Peygamber Efendimizin oz amcası olmasına rağmen iman etmeyip kendisine kin, duşmanlık ve saldırıları ile karşılık veren Ebû Leheb ’in Tebbet Sûresi ’nde muhatap edilişi anlatılıyor.KĂ‚firûn Sûresi,
“Kul: De, de ki!” emriyle başlamış, ancak Tebbet Sûresi ’nde hitap yine kĂ‚firlere olduğu hĂ‚lde, bu kelime kullanılmadan
“Ebû Leheb ’in elleri kurudu.” şeklinde doğrudan konuya girilmiştir. Mufessirler, bu hususta şu inceliklere temas etmişlerdir.
EBÛ LEHEB'İN ELLERİ NASIL KURUDU?
1-Ebû Leheb, ne kadar eziyet ve saldırı yapsa da, nihayet Peygamber Efendimizin oz amcasıydı. Diğer kĂ‚firlerle arasında boyle bir akrabalık bağı bulunmadığı icin onlar nisbeten “uzak” kimselerdi ve Peygamber Efendimize, hem inanc olarak, hem de akrabalık bağı olarak “uzak” olan bu kimselere, Allah adına soylemesi emredilmişti.
2-KĂ‚firûn Sûresi ’nde bahsedilen kĂ‚firler, İslĂ‚m ’ın inanc sistemini ve bunun merkezinde olan AllĂ‚h ’ın varlığı ve birliği (Tevhid) hususunda tenkitler yoneltmişlerdi. Bu yuzden CenĂ‚b-ı Hak:
“-Ey Rasûlum, onlara şoyle cevap ver!” diyerek onların kufur ve iddialarını curutmuştur.
Tebbet Sûresi ’nde ise, muhatap olan Ebû Leheb ’in kin, duşmanlık ve saldırıları; bizzat Peygamber Efendimizin şahsına idi. Bu yuzden Rabbimiz, Ă‚deta:
“-Ey Rasûlum! Ses sus, Ben onların hakkından gelirim. Ebû Leheb ’in elleri kurusun!” buyurarak Habibi ’ni ve Habibi ’nin izzet u şerefini kendi ZĂ‚tının himayesine almıştır.
3-Diğer bir bakış acısıyla, Rabbimiz, Muslumanlara şuursuzca bir saldırı olduğunda nasıl tavır takınacaklarını oğretmiş ve şoyle buyurmuştur:
“CĂ‚hiller onlara hitap ettiklerinde, «SelĂ‚m!» derler.” (el-Furkan, 63)
ONLAR SENİ KINADIKLARI ZAMAN SEN "SUS"!
Burada da Peygamber Efendimizin kadr u kıymetini bilmeyen, O ’na yakışıksız sozler sarfeden birisi vardır. O hĂ‚lde Peygamber Efendimize d Ă‚deta şoyle buyrulmaktadır:
“-Onlar Seni kınadıkları zaman, Sen sus. Boylece zikredilne Ă‚yetin hukmu icine gir. Sen sustuğunda, Senin yerine cevap verecek olan benim!..”
2- Malı da, kazandığı da ona fayda vermedi.
Bu cumlenin başındaki “MĂ‚” edatının iki mĂ‚nĂ‚da olması da mumkundur:
a) İstifhĂ‚m-ı inkĂ‚rî: Olumsuzluk mĂ‚nĂ‚sı da bulunan soru şekli. O zaman cumle şu şekilde anlaşılabilir: “Ona, malı ve kazandığı ne fayda verdi ki?” “
“Malı da, kazandıkları da onun başına gelecek felaketleri onlemede ne kadar tesirli olabilir ki?” şeklindedir. Soruya cevap istenmemektedir, zira soru, icinde cevabı barındırmaktadır; “Hicbir tesiri olmadı, malı ve kazandığı ona yardımcı olmadı.” demektir.
b) Nefy (Olumsuzluk): Soru anlamı bulunmadan sadece olumsuzluk ifade edilmiş de olabilir. Boyle bir kullanımda ise mĂ‚nĂ‚sı; “Malı da, kazandığı da ona fayda vermedi.” olur.
Rivayetlere gore, Ebû Leheb, Peygamber Efendimizin davetini duyduğu zaman ona meydan okumuş ve Ă‚hiret, cennet-cehennem, hesap gibi hususlarda:
“-Eğer kardeşimin oğlunun dediği haksa, ben kendimi, malımla ve oğlumla kurtarırım!” demiştir.
İşte bu sozler uzerine, bu Ă‚yet nĂ‚zil olmuştur.
Nubuvveten once RasûlullĂ‚h ’ın iki kızı Ebû Leheb ’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evliydi. Utbe Rukiye ile, Uteybe ise Ummu Gulsim ile evliydi. Bu sûre inince, Ebû Leheb oğullarına:
“-Muhammed ’in kızlarını boşamazsanız başlarımız birbirine haramdır.” dedi.
Bunun uzerine oğulları Peygamber Efendimizin kızlarını boşadılar. Utbe (bir rivĂ‚yete gore Uteybe) Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem ’in yanına giderek:
“-Ben
«Battığı zaman yıldıza andolsun.» (en-Necm, 1) ve
«Sonra ona yaklaştı ve sarktı.» (en-Necm, 8) Ă‚yetlerini inkĂ‚r ediyorum.” dedi ve tukurdu.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“-AllĂ‚h ’ım, onun başına kopeklerden birini musallat et.” diye bedduĂ‚ etti.
Babasıyla beraber gittiği bir Şam yolculuğunda bir arslan onu parcalayarak yedi. Ebû Leheb ise, Bedir savaşından yedi gun sonra bulaşıcı bir hastalıktan oldu.
ÂLİMLERİN İZAHI
Âlimler, Ă‚yet-i kerîmede gecen “malı ve kazandığı” hakkında şu izahları yapmışlardır:
1-Maldan maksat sermayesi, kazancından maksat da kĂ‚r ve gelirleridir.
2-Maldan maksat, hayvanlardır. Kazanctan maksat da bu hayvanlardan elde ettiği yeni nesiller ve urunlerdir. Cunku o, zenginlik ve bolluk icindeydi.
3-Malı, ona babasından kalan; kazandığı ise bizzat kendi kazandıklarıdır.
4-İbn-i Abbas -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle demiştir:
“-
«Kazandığı» ile onun evlĂ‚dı kastedilmiştir. Bunun delili, Peygamber Efendimizin şu hadîs-i şerîfidir:
«Kişinin yediği şeylerin en temizi, kendi kazancından olandır. Onun evlĂ‚dı da kendi kazancındandır.» (Ebû Davud, Buyû ’, 77; NesĂ‚î, Buyû, 1; İbn-i MĂ‚ce, TicĂ‚rĂ‚t, 1) Yine:
«Sen ve senin malın, babanındır.» hadîs-i şerîfi bunun delilidir.
DUNYADAKİ USTUNLUĞU SADECE SAHİP OLUNAN ŞEYLERLE KIYASLAYAN KİMSE
Rivayet olunduğuna gore, Ebû Leheb ’in oğulları davalaşmak uzere babalarının yanına gelirler ve orada dovuşurler. Ebû Leheb aralarına girmek icin ayağa kalktığında, iclerinden biri onu iter, o da yere duşer ve kızar. Bunun uzerine:
“-Cıkın yanımdan ey pis ve habis kazanc!” der.
5-DahhĂ‚k ise başka bir acıdan değerlendirir.
“-Bu, onun malı ve habîs ameli, yani Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e olan duşmanlığı ve kurduğu tuzaktır.”
6-KatÂde ise:
“-Kazandığı ifadesi, kendisinden faydalanacağını umduğu ameli ona fayda vermedi, anlamındadır.” demiştir. Bu durum, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın;
“(Faydasını umarak)
yaptıkları amellerine yoneldik de, onları gecersiz kıldık…” (el-FurkĂ‚n, 23) Ă‚yeti gibidir.
Bu Ă‚yet ve burada gecen acıklamalara bakınca, şunları demek mumkundur:
Mekkeliler, Ă‚hirete inanmayan, dunyadaki ustunluğu de sadece “sahip olunan şeylerle” kıyaslayan kimselerdi. Bu vesileyle daha cok mal sahibi, daha cok erkek sahibi olan kimse; etrafındaki kimselere ustunluk kurar; savaşlarda ve hayatın normal akışında guc, iktidar ve soz sahibi olurdu.
Zaten Mekkeli muşrikleri, Peygamber Efendimiz gibi “oğulları yaşamamış”, kendisi “oksuz ve yetim” olan birisine peygamberlik verilmesini de bir turlu anlayamamışlardı. Cunku o, her ne kadar ahlĂ‚klı ve asil bir Ă‚ileden gelmiş olsa da, kendisine mahsus bir servete de sahip değildi. Kendileri gibi, guclu kuvvetli, malı-mulku olan, ovunecek adamları ve silahları bulunan kimseler yerine, tabiri cĂ‚izse “culsuz” birisinin peygamberlik iddia etmesi, bu dĂ‚vetin bĂ‚tıl olduğunu gosteriyordu.
İLAHİ OLCULERDE ŞEREF VE İTİBAR
HĂ‚lbuki ilĂ‚hî olculerde (sunnetullah) şeref ve itibar, mala-mulke, coluk cocuğa değil; guzel ahlĂ‚k ve takvaya gore idi. Bu yuzden onlar eskiden beri kolaylıkla halk arasında kurmuş oldukları baskı ve otorite aracı olan mal ve cocuklarının yeni dinde bir değeri olmadığını gormuşler ve bu sebeple bu dini tebliğ eden peygambere de azılı bir duşman olmuşlardı. Hatta bu yeni din, kendi ovundukleri butun değerleri sıfırlamakla kalmıyor, ustelik sahip oldukları kole ve diğer işcileriyle “insanlık” paydasında ve hukuk onunde hepsini “eşit” kabul ediyordu. O hĂ‚lde bu dine ve bu dinin bağlılarına saldırmak, hucum etmek, bu duşunce ve inancın yayılmasını onlemek icin elden geleni yapmak gerekliydi.
Ebû Leheb de bozuk duzenin devamını isteyen, bundan azami faydalanan birisi olarak; Peygamber Efendimizin yeğeni olmasına bakmaksızın en “azılı duşmanı” kesilmiş ve elinden geleni ardına koymamıştır. Sahip olduğu her şeyi bu duşmanlık amacıyla Ă‚deta seferber etmiştir. LĂ‚kin yaptıkları hem bu dunyada, hem de Ă‚hiret hayatında kendisine hicbir fayda sağlamamış; AllĂ‚h ’ın dediği olmuş ve o olesiye duşman olduğu din, Mekke ve civarına hĂ‚kim olmuştur. Ebû Leheb ve aynı yolun yolcusu kimseler, Ă‚hirette de ebedî cehennem azabına carptırılmak sûretiyle kaybetmeye mahkûm olmuşlardır.
Kaynak: Zehra Eriş, Şebnem Dergisi, 141. Sayı
İslam ve İhsan