Mufessirler, Ă‚yet-i kerîmedeki (TĂ‚hĂ‚, 11-16) «NĂ‚linlerini cıkar!» ifĂ‚desine farklı îzahlar getirip işĂ‚rî mĂ‚nĂ‚lar vermişlerdir. Bunlar, Kuşeyrî ’nin, LetĂ‚ifu ’l-İşĂ‚rĂ‚t ve Bursevî ’nin Rûhu ’l-BeyĂ‚n adlı eserlerinde şu şekilde acıklanır:

“İki nĂ‚lin, dunyĂ‚ ve Ă‚hireti temsîl etmektedir.”

“Kalbi, dunyĂ‚ ve Ă‚hiret ile ilgili meşgûliyetlerden boşalt! Hak icin her şeyden tecerrud edip sıyrıl ve AllĂ‚h ’ın mĂ‚rifet ve muşĂ‚hedesinde fĂ‚nî olmaya bak!..”

Beşer idrĂ‚kinin hududları mahduddur. Bu sınırlı idrĂ‚k ile, nihĂ‚yetsiz olan ilĂ‚hî azamet ve esrĂ‚rı lĂ‚yıkıyla kavrayabilmek mumkun değildir. Bunun icin aklın nihĂ‚î vazîfesi teslîmiyettir.

Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, aklın hudûdunu şu misĂ‚l ile îzĂ‚h eder:

“Hasta olan bir kimse, akılla ancak hekime kadar gider. Hekimin kapısında aklın vazîfesi biter ve bundan sonra ona hekimin tavsiyelerine teslîmiyet duşer. Nitekim mĂ‚rifetullĂ‚ha nĂ‚il olabilmek de, teslîmiyetin buyukluğu nisbetindedir.”

Diğer bir ifĂ‚deyle de “iki nĂ‚linini cıkar” emri şu mĂ‚nĂ‚ya gelir:

“Sen tabîat ve nefsten sıyrıl! Nefsini ve ona bağlı şeyleri duşunmeyi bırak; gel!”

“Delîlin tefekkurunden vazgec! Cunku muşĂ‚hede ve ıyĂ‚ndan, yĂ‚ni goz ile gordukten sonra bunların faydası yoktur!”

Bu sebepledir ki Şeyh Şiblî Hazretleri, AllĂ‚h ’a vĂ‚sıl olduktan sonra kitapların lafızlarından kurtulup, mĂ‚rifetullĂ‚h ve muşĂ‚hede deryĂ‚sının enginliklerinde nice esrarlı mĂ‚nĂ‚lara ermenin hazzını yaşamıştır.

AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Hazret-i MûsĂ‚ ’ya mukaddes TuvĂ‚ VĂ‚dîsi ’nde «NĂ‚linlerini cıkar!» diye emretti. Cunku, orası Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın huzûru, yaygısıydı ve oraya ayakkabıyla basılması uygun değildi. Ayrıca orada yalınayak yurumek, tevĂ‚zû ve edeb cihetinden en munĂ‚sip olanıydı.

Hazret-i MevlÂn -kuddise sirruh- buyurur:

“«ÎmĂ‚n nedir?» diye aklıma sordum. Aklım, kalbimin kulağına eğilip: «ÎmĂ‚n, edepten ibĂ‚rettir!» diye fısıldadı.”

Bu sebepledir ki, ummet-i Muhammed ’in seckinlerinden olan Bişr-i Hafî ve emsĂ‚li zevĂ‚t, yalınayak yurumuşlerdir. Selef-i sĂ‚lihîn de, KĂ‚be ’yi yalınayak tavĂ‚f ederlerdi.

Diğer taraftan mukaddes mekĂ‚nda nĂ‚linlerin cıkarılması emri, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın ayaklarının, oranın bereketinden istifĂ‚de edip, şerefyĂ‚b olması icindi.

Ancak ne ibretlidir ki, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e MîrĂ‚c gecesi:

“Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı uzerinde pabuclarınla yuru ki, Arş Sen ’in pabuclarının tozu ile şereflensin ve Arş ’ın nûru Sana kavuşma nîmetine nĂ‚il olsun!” denildiği rivĂ‚yet edilmektedir. (İsmĂ‚il Hakkı Bursevî, Rûhu ’l-BeyĂ‚n, V, 370)

İşĂ‚rî tefsîr, Ă‚yetlerin zĂ‚hir mĂ‚nĂ‚larının otesinde ifĂ‚de ettikleri ince mĂ‚nĂ‚ları ortaya cıkarmak demektir. İşĂ‚rî tefsirde uc vasfın bulunması şarttır.

ZĂ‚hirî mĂ‚nĂ‚yı muhĂ‚faza,İşĂ‚ret edilen mĂ‚nĂ‚ya delil teşkil edecek mazmunların (bir takım sembollerin) olması,Yapılan acıklamanın, KitĂ‚b ve Sunnet muhtevĂ‚sı icinde olması.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kalben ve muhabbetle bilinmesi.
İslam ve İhsan