Hz. Yusuf -aleyhisselam- Zuleyha ’nın cirkin teklifini geri cevirmesi ve sucsuzluğu anlaşılmasına rağmen zindana atılmaya hukmedildi. İşte Hz. Yusuf ’un zindan hayatı…
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’ın duĂ‚sının kabûlu vechile:

“Bu kadar delili gordukleri hĂ‚lde, sonra yine de Yûsuf'u bir sure icin zindana atma duşuncesi ağır bastı.” (Yûsuf, 35)

Yûsuf ’un uzerindeki elbiseler cıkarılıp O ’na kıldan dokunmuş bir hırka giydirildi, ayaklarına da demirden zincir vuruldu. Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- zindan kapısına yaklaşınca başını eğdi ve “BismillĂ‚h” diyerek iceri girdi. Herkes etrafını cevirmiş, kendisi de ağlamaya başlamıştı. CebrĂ‚îl gelerek nicin ağladığını sordu. Yûsuf, namaz kılabileceği bir yer bulamadığı icin ağladığını bildirince CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- O ’na:

“–Dilediğin yerde namaz kıl! AllĂ‚h zindanın icinde ve dışında kırk arşın yeri senin icin temiz kılmıştır.” dedi.[1]

“Zindana onunla beraber iki genc daha girmişti. Onlardan biri:

«–Ben ruyĂ‚mda, kendimi şarap (yapmak icin uzum) sıkarken gordum.», oburu de: «–Ben de başımın ustunde ekmek taşıdığımı ve bu ekmeği kuşların gagaladığını gordum. Ne olur, bu ruyĂ‚mızın tĂ‚birini bildir. Doğrusu biz seni muhsinlerden biri olarak goruyoruz.» dediler.

Yûsuf: «–Size yedirilecek bir yemek gelmeden once ben onun ne olduğunu muhakkak size haber veririm. Bu, Rabbimin bana oğrettiklerindendir. Şuphesiz ki ben, AllĂ‚h ’a inanmayan bir kavmin dîninden uzaklaştım. Onlar, Ă‚hireti de inkĂ‚r edenlerin tĂ‚ kendileridir.» dedi.” (Yûsuf, 36-37)

ZİNDANA ATILAN İKİ GENC

Bu iki gencin zindana atılmaları husûsunda şoyle bir rivĂ‚yet vardır:

Mısır ’ın ileri gelenlerinden bir kısım insanlar, Melik ReyyĂ‚n bin Velid ’i zehirleterek oldurmek ve yerine aralarından belirledikleri bir kimseyi getirmek istiyorlardı. Bunun icin Melik ’in sofrasını hazırlayan biri aşcı biri şerbetci olan iki kişiyi ceşitli vaadlerle kandırdılar. Onları, Melik ’in yemeğine ve iceceğine zehir katmaları hususunda iknĂ‚ ettiler.

Şerbetci bu işin kotuluğunu anladı, zehir katmaktan vazgecti. Aşcı ise bu kotu fiili irtikĂ‚b etti. VaktĂ‚ki sofra konup Melik elini uzatınca şerbetci:

“_Ey Melik! Sakın yeme, cunku o yemek zehirlidir.” dedi.

Aşcı da:

“_Ey Melik! Sakın icme, cunku o icecek zehirlidir.” dedi.

Bunun uzerine Melik şerbetciye sofradaki iceceği icmesini emretti. O da tereddut etmeden icti.

Sonra aşcıya donup yemekten yemesini emretti. Fakat aşcı yemedi. Yemeği bir hayvana yedirdiklerinde hayvan hemen orada oluverdi.

Bunun uzerine ikisi de zindana atıldılar. Zindanda, Ă‚yette bahsedilen ruyĂ‚ları gorduler. (Kurtubî, el-CĂ‚mî, IX, 189)
EN ZOR ŞARTLARDA BİLE İYİLİĞİ EMRETTİ, KOTULUKTEN SAKINDIRDI

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, aynı zindanı paylaştığı bu iki gence tevhîd akîdesini tebliğ etmek istedi. Onların ruyĂ‚larını tĂ‚bir etmeden evvel, kendisinin hak din uzere bulunduğunu, sĂ‚hip olduğu ilmin CenĂ‚b-ı Hak tarafından bahşedildiğini ve Mısırlıların yanlış yolda olduklarını bildirdi. Onları tevhîde hazırlayarak hak dîni kendilerine tebliğ etti.

Burada ibret alınacak husus, bir mu ’minin en zor şartlar altında dahî emr-i bi ’l-ma ’rûf ve nehy-i ani ’l-munkerde bulunmayı ihmĂ‚l etmemesinin luzûmudur.

İşte bu ve bundan sonraki uc Ă‚yet, Hazret-i Yûsuf ’un tebliğiyle alĂ‚kalıdır:

“Atalarım İbrĂ‚hîm, İshĂ‚k ve Ya ’kûb ’un dînine uydum. AllĂ‚h ’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu tevhîd inancı, AllĂ‚h ’ın hem bize, hem de insanlara olan ihsĂ‚nıdır. Ama ne yazık ki insanların coğu bu nîmete şukretmezler.

Ey zindan arkadaşlarım! Darmadağınık bir suru duzme tanrılar mı hayırlıdır, yoksa hepsine ve her şeye gĂ‚lip, gucune karşı durulamaz olan bir tek AllĂ‚h mı?

AllĂ‚h ’ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız icin AllĂ‚h hicbir delil indirmemiştir. Hukum ancak AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. O, size, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların coğu bunu bilmezler.” (Yûsuf, 38-40)

Dipnot:

[1] Onceki peygamberler ve ummetlerin her yerde ibĂ‚det etmelerine şerîatleri musĂ‚ade etmemişti. İbĂ‚detlerini ancak husûsî mekĂ‚nlarda yapabiliyorlardı. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in hasĂ‚isinden, yĂ‚ni mubĂ‚rek zĂ‚tına mahsus keyfiyetlerden biri olarak butun yeryuzu O ’nun ummeti icin ibĂ‚det mahalli yapılmış ve temiz kılınmıştır. Nitekim AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:

“…Yeryuzu benim icin mescid ve temiz kılındı...” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Teyemmum, 1)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan