Hz. İsa'nın (a.s) doğumu nasıl gercekleşti? Hz. İsa (a.s.) dunyaya geldikten sonra Hz. Meryem (r.a.) neler yaşadı? Hz. İsa'nın (a.s.) peygamberliği, tebliği, havarileri hakkında bilinmesi gerekenler. Hz. İsa'nın (a.s.) goğe yukselmesi hakkındaki farklı goruşler nelerdir? Bilinen tum detaylarıyla Hz. İsa'nın -aleyhisselam- hayatı...
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, YahyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın doğumundan altı ay sonra Kudus ’te dunyĂ‚yı şereflendirmiştir. ÎsĂ‚ -aleyhisse­lĂ‚m-, İsrĂ‚îloğulları ’na gonderilen peygamberlerin sonuncusudur.
Peygamberler icinde en yuksekleri olan ve kendilerine “ulu ’l-azm” denilen beş peygamberin dorduncusudur. Kendisine “RûhullĂ‚h” denmesi, bir tekrîm ifĂ‚desi olmakla birlikte, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın, Hazret-i Âdem ’i yarattığı gibi O ’nu da rûhundan ufurerek yaratması sebebiyledir.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a otuz yaşında peygamberlik gelmiş, kendisine kitap olarak İncîl gonderilmiş ve otuz uc yaşında da di­ri bir şekilde goğe kaldırılmıştır.
KıyĂ‚met yaklaştığında dunyĂ‚ya inecek, evlenip cocukları olacak, “Hazret-i Mehdî” ile buluşacak, İslĂ‚m ’ı butun cihĂ‚na hĂ‚­kim kılacak ve Medîne-i Munevvere ’de vefĂ‚t edecektir. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in medfûn ol­duğu Hucre-i SaĂ‚det ’te turbe-i şerîfin yanına defnolunacaktır.
HZ. İSA'NIN (A.S) ANNESİ 'HZ. MERYEM' ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın annesi Hazret-i Meryem, DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- ’ın neslindendir. Annesi Hunne, babası İmrĂ‚n ’dır.
Kaynak eserlerde zikredildiğine gore, Hunne ’nin cocuğu ol­muyordu. O da:
“YĂ‚ Rabbî! Benim bir cocuğum olursa, onu Beyt-i Makdis ’e hizmetci yapacağım!” diye nezirde bulundu.
Hunne, bu nezirde bulunduktan sonra hĂ‚mile kaldı. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İmrĂ‚n ’ın karısı şoyle demişti: «–Rabbim! Karnımdakini Ă‚zĂ‚dlı bir kul olarak sırf Sana adadım. Adağımı kabûl buyur. Şuphesiz (niyĂ‚zımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen ’­sin!»” (Âl-i İmrĂ‚n, 35)
Bir muddet sonra bir kız cocuğu dunyĂ‚ya getirdi. Adını Mer­yem koydu:
“O ’nu doğurunca, AllĂ‚h, ne doğurduğunu bilip durur­ken: «–Rabbim! Ben O ’nu kız doğurdum. Oysa erkek, kız gibi değildir. O ’na Meryem adını verdim. Kovulmuş şeyta­na karşı O ’nu ve soyunu Sen ’in korumanı diliyorum!» dedi.” (Âl-i İmrĂ‚n, 36)
Hz. Meryem'in (r.a) Beyt-i Makdis'in Hizmetine Verilmesi O zamana kadar Beyt-i Makdis ’e erkek cocuklarını adamak cĂ‚iz ve cok sevaptı. Bu şekilde nezredilen erkek cocukları, do­ğumundan bulûğuna dek orada hizmete devĂ‚m ederdi. Bulûğ­dan sonra ise, dilerse yine orada hizmet eder, isterse arzuladı­ğı başka bir yere giderdi. Ancak bulûğdan once Beyt-i Makdis ’ten ayrılması cĂ‚iz değildi.
Boyle bir nezir, yalnızca erkek cocukları icin yapılırdı. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın, Beyt-i Makdis icin Meryem hakkındaki ilticĂ‚yı makbul kı­lıp kız cocuklarının nezredilmesini de kabûl buyurmasından son­ra, kız cocuklarının da Beyt-i Makdis ’e adanması cĂ‚iz oldu.
Hunne, kızı Meryem ’i Beyt-i Makdis ’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem ’i kim himĂ‚yesine alacağına dĂ‚ir kur ’a cektiler. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
(Rasûlum!) Bunlar, Biz ’im Sana vahiy yoluyla bildirmek­te olduğumuz gayb haberlerindendir. İclerinden hangisi Meryem ’i himĂ‚yesine alacak diye kur ’a cekmek uzere ka­lemlerini atarlarken Sen onların yanında değildin; onlar (bu yuzden) cekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 44)
Cekilen kur ’a, Beyt-i Makdis ’in imĂ‚mı ve Hunne ’nin de eniştesi olan ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a cıktı. ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-:
“–O ’nun teyzesi benim nikĂ‚hım altındadır.” dedi ve Mer­yem ’in velîliğini uzerine aldı.
Meryem sutten kesilince, O ’na Beyt-i Makdis ’te bir oda tah­sîs edildi. Bu odaya Ă‚yet-i kerîmede “mihrĂ‚b” denilmiştir. MihrĂ‚b, harb ve cihĂ‚d vĂ‚sıtası demektir. Bu bakımdan bir nevî cile odası mĂ‚nĂ‚sını taşır.
Hz. Meryem'in (r.a) Odasındaki Farklı Meyvelerin Sırrı Hazret-i Meryem ’in odasına yalnız ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- girerdi. Bu, on iki yaşına kadar devĂ‚m etti. ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, O ’nun odasına girerken anahtarı ile kapıyı acıp girer, cıkarken de kilitlerdi. Her gun, bir gunluk yiyecek bırakırdı. Fakat icerde değişik meyveler gorup hayret ederdi. Nereden geldiğini sorduğunda, Meryem, AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- tarafından gonderil­diğini soylerdi. Bu yiyecekler arasında, yazın kış meyveleri, kışın da yaz meyveleri bulunurdu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“Rabbi Meryem ’e husn-i kabûl gosterdi; O ’nu guzel bir bitki gibi yetiştirdi. ZekeriyyĂ‚ ’yı da O ’nun bakımı ile vazîfelendirdi. ZekeriyyĂ‚, O ’nun yanına, mĂ‚bede her girişinde ora­da bir rızık bulur ve: «–Ey Meryem! Bu Sana nereden geli­yor?» der, O da: «–Bu, AllĂ‚h tarafındandır. AllĂ‚h, dilediğine sayısız rızık verir!» derdi.” (Âl-i İmrĂ‚n, 37)
AllĂ‚h'ın -celle celĂ‚luhû- Hazret-i Meryem ’e Sunduğu Altı Buyuk İkram AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- ’nun Hazret-i Meryem ’e en buyuk ik­ramları şunlardır:
O zamana kadar Beyt-i Makdis ’e erkek cocukları adandığı hĂ‚lde, annesi Hunne ’nin ilticĂ‚sı ile Meryem de nezir olarak kabûl edildi. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, O ’nu ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın himĂ‚yesine verdi. Rızkını cennet nîmetlerinden ihsĂ‚n etti. Peygamberlerine gonderdiği melek olan CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ile goruşturdu. O ’nu ve evlĂ‚dı Hazret-i ÎsĂ‚ ’yı şeytanın şerrinden korudu. Oğlu Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, kundakta iken konuştu. Annesine yapılan iftirĂ‚lara cevap verdi. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:
“İmrĂ‚n kızı Meryem, zamanında dunyĂ‚da bulunan kadınla­rın en hayırlısıdır. Bu ummetin kadınlarının en hayırlısı da Hatîce ’dir.” (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 69)
İbadete Duşkun Bir Kadın 'Hz. Meryem (r.a)' Hazret-i Meryem, gece-gunduz ibĂ‚det ederdi. TakvĂ‚sı, Be­nî İsrĂ‚îl arasında darb-ı mesel oldu. Kendisinden kerĂ‚metler hĂ‚­sıl olurdu. Seckin kullardandı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de “sıddîka” diye senĂ‚ edilmiştir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
“Hani melekler demişlerdi: «–Ey Meryem! AllĂ‚h Sen ’i secti; Sen ’i tertemiz yarattı ve Sen ’i butun dunyĂ‚ kadınlarına tercîh etti (ustun tuttu).” (Âl-i İmrĂ‚n, 42)
“Ey Meryem! Rabbine ibĂ‚det et; secdeye kapan! (O ’nun huzûrunda) eğilenlerle beraber Sen de eğil!»” (Âl-i İmrĂ‚n, 43)
Bu emirler uzerine Hazret-i Meryem ’in takvĂ‚sı o hĂ‚le geldi ki, ayakları şişinceye kadar namaz kılmaktaydı.
Yoktan Var Eden, Babasız Da Yaratır!
Hazret-i Meryem on beş yaşında iken Yûsuf-i NeccĂ‚r isim­li birisi ile nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden once AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, O ’na babasız bir cocuk vereceğini mujdeledi:
“Melekler demişlerdi ki: «–Ey Meryem! AllĂ‚h Sana ken­disinden bir Kelime ’yi mujdeliyor. Adı Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’dır. Mesîh ’tir; dunyĂ‚da da, Ă‚hirette de îtibarlı ve AllĂ‚h ’ın kendi­sine yakın kıldıklarındandır.»” (Âl-i İmrĂ‚n, 45) Mesîh, İbrĂ‚nîce bir kelime olup, Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın lakĂ‚bıdır ve “mubĂ‚rek” anlamına gelmektedir.
Yine melekler Hazret-i Meryem ’e dediler ki:
(–Ey Meryem!) O sĂ‚lihlerden olarak beşikte iken ve ye­tişkinlik hĂ‚linde insanlara (peygamber sozleri ile) konuşacak.” (Âl-i İmrĂ‚n, 46)
Bunun uzerine:
“Meryem: «–Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hĂ‚lde nasıl cocuğum olur?» dedi. AllĂ‚h şoyle buyurdu: «–İşte boyledir. AllĂ‚h dilediğini yaratır! Bir işe hukmedince ona sĂ‚dece «Ol!» der; o da oluverir.»” (Âl-i İmrĂ‚n, 47)
Melekler, Meryem ’e hitĂ‚ben Hazret-i ÎsĂ‚ hakkındaki sozlerine şoyle devĂ‚m ettiler:
“AllĂ‚h O ’na yazmayı, hikmeti, TevrĂ‚t ’ı ve İncîl ’i oğretecek!” (Âl-i İmrĂ‚n, 48)
Yukarıdaki Ă‚yet-i kerîmelerde cemî olarak gecen “melekler” ifĂ‚desinden maksat, CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’dır. Kendisinden bu şekilde cemî olarak bahsedil­mesi, O ’nu tekrîm icindir.
HZ. İSA (A.S) HZ. MERYEM'E MUJDELENİYOR CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
(Rasûlum!) KitĂ‚b ’da Meryem ’i de zikret! Hani O, ailesin­den ayrılarak doğu tarafında bir yere cekilmişti.” (Meryem, 16)
Âyette gecen “doğu tarafı” mufessirlere gore, Mescid-i AksĂ‚ ’nın doğu yanı, yahut Meryem ’in evinin doğu tarafı şeklinde acıklanmaktadır. Hristiyanların bu sebeple doğuya yoneldikleri ifĂ‚de edilmiştir.
Cok gecmeden AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Hazret-i Meryem ’e CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’ı gonderdi. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Meryem, onlarla kendi arasına bir perde cekmişti. Der­ken, Biz O ’na Rûh ’umuzu gonderdik de O, kendisine tasta­mam bir insan şeklinde gorundu.” (Meryem, 17)
Burada Rûh ’tan maksat, CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’dır. Her Ă‚zĂ‚sı duzgun genc bir insan şeklinde gonderilmesinin sebebi, Meryem ’in urkup korkmaması icindi. Cunku Hazret-i Meryem, CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’ı aslî şeklinde gorseydi, şuphesiz ki buna tĂ‚kat getiremezdi.
Ancak Hazret-i Meryem, yine de karşısında genc bir insan gorunce kemĂ‚l-i edeb ve iffetinden dolayı cok korktu. Onun Hazret-i Cibrîl olduğunu bilmediği icin buyuk bir endişeye kapıldı ve Ă‚yet-i kerîmelerde buyrulduğu uzere:
“Meryem dedi ki: «–Sen ’den, cok esirgeyici olan AllĂ‚h ’a sığınırım! Eğer AllĂ‚h ’tan sakınan bir kimse isen, (bana do­kunma!)»” (Meryem, 18)
“Melek: «–Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek cocuk bağışlamam icin Rabbimin elcisiyim.» dedi.” (Meryem, 19)
“Meryem: «–Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de ol­madığım hĂ‚lde benim nasıl cocuğum olabilir?» dedi.” (Meryem, 20)
“Melek: «–Oyledir!» Dedi. (ZîrĂ‚) Rabbin buyurdu ki: «–Bu Bana kolaydır. Cunku Biz, O ’nu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hukum ve karara bağ­lanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.” (Meryem, 21)
HZ. İSA (A.S) NASIL DOĞDU? HZ. İSA'NIN (A.S) DOĞUM MUCİZESİ CenĂ‚b-ı Hakk ’ın murĂ‚d ettiği şekilde:
“Meryem, O ’na (ÎsĂ‚ ’ya) hĂ‚mile kaldı. Bunun uzerine O ’nunla (karnındaki cocukla) uzak bir yere cekildi.” (Meryem, 22)
Hazret-i Meryem ’in doğum sancıları artmaya başladı. Kuru­muş bir hurma ağacının yanına geldi ve ona yaslandı. Âyette buyrulur:
“Doğum sancısı O ’nu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti. «–Keşke, bundan once olseydim de unutulup gitseydim!» dedi.” (Meryem, 23)
NihĂ‚yet kuru ağacın altında ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- dunyĂ‚ya geldi. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, O ’nu babasız yaratmıştı.
Sonsuz kudret sĂ‚hibi olan CenĂ‚b-ı Hak, azametinin muktezĂ‚sı olarak Âdem -aleyhisselĂ‚m- ’ı annesiz ve babasız bir şekil­de topraktan; HavvĂ‚ vĂ‚lidemizi annesiz olarak Hazret-i Âdem ’­den; ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı da babasız olarak Meryem vĂ‚lidemiz­den yaratmıştır.
Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın doğumu ile Hazret-i Âdem ’in yaratılması arasında bir benzerlik vardır ki, bu, her ikisinde de yaratılışın «Kun! = Ol!» emri ile gercekleşmiş olmasıdır. CenĂ‚b-ı Hak bu hakîkati Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirmektedir:
“AllĂ‚h nezdinde ÎsĂ‚ ’nın durumu, Âdem ’in durumu gibi­dir. AllĂ‚h O ’nu topraktan yarattı. Sonra da O ’na «Ol!» dedi ve (O da) oluverdi.” (Âl-i İmrĂ‚n, 59)
Bu Ă‚yet-i kerîme, hem AllĂ‚h ’ın kudretinin sonsuzluğunun, hem de yahûdîlerin baştan şaşırıp sonradan da atacakları cir­kin iftirĂ‚lar karşısında Hazret-i Meryem ’in iffetli olduğunun bir ifĂ‚desidir.
HZ. İSA (A.S) NE ZAMAN DOĞDU? ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın doğum tĂ‚rihi hakkında, kaynaklar­da hicbir kayıt yoktur. Butun İncîl ’lerde de bu hususta bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Yalnız bir İncîl ’de Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın yahûdî kralı zamanında doğduğu yazmakta ise de, (Matta, 2/1) Roma kaynakları, bu kralın mîlĂ‚ddan once olduğunu bildirmektedir. Yapılan butun beyanlar, birbirlerine acık bir şekilde tezat teşkil etmektedir. Boy­le olunca, “noel”in mĂ‚nĂ‚sı da, uydurulmuş boş bir efsĂ‚neden oteye gidememektedir.
Bu sebepledir ki bugun Katolikler, Noel bayramı olarak 24-25 Aralık gununu kutlarken, Ermeni kiliseleri 6 Ocak ’ı kutlarlar. Bir kısım Protestanlar ise bu tĂ‚rihin kutsal metinlerde kesin olarak gecmediğini one surerek Noel ’i kutlamazlar.
HZ. İSA (A.S) DOĞDUKTAN SONRA HZ. MERYEM (R.A) NELER YAŞADI? Hazret-i ÎsĂ‚ doğduktan sonra:
(Hazret-i Meryem ’in) aşağısından (ÎsĂ‚ yahut melek) O ’na şoyle seslendi: «–Tasalanma! Rabbin Sen ’in alt yanında bir su arkı vucûda getirmiştir.»” (Meryem, 24)
Âyete şu mĂ‚nĂ‚ da verilmiştir:
«–Tasalanma! Rabbin Sen ’in altındakini (yĂ‚ni ÎsĂ‚ ’yı) şerefli bir lider olarak yaratmıştır!»
Hazret-i Meryem ’e hitĂ‚b eden ses şoyle devĂ‚m etti:
“Hurma dalını kendine doğru silkele ki, uzerine tĂ‚ze, ol­gun hurma dokulsun!” (Meryem, 25)
Hazret-i Meryem, hurma dalını kendisine cekip salladığı za­man kış mevsimi olmasına rağmen, ağac birdenbire hurma ver­meğe başladı. Meryem, onundeki arktan su icip taze hurmalardan yedi. Ağacın bu şekilde kış mevsiminde hurma vermesi, Hazret-i Meryem ’i tesellî icindi. O ’na denildi ki:
“Ye, ic! Gozun aydın olsun! Eğer insanlardan birini gorursen de ki: «–Ben cok merhametli olan AllĂ‚h ’a oruc adadım. Artık bugun hicbir insanla konuşmayacağım!»” (Meryem, 26)
RivĂ‚yete gore, Hazret-i Meryem ’in kavminde yiyip icmeden oruc tutulduğu gibi, konuşmamak sûretiyle de oruc tutulurdu. Yahut oruclu iken yeme ve icmeden kacınıldığı gibi, konuşmaktan da sakınılırdı.
Hz. İsa'nın (a.s) Doğumundan Sonra Hz. Meryem'm Atılan İftira ve Hz. Meryem'in Duruşu ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın doğuşu ile, kavminin arasında buyuk bir iftirĂ‚ ve dedikodu furyası başgosterdi. Âyet-i kerîmelerde bu hĂ‚l şoyle bildirilmektedir:
(Meryem) nihĂ‚yet O ’nu (ÎsĂ‚ ’yı kucağında) taşıyarak kav­mine getirdi. Dediler ki: «–Ey Meryem! Hakîkaten Sen iğrenc bir şey yaptın!»” (Meryem, 27)
“–Ey HĂ‚rûn ’un kızkardeşi! Sen ’in baban kotu bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.” (Meryem, 28)
Âyette bahsedilen HĂ‚rûn, MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın kardeşi olan HĂ‚rûn -aleyhisselĂ‚m- değildir. Bu husustaki goruşlerin doğruya en yakın olanına gore Hazret-i Meryem ’in hakîkî karde­şidir. O da ana ve babası gibi iffetli ve sĂ‚lih bir kimse idi. Bu se­beple kavmi, boyle birinin kızkardeşi olan Meryem ’e zinĂ‚ etmeyi(!) aslĂ‚ yakıştıramadıklarını ifĂ‚de etmek istemişlerdi.
Hazret-i Meryem ’e İsrĂ‚îloğulları tarafından devamlı hakĂ‚ret edili­yordu. O da sabırla dinliyor, kendisine emredildiği uzere konuş­muyordu. Ancak kavminin munĂ‚sebetsiz tavırları iyice arttı. NihĂ‚yet AllĂ‚h ’ın inĂ‚yeti erişti.
Hz. İsa'nın Bebekken Konuşması Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Bunun uzerine Meryem, cocuğu gosterdi. Dediler ki: «–Biz, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»” (Meryem, 29)
AllĂ‚h ’ın istikbĂ‚lde elcisi olacak olan Hazret-i ÎsĂ‚, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın verdiği konuşma kĂ‚biliyeti ile dile geldi ve daha beşikte iken şoyle dedi:
“–Ben, AllĂ‚h ’ın (secilmiş bir) kuluyum! O, bana KitĂ‚b ’ı verdi ve beni peygamber yaptı!” (Meryem, 30)
“Nerede olursam olayım, O beni mubĂ‚rek kıldı. Yaşa­dığım surece bana namazı ve zekĂ‚tı emretti.” (Meryem, 31)
“Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.” (Meryem, 32)
“Doğduğum gun, oleceğim gun ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gun selĂ‚met banadır.” (Meryem, 33)
Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın daha beşikte iken boyle konuşması, cevresinde buyuk bir hayret uyandırdı. Hazret-i Meryem, tenzîh ve tebrie edildi.
İşte Hazret-i Meryem, munkir halkın kendisine sorduğu «–Bu cocuğu nereden aldın?» suĂ‚line karşı dĂ‚imĂ‚ cevap olarak bu şekilde cocuğunu gosterir ve «–Cocuk soylesin!» der, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- da daha bebek iken:
“–Benim annem namuslu, iffetli bir kadındır. Ey cĂ‚hiller! İffet ve hayĂ‚ Ă‚bidesi olan annemi ayıplamayın! Biliniz ki AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, beni babasız olarak dunyĂ‚ya getirmiştir. Bu, AllĂ‚h ’ın bir mûcizesidir!” derdi.
Bunun uzerine bircok kimse:
“–Bu, AllĂ‚h ’ın apacık bir mûcizesidir. Yoksa yeni doğmuş hicbir cocuk daha beşikte iken konuşamaz. Hakîkaten bu, AllĂ‚h tarafındandır; CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azametini gosteren bir hĂ‚disedir.” dediler.
Bir kısmı ise yine de hĂ‚inliklerinden donmediler. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“İşte, hakkında şuphe ettikleri Meryem oğlu ÎsĂ‚ -hak soz olarak- budur!” (Meryem, 34)
Âyette ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın “hak soz” olarak ifĂ‚de edilmesi, O ’nun «Kun! = Ol!» emrinin eseri olmasındandır. Bu hakîkat, başka Ă‚yet-i kerîmelerde de anlatılır:
“Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem ’i de hatırla!) Biz O ’na rûhumuzdan ufledik; O ’nu ve oğlunu cumle Ă‚lem icin ib­ret kıldık.” (el-EnbiyĂ‚, 91)
“İffetini korumuş olan İmrĂ‚n kızı Meryem ’i de (AllĂ‚h or­nek gosterdi). Biz O ’na rûhumuzdan ufledik ve O, Rabbinin sozlerini ve kitaplarını tasdîk etti. O, gonulden itaat eden­lerdendi.” (et-Tahrîm, 12)
HZ. ZEKERİYA'YA ATILAN İFTİRA VE ŞEHADETİ Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın bebek iken konuşması, bircok iftirĂ‚ları bas­tırmıştı. Ancak kısa bir muddet sonra tekrar fitne ve iftirĂ‚lar baş­ladı. GĂ‚fil kavim:
“–Babasız cocuk mu olurmuş?!” dediler.
Sonra da:
“–Yapsa yapsa bu zinĂ‚yı ZekeriyyĂ‚ yapmıştır!” diyerek ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Beyt-i Makdis ’te yalnız kaldığı bir sırada:
“–Sen Meryem ’le zinĂ‚ ettin!” diye buhtanda bulundular ve uzerine hucûm ettiler.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, onların şerrinden korunmak icin bir ağacın kovuğuna saklandı. Şeytan, insan kılığında oraya ge­lip ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı arayan bedbahtlara, O ’nun saklan­dığı ağacı gostererek:
“–Şu ağacı testereyle ikiye ayırın! Bir şey kaybetmezsiniz! ZekeriyyĂ‚ onun icindedir!” dedi.
Bedbahtlar, hemen ağacı kesmeye koyuldular. Testere Ze­keriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın başını yarmaya başladığı zaman maz­lum peygamber «Ă‚hh!» diyecek oldu, fakat:
“–Ey ZekeriyyĂ‚! ŞikĂ‚yette bulunma!” diye bir nidĂ‚ geldi.
ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- da buyuk bir tevekkul ve sabır icin­de testereyle ikiye bolunerek şehîd oldu. İnd-i ilĂ‚hîde yuce mer­tebelere ulaştı.
Bu sırada Hazret-i Meryem ’in onceden nişanlısı olan Yûsuf-i NeccĂ‚r da aynı iftirĂ‚ya uğramıştır.
HZ. İSA VE MERYEM ALLAH'IN KORUMASINDALAR ZekeriyyĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı şehîd eden bedbaht yahûdîlerin, Hazret-i Meryem ’e ve oğlu Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya da bir zarar vermeme­leri icin CenĂ‚b-ı Hak, onları hıfz-ı emĂ‚nına almayı murĂ‚d etti:
“Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alĂ‚met kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, suyu bulunan bir tepeye yerleştirdik.” (el-Mu ’minûn, 50)
Bu yerin Mısır ’da olduğu rivĂ‚yeti vardır. Hazret-i Meryem ve Hazret-i ÎsĂ‚, orada on iki sene kaldı ve bu zaman zarfında fevka­lĂ‚de hĂ‚diseler meydana geldi:
Birgun, kaldıkları evde ağa ’nın bir miktar parası kaybolmuş­tu. O evde duşkunler ve fakirler vardı. Ağa, bu parayı kimin aldı­ğını anlayamadı. Herkes tohmet altında kalmıştı. Bu durum, Hazret-i Meryem ’e cok ağır geldi. Orada ikĂ‚met edenler arasın­da bir kor ve bir koturum bulunuyordu. Hazret-i ÎsĂ‚, annesinin uzulmesi karşısında bu iki kişiye:
“–Parayı sakladığınız yerden cıkartın!” dedi.
Onlar da bu acık mûcize karşısında aldıkları parayı mecbû­ren getirdiler. Bu hĂ‚diseden sonra Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın îtibĂ‚rı halk nezdinde iyi­ce yukseldi.
HZ. İSA'NIN (A.S) PEYGAMBERLİĞİ Hazret-i ÎsĂ‚, Mısır ’da on iki sene kaldıktan sonra Kudus ’e donup “NĂ‚sıra” kasabasına yerleşti. Hristiyanlara bu sebeple “NasrĂ‚nî” denilmektedir.
Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya otuz yaşında peygamberlik verildi. O da he­men vazîfesini yapmaya, insanları tevhîde cağırmaya başladı.
AllÂh TeÂl buyurur:
“And olsun ki Biz, Nûh ’u ve İbrĂ‚hîm ’i gonderdik. Pey­gamberliği de KitĂ‚b ’ı da onların soyuna verdik. Onlardan (in­sanlardan) kimi doğru yoldadır; iclerinden bircoğu da yoldan cıkmışlardır.” (el-Hadîd, 26)
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ismi gecen dort buyuk kitabın, bunların soyundan gelen peygamberlere indirildiği anlaşılmaktadır.
“Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gonderdik. Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’yı da arkalarından gonderdik. O ’na İncîl ’i verdik; O ’na tĂ‚bî olanların kalblerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık. Fakat kendileri AllĂ‚h rızĂ‚sını kazanmak icin (boyle) yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan îmĂ‚n edenlere mukĂ‚fatlarını verdik. İclerinden co­ğu da yoldan cıkmışlardır.” (el-Hadîd, 27)
Ruhbanlık, hristiyanların sonradan ortaya cıkardığı bir anla­yış ve yaşayış tarzıdır. RivĂ‚yetlere gore Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan sonra mu ’minler, inkĂ‚rcı zorbalarca yok edilmeye calı­şılmış, girişilen uc savaşta mu ’minler ağır kayıplar vermişler, sağ kalan îmĂ‚n ehli, kendilerinin de olumu hĂ‚linde dîne dĂ‚vet edecek kimsenin kalmayacağı endişesiyle savaş yapmama kararı al­mış, sĂ‚dece ibĂ‚detle meşgul olmaya başlamışlardı. İşte bu sû­retle fitneden kacarak, dinlerinde ihlĂ‚s ve samîmiyet gosteren bu insanlar, dunyĂ‚nın butun zevklerinden, fazla yiyip icmekten ve evlenmekten vazgecmişler; dağlar, mağaralar, oyuklar ve hucrelerde ibĂ‚detle meşgul olmuşlardır. Ama bircoğu buna riĂ‚yet etmeyerek, Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın dînini inkĂ‚r ettiler; hu­kumdarlarının dînine girdiler; teslîs akîdesini ortaya attılar; bi ’set gercekleştiğinde de Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i inkĂ‚r ettiler ve benzeri sapıklıklara duştuler.
HZ. İSA'NIN (A.S) TEBLİĞİ VE PEYGAMBERİMİZİ MUJDELEMESİ ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, dînini teblîğe devĂ‚m ediyordu. Fakat in­sanların bircoğu kufrunde inat hĂ‚lindeydi.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- bircok mûcizeler gosterdi. Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a verilen TevrĂ‚t ’ı tasdîk ettiğini, ancak yuce AllĂ‚h ’ın bazı hukumleri değiştirdiğini teblîğ etti:
(ÎsĂ‚ dedi ki «–Benden once gelen TevrĂ‚t ’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helĂ‚l kılmam icin gonderildim. Size Rabbinizden bir mûcize getirdim. O hĂ‚lde AllĂ‚h ’tan korkun, bana da itaat edin!”
“AllĂ‚h, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Oyle ise O ’na kulluk edin! İşte doğru yol budur.” (Âl-i İmrĂ‚n, 50-51)
“Hatırla ki, Meryem oğlu ÎsĂ‚: «–Ey İsrĂ‚îloğulları! Ben si­ze AllĂ‚h ’ın elcisiyim; benden once gelen TevrĂ‚t ’ı doğrulayı­cı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de mujdeleyici olarak geldim!» demişti. Fakat O, kendilerine acık deliller getirince: «–Bu apacık bir buyudur!» dediler.” (es-Saff, 6)
Yuhanna İncîli ’nin 14. bolumunde ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın şoy­le dediği rivĂ‚yet edilir:
“–Ben Peder ’e ibĂ‚det edeceğim ve O size başka bir tesellî edici (Faraklit) gonderecek ki, O sizinle ebediyyen kalabilir.” (Yuhanna, 14/16-17)
Ve 16. bolumunde de demiştir ki:
“Size gerceği soyluyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, yardımcı (tesellîci, Faraklit) size gelmez. Ama gidersem, O ’nu size gonderirim. Size daha cok soyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yĂ‚ni «Gerceğin Rûhu» gelince, sizi gerceğe yoneltecek. Cunku O, kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını soyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek.” (Yuhanna 16/7-9, 12-13)
Faraklit Nedir? “Faraklit” kelimesi, “hamd”e tekĂ‚bul eden bir kelimedir. Bazı hristiyanlar bunu “muhallıs” (kurtarıcı) olarak acıklamışlar; ba­zıları da “hammĂ‚d” ve “hamîd” diye tefsîr etmişlerdir. Bu da gosteriyor ki “Faraklit” kelimesinin, Ahmed ve Muhammed mĂ‚­nĂ‚sına uygun olarak asıl isme işĂ‚ret ettiği acık bir şekilde anla­şılmaktadır.
Barnabas İncîli 39. BĂ‚b ’da da şoyle bir bahis vardır:
“–Soylediğin Mesîh ’in ismi nedir ve O ’nun geldiğini nasıl an­layacağız?” diyen havĂ‚rîlerine Hazret-i ÎsĂ‚ şoyle dedi:
“–Mesîh ’in (Rasûl ’un) adı, hayran olmağa değer guzellikte­dir. CenĂ‚b-ı Hak, O ’nun nûrunu yarattığı zaman, O ’na bu ismi verdi ve O ’nu semĂ‚vî ihtişĂ‚mı icine koydu. Sonra:
«–Senin hatırın icin Ben, cenneti, dunyĂ‚yı ve bircok mah­lûku yarattım. Bunların hepsini Sana hediye ediyorum. Sen ’i takdîr eden, Ben ’den nîmet bulacak; Sen ’i inkĂ‚r eden, tarafımdan lĂ‚net olunacaktır. Ben Sen ’i dunyĂ‚ya Ben ’im Rasûlum olarak gonde­receğim. Sen ’in sozun sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gok ortadan kalkabilir, fakat Sen ’in îmĂ‚nın dĂ‚imĂ‚ ebedî olacaktır.» buyurdu.
O ’nun ismi Ahmed ’dir.”
Bunun uzerine ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın civĂ‚rında toplanmış o­lan mu ’minler, hemen seslerini yukselterek:
“–Ey Ahmed! DunyĂ‚yı kurtarmak icin cabuk gel!” diye niyaz­da bulundular. (Benzer ifĂ‚deler icin Barnabas İncîli ’nin 41 ve 97. bĂ‚blarına da bakılabilir.)
HZ. İSA (A.S) VE 12 HAVARİSİ Munkirlerin Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a gayz ve kinleri git­tikce artmıştı. Bunu farkeden ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, kendisine ina­nanların arasından sectiği on iki mu ’mine, yĂ‚ni havĂ‚rîlerine:
“–AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- ’nun dînine hizmette ve onu muhĂ‚fa­zada kim benim yardımcım olacak?” diye sordu.
HavĂ‚rîlerin hepsi birden:
“–Biz Sana yardımcılarız. Her şeyimiz ile AllĂ‚h ’ın yoluna yar­dımcı olacağız. Cunku biz, O ’nun dînine gonul verdik. Sen şĂ‚hid ol ki, biz, Sen ’in dînine bağlı gercek muslumanlarız!” dediler.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“ÎsĂ‚, onlar (bedbaht insanlar)daki inkĂ‚rcılığı sezince: «–AllĂ‚h yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?» dedi. HavĂ‚rîler: «–Biz, AllĂ‚h yolunun yardımcılarıyız; AllĂ‚h ’a inan­dık! ŞĂ‚hid ol ki, bizler muslumanlarız!» cevĂ‚bını verdiler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 52)
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’ın yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu ÎsĂ‚ havĂ‚rîlere: «–AllĂ‚h ’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?» demişti. HavĂ‚rîler de: «–AllĂ‚h (yo­lunun) yardımcıları biziz!» demişlerdi. İsrĂ‚îloğulları ’ndan bir zumre inanmış, bir zumre de inkĂ‚r etmişti. Nihayet Biz, inananları, duşmanlarına karşı destekledik; boylece ustun geldiler.” (es-Saff, 14)
“HavĂ‚rî” kelimesi, Arapca ’ya Habeşce ’den gecmiş olup aslı “havĂ‚ryĂ‚”dır ve “yardımcı” mĂ‚nĂ‚sı taşımaktadır. Ayrıca “seckin insan” anlamına da gelmektedir.
HavĂ‚rîler de, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a herkesten once îmĂ‚n eden ve O ’na yardımcı olan on iki ihlĂ‚slı ve temiz mu ’mine verilen isimdir. Bunlara “ensĂ‚rullĂ‚h” da denmiştir. HavĂ‚rîler, Hristiyanlığın yayılması icin ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- tarafından secilmişlerdir. Meşhur Barnabas İncîli ’ni yazan Barnabas da bunlardandır.
SemĂ‚dan Sofra İnmesi (MĂ‚ide) HavĂ‚rîler, Hazret-i ÎsĂ‚ ’dan, semĂ‚dan sofra inmesi icin duĂ‚ etmesini istediler. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-
“–AllĂ‚h ’ın kudretinden şuphe mi ediyorsunuz? Boyle bir şey istemeye nasıl cesĂ‚ret ediyorsunuz?” diye sordu.
HavĂ‚rîler:
“–Başka bir maksadımız yoktur. AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- ’nun lutfuna nĂ‚il olmak ve daha da mutmain olmak icin boyle bir sof­ra istedik!” dediler.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, gusledip iki rek ’at namaz kıldı. Uzerine tezellul icin eski bir elbise giyip AllĂ‚h ’a ilticĂ‚ etti. Bu sofra ve onun ihsĂ‚n gununun bir bayram olmasını CenĂ‚b-ı Hak ’tan niyĂ‚z etti.
Bu duĂ‚ makbûl oldu ve “mĂ‚ide” (sofra) indi. Uzerinde kebap olmuş bir balık vardı. Balığın baş tarafında tuz, kuyruk tarafında sirke mevcuttu ve sofra yeşilliklerle donatılmıştı. Ekmek uzerin­de de zeytin, bal, peynir vs. vardı.
HavĂ‚rîler bu sefer:
“–Ey AllĂ‚h ’ın peygamberi! Bu mûcize icinde de bir mûcize goster!” dediler.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- sofradaki balığa:
“–Ey balık! KĂ‚inĂ‚tın Rabbinin izni ile diril!” dedi.
Balık canlandı. HavĂ‚rîleri bir korku sardı. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- bu defa:
“–Ey balık! Rabbimin izni ile eski hĂ‚line don!” buyurdu.
Balık onceki hĂ‚line dondu. HavĂ‚rîler, Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya:
“–Ey RûhullĂ‚h! Once Siz yiyin!” dediler.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ise:
“–Hayır! Kimler istedi ise onlar yesin!” buyurdu.
HavĂ‚rîlerde bir korku meydana geldi. Bunun uzerine ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-
“–Fakir ve hastalar gelsin, onlar yesin!” diye emretti.
Hemen fakir ve hastalara haber verdiler. Bin uc yuz kişi geldi ve bu sofradan yedi. Buna rağmen balık bitmedi. Butun yiyenler şifĂ‚ buldu; yemeyenler de pişman oldular.
Havarilerin Bitmeyen İstekleri ve Hz. İsa'nın (a.s) Duası Diğer bir rivĂ‚yete gore ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, havĂ‚rîlere otuz gun oruc tutmalarını emretmişti. Onlar, oruclarını tamamlayınca, yaptıkları bu ibĂ‚detin kabûl olup olmadığı husûsunda mutmain olmak icin gokten bir sofra inmesini, o gunun bayram olmasını ve sofranın da zengin-fakir herkese yetmesini Hazret-i ÎsĂ‚ ’dan taleb ettiler.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, onların, boyle bir talebin şukrunu yerine getiremeyeceklerinden endişe etti. Kendilerine nasihatte bulun­du. Bu isteklerinden men etmeye calıştı.
Fakat havĂ‚rîler arzularından vazgecmeyince, ÎsĂ‚ -aleyhis­selĂ‚m- seccĂ‚desine gecti, onlar da arkada saf tuttular. RûhullĂ‚h, CenĂ‚b-ı Hakk ’a niyĂ‚z ile ağlamaya başladı. İlticĂ‚sı biterken AllĂ‚h ’ın bir lutfu olarak gokten mĂ‚ide (sofra) geldi. Onu, sa­rıklı iki kimse taşıyordu. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, bu sofranın rahmet olması; azĂ‚b olmaması icin duĂ‚ etti.
Gokten inen sofra yaklaştı, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın onunde durdu. Hazret-i RûhullĂ‚h:
diyerek sofranın ortusunu kaldırdı. Uzerinde yedi balık, yedi pi­de, sirke, nar ve ceşitli meyveler vardı.
Sofra, gun aşırı inmeye başladı. Bu, kırk gun devĂ‚m etti. MĂ‚ide, kuşluk vakti iner, zengin-fakir herkes yer ve oğle vakti se­mĂ‚ya cekilirdi ve bu esnĂ‚da golgesi yere duşerdi.
Daha sonra, «Zenginler ve sağlamlar yemesin!» diye vahiy geldi. Bu emir, kalbi bozuk olan zengin ve sağlamların ağırı­na gitti. Nefislerine tĂ‚bî olarak sofradan mahrum bırakıldıklarına kızdılar ve:
“–Siz bu sofrayı hak mı kabûl ediyorsunuz?” diye alaya başladılar.
Bunlar otuz veya uc yuz otuz kişiydi ki, gazab-ı ilĂ‚hîye dûcĂ‚r olarak bir gecede domuz hĂ‚line dondurulduler. Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın bildirdiği azĂ‚ba uğradılar. Diğer insanlar da, bunların hĂ‚lini gorup korktular. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a sığındılar.
Domuz hĂ‚line gelenler, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı gorunce derman dilerlerdi. Etrafında dolaşarak bunu ifĂ‚de edici hareketler yapar­lardı. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, bunlara isimleri ile hitĂ‚b edince ağlar­lar; başları ile işĂ‚ret edip imdĂ‚d isterlerdi. Ancak cok buyuk bir is­yĂ‚na duştukleri icin, bu azĂ‚bı hak etmişlerdi ve uc gun sonra da tamĂ‚men helĂ‚k oldular. Leşleri de kayboldu.
RivĂ‚yete gore ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, yanından bir domuz ge­cerken «SelĂ‚met ol!» diyordu. EtrĂ‚fındakiler:
“–İlĂ‚hî azĂ‚ba dûcĂ‚r oldukları hĂ‚lde, nicin boyle buyuruyor­sunuz?” diye sordular.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- da:
“–Ağzımı kotuye alıştırmamak icin!” buyurdu.
Gokten İnen Sofra (Maide) Kur'an'da Nasıl Geciyor? Sofra indirilmesi hĂ‚disesi, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle ifĂ‚de buyrulur:
“Hani havĂ‚rîler: «–Ey Meryem oğlu ÎsĂ‚! Rabbin bize gokten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?» demişlerdi. O (da): «–ÎmĂ‚n etmiş kimseler iseniz, AllĂ‚h ’tan korkun!» ce­vĂ‚bını vermişti.”
(Fakat) onlar: «–Ondan yiyelim, kalblerimiz mutmain ol­sun! Bize doğru soylediğini bilelim ve onu gozleriyle gor­muş şĂ‚hidler olalım istiyoruz!» demişlerdi.”
(Bunun uzerine) Meryem oğlu ÎsĂ‚ şoyle dedi: «–Ey Rabbimiz! Bize gokten bir sofra indir ki, bizim icin, gecmiş ve geleceklerimiz icin bayram ve Sen ’den bir Ă‚yet (mûcize) ol­sun! Bizi rızıklandır; zĂ‚ten Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.»”
“AllĂ‚h da şoyle buyurdu: «–Ben onu size şuphesiz in­direceğim; ama bundan sonra icinizden kim inkĂ‚r ederse, kĂ‚inatta hicbir kimseye etmediğim azĂ‚bı, ona edeceğim!»” (el-MĂ‚ide, 112-115)
Âyet-i kerîmelerden de anlaşıldığı gibi, havĂ‚rîlerin mĂ‚ide ta­lebi, kalblerinin mutmain olması icindi. Yoksa şupheleri olduğu icin değildi. Onlar, ilĂ‚hî bir mûcize manzarası seyretmek istiyor­lardı. Ancak bu taleb, buyuk bir mes ’ûliyeti de peşinden getirdiği icin Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-:
“–Eğer mu ’min iseniz AllĂ‚h ’tan korkun!” buyurmuştu.
Burada iki husus vardır:
Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-: “–Mûcizenin mĂ‚hiyetini tĂ‚yin ederek iste­mekte AllĂ‚h ’tan korkun!” buyurdu. Cunku mûcizeyi kendi arzusu istikĂ‚metinde istemek, curum ve haddi aşmaktır. Bir nevî cur ’ettir ve bu kadar mûcize gormuş iken tekrar tekrar mûcize taleb et­mek, yersiz bir istektir. Bu da, îmĂ‚n eden bir kula yakışmaz. Teslîmiyeti zedeler. Diğer taraftan ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-: “–Eğer mu ’min iseniz AllĂ‚h ’tan korkun!” demekle onlara, isteklerinin meydana gel­mesi icin takvĂ‚yı emretmektedir. AmmĂ‚r bin YĂ‚sir -radıyallĂ‚hu anh- ’tan gelen bir hadîs-i şerîfte şoyle rivĂ‚yet edilir:
“Sofra gokten inerdi. Uzerinde ekmek ve et bulunurdu. Yi­yenlere; hıyĂ‚net etmemeleri, alıp saklamamaları ve ertesi gun icin (yemek uzere) ayırmamaları emrolundu. (Fakat) onlar, (bu emri) dinlemeyip hıyĂ‚net ettiler. (Sofradaki yiyecekleri) aldılar ve sakladılar. Bunun uzerine maymunlar ve domuzlar hĂ‚line dondu­rulduler.” (Tirmizî, Tefsîr, 5/3061)
HavĂ‚rîlerin ve ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın Nusaybin ’e Gitmeleri SelmĂ‚n-ı FĂ‚risî -radıyallĂ‚hu anh- ’tan şoyle rivĂ‚yet edilir:
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, Nusaybin ’de kibir ve zulum ile mĂ‚ruf bir hukumdarı îmĂ‚na dĂ‚vet etmeye memur edildi. Kendisinden on­ce oraya birkac havĂ‚rîsini gondermeyi duşundu:
“–Kim gidecek?” diye sordu.
Ya ’kûb:
“–Ben gideceğim.” dedi.
Ona Tevman ve Şem ’un da iltihĂ‚k etti. Şem ’un, Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya:
“–Ey RûhullĂ‚h! İzninizle ben de gideceğim, ancak dara du­şup de sizi cağırırsam, nazar ve yardımlarınızı uzerimizden ek­sik etmeyiniz!” diye ricĂ‚da bulundu.
Ucu birlikte yola cıktılar. Şem ’un şehrin dışında kaldı:
“–Yar­dım isterseniz ben gelirim.” dedi.
Ya ’kûb ve Tevman şehre girdiler. Halkı toplayıp tevhîd akî­desine dĂ‚vet ettiler. Halk, Hazret-i Meryem ve ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- hakkındaki sû-i zanlara inanmış oldukları icin bu dĂ‚vete red ile mukĂ‚belede bulundular. HattĂ‚ onları lĂ‚netlediler. Sonra Tevman ’ı hu­kumdara goturduler. Hukumdar, onun ellerini ve ayaklarını kes­tirdi. Gozlerine de mil cektirip zindana attırdı.
Bu arada Şem ’un, hĂ‚lini gizleyerek şehre girdi. HukumdĂ‚ra yaklaştı. Guzel bir dostluk kurdu ve onun sohbet arkadaşların­dan oldu. Birgun Şem ’un, Tevman ’a bir şeyler sormak istediğini soyleyerek hukumdardan musĂ‚ade istedi. İkisi de birbirlerini ta­nımıyor gibi yaptılar.
Şem ’un:
“–Ey kişi! Sozun nedir?” diye sordu.
Tevman:
“–ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- AllĂ‚h ’ın kulu ve Rasûlu ’dur.” dedi.
Sonra konuşmaları şoyle devĂ‚m etti:
“–Sozunun doğruluğuna delîlin nedir?”
“–Her hastalığa şifĂ‚ olmaktadır.”
“–Bunu tabipler de yapar. Başka delîlin var mı?”
“–Halkın, evlerinde ne yiyip ne sakladıklarını bilir.”
“–Bunu kĂ‚hinler de bilir. Başka?”
“–Camurdan kuş yapıp ucurtur.”
“–Bunu sihirbazlar da yapar. Başka?”
“–Oluleri diriltir!..”
“–İşte bu, insanustu bir şeydir. O hĂ‚lde ÎsĂ‚ ’yı cağıralım. Hakîka­ten oluleri diriltir ise O ’na îmĂ‚n edelim!”
Hukumdar, Şem ’un ’un bu sozlerini hoş karşıladı. Hemen ha­ber ulaştırdılar ve bu dĂ‚vet uzerine ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Nusay­bin ’e geldi. Şem ’un ’u hic tanımıyor gibi yaptı.
Şem ’un hukumdĂ‚ra:
“–İsterseniz O ’nu Tevman ’la deneyelim.” dedi.
Tevman ’ı getirdiler. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- Tevman ’ın ayaklarını ve kollarını sıvazlayınca vucûdu yine eski hĂ‚line geldi. Daha sonra gozlerini de eliyle sildi; onlar da iyileşti.
Şem ’un hukumdĂ‚ra bakıp:
“–İşte bu gercekten peygamberliğe bir delildir.” dedi.
Daha sonra Şem ’un:
“–Ey ÎsĂ‚! Meclisimizde bulunanlar bu gece evlerinde ne ye­diler? Ne sakladılar?” diye sordu.
ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, hepsini bir bir soyledi.
Camurdan yarasa yapmasını teklîf etti. Onu da yapıp ucur­du. Hastalar icin şifĂ‚ talebinde bulundu. Butun hastalar şifĂ‚ya kavuştular. Bir olu diriltmesini istedi. Ustelik diriltilecek şahıs da Nûh -aleyhisselĂ‚m- ’ın oğlu SĂ‚m olarak tĂ‚yin edildi. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, AllĂ‚h ’ın izni ile SĂ‚m bin Nûh ’u da diriltti. SĂ‚m ’a:
“–Olduğun zaman boyle yaşlı mı idin?” dediler.
O da:
“–Hayır! KıyĂ‚met koptu zannettim!..” dedi.
Ardından SĂ‚m bin Nûh, Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın pey­gamberliğini tasdîk ederek, tekrar vefĂ‚t etti.
Bu kadar cok ve acık mûcizeler karşısında hukumdar ve as­kerleri hep birlikte îmĂ‚n ettiler.
Buradan anlaşılmaktadır ki, bir muslumanın akıl ve idrĂ‚k sĂ‚­hibi olması ve firĂ‚setli hareket etmesi gerekir. ZîrĂ‚ her doğru her yerde soylenmez; zamanı beklenir, zemîni hazırlanır.
Habibi Neccar'ın Hikayesi ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, Antakya taraflarına iki havĂ‚rî gonderdi. Bunlar, insanları putperestlikten vazgecip îmĂ‚na gelmeye dĂ‚vet ettiler. Ancak orada putperest bir kral vardı ve bu iki havĂ‚rîyi ya­kalatıp hapse attırdı.
Bunun uzerine ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, havĂ‚rîlerin reisi olan Şem ’un ’u oraya gonderdi.
Şem ’un, ilk once kralla yakınlık kurdu. Kral ve etrĂ‚fı uzerinde oluşturduğu musbet tesirini ve nufûzunu iyice kemĂ‚le erdirdikten sonra da onları guzel bir usûlle îmĂ‚na dĂ‚vet etti. Kral ve etrĂ‚fı bu dĂ‚vetten mutmain olup îmĂ‚n ettiler. Fakat halk îmĂ‚n etmedi.
Halkın bu îtirazlarını duyan Habîbu ’n-NeccĂ‚r isminde bir şahıs, şehrin uzağındaki evinden koşarak onların arasına girdi. Bu elcilerin bildirdiklerine kendisinin inandığını soyleyerek herke­si îmĂ‚na cağırdı. Ancak gĂ‚fil halk, onu dinlemedikleri gibi iyice taşmış bulunan ofkelerine tĂ‚bî olarak Habîbu ’n-NeccĂ‚r ’ı oracık­ta şehîd ettiler.
Bu hĂ‚dise Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle bildirilir:
“Onlara, şu şehir halkını misĂ‚l getir! Hani onlara elciler gelmişti.” (YĂ‚sîn, 13)
“İşte o zaman Biz, onlara iki elci gondermiştik. Onları yalanladılar. Bunun uzerine ucuncu bir elci gonderdik. On­lar: «–Biz size gonderilmiş elcileriz!» dediler.” (YĂ‚sîn, 14)
“Elcilere dediler ki: «–Siz de ancak bizim gibi birer in­sansınız. RahmĂ‚n, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak ya­lan soyluyorsunuz!»” (YĂ‚sîn, 15)
(Elciler) dediler ki: «–Rabbimiz biliyor; biz gercekten si­ze gonderilmiş elcileriz.»” (YĂ‚sîn, 16)
“«–Bizim vazîfemiz, acık bir şekilde AllĂ‚h ’ın buyrukları­nı size teblîğ etmekten başka bir şey değildir!» dediler.” (YĂ‚sîn, 17)
(Fakat gĂ‚fil halk «–Doğrusu siz, bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgecmezseniz, and olsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlakĂ‚ fenĂ‚ bir kotuluk dokunur.» dediler.” (YĂ‚sîn, 18)
“Elciler şoyle cevap verdi: «–Sizin uğursuzluğunuz si­zinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mu­dur? BilĂ‚kis, siz aşırı giden bir milletsiniz!»” (YĂ‚sîn, 19)
“Derken şehrin obur ucundan bir adam koşarak geldi: «–Ey kavmim! Bu elcilere uyunuz!» dedi.” (YĂ‚sîn, 20)
“Sizden herhangi bir ucret istemeyen bu kimselere tĂ‚bî olun; cunku onlar, hidĂ‚yete ermiş kimselerdir.»” (YĂ‚sîn, 21)
Bu tavsiyesinden dolayı, adama donerek:
«–Vay sen de mi onların dînindensin?!» dediler. Bunun uzerine adam şoyle dedi:
“–Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibĂ‚det etmeyecekmişim! HĂ‚lbuki, hepiniz O ’na donduruleceksiniz.” (YĂ‚sîn, 22)
“O ’ndan başka ilĂ‚hlar mı edineyim? O cok esirgeyici AllĂ‚h, eğer bana bir zarar dilerse, onların (putların) şefĂ‚ati ba­na hicbir fayda vermez; beni kurtaramazlar.” (YĂ‚sîn, 23)
“İşte o zaman ben apacık bir sapıklığın icine gomulmuş olurum.” (YĂ‚sîn, 24)
“Şuphesiz ben, Rabbinize inandım; beni dinleyin!” (YĂ‚sîn, 25)
Ancak azgın ve bedbaht guruh, bu sozleri dinlemeyip o zĂ‚tı taş yağmuruna tuttu. Habîbu ’n-NeccĂ‚r tam oleceği esnĂ‚da ona:
“«–Gir cennete!» denildi. (O da bunun uzerine) dedi ki: «–Keşke, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrĂ‚ma mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!»” (YĂ‚sîn, 26-27)
Ebû MucĂ‚hid Hazretleri buyurur ki:
“Mahlûkatın en ahmağı nefistir. Cunku hep kendi aleyhine olan şeyleri ister.”
Nitekim bedbaht ahĂ‚lî, Habîbu ’n-NeccĂ‚r ’ın yuce dĂ‚vetini ka­bûl etmemişler, ayrıca nefsĂ‚nî arzularına uymadığı icin onu uğur­suzlukla ithĂ‚m etmişlerdi. HĂ‚lbuki Habîbu ’n-NeccĂ‚r, onların dun­yĂ‚ ve Ă‚hiret selĂ‚metini istemişti. Fakat onlar, nefsĂ‚niyetlerine tĂ‚bî olarak îmĂ‚na gelmediler ve Ă‚hiretlerini helĂ‚k ettiler.
İSA ALEYHİSSELAMIN GOĞE YUKSELİŞİ MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a gonderilen dinde Benî İsrĂ‚îl gevşek­lik gostermiş, pek cok îtirazlarda bulunmuş ve doğru yoldan tamĂ‚men ayrılmışlardı. Bundan sonra gelen nebîler, kendilerini dĂ‚imĂ‚ îkĂ‚z ettilerse de, bu azgın millet, yine de uslanmayıp şid­dete dahî başvurdular; hattĂ‚ peygamberleri katletmeye kadar aşırıya gidip peygamber kĂ‚tili oldular.
İşte bu kavim, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın zuhûrunda dağınık du­rumdaydı. Bir kurtarıcı bekliyorlardı. Bekledikleri peygamberin, mucĂ‚deleci, tuttuğunu koparan ve cok şiddetli bir kimse olması­nı istiyorlardı. Cunku o peygamber, kendilerini esĂ‚retten kurtarıp buyuk menfaatlere kavuşturmalı idi.
Bunun icindir ki ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, onları hidĂ‚yete dĂ‚vet ile gonderildiğinde, yahûdîler onu cok yumuşak buldular. Ve kendi­sine inanmak istemediler.
Ancak ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, her şeye rağmen sabır gostere­rek yeryuzunde sulh ve selĂ‚met hislerini yerleştirmeye, insanla­rın aralarını duzeltip onları barıştırmaya gayret gosterdi. Yahûdîleri icinde bulundukları sapık yoldan kurtarmaya calıştı. Fakat elleri peygamber kanlarına bulanmış azgın yahûdîler, bu dĂ‚vetten rahatsız oldular. Netîcede Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı oldurme­ye karar verdiler. Hem ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a, hem de etrĂ‚fındaki­lere zulmetmeye başladılar.
Oyle ki, mĂ‚ruz kaldıkları zulumler karşısında havĂ‚rîlerden Yudas, Ishar ve Yot (YehûdĂ‚) irtidĂ‚d etti. Ustelik iclerinden YehûdĂ‚, ZekeriyyĂ‚ ve YahyĂ‚ -aleyhimesselĂ‚m- ’ı olduren cĂ‚nî yahûdîlere ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın bulunduğu yeri haber verdi. Ancak CenĂ‚b-ı Hakk ’ın gazabına uğrayanlardan oldu ve yaptığının cezĂ‚sı ola­rak, cĂ‚nî yahûdîlere ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- sûretinde gosterildi ve car­mıha o gerildi. ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ise, goğe ref ’ edildi.
İsa Aleyhisselamın Goğe Yukselişi Hakkındaki Farklı Goruşler ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın semĂ‚ya ref ’i hakkında farklı goruşler vardır:
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’dan gelen rivĂ‚yete gore, yahûdîlerden bir cemĂ‚at, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ve annesi Hazret-i Meryem ’e dil uzattılar. Hazret-i ÎsĂ‚ da ellerini kaldırdı ve:
“–YĂ‚ Rabbî! Sen beni «Kun! = Ol!» kelimesi ile halk ettin. Bana ve anneme dil uzatanlara lĂ‚net et!” diye duĂ‚ etti.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, bu duĂ‚yı kabûl buyurarak, iftirĂ‚ ve alay eden­leri maymun ve domuza cevirdi.
İşte bu hĂ‚diseden sonra yahûdîler, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı kat­letmeye karar verdiler. HavĂ‚rîlerden YehûdĂ‚ ’ya birkac kuruş pa­ra vererek ondan Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın yerini oğrendiler. Fakat CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m-, RûhullĂ‚h ’ın yanından hic ayrılmıyor, O ’nu koru­yordu. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“...Biz Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’ya acık mûcizeler verdik ve O ’nu Rûhu ’l-Kudus ile guclendirdik...” (el-Bakara, 253)
NihĂ‚yet ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, AllĂ‚h tarafından semĂ‚ya kaldı­rıldı. O sırada otuz uc yaşındaydı.
Yahûdîler, Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın kaldığı eve girince CenĂ‚b-ı Hak, YehûdĂ‚ ’yı ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- şeklinde temessul ettirdi de RûhullĂ‚h ’ın yerine YehûdĂ‚ ’yı oldurduler. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“İnkĂ‚r etmelerinden ve Meryem ’in uzerine buyuk bir iftirĂ‚ atmalarından ve «–AllĂ‚h elcisi Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’yı oldurduk!» de­meleri yuzunden (onları lĂ‚netledik). HĂ‚lbuki O ’nu ne oldur­duler; ne de astılar. Fakat (oldurdukleri) onlara ÎsĂ‚ gibi gos­terildi. O ’nun hakkında ihtilĂ‚fa duşenler, bundan dolayı tam bir kararsızlık icindedirler. Bu hususta zanna uymak dışın­da hicbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak O ’nu ol­durmediler.” (en-NisĂ‚, 156-157)
“BilĂ‚kis AllĂ‚h, O ’nu (ÎsĂ‚ ’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. AllĂ‚h izzet ve hikmet sĂ‚hibidir.” (en-NisĂ‚, 158)
AllĂ‚h, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı yahûdîlerden muhĂ‚faza etmiş O ’­nu oldurmelerine mĂ‚nî olmuştur. Bu kesindir. O ’nu kendi katına kaldırmış bulunduğu da şuphesizdir. Ancak bunun şekli ve za­manı husûsunda değişik rivĂ‚yetler vardır. Ekseriyete gore AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı, kudretiyle mĂ‚nevî semĂ‚lardaki husûsî mevkiine kaldırmıştır. KıyĂ‚metten once tekrar dun­yĂ‚ya gonderecektir. O zaman butun hristiyanlar, musluman ola­cak ve dunyĂ‚da tek din olarak İslĂ‚m kalacaktır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
(Yahûdîler) tuzak kurdular; AllĂ‚h da onların tuzaklarını bozdu. AllĂ‚h, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 54)
“AllĂ‚h buyurmuştu ki: «–Ey ÎsĂ‚! Şuphesiz ki Sen ’i oldurecek olan (onlar değil) Ben ’im; Sen ’i nezdime yukseltecek, Sen ’i kufredenlerin icinden tertemiz (kurtarıp) cıkara­cak ve Sana tĂ‚bî olanları kıyĂ‚met gunune kadar kufredenle­rin ustunde tutacak da (Ben ’im). Sonra donuşunuz (de) yalnız Bana (olacak)tır. İşte (o zaman) aranızda, hakkında ihtilĂ‚f et­mekte olduğunuz şeylerin hukmunu Ben vereceğim.” (Âl-i İmrĂ‚n, 55)
“İnkĂ‚r edenler var ya, onları dunyĂ‚ ve Ă‚hirette şiddet­li bir azĂ‚ba carptıracağım; onların hicbir yardımcıları da ol­mayacak!” (Âl-i &#3