Uc Fatıma'nın yaşadığı hayatla bize anlattıkları...FÂTIMA-İ ZEHRA (r.a.)


RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- seni cok seviyordu. Senin uzulmene, incinmene dayanamıyordu. Seni de, seni sevenleri de sevindirecek mujdeler vermişti bizlere…

Biz de seviyoruz seni, Cennet kadınlarının efendisi… Seviyoruz seni Nûr-i Muhammedî parcası... Hatice-i KubrĂ‚ ’nın mĂ‚sum oksuzu… Seviyoruz seni, takvĂ‚ libĂ‚sının SĂ‚hibesi… Seviyoruz seni, Hasan ve Huseyin ’in annesi… Seviyoruz seni, Edeb ’in ZehrĂ‚sı... Seviyoruz seni, Aliyyu ’l-MurtezĂ‚ ’nın nĂ‚zenîn kıymetlisi…

* * *

O, kĂ‚inĂ‚ta gelmiş en muhteşem babanın ve annenin en sevgili evlĂ‚dı idi. KĂ‚be ’nin yeniden inşĂ‚ edildiği, yani “Muhammedu ’l-Emîn”in KĂ‚be hakemliği yaptığı yıllarda, peygamberlikten yaklaşık dort-beş yıl evvel, bir Cuma gunu dunyayı aydınlattı.

“Herkes kendine en cok benzeyeni sever.” dustûrunca, Peygamber Efendimizin gonlundeki en sevgili evlĂ‚dı, biricik, mĂ‚sum, tertemiz FĂ‚tıma-i ZehrĂ‚ ’sı idi.

Hazret-i FĂ‚tıma annemiz, hanımlığın “TĂ‚hire”si, Mekke ’nin “Afîfe”si Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in “KubrĂ‚”sı olan Hazret-i Hatice Annemizi, daha kucuk yaşlarındayken kaybetti.

Kendisi gibi, minik yavrusunun da hemen hemen aynı yaşlarda anadan oksuz kalması, Rahmet Peygamberini daha da huzunlendirmişti. Bu yuzden bu zayıf bedenli, nĂ‚zenîn ciceğini, “ZehrĂ‚”sını elinden geldiğince tesellî etmeye calışır, gucu yettiğince de yanından ayırmazdı. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- mĂ‚sum FĂ‚tıma ’sını o kadar severdi ve bu sevgiyi de etrafındakilere o kadar hissettirirdi ki…

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- kızı doğduğunda, ona “FĂ‚tıma” ismi koyarken şoyle buyurmuştu:

“O ancak FĂ‚tıma diye isimlendirilmiştir. Cunku Allah onu ateşten uzak kılmış ve ateşin ona ulaşmasını engellemiştir.” (Deylemî, HĂ‚kim)

Bir gun Hazret-i FĂ‚tıma Anamızı bağrına bastı bastı, ardından hasretle optu ve şoyle buyurdu:

“FĂ‚tıma benim bir parcamdır. Onu uzen beni de uzmuştur.” (BuhĂ‚r&#238

Bir başka sefer de:

“Cennet ehlinin hanımlarının en ustunu Hatice bint Huveylid, FĂ‚tıma bint Muhammed, Meryem bint İmrĂ‚n ve Âsiye bint MuzĂ‚him ’dir.” (Ahmed b. Hanbel, Musned; Tirmizî, MenĂ‚kıb) buyurmuştur.

Binlerce salĂ‚t u selĂ‚m, O İki Cihanın Seyyidine, Ă‚line, Ehl-i Beyt ’ine, ashĂ‚bına olsun.

İLK İMAN EDENLERDENDİ

Hazret-i FĂ‚tıma, ilk îmĂ‚n edenlerdendi. ÎmĂ‚nının kuvvetini, daha kucuk yaşlarında azgın muşriklere karşı da gostermişti. Abdullah bin Mes ’ûd -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatmıştır:

“Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun Harem-i Şerîf ’te (KĂ‚be ’nin Rukn-i YemĂ‚nî kısmında) namaz kılmaktaydı. Arkadaşları ile beraber oradan gecen Ebû Cehil dedi ki:

“-Hanginiz filan kabilenin olmuş olan devesinin dol yatağını alıp Muhammed (s.a.v.) secdedeyken O ’nun sırtına koyabilir?”

Muşriklerden habîs Ukbe bin Ebî Muayt ayağa kalktı ve pis bağırsağı getirip secdede olan Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in mubarek omuzlarının uzerine bıraktı. Efendimiz, işkembenin ağırlığından Ă‚deta başını kaldıramıyordu. Muşrikler ise, sevinclerinden katıla katıla guluyorlardı.

Abdullah bin Mes ’ûd -radıyallĂ‚hu anh- anlatmaya şoyle devam ediyor:

“-Ben kendi kendime, «Âh eğer Mekke ’de benim kavim ve kabilem bulunsaydı, onların himayelerine guvenerek gucum yettiğince şu işi yapanlara gununu gosterseydim!» demiştim.”

Bu olanları goren birisi, hemen Peygamber Efendimiz ’in evine gidip her şeyi anlattı. Hazret-i FĂ‚tıma-i ZehrĂ‚ koşarak KĂ‚be ’ye geldi ve kĂ‚inĂ‚tın en şerefli insanı, biricik Peygamber babasının sırtındaki pislikleri temizledi.

Butun masumiyeti ve cesaretiyle bunu yapan muşrik kimselere haykırarak bedduĂ‚ etti. Bu kucucuk bedenden yukselen zirveleşmiş îman karşısında, habîs muşrikler susup kaldılar. AleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m Efendimiz:

“-Ağlama kızım, Allah dînini tamamlayacaktır.” diye onu tesellî ediyordu.

Akraba asabiyetinin bile yetmediği bir korku karşısında, Hazret-i FĂ‚tıma mertti, yiğitti. O, Allah ve Rasûlu ’nu her şeyden ustun tutuyor ve onları, her şeyden cok seviyordu. Bu sebeple Hazret-i FĂ‚tıma ’ya “Ummu Ebîha: Babanın Annesi” adı verildi.

Fatıma Annemizin henuz dokuz-on yaşlarında gosterdiği bu îman celĂ‚detinden (yiğitlik ve kahramanlığından) hepimizin alacağı dersler var. Ozellikle İslĂ‚m ’ın şeref ve haysiyetinin kĂ‚firlerin zulumleri altında ezildiği, İslĂ‚m ’ın değerlerinin kahkahalarla hakîr gorulduğu bu gunlerde tekrar aynı rûhu yaşayan FĂ‚tıma ’lara ihtiyac var.

AYDINLIK YUZLU HANIM

“ez-ZehrĂ‚” yani “beyaz, parlak, aydınlık yuzlu” hanım…

O, nûr menbaı Mustafa -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in aydınlığı ve susu... İnsan (Dehr) Sûresi ’nin 8-11. Ă‚yetleri arasında takvĂ‚sı, comertliği ve fazîleti, CenĂ‚b-ı Hak tarafından ovulen yuce kadın… Bu Ă‚yetlerin inmesine sebep olan hĂ‚dise şoyleydi:

Hazret-i Hasan ve Huseyin Efendilerimiz cocukken ateşli bir hastalığa dûcĂ‚r oldular. Gunlerce hastalıkları devam etmişti. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ve Hazret-i FĂ‚tıma Annemiz, onların şifasına vesîle olması icin Rablerine sığınıp, uc gun oruc tutmayı adadılar. Cocuklar şifa bulunca, oruca niyetlendiler.

İlk gun oruc icin sahura kalktıklarında, yiyecek bir şey bulamayıp su icerek oruclarına niyet ettiler. Ancak evde iftarda yiyecekleri bir şeyleri de yoktu. Hazret-i Ali -kerremallĂ‚hu vecheh- Hayber yahudilerinden Şem ’un ’dan uc sa ’ arpa borc aldı. FĂ‚tıma Annemiz, bu unu oğuttu ve ekmek yaptı. Tam iftar vaktine yakın, yani îsar etmenin en zor olduğu, aclığın dayanılmaz raddeye ulaştığı vakitte kapılarına bir yoksul geldi ve onlara şoyle seslendi:

“-Ey Muhammed ’in temiz Ehl-i Beyti!... SelĂ‚m uzerinize olsun. Ben musluman bir yoksulum. Allah rızĂ‚sı icin bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin!”

Hazret-i FĂ‚tıma annemiz, “Allah rızĂ‚sını” duyar da durur mu? Hemen yaptığı ekmeği fakire ikram etti. Ellerinde yine yiyecek bir şey kalmamıştı. Onlar da kırbadaki su ile iftar ettiler ve ikinci gunun sahurunda da su icip oruca niyetlendiler.

İkinci gun de Hazret-i Ali -kerremallĂ‚hu vecheh- cok az bir yiyecek bulup getirmişti ki iftar vaktinde, bir yetim kapıyı caldı.

“-Allah icin bir lokma!” deyince, yine sofradaki yiyeceklerini ona verdiler. Kendileri suyla iftar edip, ertesi gunku oruca niyet ettiler.

Ucuncu gun aynı saatlerde bir kole gelerek yiyecek istedi. Yine sofralarındaki lokmalarını ona ikrĂ‚m ettiler. Kole:

“-Teşekkur ederim! Allah sizden rĂ‚zı olsun!” deyince, Hazret-i FĂ‚tıma:

“-Sus! Teşekkur etme! Biz bunu sen teşekkur edesin diye vermedik. Biz bunu AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını kazanmak ve o cetin ve sert gunun dehşetinden AllĂ‚h ’a sığınmak icin yaptık.” diyerek sadakalarını bir teşekkurle bile zedelemekten korktu.

Bu hĂ‚l, onun îsĂ‚rının (kendisi muhtac iken sırf Allah rızĂ‚sı icin verebilmenin) ve takvĂ‚sının bir işaretiydi.

Cok gecmeden İnsan Sûresi ’ndeki şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu:

“Onlar kendi canları cekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

«Biz sizi Allah rızĂ‚sı icin doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkur bekliyoruz. Biz, sert ve belĂ‚lı bir gunde Rabbimizden (O ’nun azĂ‚bına uğramaktan) korkarız.» derler.

İşte bu yuzden Allah onları o gunun şerrinden muhafaza eder; (yuzlerine) parlaklık, (gonullerine) sevinc verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cenneti ve (Cennetteki) ipekleri lutfeder.” (el-İnsan, 8-12)” (VĂ‚hidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; RĂ‚zî, XXX, 244)

Bu Ă‚yetlerden cıkaracağımız bazı dersler vardır:

* Yaratan ’dan oturu yaratılanlara AllĂ‚h ’ın şefkat ve merhamet nazarıyla bakabilmek; yetimin, fakirin ve esirin gonlune girebilmek bir FĂ‚tımalık vasfıdır.

* İnfĂ‚kı, sadakaları sırf Allah rızĂ‚sı icin yapabilmenin gayreti icinde olmak gerekir. Bu îtibarla Hazret-i Ali ve Hazret-i FĂ‚tıma:

“-Biz bir karşılık beklemiyoruz, bir teşekkur de istemiyoruz. Sadece Allah rızĂ‚sı icin yapıyoruz.” demişlerdir. Biz de yaptığımız amellerimizi, sırf Allah rızĂ‚sı icin yapacağız, kullardan bir karşılık beklemeyeceğiz. Bu karşılık bir teşekkur bile olmamalı ki, takvĂ‚ yolunun samimi bir yolcusu olabilelim.

* Bir diğer hisse ise, bu mukerrem ve numûne insanlar:

“-Biz kıyĂ‚met gununden, o sert ve belĂ‚lı gunden korkarız.» diyorlar. Bu da bir mu ’min kalbinin, haşyetullĂ‚h (Allah korkusu) ile dolu olması hĂ‚lidir. CenĂ‚b-ı Hak da onların bu ihlĂ‚s ve hizmetlerine mukĂ‚bil:

“Onları, o belĂ‚lı gunden koruruz.” buyurmaktadır. Yani yureğinde bir nebze bile Allah korkusu olan her mu ’min, FĂ‚tıma Annemizin bu îsar ve haşyetullah dolu kalbine ve AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına ulaştıracak takvĂ‚ mertebesine tĂ‚lip olmalıdır.

İKİNCİ FATIMA

İkinci FĂ‚tıma ’ya gelince, o, Omer bin Hattab, Hazret-i Peygamberin canına kastederek, buyuk bir cinayet işlemeye giderken kendisine mĂ‚nî olup onu hidĂ‚yete sevk eden Hazret-i Omer ’in kız kardeşi FĂ‚tıma ’dır.

Muşrikler, istişĂ‚re meclisleri olan DĂ‚ru ’n-Nedve ’de toplanmışlar ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’i oldurmeye karar vermişlerdi. Bunun icin de, aralarındaki en cesur, en bahadır ve en sert tabiatlı kimse olan Omer bin HattĂ‚b ’ı bu cetin işle vazifelendirmişlerdi. Omer, Âlemlerin Efendisi ’ni oldurmek kastıyla gĂ‚filĂ‚ne bir şekilde yola cıktı. Yolda, o sıralar îmĂ‚nını gizlemiş bulunan Nuaym bin AbdullĂ‚h -radıyallĂ‚hu anh- ’a rastladı.

Nuaym, Omer ’in hĂ‚linden şuphelenerek:

“-Ey Omer! Nereye gidiyorsun?” diye sordu.

Omer:

“-Atalarının dînini bırakıp yeni bir dîn getiren Muhammed ’i oldurmeye gidiyorum!” dedi.

Basîretli sahĂ‚bî Nuaym -radıyallĂ‚hu anh- zaman kazanmak niyetiyle:

“-Ey Omer! VallĂ‚hi nefsin seni aldatmış! Sen O ’nu oldurduğunde Abdi Menaf Oğulları ’nın seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?! Sen once kendi Ă‚ilene baksan daha iyi edersin?” dedi.

Omer hiddetli bir şekilde:

“-Sen kimi kastediyorsun!?” dedi.

Nuaym -radıyallĂ‚hu anh-:

“-Kimi olacak, enişten Saîd bin Zeyd ile kardeşin FĂ‚tıma ’yı kastediyorum! VallĂ‚hi ikisi de musluman oldular!” cevĂ‚bını verdi.

Nuaym -radıyallĂ‚hu anh-, Omer ’in bu cirkin emelini oğrenince, onu kız kardeşi ve eniştesinin evine yonlendirerek, durumu Allah Rasûlu ’ne bildirmek icin zaman kazanmıştı.

Nuaym ’dan bu sozleri duyan Omer ’in ofkesi iyice kabardı ve cok sinirli bir vaziyette, doğruca kız kardeşinin evine yoneldi.

O esnĂ‚da, kız kardeşi ve eniştesinin yanında HabbĂ‚b bin Eret -radıyallĂ‚hu anh- bulunmaktaydı ve Kur ’Ă‚n-ı Kerîm tĂ‚lîmiyle meşgul idiler. Omer ’in hışımla kapıda olduğunu gordukleri an, HabbĂ‚b ’ı evde bir odaya gizlediler. FĂ‚tıma HĂ‚tun da hemen Kur ’Ă‚n-ı Kerîm sahîfesini sakladı.

Omer, eve girince:

“-Neydi o işitmiş olduğum sozler?!” diye gurledi.

Eniştesi ve kız kardeşi:

“-Sen yanlış duydun herhĂ‚lde, burada oyle bir şey yok!” dediler.

Omer:

“-Hayır! VallĂ‚hi ikinizin de Muhammed ’e tĂ‚bî olduğunu oğrendim!” dedi ve hışımla eniştesinin uzerine yurudu.

Onu hırpalamaya başladı. Araya giren kardeşi FĂ‚tıma ’yı da tokatladı. Bunun uzerine FĂ‚tıma:

“-YĂ‚ Omer! Ne yaparsan yap! İstersen bizi oldur! Biz muslumanlıktan aslĂ‚ vazgecmeyiz!..” dedi.

FĂ‚tıma -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, îman cesĂ‚retiyle bu sozleri haykırırken mubĂ‚rek yuzunden ince bir şerit hĂ‚linde kanlar sızıyordu. Kardeşinden boyle bir cevap beklemeyen Omer şaşkınlaştı. Kız kardeşinin yuzundeki kanları gorunce de icinde bir sızı duydu. Yaptığına pişman olarak:

“-Şu okuduklarınızı bir getirin hele!” dedi.

Kız kardeşi:

“-Biz senin sahîfeye bir şey yapmandan korkarız!” dedi. Omer:

“-Korkma!” dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine dĂ‚ir ilĂ‚hları uzerine yemin etti.

Bunun uzerine, FĂ‚tıma HĂ‚tun, onun musluman olacağını umîd ederek:

“-Ey kardeşim! Sen puta taptığın muddetce temiz değilsin! HĂ‚lbuki Kur ’Ă‚n yazılı sahîfeye pĂ‚k olmayan dokunamaz!” dedi.

Omer kalkıp gusledince, FĂ‚tıma HĂ‚tun ona sahîfeyi verdi. Sonra getirilen Ă‚yet-i kerîmeleri okumaya başladı:

“TĂ‚-hĂ‚. (Ey Rasûlum!) Kur ’Ă‚n ’ı Sana sıkıntıya duşesin diye indirmedik. Ancak Allah ’tan korkan kimse icin bir oğut olarak (indirdik). (Kur ’Ă‚n) yeryuzunu ve yuce gokleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.

O RahmĂ‚n (kudret ve hĂ‚kimiyetiyle) Arş ’a istivĂ‚ etti. Butun goklerde olanlar, butun yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O ’nundur. Sen sozu acıkca soylersen bilesin ki, O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. Allah O ’dur ki, kendisinden başka hicbir ilĂ‚h yoktur. En guzel isimler O ’nundur.

(Habîbim!) MûsĂ‚ ’nın kıssası Sana geldi mi? Hani O, bir ateş gormuştu de, Ă‚ilesine:

«Yerinizde durun, benim gozume bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm yahut ateşin yanında bir yol gosterici bulurum.» demişti. Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan):

«Ey MûsĂ‚!» diye nidĂ‚ edildi: «Ben, şuphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını cıkar, cunku sen mukaddes bir vĂ‚di olan TuvĂ‚ ’dasın. Ben seni sectim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.»

Şuphesiz Ben AllĂ‚h ’ım, Ben ’den başka hicbir ilĂ‚h yoktur. Onun icin Bana kulluk et ve Beni zikretmek icin namaz kıl. Cunku kıyĂ‚met muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını gorsun. Sakın kıyĂ‚mete inanmayıp kendi hevĂ‚ ve hevesine uyan kimse seni, O ’na îmĂ‚n etmekten alıkoymasın; sonra helĂ‚k olursun.” (TĂ‚hĂ‚, 1-16)

Bu Ă‚yetleri okuyan Omer, Ă‚deta donakaldı:

“-Bu sozler ne kadar guzel! Ne kadar değerli!..” demekten kendini alamadı.

Kur ’Ă‚n ’ın fesĂ‚hat ve belĂ‚gati, onu son derece cezbetmişti. Bu sozler, bir beşerin aslĂ‚ soyleyemeyeceği hakîkat ve hikmetlerle doluydu. Bir an derin derin duşuncelere daldı.

Hazret-i Omer ’in sozlerini işiten HabbĂ‚b -radıyallĂ‚hu anh- saklandığı yerden cıkıp:

“-Ey Omer! VallĂ‚hi RasûlullĂ‚h ’ın duĂ‚sı sana nasîb olacak. Allah Rasûlu dun: «YĂ‚ Rabbi! İslĂ‚m ’ı Ebu ’l-Hakem bin Hişam veya Omer bin HattĂ‚b ile te ’yîd eyle!» diyerek duĂ‚ etmişti. Ey Omer! Artık Allah ’tan kork!” dedi.

Hazret-i Omer, HabbĂ‚b ’a:

“-Ey HabbĂ‚b! Sen beni Muhammed ’in bulunduğu yere gotur de musluman olayım!” dedi.

Hemen yola cıktılar. Bu seferki adımlar, îman aşk ve heyecanı icerisinde RasûlullĂ‚h ’ın hakîkatini idrĂ‚k edebilmenin muhabbet ve iştiyĂ‚kı ile doluydu.

Hazret-i Omer, Erkam ’ın evine vardığında kendisini Hazret-i Hamza karşıladı. Belinde kılıcı, hazır vaziyetteydi. Zira Nuaym -radıyallĂ‚hu anh-, onlara daha onceki haberi vermiş bulunuyordu. Sonraki gelişmelerden ise kimse haberdar değildi.

Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de kalkıp Omer ’e doğru yurudu. Onu avluda karşıladı ve nicin geldiğini sordu. Hazret-i Omer, merĂ‚mını şu mes ’ûd cumle ile dile getirdi:

“-Musluman olmaya geldim, yĂ‚ RasûlĂ‚llah!”

Bunun uzerine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın nelere kĂ‚dir olduğunu ifĂ‚de ve şukur sadedinde; “AllĂ‚hu ekber!” diyerek tekbîr getirdi. Bunu duyan butun ashĂ‚b, yuksek sesle tekbîr getirmeye başladı. Boylece Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in bir duĂ‚sı daha mustecĂ‚b olmuştu.

O gun bu FĂ‚tıma, oyle bir kalple Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i ve İslĂ‚m ’ı savunmuştur ki, Omer bin Hattab gibi sert, katı kalpli bir cĂ‚hiliye insanı eriyip gitmiş, yerine gonlu merhametle dolu, gozleri yaşlı, Hak karşısında iki buklum olan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- gelmişti.

İşte Peygamber Efendimizi oldurmeye giden Omer ’i, Hazret-i Omer yapan, kız kardeşi FĂ‚tıma ’nın îman dolu kalbi, buyuk bir cesaretle zulmun ve şirkin karşısındaki duruşu, guclunun karşısında taviz vermeden tevhîdi ve îmanı haykırışıdır.

“-Omer ’in merkebi îmĂ‚n eder de Omer îmĂ‚n etmez.” diyerek Omer ’den vazgecenlere buyuk bir ders olmuş ve îman dolu bir yurekle yapılan her hareketin ve soylenen her sozun nice inatcı kĂ‚firi bile hakka ve hidayete erdireceğine misal olmuştur.

Demek ki, gunumuzde ulaşamadığımız veya tesir edemediğimiz her kardeşimizde hatayı once kendimizde aramalı ve:

“-Bende ne eksiklik var ki kardeşime tesir edemiyorum?” demeli ve once kendimizi hesaba cekmeliyiz. Hazret-i Omer ’in kızkardeşi FĂ‚tımĂ‚ ’nın îmanı ve cesareti bu hususta bize rehberlik etmelidir.

UCUNCU FATIMA

Ucuncu FĂ‚tıma ise; Ebû TĂ‚lib ’in zevcesi, Hazret-i Ali -kerremallĂ‚hu vecheh- ’in annesidir.

FĂ‚tıma HĂ‚tun, son derece fazîletli ve iyi kalpli bir hanımdı. Peygamber Efendimize sekiz yaşından itibaren annelik yapma şerefine ulaşmış ve bu hizmetin de hakkını vermiştir.

İlk îmĂ‚n edenlerden ve Medîne ’ye hicret edenlerdendir. Hazret-i Ali ile Hazret-i FĂ‚tıma Annemiz evlenince, onların evinde onlarla beraber yaşamış; Hazret-i FĂ‚tıma ’ya da kaynanalık değil, annelik yaparak numûne olmuştur.

Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, İslĂ‚m ile şereflenip Medîne ’ye hicret eden bu mubĂ‚rek hanımı sık sık ziyaret eder, onun evinde kuşluk uykusu uyurdu. (İbn-i Sa ’d, VIII, 222)

FĂ‚tıma HĂ‚tun vefĂ‚t ettiğinde Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- mubĂ‚rek gozlerinden inci taneleri gibi gozyaşları dokmuş:

“-Bugun annem vefĂ‚t etti!..” buyurup gomleğini ona kefen yapmış, cenĂ‚ze namazını kıldırıp kabrinde bir muddet uzanmıştır. Bu davranışının sebebini soranlara ise şoyle buyurmuştur:

“-Ebû TĂ‚lib ’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hic kimse yoktur! Âhirette Cennet elbiselerinden giymesi icin ona gomleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması icin de oraya bir muddet uzandım!”

RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kendisinin bu kadar uzulmesine hayret edenlere:

“-O, benim annemden sonra annemdi. Kendi cocukları ac durup suratlarını asarken, o once benim karnımı doyurur, sacımı tarar ve gul yağı surerdi. O benim annemdi!” buyurmuştur. Sonra da onun icin şoyle duĂ‚ etmiştir:

“Allah seni mağfiret etsin ve hayırla mukĂ‚fatlandırsın! Allah sana rahmet etsin, anneciğim! Sen, benim annemden sonra annem oldun! Kendin ac durur, beni doyururdun! Kendin giymez, bana giydirirdin! En lezzetli nîmetleri bana tattırır, kendi nefsini mahrum ederdin! Bunu da ancak AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını ve Ă‚hiret yurdunu umarak yapardın!” (HĂ‚kim, III, 116-117; Heysemî IX, 256-257)

* * *

Bizler de Hazret-i FĂ‚tıma binti Esed Annemiz ’den yetimlere nasıl muĂ‚mele edileceğini oğreniyoruz. Kader îcabı bir yetime hizmet etmek vazifesi bize verilirse, o yetimi kendi evlatlarımızdan bile once tutup onun mahzunluğunu gidermemiz gerektiğini, onlara “bakıcı” gibi değil de bir “anne gibi” davranıp merhametle muĂ‚mele etmeyi oğreniyoruz. Bu kolay bir iş değildir. Cunku yetimin kalbi kırıktır, kucucuk bir şeye alınabilir. Bu yuzden firĂ‚setli davranmalı, FĂ‚tıma binti Esed gibi yetimin gonlune girecek bir yol bulmalıyız.

Rabbimiz, bu uc FĂ‚tıma ’nın îman dolu gonul Ă‚leminden hisseler alıp Firdevs-i ÂlĂ‚ ’nın ebedî vĂ‚rislerinden olacak bir hayat yaşamayı cumlemize nasip eylesin! Âmin…

Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, Sayı: 164
İslam ve İhsan