Horasan ’da yaşayan Ahmed Yesevî Hazretleri, dervişlerini dunyanın dort bir tarafına İslĂ‚m ’ı tebliğ vazifesiyle gonderdi. İşte o dervişler ve dunyanın dort bir yanındaki bereketi…Anadolu ’ya gelen Hacı BektĂ‚ş-ı Velî, Sarı Saltuk ve Geyikli Baba vb. bircok Horasan dervişi, halkı irşĂ‚d ettiler.
Aynı yoldan yetişen Ahîler, carşılar ve pazarlar icinde; onların hanımları olan BĂ‚cıyĂ‚n ise aileler icinde Anadolu ’yu mĂ‚neviyatla yoğurdular.
Şeyh EdebĂ‚lî; ahîlik yolundan yetişmiş, Ă‚lim bir sûfî idi ve Osmanlı ’nın mĂ‚nevî kurucusu oldu.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ da; babasıyla beraber bugunku Afganistan ’da bulunan Belh şehrinden, Anadolu ’ya geldi. Karaman, Kayseri ve Konya şehirlerinde gonulleri irşĂ‚d etti.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, aynı zamanda halk icin bir merhamet ve hidĂ‚yet kandiliydi.
MeselÂ;
Hamama gittiğinde cuzam hastalarının olduğunu gorurdu. Herkesin uzak durduğu bu hastaların yanına gider, onlarla aynı havuza girer, gonul alırdı.
Bir gun zikir halkasına bir sarhoş girmişti. Muridler onu azarlayıp hattĂ‚ derdest edip uzaklaştırmak istediler. Fakat muşfik bir gonle sahip olan Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ mudĂ‚hil oldu ve;
“–O icmiş, siz sarhoşluk ediyorsunuz!” diyerek muridlerine mĂ‚ni oldu ve o bîcĂ‚reyi gonul kanatlarının altına aldı. O kişi de tevbe ve hidĂ‚yet icinde yeniden doğdu, dergĂ‚hın samimî bir murîdi oldu.
Tapduk Emre Hazretleri de, bir Horasan dervişiydi.
Yûnus Emre Hazretleri; Tapduk dergĂ‚hına samimiyetle murîd oldu. O kapıda senelerce dergĂ‚ha odun getirme vazifesini deruhte etti. Hic yuksunmeden yaptığı bu hizmette; «Bu dergĂ‚ha odunun dahî eğrisi giremez!» inceliği icerisinde, kalem gibi odunlar getirirdi.
Yûnus Emre; bir anlık gafletle bir gun oradaki mĂ‚nevî tekĂ‚mulunu kendince az gorerek, daha cok tekĂ‚mul edebileceği bir kapı bulmak icin dergĂ‚htan ayrıldı. Sonra o aradığı kapının kendi dergĂ‚hı olduğunu anladı ve bin pişman olarak tekrar geri geldi ve başını Tapduk Hazretleri ’nin eşiğine koydu. O mĂ‚nevî eşikte muhtelif ihtilĂ‚clarını aşarak nice imtihanlardan gecti ve nihayet ustĂ‚dının; «Bizim Yûnus» diye husn-i kabul gostermesiyle, yeniden ebedî vuslat yolculuğuna kaldığı yerden devam etti.
Tezkiye-i nefsi şoyle ifade etmişti:
Tapduk ’un tapusunda,
Kul olduk kapısında,
Yûnus miskin, ciğ idik;
Piştik elhamdulillĂ‚h.
Bu pişmenin, bu olgunlaşmanın neticesinde; pınarlarla, ceşmelerle, değirmen dolaplarıyla ve sarı ciceklerle dahî konuşan, onların hĂ‚l lisĂ‚nından nice mĂ‚nĂ‚ devşiren bir gonul rikkatine erişti. Yûnus ’un nefesleri; ilĂ‚hîler oldu, butun Anadolu ’yu dolaştı, herkesi ilĂ‚hî aşkın harcıyla yoğurdu.
Anadolu bir yandan yavaş yavaş Turkmen hicretleriyle muslumanlaşırken, bir yandan da Moğol istîlĂ‚sı gibi buyuk bir musîbet yaşandı.
AbbĂ‚sî ve Selcuklu devletlerini tarihe gomen bu musîbet, dervişlerin sînesinde durdu. Ahî Evran gibi ahîler hicbir zaman teslim olmadılar.
Muhammed HamîdullĂ‚h ’ın tespitiyle; Gazan Han zamanında Moğolların da musluman olmasında, yine sûfîlerin tesiri vardı.
O belĂ‚dan sonra paramparca olan Anadolu ’da Osmanlı neşv u nemĂ‚ buldu.
Hazret-i Ali ’den beri gelen Ribat ve Futuvvet ruhuyla; kardeş kavgalarına karışmayıp, gozunu Bizans ’a diken bir gazĂ‚ aşkı, Osmanlı ’da birleşti. O cınar; uc kıtaya hĂ‚kim bir devlet hĂ‚linde, asırlarca İslĂ‚m ’ın asĂ‚let, adĂ‚let ve zarĂ‚fetini temsil etti.
Osmanlı sultanlarından hemen her birinin, hikmet ve firĂ‚setine danıştığı, sohbetinden feyizyĂ‚b olduğu Hak dostları, gonul murşidleri var oldu. Onlar Ă‚detĂ‚ Âl-i Osman ’ın yanı sıra mĂ‚nen devam eden bir «Şeyh EdebĂ‚lî silsilesi»ydi. Emîr BuhĂ‚rîler, Hacı BayrĂ‚m-ı Velîler, Akşemseddinler, Nakşibendîler, GeylĂ‚nîler, Yahya Efendiler, Aziz Mahmud HudĂ‚yîler ve Şemseddin SivĂ‚sîler; maddî guc ve kuvveti tutan pencelere, mĂ‚nevî rehberlik ettiler. Kılıcın kuvveti ile duĂ‚nın himmeti dĂ‚imĂ‚ ittifak etti, nice zaferlere imza attı.
Diğer taraftan yine Turklerin yaşadığı BuhĂ‚rĂ‚ ve Semerkant taraflarında, tasavvufun cok buyuk sîmĂ‚ları yetişmeye devam etti. AbdulhĂ‚lık GucduvĂ‚nî, Emîr KulĂ‚l Hazretleri ve daha niceleri…
Bunlardan ŞĂ‚h-ı Nakşibend Hazretleri, muazzam bir gonul terbiyesinde rikkat buldu. Senelerce, sokaktaki yaralı hayvancağızlara ve bakıma muhtac hastalara hizmet etti. Sokakları supurdu.
TevĂ‚zuun zirvesindeki hĂ‚lini şoyle terennum ederdi:
Âlem buğday, ben saman;
Âlem yahşi, ben yaman…
Bu mĂ‚nevî terbiye neticesinde oyle bir gonul kıvĂ‚mı elde etti ki, o da geniş coğrafyalarda insanlığı irşĂ‚d eden bir Hak dostu oldu.
Onun dergĂ‚hındaki helĂ‚l lokmadan istifĂ‚de ve şifĂ‚ icin Ă‚limler teberruken yemeğini yemeye gelirlerdi.
BahĂ‚eddin Nakşibend Hazretleri ’nin muridleri de Anadolu ’ya koştular.
Bir başka kol da İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî ve HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri yoluyla Hindistan ve Irak ’ı dolaşarak yine Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar coğrafyasını feyizli irşad yağmurlarıyla bereketlendirdi.
Anadolu, baştanbaşa bu mĂ‚neviyat ve rûhĂ‚niyet dokusuyla îmĂ‚r edildi. Anadolu ’nun gonul harcına dĂ‚imĂ‚ bu ruhla, samimî gozyaşları ve fedĂ‚kĂ‚rĂ‚ne alın terleri dokuldu. Bu topraktan fışkıran toplum da fedĂ‚kĂ‚r, gayretli, durust, tertemiz bir ideal toplum oldu. Yeni fethedilen yerlere bu tertemiz Anadolu insanı iskĂ‚n edildi. Oradaki nasipliler, bu tertemiz toplumun şahsiyetine hayran olarak İslĂ‚m ile muşerref oldu. Murad Han tarafından Kosova ’nın ve Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Bosna ’nın fethinden sonra, bu beldelerin İslĂ‚m ’la muşerref olması da bu şekilde gercekleşti.
Bugun de kaybetmememiz ve yeniden diriltip kuvvetlendirmemiz gereken bu Anadolu dervişinin hasletleri şunlardı:
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ ’nın;
مَنْ بَنْدَﮤِ قُرْآنَمْ اَگَرْ جَانْ دَارَمْ
مَنْ خَـاكِ رَهِ مُحَـمَّدْ مُـخْتَارَمْ
“Yaşadığım muddetce ben Kur ’Ă‚n ’ın kolesiyim! Ben Muhammed MuhtĂ‚r -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yolunun toprağıyım, tozuyum…” şeklinde butun şumûlu kısaca tarif ettiği;
ARI DURU BİR TASAVVUF…
İslĂ‚m ’ın; en guzel bir ahlĂ‚k ile tertemiz, berrak bir sĂ‚fiyetle yaşanması…
Cunku İslĂ‚m; yaşandığı kadar insanın ic ve dış Ă‚leminde huzur, surur, rûhĂ‚niyet ve guzellikler sergiler. Oteler otesine doğru butun ufuklar acılır.
Bu itibarla;
Anadolu dervişi; tasavvufu, İslĂ‚m ’ın derûnî tatbikatı olarak anladı ve yaşadı. Şekil ve Ă‚dĂ‚ba riĂ‚yet etse de dĂ‚imĂ‚ oze ve kalbî vaziyete ihtimam gosterdi. Yûnus bu hĂ‚li ne guzel soyler:
Dervişlik dedikleri hırka ile tac değil,
Gonlun derviş eyleyen, hırkaya muhtac değil!
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Eylul, Sayı: 175
İslam ve İhsan
NEFSİN MERTEBELERİ NELERDİR?