Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de Mekke icin kullanılan “Ummu ’l-KurĂ‚” ne anlama geliyor?Mekke, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de
“Ummu ’l-KurĂ‚”,
“Bekke” ve
“el-Beledu ’l-Emîn” isimleriyle de zikredilmiştir. Mekke ve Bekke, BĂ‚bil lisĂ‚nında
“beyt: ev” mĂ‚nĂ‚sında olup AmĂ‚likalılar tarafından, bu yerin ismi olarak kullanılmıştır.
MEKKE NEREDE?
Mekke, guneyde Yemen ’e, kuzeyde Akdeniz ’e, doğuda Basra korfezine ve batıda Kızıldeniz limanı Cidde ’ye komşu olup Afrika istikĂ‚metine giden
yolların kesişme noktasında, iktisĂ‚dî yonden cok musĂ‚it bir mevkîde bulunmaktadır. Şehrin kurulduğu kısma
“Batn-ı Mekke”, Mescid-i HarĂ‚m ’ın bulunduğu yere ise “el-BathĂ‚” denilmektedir.
MUHAMMEDİ YURT
Hazret-i İbrĂ‚hîm ’in (a.s.)
SĂ‚re vĂ‚lidemizden cocuğu olmamıştı. SĂ‚re vĂ‚lidemiz, cĂ‚riyesi olan
HĂ‚cer ’i Ă‚zĂ‚d edip İbrĂ‚hîm ’la (a.s.) evlendirdi. Bu izdivacdan
Hazret-i İsmĂ‚îl dunyĂ‚ya geldi ve Muhammedî nûr İsmĂ‚îl ’e (a.s.) intikĂ‚l etti. SĂ‚re vĂ‚lidemiz, bu nûrun, kendisinden intikĂ‚l edeceğini duşunmekteydi. Bu yuzden son derece mahzûn oldu. Hz. İbrĂ‚hîm ’den (a.s.) HĂ‚cer vĂ‚li­demizi başka bir beldeye goturmesini istedi. İbrĂ‚hîm (a.s.) de AllĂ‚h ’ın emri ile HĂ‚cer vĂ‚lidemizi ve oğlu Hazret-i İsmĂ‚îl ’i, o zamanlar ıssız bir belde olan
Mekke ’ye getirdi.
CebrĂ‚îl (a.s.) O ’na rehberlik ediyordu. Mekke ’nin bulunduğu yere geldiklerinde:
“–Ey İbrĂ‚hîm! Âileni buraya iskĂ‚n et!” dedi.
Hazret-i İbrĂ‚hîm:
“–Burası ne ziraate ne de hayvancılığa elverişlidir!” deyince CebrĂ‚îl (a.s.):
“–Evet oyledir, fakat burada senin oğlunun neslinden Ummî Peygamber cıkacak ve «el-Kelimetu ’l-ulyĂ‚: en yuce soz olan tevhîd» O ’nunla tamamlanacaktır.” buyurdu. (İbn-i Sa ’d, I, 164)
AbdullĂ‚h bin AbbĂ‚s[1] -radıyallĂ‚hu anh- şoyle rivĂ‚yet eder:
“İbrĂ‚hîm (a.s.) HĂ‚cer vĂ‚lidemizi ve henuz onun emzirmekte olduğu İsmĂ‚îl ’i (a.s.) Mekke ’ye goturdu. İleride fışkıracak olan «Zemzem» kuyu­sunun yanında bir ağacın altına bıraktı. Yanlarına ici hurma dolu bir sepet ve ici su dolu bir testi koydu. Sonra geriye dondu... HĂ‚cer vĂ‚lidemiz arkasından seslendi:
«–Bizi buraya bırakmanı AllĂ‚h mı emretti?»
İbrĂ‚hîm (a.s.):
«–Evet!» diye cevap verdi.
HĂ‚cer vĂ‚lidemiz buyuk bir tevekkul ve teslîmiyetle:
«–Oyleyse Rabbim bizi korur, zĂ‚yî etmez!» dedi. Ardından İsmĂ‚îl ’in (a.s.) yanına dondu.
HZ. İBRAHİM ’İN (A.S.) DUASI HĂ‚cer vĂ‚lidemiz ve İsmĂ‚îl (a.s.) gozden kaybolunca İbrĂ‚hîm (a.s.) ellerini actı ve Rabb ’ine şoyle yalvardı:
رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلوةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
«Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları icin ben, neslimden bir kısmını ziraat yapılmayan bir vĂ‚­diye, Sen ’in Beyt-i Muharrem ’inin (KĂ‚be ’nin)
yanına yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gonullerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki şukrederler.» (İbrĂ‚hîm, 37)” (Buharî, EnbiyĂ‚, 9)
Biricik yavrusunu ve zevcesini ıssız bir colde bırakan İbrĂ‚hîm (a.s.) onlar icin ayrıca şu duĂ‚yı yaptı:
رَبِّ اجْعَلْ هذَا بَلَدًا آمِنًا وَارْزُقْ أَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ
“Ey Rabbim! Burayı emîn bir belde kıl! Halkından AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inananları ceşitli meyvelerle rızıklandır!..” (el-Bakara, 126)
CenĂ‚b-ı Hak, Hazret-i İbrĂ‚hîm ’in îmĂ‚n edenler hakkında yaptığı duĂ‚yı kabûl etti. Arkasından da kĂ‚fir olanları tehdid ederek şoyle buyurdu:
قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَأُمَتِّعُهُ قَلِيلاً ثُمَّ أَضْطَرُّهُ إِلَى عَذَابِ النَّارِ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
“…İnkĂ‚r edene gelince, onu (dunyĂ‚ nîmetlerinden)
az bir sure faydalandırır, sonra da onu Cehennem azĂ‚bına suruklerim. Varılacak ne kotu bir yerdir orası!” (el-Bakara, 126)
Bu duĂ‚lar vesîlesiyle AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, hac ve umre yapan mu ’minlerin gonullerini Mekke-i Mukerreme ’ye karşı muhabbetle doldurmakta, rûhlar orada huzûr ve sukûna kavuşmaktadır.
ZEMZEM NEDİR? - ZEMZEM SUYUNUN HİKAYESİ Hz. İbrĂ‚hîm ’in (a.s.) HĂ‚cer vĂ‚lidemizle Hazret-i İsmĂ‚îl ’in yanlarına bıraktığı bir testi su, cok gecmeden bitti. HĂ‚cer vĂ‚lidemiz su bulmak umidiyle SafĂ‚ ve Merve tepeleri arasında yedi sefer koşarak gidip geldi. Bu iki tepe arası yaklaşık dort yuz metre kadar­dır. HĂ‚cer vĂ‚lidemiz bir taraftan koşuyor, diğer taraftan da Hazret-i İsmĂ‚îl ’e bakı­yordu. Orada değil insan, ucan bir kuş dahî yoktu. Hicbir yerde hayat emĂ‚resi gozukmuyordu. Hazret-i HĂ‚cer, Merve tepesine cıkınca bir ses duydu. Kendi kendine
“Sus! Dinle!” dedi. Sonra iyice kulak verdi, aynı sesi bir daha duydu.
“–Tamam, sesini duyurdun. Yapabiliyorsan bize yardım et!” diye seslendi. Bir de baktı ki, Zemzem ’in olduğu yerde bir melek, topuğuyla -veya kanadıyla- yeri kazmakta!
NihĂ‚yet su gorundu. Buyuk bir sevincle Rabbine şukretti. HĂ‚cer, akıp gitmesin diye suyun etrĂ‚fını eliyle cevirmeye, suyu avuclayıp kırbasını doldurmaya başladı. Suya da
“Dur, dur!” mĂ‚nĂ‚sında
“Zem, zem!” dedi. Bir rivĂ‚yete gore HĂ‚cer suyu avucladıkca, avucladığı kadar, yerden kaynıyordu.
ResûlullĂ‚h şoyle buyurmuştur:
“AllĂ‚h, İsmĂ‚îl ’in annesi HĂ‚cer ’e rahmet eylesin! Eğer o, Zemzem ’i kendi hĂ‚line bırakıp suyun etrĂ‚fını cevirmeseydi, muhakkak ki Zemzem, devamlı akan bir kaynak olurdu.” (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 9)
Ana-oğul, kurak ve ıssız olan bu beldede hayatlarına sĂ‚dece Zemzem ile devĂ‚m ediyorlardı. Oradan gecen Curhum kabîlesi, kuşların surekli bir yere doğru indiklerini ve sonra tekrar havalandıklarını gorduler. Bunun bir hayat emĂ‚resi olabileceğini duşunerek oraya iki kişi gonderdiler. Gelenler, Zemzem suyunu gorunce, HĂ‚cer vĂ‚lidemizden:
“–Buraya yerleşebilir miyiz?” diye izin istediler.
MEKKE ’YE İLK YERLEŞEN KABİLE HĂ‚cer vĂ‚lidemiz,
“suya mulkiyet iddiĂ‚ etmemek” şartı ile izin verdi. Boylece
Mekke ’ye ilk yerleşen kabîle,
Curhumîler oldu.
Zamanla Mekke gelişti ve bir şehir devleti hĂ‚line geldi.
Yemen ’den goc eden HuzĂ‚alılar, Curhumîlerden yerleşme izni istediler. Talepleri kabûl edilmeyince onlarla savaşarak şehri 207 tĂ‚rihinde ele gecirdiler.
İsmĂ‚îloğulları bu savaşta tarafsız kaldıkları icin HuzĂ‚alılar onlara dokunmadılar. HuzĂ‚alılar Mekke ’ye uzun bir sure hĂ‚kim oldular. Zamanla Hz. İbrĂ‚hîm ’in (a.s.) dîninden buyuk olcude saptılar ve putperestliğin yayılmasını sağlayarak insanları dalĂ‚lete suruklediler.
Hubel adında bir put dikip ona taptılar. Hazret-i İsmĂ‚îl ’in nesli olan
Kureyş kuvvetlenince,
Kusay ’ın başkanlığında harekete gecerek HuzĂ‚alıları 440 senesinde şehirden uzaklaştırdılar.
MEKKE ’NİN YONETİMİ
Kusay, Mekke şehir devletinin parlamentosu hukmunde olan
“DĂ‚ru ’n- Nedve”yi kurdu ve cemiyetin idĂ‚resi, dînî vazifelerin îfĂ‚sı ile alĂ‚kalı muesseseler ihdĂ‚s etti.
DĂ‚ru ’n-Nedve ’nin başkanlığı, savaş sancağı muhafızlığı (kıyĂ‚de), KĂ‚be ’nin hizmetleri (sidĂ‚ne, hicĂ‚be), hacılara su ikrĂ‚m etme (sikĂ‚ye) ve vergilerden elde edilen gelirden hacılara yemek verme (rifĂ‚de) gibi vazîfeler bizzat Kusay tarafından yerine getiriliyordu. VefĂ‚t ettiği zaman bu vĂ‚zîfelerin dort oğlundan ikisi olan Abdu ’d-DĂ‚r ve Abdi Menaf ’a kalmasını vasiyet etti. Bu vazîfeler, babadan oğula gecerdi.[2]
Mekke ’nin kırk yaşını doldurmuş butun sĂ‚kinleri, meclis toplantılarına iştirĂ‚k edebilirlerdi. Ancak bir teĂ‚mul olarak muayyen Ă‚ile başkanları ve kabîle reislerinden başkasının bu toplantılara iştirĂ‚ki gorulmezdi. Ne gariptir ki, bu DĂ‚ru ’n-Nedve uzun zaman sonra, ResûlullĂ‚h ’ın dĂ‚vetine mĂ‚nî olmak icin yapılan toplantılara sahne olmuştur.
DĂ‚ru ’n-Nedve ve mahallî toplantı yerleri olan
“NĂ‚dî”ler, siyĂ‚sî ve askerî kararların alındığı yerler olmakla birlikte, ictimĂ‚î faĂ‚liyetlerin de yurutulduğu mekĂ‚nlardı.
Mekkeli muşrikler, AllĂ‚h ’ı, her şeyin yaratıcısı olarak kabûl etmekle birlikte bircok meselede putları O ’na ortak koşarlardı.
MEKKE ’DE TİCARET NEDEN GELİŞTİ? Mekke arĂ‚zîsi ziraate elverişli olmadığı icin, orada yaşayan ahĂ‚lî maîşetini ticĂ‚rî faĂ‚liyetlerden sağlardı. Bu sebeple
Mekke ’nin Arabistan yarımadasında hem dînî hem de ticĂ‚rî acıdan onemli ve merkezî bir yeri vardır. Mekke ’deki ticĂ‚rî faĂ‚liyetler yaz-kış devĂ‚m ederdi. Yaz seferleri Sûriye taraflarına, kış seferleri ise Yemen taraflarına yapılırdı. Duzenledikleri kervanlarda mallar, develerle taşınır, bĂ‚zen develerin sayısı iki bin beş yuze ulaşırdı. Bu ticĂ‚rî kervanlar, Mekke icin o kadar ehemmiyetli idi ki, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Kureyşlileri îmĂ‚na ve ibĂ‚dete dĂ‚vet ederken onlara lutfettiği bu mustesnĂ‚ nîmeti hatırlatmaktaydı:
ِلاِيلاَفِ قُرَيْشٍ اِيلاَفِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هذَا الْبَيْتِ اَلَّذِى اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ
“Kureyş ’e kolaylaştırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı icin onlar, kendilerini aclıktan doyuran ve her ceşit korkudan emin kılan şu evin (KĂ‚be ’nin)
Rabbine kulluk etsinler.” (Kureyş, 1-4)
SiyĂ‚sî hĂ‚kimiyetten mahrum ve karışıklık icindeki Arap Yarımadası ’nda bu tur iktisĂ‚dî teşebbusleri emniyetli bir şekilde yapmak hayli zor olmakla birlikte, harĂ‚m aylarda bu emniyet tam olarak temin ediliyordu. Mekke ’nin bu hususta bile farklı bir mevkii olduğu gorulur. ZîrĂ‚ diğer butun panayırlar icin sĂ‚dece
Receb ayı harĂ‚m kabûl edilirken, Mekke
“Eşhuru ’l-Hurum: harĂ‚m olan dort ay”ın tamamına sĂ‚hipti. Ayrıca
Basl adındaki muessese ile Mekke ’deki bĂ‚zı Ă‚ilelerin malları, yağma edilme tehlikesine karşı sekiz ay boyunca koruma altına alınmıştı.[3]
İSLAMİYET ONCESİ ARABİSTAN ’DA KURULAN PANAYIRLAR Mekke civĂ‚rında
UkÂz,
Mecenne ve
Zu ’l-MecĂ‚z Panayırları kurulurdu. CĂ‚hiliye devrinde de ibĂ‚det olan hac zamĂ‚nında kurulan bu panayırlar, cok kalabalık olurdu. Bunlar vesîlesiyle ticĂ‚rî hayĂ‚ta bereket gelir ve Mekkeli tuccarlar bol kazanc sağlarlardı.
Mekke ’nin coğrafî mevkii, eskiden beri etrĂ‚fındaki devletlerin dikkatini cekmekte idi.
BeytullĂ‚h ’ın bulunduğu yer olması sebebiyle de buyuk bir ehemmiyeti vardı. Mekke, bircok teşebbuslere rağmen komşu devletler tarafından işgĂ‚l edilememiş ve tĂ‚rih boyunca bağımsızlığını muhĂ‚faza etmiştir. Bizanslılar da Mekke uzerinde nufûz kurmak icin surekli gayret sarf etmişler, ancak muvaffak olamamışlardır.
[1]
AbdullĂ‚h bin AbbĂ‚s (r.a.) AllĂ‚h Resûlu ’nun amcası Hazret-i AbbĂ‚s ’ın oğludur. Annesi Hazret-i Hatîce ’den hemen sonra Musluman olan Ummu ’l-Fadl LubĂ‚be ’dir. İbn-i AbbĂ‚s, hicretten uc yıl once Mekke ’de doğduğunda, onu getirip Resûl-i Ekrem ’in kucağına verdiler. ResûlullĂ‚h, mubĂ‚rek ağzında ciğnediği bir hurmayı onun damağına surdu. İbn-i AbbĂ‚s
“tahnik” denilen bu hĂ‚dise sebebiyle ashĂ‚b arasında pek ustun meziyetlere sĂ‚hip olmuştur. Daha sonraları Peygamberimiz ona iki defĂ‚ duĂ‚ etmiş, bu duĂ‚larının birinde;
“AllĂ‚h ’ım! Onu buyuk din Ă‚limi (fakîh) yap ve ona Kur ’Ă‚n ’ı oğret!” buyurmuştur. Bu sebeple o, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i en iyi bilen sahĂ‚bî olmuş, kendisine
“TercumĂ‚nu ’l-Kur ’Ă‚n” unvĂ‚nı verilmiştir. Ummetin en Ă‚limi mĂ‚nĂ‚sında
“Hibru ’l-Umme” diye de isimlendirilmiştir. Mukerrerleriyle birlikte 1660 hadîs-i şerîf rivĂ‚yet etmiştir. HayĂ‚tının son yıllarında gozlerini kaybetmiştir. Hicrî 68 / mîlĂ‚dî 687 senesinde, TĂ‚if ’te, 71 yaşında vefĂ‚t etmiştir.
[2] Bkz. İbn-i HişĂ‚m, I, 135-142.
[3] Bkz. HamidullÂh, I, 24-25.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan