FĂ‚tiha Suresi 7. ayeti ne anlatıyor? FĂ‚tiha Suresi 7. ayetinin meali, Arapcası, anlamı ve tefsiri...FĂ‚tiha Suresi 7. Ayetinin Arapcası:صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْۙ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّٓالّ۪ينَ
FĂ‚tiha Suresi 7. Ayetinin Meali (Anlamı):Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve azıp sapanların yoluna değil.
FĂ‚tiha Suresi 7. Ayetinin Tefsiri:Evet, Rabbimizden en buyuk niyazımız bizi sırat-ı mustakîme, en doğru yola ulaştırmasıdır.
Ayette gecen اِهْدِنَا (ihdinĂ‚) kelimesi “bize hidĂ‚yet et” mĂ‚nasına gelir. “HidĂ‚yet”, istenilen hedefe ulaştıracak şeye lutuf, letĂ‚fet ve nezaketle kılavuzluk etmektir. Bu kılavuzluk, yolu sadece gostermek veya yola goturuvermek ve hatta sonuna kadar goturmek şekillerinden biriyle gercekleşebilir. Birincisine acıklayıcı kılavuzluk veya irşat, ikinciye ulaştırıcı kılavuzluk veya tevfîk denilir. Bu kılavuzlukta lutuf ve letĂ‚fet esastır. Lutuftan maksat, sertlik ve şiddetin karşılıtı olan tatlılık ve yumuşak huyluluktur. LetĂ‚fetten maksat ise nezĂ‚ket ve inceliktir. HidĂ‚yet yalnız, iyiliğe yoneliktir. Mesela hırsıza hırsızlık icin yol gostermeye, rehberlik etmeye hidĂ‚yet denilmez. Dolayısıyla hidĂ‚yet her istenilen şeye mutlaka rehberlik etmek değil, irşat gibi maksadında iyilik, yapılış şeklinde de iyilik ve incelik bulunan bir rehberliktir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in beyĂ‚nına gore Allah ’ın kula hidĂ‚yeti beş kademede gercekleşmektedir:
Birincisi, Allah ’ın akıl ve sorumluluk sahibi varlıklara kabiliyetleri nispetinde akıl, anlayış ve gerekli bilgileri vermesidir. Bunların dışındaki yaratıkların da varlıklarını surdurmek icin gerekli yaşama şartlarını ve vesilelerini var etmesidir.
“Rabbimiz, her şeye yaratılışındaki temel ozellikleri veren, sonra onu yaratılış gĂ‚yesine uygun bicimde yola koyan Allah ’tır” (TĂ‚hĂ‚ 20/50) ayeti bu mĂ‚nayı ifade eder.
› İkincisi, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, insanları peygamberlerinin lisanıyla davet ettiği hidĂ‚yettir.
“Biz o peygamberleri, emrimizle insanlara doğru yolu gosteren onderler yaptık.” (EnbiyĂ‚ 21/73) ayeti bunu anlatır.
› Ucuncusu, peygamberlerle gonderilen bu hidĂ‚yeti kabul edenlere Rabbimizin ikram ettiği tevfik hidĂ‚yetidir.
“Doğru yola uyanlara gelince, Allah onların iman ve hidĂ‚yetlerini artırır” (Muhammed 47/17) ayeti bu mĂ‚nadadır.
› Dorduncusu Allah ’ın mu ’minleri Ă‚hirette cennetin yoluna hidĂ‚yet etmesidir.
“Bizi bu cennete eriştiren Allah ’a hamdolsun! Eğer Allah bize doğru yolu gostermeseydi biz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık” (A‘rĂ‚f 7/43) Ă‚yeti de bu mĂ‚naya işaret etmektedir. Bu mertebelerden bir sonraki bir oncekini gerektirir ve ona terettup eder. (RĂ‚ğıb el-IsfahĂ‚nî, el-MufredĂ‚t, hidĂ‚yet md.)
› Beşincisi ise vahiy, ilham veya sĂ‚dık ruyalar gibi olağanustu yollarla kalplere sırları keşfetmek ve eşyanın hakikatini gostermektir ki bu hususi hidĂ‚yettir. Bilhassa peygamberler ve velilerde meydana gelir. Bu tarz hidĂ‚yetin yolları, harikulĂ‚de yollardır. Az da olsa her ferdin bundan bir nasibi vardır.
İşte biz “hidĂ‚yet ver” duamızla Rabbimizden butun bu guzellikleri istemekteyiz. Bunlar icinde de hususiyle “sırat-ı mustakîm”e ulaştırmasını niyaz etmekteyiz. “SırĂ‚t-ı mustakîm”, kelime olarak “eğriliği ve sapması olmayan dosdoğru yol” demektir. Bundan maksat, yegĂ‚ne hak din olan İslĂ‚m dinidir. Burada asıl maksada ulaştıracak olan vesîle, maksat olarak ifade buyrulmuştur. Cunku asıl maksat Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sıdır. Din ise o maksada goturen vesiledir, yoldur. Bu sebeple ona sırat-ı mustakîm denilmiştir. “Sırat” kelimesinde “inişli cıkışlı, bazan dar bazan geniş, aşması zor yol” mĂ‚nası da vardır. Bu tarifiyle o, inişi cıkışıyla, bazan dar bazan geniş keyfiyetiyle Allah ’ın rızĂ‚sına giden ve gecilmesi zor olan bir yolu; diğer taraftan cehennem uzerine kurulan ve insanların cennete girmek icin muhakkak uzerinden gecmeleri gereken sıratı hatırlatmaktadır. Mekandan munezzeh olan Allah TeĂ‚lĂ‚, kulun cennete varması ve cemĂ‚line ermesi icin bu yolda yurumesini ve bu kopruyu gecmesini istemektedir.
İslĂ‚m dini, insan fıtratının gereği olan her hususta ifrat ve tefritten uzak itidal halini tavsiye etmektedir. Mesela insanda akıl kuvveti vardır. Bunun tefriti ahmaklık, ifratı ise cerbeze olup hakkı bĂ‚tıl bĂ‚tılı hak gosterecek derecede aşırı bir zekĂ‚dır. Bunun ortası ise hikmet olup, hakkı hak bilip ona uymak, bĂ‚tılı bĂ‚tıl bilip ondan kacınmaktır. İnsanda ofke kuvveti vardır. Bunun tefriti cebĂ‚net dediğimiz korkaklıktır; korkulmayacak şeylerden bile korkmaktır. İfratı ise tehevvurdur; maddi mĂ‚nevî hicbir şeyden korkmamaktır. Her turlu zulum ve tahakkum bundan ileri gelir. Orta hali ise şecaattir ki, dinî ve dunyevî hakları icin gerektiğinde canını bile feda edebildiği halde, meşrû olmayan işlerden cekinmektir. Yine insanda şehvet duygusu vardır. Bunun tefriti sonukluktur ki, ne helĂ‚le ne de harama iştahı yoktur. İfratı fucûrdur ki, helĂ‚lle yetinmeyip harama meyleder. Ortası ise iffettir ki, helĂ‚line isteği var, haram olana yoktur. (Bedîuzzaman, İşĂ‚rĂ‚tu ’l-İ‘cĂ‚z, s. 24)
İşte dosdoğru yol olan İslĂ‚m, insanın duygu ve duşuncelerine varıncaya kadar her hususta en guzel, en iyi ve en itidalli olanını emir ve tavsiye etmektedir. Mu ’mine gereken ifrĂ‚t ve tefrîtten uzak durarak orta yolu izlemek ve bu yol uzre devam etmektir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bunu emreden pek cok Ă‚yet ve işaretler vardır. Nitekim:
“Harcamalarında ve başkalarına yardımda eli sıkı olma, ancak varını yoğunu da sacıp savurma!” (İsrĂ‚ 17/29) Ă‚yeti, isrĂ‚f ile cimrilik arasında orta bir yolu emretmektedir.
Resûlullah (s.a.s.), Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın sırat-ı mustakimi şoyle bir misalle tarif ettiğini haber vermektedir: “SırĂ‚t-ı mustakîm dosdoğru bir yoldur. Yolun iki tarafında iki duvar, duvarlarda acılmış perdeli kapılar ve yolun başında da bir davetci var. O davetci: «Ey insanlar! Hepiniz doğru yola giriniz, dağılıp parcalanmayınız!» diye sesleniyor. Birisi perdeli kapılardan birine girmek istediğinde yukarıdan bir başka davetci: «Sakın o perdeyi kaldırma! Kaldırırsan cıkar gidersin!» diye sesleniyor. Bu yol İslĂ‚m ’dır. Duvarlar Allah ’ın koyduğu sınırlardır, kapılar haramlardır, yolun başındaki davetci Allah ’ın kitabıdır. Yukarıdaki davetci ise muslumanın vicdanıdır.” (Ahmed b. Hanbel, Musned, IV, 182-183)
İşte mustakîm yol, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın
“Şuphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur, oyleyse ona uyun. Başka yollara uymayın ki, o yollar sizi grup grup parcalayarak Allah ’a giden yoldan ayırmasın” (En‘Ă‚m 6/153) buyurduğu yoldur. Yine “sırĂ‚t-ı mustakîm”, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendilerine nimet verdiği kimselerin yoludur. Bunlar peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sĂ‚lihlerdir. Nitekim mevzuyla alakalı bir Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“Kim Allah ’a ve Peygamber ’e itaat ederse, işte onlar Allah ’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sĂ‚lihlerle beraberdir. Bunlar ne guzel arkadaştır!” (NisĂ‚ 4/69)
Bu ilĂ‚hî ihsĂ‚n, onların sırlarını inĂ‚yet nûruyla, ruhlarını hidĂ‚yetle, kalblerini velĂ‚yet eserleriyle aydınlatmıştır. Nefislerinden hevĂ‚yı sokup atmıştır. Şerîatın ahkĂ‚mına riĂ‚yet etmek ve şeytanın hilelerine direnmek sûretiyle bu nimetlere kavuşmuşlardır. Ebu ’l-Abbas b. AtĂ‚ der ki:
“Kendilerine nimet verilenler tabaka tabakadır. Ârifler; Allah ’ın kendilerine mĂ‚rifet nimetiyle ikramda bulunduğu kimselerdir. Velîler; doğruluk, rızĂ‚, hoşnutluk, yakîn ve safvet sıfatı verdiği kimselerdir. EbrĂ‚r; hilim, yumuşaklık, şefkat ve merhamet sıfatı ihsĂ‚n buyurduklarıdır. Murîdler, tĂ‚at lezzeti in‘Ă‚m ettikleridir. Mu ’minler ise istikamet verdikleridir.”
الصِّرَاطُ (sırat) kelimesinin peş peşe iki defa zikredilmesi, birinin kuldan Rabb ’e, diğerinin Rab ’den kula olmak uzere iki yol bulunduğuna işaret eder. Kuldan Rabb ’a giden yol korku ile doludur. Bu yolda buyuk tehlikeler vardır. Şeytan işte bu yol uzerine oturmuştur. Nitekim,
“Beni azdırmana karşılık, yemin olsun ki ben de kullarını saptırmak icin senin doğru yolun uzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onlara mutlaka onlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de onların coğunu şukredici bulamayacaksın” (A‘rĂ‚f 7/16-17) ayeti bunu haber verir. Rab ’dan kula giden yol ise guvenlidir, emniyetlidir. O yolda selĂ‚metle gidilir. Bu yolun meziyetleri ve nimetleri boldur. Kılavuzları bilgili, tecrubeli ve guvenilirdir. Bu kılavuzlar peygamberler ve onların vĂ‚risleridir. Sağlam delillerle rehberlik etmektedirler. İşte az once meĂ‚lini verdiğimiz NisĂ‚ sûresi 69. ayet bu yoldan bahsetmektedir. (Bursevî, Rûhu ’l-BeyĂ‚n, I, 22-23)
Bu doğru yol,
gazaba uğramayanların ve dalĂ‚lete duşmeyenlerin yoludur. Dolayısıyla kendilerine nimet verilenler, gazaba uğramaktan ve sapmaktan selĂ‚mette olanlardır. Gazaba uğrayanlar ve sapanlar ise, nimetten mahrum kalanlardır. Bunlar birbirinin zıddıdırlar.
اَلْغَضَبُ (gazap), nefsin cirkin ve kotu bir davranış karşısında intikam isteğiyle heyecanlanmasıdır. Kalpteki kanın oc alma arzusuyla galeyana gelip kaynamasıdır. RızĂ‚nın zıddıdır. Buna ufak farklarla ofke, hiddet ve hışım da denilir. Allah ’a nispet edildiği zaman gazap, nefsî etkilenmelerden arındırılarak neticesi itibariyle intikam iradesi, hoşnut olmama, şiddetle yakalama veya ceza verme mĂ‚nasına gelir.
الضَلاَلُ وَ الضَلَالَةُ (dalĂ‚l ve dalĂ‚let), bilerek veya bilmeyerek, kasten veya hata ile doğru yoldan sapmaktır. HidĂ‚yetin zıddıdır. DalĂ‚lete duşmenin en muhim sebebi gaflet ve şaşkınlıktır. Kelimeden ilk olarak hissedilen mĂ‚na, maddi yoldan sapmaktır. Sonra din ve mĂ‚nevîyatla ilgili hususlarda kullanılmıştır.
Âyet-i kerîme, gazaba uğrayan ve dalĂ‚lete duşen butun fertleri ve grupları şumûlune almaktadır. Bunlar kĂ‚firler, muşrikler, asiler ve Allah ’ı tanımayan sapıklardır. İman, ilim, amel ve istikamet yolunu terk edip kufur, cehalet, isyan ve fasıklık yolunu tutanlardır.
Peygamber Efendimiz: “Gazaba uğrayanlar yahudiler, dalĂ‚lete duşenler de hıristiyanlardır” (Tirmizî, Tefsiru ’l-Kur ’an, 1, 2) buyurmuşlardır. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de yahudiler hakkında,
“Allah ’ın lĂ‚netlediği ve gazap ettiği kimseler” (MĂ‚ide 5/60) beyĂ‚nı gecmektedir. Hıristiyanlar hakkında ise:
“Daha once kendileri saptığı gibi, pek coklarını da saptırmış” (MĂ‚ide 5/77) buyrulur. Yalnız burada maksat, gazabın ozellikle yahudilere, dalĂ‚letin de ozellikle hıristiyanlara has bir şey olduğunu ifade etmek değildir. Cunku Ă‚yet-i kerîmelerde gazab-ı ilĂ‚hî bĂ‚zan hıristiyanlara nisbet edildiği gibi, bĂ‚zan da dalĂ‚let yahudilere nisbet edilmektedir. Bazan de bu ifadeler, yahudi ve hıristiyanların dışında kĂ‚fir, munafık, gunahkĂ‚r ve fĂ‚sıklar icin de kullanılmaktadır. Dolayısıyla Ă‚yet umûmi mĂ‚na ifade etmektedir. yahudi ve hıristiyanlar ise, zaman ve mekan itibariyle yakın birer ornek olarak zikredilmişlerdir.
Birkac ayetten oluşan FĂ‚tiha, yaratanın, yaratılışın ve yaratıkların butun sırlarını toplayan son derece kapsamlı bir sûredir. Baş taraftaki uc Ă‚yetle sondaki uc Ă‚yeti birbirine bağlayan “kulluk” ayetiyle FĂ‚tiha, sayıya gelmez bir varlıklar denklemini beyĂ‚n etmektedir. FĂ‚tiha ’daki bu ruhu ve denklemi, şu kudsî hadis ne guzel izah eder:
“Ben namaz sûresi olan FĂ‚tiha ’yı kendim ile kulum arasında yarı yarıya taksim ettim; yarısı benim, yarısı kulumundur. Kuluma istediğini veririm”. Peygamber Efendimiz devamını şoyle acıklıyor: Kul,
«Hamd, Âlemlerin Rabbi Allah ’a mahsustur» deyince Allah da; «kulum bana hamdetti» der. Kul
«O, RahmĂ‚n ve Rahîmdir» deyince Allah da «kulum beni ovdu» der. Kul
«O, hesap ve ceza gununun tek sahibidir» deyince, Allah da «kulum beni ululadı» der. Ve buraya kadar benimdir.
«Rabbimiz! Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz» kısmı kulumla benim aramdadır. Sûrenin sonu olan «
Bizi sırat-ı mustakîme eriştir. Kendilerine nimet verdiğin, gazaba uğramayan ve dalĂ‚lete duşmeyenlerin yoluna» kısmı ise «yalnız kuluma aittir ve kulumun istediği kendisine verilecektir» buyurur.” (Muslim, SalĂ‚t 38)
FĂ‚tiha sûresini okuyan veya dinleyen kişi, sûre bitince “Ă‚mîn” der. Amin, “duamızı kabul buyur, elimizi boş cevirme” mĂ‚nasında bir dua sozudur. Kur ’an nazmının bir parcası değildir. Bu sebeple Mushaf ’a yazılmamıştır. Resûlullah (s.a.s.) Efendimiz şoyle buyurmuştur:
“İmam «veleddĂ‚llîn» dediği zaman hepiniz «Ă‚min» deyiniz. Cunku melekler «Ă‚min» derler. Âmin demesi, meleklerin Ă‚minine rastgelenin gecmiş gunahları affedilir.” (BuhĂ‚rî, Tefsiru ’l-Kur ’an 1) Bu sebeple “Ă‚min” demek sunnettir. Namazda imam ve cemaat tarafından gizlice soylenir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in getirdiği mĂ‚na ve mesajlara guzel bir giriş ve şumullu bir ozet mĂ‚hiyetindeki FĂ‚tiha sûresinden sonra, Kur ’an ’ın zirvesi mesabesindeki (bk. Tirmizî, FezĂ‚ilu ’l-Kur ’an 2) Kur ’an ’ın en uzun ve en muhtevalı sûresi olan Bakara sûresi gelmektedir. Kur ’Ă‚n hayat sahibi bir varlığa benzetilecek olursa FĂ‚tiha sûresi bunun başı, Bakara sûresi govdesinin en onemli kısmı, diğer sûreler o varlığın diğer azaları ve cihazları mesĂ‚besindedir:
FĂ‚tiha Suresi tefsiri icin tıklayınız...
Kaynak: Omer Celik Tefsiri
FĂ‚tiha Suresi 7. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler icin tıklayınız...
İslam ve İhsan