ihtiyar:
“–Hayır, istemem!.. Bana da vermesin; ona da...” demiş.
Hasedin ne kadar huzur bozucu ve kotu bir temĂ‚yul olduğunu gosteren bu hikĂ‚yenin emsĂ‚lleri pek coktur.
Hasedin asıl zararı; hased edilenden cok, hased eden kimseyedir. Bu durum, başkasını taşlayan, fakat attığı taşla kendisini yaralayan kimsenin hĂ‚li gibidir.
Ancak gıpta boyle değildir. Zira gıpta, mĂ‚nevî meziyetlere imrenmektir.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilir: Biri, AllĂ‚h ’ın kendisine Kur ’Ă‚n verdiği kişidir. O kişi, Kur ’Ă‚n ile gece gunduz meşgul olup onunla amel eder. Diğeri, Allah ’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O da gece gunduz bu malı infak eder.” (Muslim, MusĂ‚firîn, 266, 267. Ayrıca bkz. BuhĂ‚rî, Temennî, 5; Tevhîd, 45)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Genclik, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan