Tefekkur, ibret ve hikmet; aclık ve huzun hĂ‚linde daha kolay elde edilir. Zira mide fazla dolunca, tefekkur Ă‚deta uyuşur, gonlun hassĂ‚siyet ve rikkati korelir. Ebû Suleyman DĂ‚rĂ‚nî (r.a.) cok yiyenin kaşılaşacağı altı belayı ise şoyle acıklıyor.
BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri buyurur:
“Aclık, bulut gibidir. Kişi az yemeye riĂ‚yet edince, kalbi hikmet yağmurları yağdırmaya başlar.” [1]
Tefekkur, ibret ve hikmet; aclık ve huzun hĂ‚linde daha kolay elde edilir. Zira mide fazla dolunca, tefekkur Ă‚deta uyuşur, gonlun hassĂ‚siyet ve rikkati korelir.
Şu hĂ‚dise, aclık veya tokluğun gonuldeki tesirini îzah bakımından ne kadar hikmetlidir:
Mısır ’da şiddetli kıtlığın yaşandığı gunlerde,
Yûsuf -aleyhisselam- ’a sordular:
“–Sen, devletin hazinelerine hukmeden bir idarecisin. Neden kendini ac bırakıyorsun?”
O ise şu ibretli cevabı verdi:
“–Karnım tok olursa, acların hĂ‚lini anlayamam diye korkuyorum!”
COK YİYENİN KARŞILAŞACAĞI ALTI BELA
Yine cok yemenin kalp Âlemi uzerindeki tesirine dÂir,
Ebû Suleyman DĂ‚rĂ‚nî -rahmetullahi aleyh- der ki:
“Her nesnenin pası vardır. Gonlun pası da cok yemektir. Kim cok yerse altı belĂ‚ ile karşılaşır:
1) Kıldığı namazın tadını bulamaz.
2) Unutkan olur.
3) Şefkat ve merhameti azalır. Zira kendisi tok olunca, herkesi tok zanneder.
4) TĂ‚at kılma hususunda tembellik gelir.
5) Şehveti gĂ‚lip olur.
6) Muslumanlar mescide varırken o ise helĂ‚ya gider.”[2]
Her hususta en buyuk ornek şahsiyetimiz olan
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimiz ve ashĂ‚bı da, acıkmadan yemez, yediklerinde de karınlarını tamamen doyurmazlardı. Boğazlarından gecen lokmaların zikrini duyacak derecede yuksek bir gonul feyzi icinde yaşarlardı.
MİDENİN UCTE BİRİNİ YEMEĞE AYIR
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“…Şayet bir kimsenin mutlaka cok yemesi gerekiyorsa, midesinin ucte birini yemeğe, ucte birini iceceğe, ucte birini de nefesine ayırsın!” buyururdu. (Tirmizî, Zuhd, 47)
Hazret-i Âişe -radıyallahu anha-
VĂ‚lidemizʼin ifadesiyle:
“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ’in aile efrĂ‚dı, Medîne ’ye geldiği gunden vefat ettiği Ă‚na kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20)
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- Medîneʼde -dilese- en mureffeh hayatı yaşayabilirdi. Zira ganimetlerin beşte biri AllĂ‚hʼın emriyle Peygamber Efendimizʼe tahsis edilmişti. Ayrıca kendisine nice hediyeler de gelirdi.
LĂ‚kin Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, hicbir mecburiyeti olmadığı hĂ‚lde, gelen bu ganimet ve hediyeleri hemen AshĂ‚b-ı Suffeʼye ve muhtaclara infĂ‚k eder, ondan ancak kifĂ‚yet miktarını evine ayırırdı. HattĂ‚ evine ayırdığını da, daha sonra gelen bir başka fakire infĂ‚k ettiği olurdu. Yuksek mesʼûliyet ve merhameti sebebiyle, ummeti ac ve muhtacken kendisi huzur bulamazdı.
Yine
Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- zaman zaman “savm-ı visĂ‚l” tutardı. İftar etmeden birkac gun peş peşe tutulan bu oruc, sadece Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe mahsustu. Ummetini ise -guc yetiremeyecekleri icin- bundan men ederdi.
Az yemenin ve oruc tutmanın, nefsĂ‚niyeti bertaraf etme ve rûhĂ‚niyeti inkişĂ‚f ettirmedeki tesiri sebebiyledir ki, peygamberler de, nubuvvetin rûhĂ‚niyetine orucla hazırlanmışlardır. Rûhî inkişĂ‚fın zirvesine ulaştıklarında Ă‚deta insanlık Ă‚leminden uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî edince, kalpleri ve dimağları, ilĂ‚hî vahye mazhariyetle şereflenmiştir.
Nitekim
Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselam- CenĂ‚b-ı Hakʼla mukĂ‚lemeden evvel, kırk gun “savm-ı visĂ‚l” yani iftarsız oruc tutmuştur.
Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselam- da, İncilʼden ilk kelĂ‚mı duyuncaya kadar, kırk gun oruc tutmuştur.
[1] AttĂ‚r, Tezkire, s. 198; HĂ‚nî, HadĂ‚ik, s. 319.
[2] Tezkiretuʼl-EvliyĂ‚, s. 89-90, Erkam Yayınları, İstanbul, 1984.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan