Hasta ve yorgun gonulleri tedĂ‚vî edecek, muzdarip sîneleri huzura kavuşturacak ve herc u merc zihinlere rehberlik edecek, yorgun gonullere saĂ‚det bahşedecek şahsiyetler, Hak dostlarıdır. Ki onlar, BahĂ‚uddin Nakşibend, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî, Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ve emsalleri gibi, gonullerini dergĂ‚h hĂ‚line getirmiş, ruhlarındaki merhamet ve sevgiyi butun mahlûkĂ‚ta taşımış velîlerdir.CenĂ‚b-ı Hak, Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i Ă‚lemlere rahmet olarak gondermiştir. O, 1400 sene evvelinden kıyĂ‚mete kadar en alt kademeden en ust kademeye her meslekteki insana fiilî kıstas, yani emsalsiz bir numûne, bir muallim ve rehberdir. O ’nun her hĂ‚li, soz ve davranışı; bugunku psikoloji ve pedagoji ilimlerinin ulaşabildiği noktanın da zirvesini teşkil eder. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i kendisine kıstas alan mu ’minin gonlu, solmaz bir saĂ‚det bahcesidir. Nitekim İslĂ‚m hukuk metodolojisinin meşhur sîmĂ‚larından KarĂ‚fî:

“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in başka hicbir mûcizesi olmasaydı, yetiştirmiş olduğu AshĂ‚b-ı KirĂ‚m, Allah Rasûlu ’nun nubuvvetini ispĂ‚ta kĂ‚fî gelirdi.” demiştir.

Zira Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in teşrifinden evvel guclunun gucsuzu ezdiği, gunahsız ve mĂ‚sum kız cocuklarının diri diri toprağa gomulduğu, cehĂ‚let karanlıklarına dalmış olan cĂ‚hiliye toplumu, Allah Rasûlu ’nun dunyayı şereflendirmesiyle kıyĂ‚mete kadar hayırla yĂ‚d edilecek fazîlet toplumuna donuştu.

ORNEK MUSLUMAN, İDEAL İNSAN SEVİYESİ

Bu toplumun en onemli gayesi, fazilet, ahlĂ‚k ve şahsiyette ornek musluman ve ideal insan seviyesine ulaşmaktı. Nitekim AshĂ‚b-ı KirĂ‚m Efendilerimizin, bu ideale ulaşmak icin ne buyuk bir gayret ve hassĂ‚siyet icinde olduklarına dĂ‚ir sayısız misal vardır. Bunlardan biri olan şu hĂ‚dise, ne kadar ibretlidir:

SahĂ‚beden Cerîr bin Abdullah -radıyallĂ‚hu anh- bir at satın almak istemişti. Beğendiği bir at icin satıcı beş yuz dirhem fiyat teklif etti. Cerîr -radıyallĂ‚hu anh- bu ata altı yuz dirhem verebileceğini, hatta sekiz yuz dirheme kadar fiyatı yukseltebileceğini ifĂ‚de etti. Cunku atın gercek değeri daha yuksek olup, satıcı bunun farkında değildi.

Kendisine:

“–Atı, beş yuz dirheme satın alman mumkun iken, nicin sekiz yuz dirheme kadar fiyatı yukselttin?” diye soruldu.

Cerîr -radıyallĂ‚hu anh- şu muhteşem cevabı verdi:

“–Biz alışverişte hile yapmayacağımız husûsunda AllĂ‚h ’ın Rasûlu ’ne soz verdik.”[1]

Onlar, Allah Rasûlu ’nun mĂ‚nevî terbiyesi altında yetişip gonullerine nakşettikleri İslĂ‚m şahsiyet ve vakĂ‚rını, hĂ‚l ve hareketleriyle sergileyip, ondan mahrum bulunan butun gonullere ulaştırabilmenin aşk ve gayretiyle bir taraftan Cin ve Semerkant ’a, bir taraftan da Dağıstan ve Kazan ’a kadar gitmişler, ulaştıkları bu yerlerde de dĂ‚imĂ‚ İslĂ‚m ’ın guler yuzunu sergilemişlerdir.

İSLAM'IN GUZELLİKLERİ İLE YOĞRULMUŞ İNSANLAR

Boylece İslĂ‚mî guzelliklerden bîhaber ve mahrum kalarak taşlaşmış olan nice vicdanlar, onların guzel ahlĂ‚k ve fazîlet numûneleriyle îman bağının hoş kokulu nĂ‚dide cicekleri olmuşlardır.Hic şuphesiz insanlar karakter ve şahsiyete hayran olur, karakter ve şahsiyetin peşinden giderler. Cunku sağlam bir şahsiyetin sergilediği en kucuk hĂ‚l ve davranış bile, bĂ‚zen en beliğ sozlerden daha tesirlidir. Nitekim şu hĂ‚dise, bunun bĂ‚riz bir misĂ‚lidir:

Gonlu İslĂ‚m ’ın guzellikleriyle yoğrulmuş, kumaş ticĂ‚reti ile uğraşan musluman bir tĂ‚cir, gunun birinde kumaşlarını bir gemiye yukleyerek Endonezya ’ya gider ve oraya yerleşerek ticaretine orada devam eder.

Getirdiği kaliteli kumaşlar tam da halkın aradığı cinstendir. Kendisi ise kanaat sahibi bir mu ’min olduğundan; “Varsın kazancım az olsun, lĂ‚kin temiz ve helĂ‚l olsun.” duşuncesindedir. Bu sebeple gabn-i fĂ‚hiş denilen, bir malı değerinin cok ustunde satmaya hic meyletmez. Kısa zamanda zengin olma hayal ve hırsına asla kapılmaz.

İşe gec geldiği bir gun, tezgĂ‚htarın sattığı mallardan cok yuksek bir kĂ‚r elde ettiğini gorur ve bunun uzerine tezgĂ‚htar ile aralarında şoyle bir konuşma gecer:

“–Hangi kumaştan sattın?”

“–Şu kumaştan efendim.”

“–Kaca sattın?”

“–On akceye.”

“–Nasıl olur? Beş akcelik kumaşı on akceye nasıl satarsın? Adamcağızın bize hakkı gecmiş. Gorsen tanır mısın onu?”

“–Evet, tanırım!”

“–O hĂ‚lde hemen git ve o muşteriyi buraya getir. Onunla vakit kaybetmeden helĂ‚lleşmem lĂ‚zım.”

TezgĂ‚htar gider, muşteriyi bulup getirir. DukkĂ‚n sahibi muşteriyi karşısında gorur gormez, kendisinden helĂ‚llik ister ve tezgĂ‚htar tarafından alınan fazla parayı da muşteriye uzatır. Muşteri ise daha evvel hic karşılaşmadığı bu guzel muĂ‚mele karşısında buyuk bir hayret icindedir. Kendi kendine; “Hakkını helĂ‚l et?” cumlesindeki derin mĂ‚nĂ‚yı kavramaya calışır.

Bu hĂ‚dise kısa surede dilden dile dolaşır. Cok gecmeden de kralın kulağına kadar ulaşır. Sonunda kral, kumaş tuccarını saraya cağırır ve:

“–Sizin yaptığınız bu davranışı daha once biz ne duyduk, ne de gorduk!.. Sizin bu hĂ‚liniz, bize bir muammĂ‚ oldu. Bunu îzah eder misiniz?” diye sorar.

Tuccar ise kemÂl-i edeple:

“–Ben bir muslumanım. İslĂ‚m ’da ise mulk, AllĂ‚h ’ındır. Kul sadece bir emanetcidir. Ayrıca İslĂ‚m ’da haksız menfaat, fĂ‚iz, istismar, gabn-i fĂ‚hiş (kandırmak sûretiyle değerinin cok ustunde satış yapmak) ve toplumun zararına olan butun satışlar yasaktır.

Bu alışverişte ise muşterinin bana hakkı gecmişti. Dolayısıyla kazancıma haram karışmıştı. Ben sadece bir yanlışı duzelttim.” diyerek cevap verir.

Bunun uzerine kral:

“–İslĂ‚m nedir, musluman olmak neyi gerektirir?” gibi soruları peş peşe sıralamaya başlar.

Tuccar da soruları birer birer en guzel bir uslûp ile cevaplandırır.

Boyle bir dinin varlığını bu hasbihĂ‚l ile ilk defa duyan kral, fazla vakit gecirmeden İslĂ‚m ile şereflenir. Daha sonra kısa bir muddet icinde halk da musluman olur. [2]

İşte dunya devletleri icinde -yaklaşık 250 milyonluk- en yoğun musluman nufusuna sahip olan bugunku Endonezya ’nın İslĂ‚m ’ı kabul etmesindeki sır, belki de sadece bu beş akcelik kumaş ticĂ‚retinde sergilenen İslĂ‚m ahlĂ‚kıdır. Musluman tĂ‚cirin yaptığı şey ise:

İslĂ‚m şahsiyet ve vakĂ‚rını temsil ederek İslĂ‚m ’ın guler yuzunu ve rûhĂ‚nî dokusunu fiilen sergilemektir.

İNSANIN DAVRANIŞLARINA TESİR EDEN İKİ ŞEY

Bilinmelidir ki, insanın davranışlarına tesir eden iki muhim muessir vardır. Bunlar:

1-Kazanılan para:Paraya haram ve şupheli şeyler karışmamasına son derece dikkat etmelidir. Zira haram veya şupheli yerden gelen para, kalbi hantallaştırır, mĂ‚nevî hassĂ‚siyetleri koreltir.

2-Gonulde muhabbeti taşınan insanlar:İnsan, muhabbetle bağlandığı kimsenin iyiliğinden de pay alır, kotuluğunden de… Bundan dolayıdır ki, boğazımızdan gecen gıdĂ‚nın helĂ‚l, muhabbet duyduğumuz kimselerin de sĂ‚lih veya sĂ‚liha insanlardan olmasına dikkat etmeliyiz.

HELAL LOKMA HASSASİYETİ

Yukarıda zikrettiğimiz misĂ‚lde, tĂ‚cirin helĂ‚l lokmaya olan hassĂ‚siyet ve dikkati, onun bedenine mĂ‚nevî bir zehir girmesine mĂ‚nî olmanın otesinde, kıyĂ‚mete kadar uzanan bir sadaka-i cĂ‚riye yolunun acılmasına da vesîle olmuştur. Gercekten ihlĂ‚s ve takvĂ‚ dolu bir kalpten yerinde ve zamanında soylenen sozler, ve yine boyle bir gonulden akseden rûhĂ‚niyet dolu guzel ahlĂ‚k ve ornek davranışlar, muhĂ‚tapları uzerinde kalıcı tesirler bırakmaktadır.

Nitekim CĂ‚fer-i TayyĂ‚r -radıyallĂ‚hu anh- ’ın Habeşistan ’a hicret ettiğinde sergilediği guzel ahlĂ‚k, tevzî ettiği mukemmel şahsiyet ve kullandığı yerinde uslûp, Habeş NecĂ‚şîsi (hukumdĂ‚rı) Ashama ’nın hidĂ‚yet bulmasına vesîle olmuştur.

OSMANLI'NIN GONUL ERLERİ

Yine ecdĂ‚dımız Osmanlı ’nın ince bir siyaset izleyerek, yeni fethedilen yerlere evvelĂ‚, gonul ehli, sĂ‚lih ve velî zĂ‚tlar iskĂ‚n etmesi de MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin ifĂ‚de buyurduğu gibi:

“HĂ‚l ile oğut veren, kāl ile/soz ile oğut verenden iyidir.” hikmetine binĂ‚endir.

MĂ‚nevî fetih ordusu olan velîler, gonul Ă‚lemlerinin rûhĂ‚niyet ve feyzini, yeni fethedilen ulkelerin her karış toprağına ve bolge halkının kalplerine nakşediyorlardı. Boylece yeni fethedilen topraklarda yaşayan yerli hristiyanlar, Osmanlı halkının nezih yaşayışına, ahlĂ‚kına, bilhassa merhamet ve şefkat duygularına hayran kalıyor ve bu keyfiyet de, onların İslĂ‚m ’la şereflenmelerini kolaylaştırıyordu. Zira esas fetih, kalplerin fethidir. Kılıc ise, netice itibariyle bir demir parcasıdır. Ancak zulmu bertaraf etmek icin kullanıldığı nisbette bir kıymeti vardır. Aksi hĂ‚lde başlı başına bir zulum vĂ‚sıtası hĂ‚line gelebilir.

Gecen as­rı­n on­de ge­len İs­lĂ‚m Ă‚lim­le­rin­den Mu­ham­med Ha­mi­dul­lĂ‚h ’ın şoyle bir ifĂ‚desi vardır:

“Hayretle gormekteyim ki ba­tı top­lu­mun­da hris­ti­yan­la­rı İs­lĂ‚­m ’ı kabûle sevk eden, fı­kıh ve ke­lĂ‚m Ă‚lim­le­ri­nin go­ruş­le­ri de­ğil, İbn-i Ara­bî ve Mev­lĂ‚­nĂ‚ gi­bi sû­fî­ler­in hĂ‚lleridir.

Bu­gun de İslĂ‚m ’ın nûrunu hidĂ‚yet mahrumlarına taşıyacak olan, ne kı­lıc, ne de akıl­dır; aksine kalp, yani ta­sav­vuf­tur.”Hasta ve yorgun gonulleri tedĂ‚vî edecek, muzdarip sîneleri huzura kavuşturacak ve herc u merc olmuş zihinlere rehberlik edecek kimseler, Hak dostlarıdır. Ki onlar, BahĂ‚uddin Nakşibend, AbdulkĂ‚dir GeylĂ‚nî ve MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri gibi, gonullerini dergĂ‚h hĂ‚line getirmiş, ruhlarındaki merhamet ve sevgiyi butun mahlûkĂ‚ta taşımış velîlerdir.

MUSLUMAN ONCELİKLE KENDİNİ İSLAM İLE İHYÂ ETMELİ

“Hem Pey­gam­ber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ve ashĂ‚bının, hem de buyuk mutasavvıfların yo­lu, ne ke­li­me­ler uze­rin­de uğ­raş­mak, ne de mĂ‚­nĂ‚­sız şey­ler­le meş­gûl ol­mak­tır. BilĂ‚kis in­san ile Al­lah ara­sın­da­ki en kı­sa yol­da yu­ru­mek­, yani şah­si­ye­tin ge­liş­ti­ril­me­si yo­lu­nu ara­mak­tır.”[3]

VelhĂ‚sıl her musluman, oncelikle kendini İslĂ‚m ile ihyĂ‚ etmelidir. Etrafına şahsiyet ve vakar tevzî etmelidir. AllĂ‚h ’ın dînini en guzel bir sûrette temsil ederek O ’nun varlığına ve birliğine canlı bir şĂ‚hit olmalıdır. Cunku CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurmaktadır:

“İşte boylece sizi (ifrat ve tefritten uzak) mûtedil bir ummet yaptık ki, butun insanlar uzerine şahitler olasınız, Rasûl (Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-) de sizin uzerinize şahit olsun…” (el-Bakara, 143)



[1] İbn-i Hazm, el-MuhallĂ‚, Mısır 1389, IX, s. 454 vd.

[2] Mehmet Paksu, Îman Hayata Gecince.

[3] M. Aziz LahbĂ‚bî, İslĂ‚m Şahsiyetciliği, Terc. İ. Hakkı AKIN, s. 114-115, dipnot 8. İst. 1972.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan