İyi niyetli ve ihlaslı olmanın fazilet ve sevabı nedir? Allah (c.c) katında niyetlerimiz ve amellerimizin karşılığı nasıldır? İyi niyet ve ihlas ile ilgili ayet ve hadisler...İyi niyet, geyemizin saf, pak ve temiz olmasıdır. İhlas, hĂ‚l ve hareketlerinde Allah rızĂ‚sına yonelme. Doğru, samimi, kalbî ve karşılıksız sevgi, samimi bağlılık. RiyĂ‚ karışmamış, samimi ibadet anlamlarına gelmektedir.
İYİ NİYET VE İHLAS İLE İLGİLİ AYETLER
İyi niyet ve İhlas İle İlgili Ayetler:
“Onlara sadece şu emredilmişti: BĂ‚tıl dinleri bırakarak yalnız Allah ’a yonelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar, zekĂ‚tı versinler. İşte doğru din budur.” (Beyyine sûresi (98), 5) Yahudi ve hıristiyanlara tıpkı İbrĂ‚him aleyhisselĂ‚m gibi olmaları, Allaha hicbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mutevĂ‚zi ve saygılı davranmaları emrolunmuştu. Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları, yalnızca Allah ’a ibadet edip namaz kılmaları, zekĂ‚t vermeleri istenmişti. Zaten Allah tarafından gonderilen butun kitaplarda yazılan budur. Diğer bir ifadeyle soylemek gerekirse ilĂ‚hî dinlerde değişmeyen uc esas vardır: Allah ’a imĂ‚n etmek, namaz kılmak ve zekĂ‚t vermek. Fakat onlar bu emirlere uymadılar. İşte bu sebeple muslumanların ihlĂ‚s, samimiyet ve durust bir niyetle Allah ’ın buyruklarını yerine getirmeye calışmaları şarttır. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emirlerine uymayan yahudi ve hıristiyanlara hicbir şekilde benzememeleri gerekmektedir.
“Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah ’a ulaşır. Allah ’a sadece sizin ihlĂ‚s ve samimiye-tiniz ulaşır.” (Hac sûresi (22), 37) Kurbanın akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir. İnsanlar icin durum boyle olabilir. Allah TeĂ‚lĂ‚ kurbanın ne etine, ne de kanına bakar. Onun icin onemli olan, hayvanın sırf Allah rızĂ‚sı icin kesilmesidir. Kurban edilen hayvan Allah rızĂ‚sı icin kesilmiyorsa, o kurbanın hicbir değeri yoktur. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın değer verdiği, karşılığında mukĂ‚fat yazdığı şey insanın ihlĂ‚sı, iyi niyeti ve samimiyetidir.
“De ki, gonlunuzdeki duyguları saklasanız da, acıklasanız da Allah hepsini bilir.”Âl-i İmrĂ‚n sûresi (3), 29 Gizlilik veya acıklık insanlar icin soz konusudur. Allah TeĂ‚lĂ‚ insanların gozlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi, kalblerinden gecen duygu ve duşunceleri de bilir. Allah ’a inanan, onun gonderdiği dini benimseyen bir kimse butun davranışlarını, hatta gonlunden gecen duyguları bile kontrol etmelidir.
İYİ NİYET VE İHLAS İLE İLGİLİ HADİSLER
Yapılan işler niyetlere gore değerlenir Mu ’minlerin emîri Ebû Hafs Omer ibni HattĂ‚b radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’i şoyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere gore değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine gore alır. Kimin niyeti Allah ’a ve Resûlu ’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline gececek sevap da Allah ’a ve Resûlu ’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dunyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak icin yola cıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye gore değerlenir.”
(BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-vahy 1, ÎmĂ‚n 41, NikĂ‚h 5, MenĂ‚kıbu ’l-ensĂ‚r 45, İtk 6, EymĂ‚n 23, Hiyel 1; Muslim, İmĂ‚ret 155. Ayrıca bk. Ebû DĂ‚vûd, TalĂ‚k 11; Tirmizî, FezĂ‚ilu ’l-cihĂ‚d 16; NesĂ‚î, TahĂ‚ret 60; TalĂ‚k 24, EymĂ‚n 19; İbni MĂ‚ce, Zuhd 26)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
“Yapılan işler niyetlere gore değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve gunahlar ile yakından ilgili ve son derece onemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû DĂ‚vûd, Tirmizî, DĂ‚rekutnî gibi buyuk Ă‚limler, bu hadisle,
İslĂ‚miyet ’in ucte birini anlamanın mumkun olduğunu soylemişlerdir. İmĂ‚m ŞĂ‚fiî,
bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu
din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmĂ‚m BuhĂ‚rî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne olduğunu gorelim:
Niyet, bir işi Allah rızĂ‚sı icin yapmayı kalbden gecirmektir.
İş ya
kalble, ya
dille veya
diğer organlarla yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve duşuncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sozler ve davranışlar coğu zaman niyete bağlı olduğu icin, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yĂ‚ni yapılan işler niyete gore değer kazanır sozu, coğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin duşuncesiyle ve sevap kazanmak umidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu duşunceden vazgecmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.
Kalbden gecen duşunceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu duşunceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte goruleceği uzere Allah TeĂ‚lĂ‚ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni Omer ’in Ă‚lim ve zĂ‚hid oğlu Medine ’nin yedi fakihinden biri olan SĂ‚lim, halife Omer İbni Abdulazîz ’e yazdığı mektupta şoyle demişti:
“Şunu iyi bil ki, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah ’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah ’ın yardımı da o kadar azalır.”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine gore alması şu gerceği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet gorunuş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve guzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah ’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccuhunu kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak duşuncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hicbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlĂ‚s ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası icin yapmış olmamızdır. MeselĂ‚ insanlar beni gorsun ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekĂ‚t vermek şirk derecesinde buyuk bir gunahtır. Fakat gosterişi aklından gecirmeyen bir mu ’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin goreceği bir yerde namaz kılıp zekĂ‚t vermesi faziletli bir davranıştır. Boyle bir mu ’min hem gorevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.
İyi niyete dayanmayan, sadece gosteriş icin yapılan ibadetlerin ve guzel davranışların Allah katında hicbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misĂ‚lle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe gore kıyamet gununde ilk defa bir şehid hakkında hukum verilecek. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda carpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat CenĂ‚b-ı Hak ona:
— Yalan soyledin. Sana cesur adam desinler diye carpıştın, buyuracak ve o adam yuz ustu suruklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim oğrenip oğreten ve Kur ’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi oğrendim ve oğrettim. Senin rızĂ‚nı kazanmak icin Kur ’an okudum, diyecek. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona:
— Yalan soyledin. İlmi, sana Ă‚lim desinler diye oğrendin. Kur ’an ’ı ise, guzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim oyle de denildi, buyuracak. O adam da yuz ustu suruklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası icin harcadığını soyleyeceği, ona, “comert adam” desinler diye malını sarfettiği soyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir
(Muslim, İmĂ‚re 152).
Bu niyet hadisinden şoyle bir sonuc da cıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete donuşebilir. MeselĂ‚ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini duşunurse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı duşunurse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah ’a ve Resûlu ’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline gececek sevap da Allah ’a ve Resûlu ’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor.
Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mĂ‚nĂ‚da hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“MuhĂ‚cir, Allah ’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur
(bk. 1569 nolu hadis).
Hadiste sozu edilen hicretten maksat, kĂ‚firlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslĂ‚m yurduna gocmek demektir. Hz. Peygamber ile ashĂ‚bı, Mekke ’den Medine ’ye bu maksatla gocmuşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ’in soylemek istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dunyevî bir cıkar duşunmemiş, sadece Allah ’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah ’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlu ’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor gorunse bile, aslında bir dunyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola cıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hicbir sevap kazanamaz. Bu gerceği Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle belirtmiştir:
“Kim Ă‚hiret kazancını istiyorsa, onun kazancını coğaltırız. Dunya kazancını isteyene de dunyalık veririz; ama onun Ă‚hirette bir nasibi olmaz” [ŞûrĂ‚ sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i şerîfin soylenmesine şoyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:
SahĂ‚bîlerden biri, Ummu Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o gunlerde Ummu Kays Medine ’ye hicret etmeyi duşunmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahĂ‚bîye, niyeti ciddî ise Medine ’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke ’deki kurulu duzenini terketmeyi henuz duşunmeyen o sahĂ‚bî Ummu Kays ’la evlenmek arzusuyla Medine ’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahĂ‚bîler, Ummu Kays ’ın muhĂ‚ciri anlamında “MuhĂ‚ciru Ummu Kays” diye takıldıkları o zĂ‚tın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye acıklık getirerek herkesin niyetine gore sevap kazanacağını belirtir.
Hadisten Oğrendiklerimiz Yapılan işlerden sevap kazanabilmek icin o işlere iyi niyetle başlamak gerekir. Niyetin kalben yapılması onemli olduğu icin, bunu ayrıca dille soylemek şart değildir. Allah rızası gozetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz. İnsan gorunduğu gibi olmalı, dunyevî bir cıkar icin dini kullanmamalıdır. İhlĂ‚s, niyet sağlamlığı demektir.
Niyetlerine Gore Hesaba Cekileceklerdir Mu ’minlerin annesi Ummu Abdullah Âişe radıyallahu anhĂ‚ ’dan rivayet edildiğine gore Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
—Bir ordu KĂ‚be ’ye saldırmak uzere yola cıkacak; bir cole geldiklerinde baştan sona butun ordu yere batacaktır.”
Hz. Âişe der ki, bunun uzerine ben, YĂ‚ Resûlallah, onların arasında ticaret icin yola cıkanlar ve kotu niyetli olmayanlar varken nicin hepsi birden yere batacaktır? diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
—Hepsi birden yere batacak, Ă‚hirette yeniden diriltilip niyetlerine gore hesaba cekileceklerdir” buyurdu.
BuhĂ‚rî, Buyû` 49; Hac 49, Muslim, Fiten 4-8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; NesĂ‚î, MenĂ‚sik 112; İbni MĂ‚ce, Fiten 30
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadîs-i şerîfte, KĂ‚be ’yi yıkma niyetiyle yola cıkan bir ordunun başına gelecek felĂ‚ket haber verilmektedir. Bu cirkin olay, hamd olsun henuz meydana gelmedi; fakat
Beytullah dediğimiz bu Allah Evi, bugune kadar bircok defa saldırıya uğradı. Bu olaylardan biri Emevîlerin ilk yıllarında cereyan etti:
Hz. Âişe ’nin yeğeni
Abdullah İbni Zubeyr, hicretin 72. yılında Emevîlere karşı halifeliğini ilĂ‚n ederek Harem-i şerîfe sığındı. Emevîlerin vali ve kumandanlarından HaccĂ‚c-ı ZĂ‚lim Mekke ’yi kuşattı ve KĂ‚be ’yi mancınıkla taşa tuttu. Abdullah İbni Zubeyr arkadaşlarıyla birlikte onlara karşı kahramanca savaşarak hicretin 73. yılında şehid duştu.
Bir diğer KĂ‚be tahribi olayı, hicretin dorduncu asrında
Karmatîler tarafından yapıldı. Suûdî Arabistan ’daki AhsĂ‚ ’da mustakil bir devlet kurmuş olan bu insafsız insanlar, 317 (929) yılında KĂ‚be ’yi tavaf eden bircok muslumanı kılıctan gecirerek Hacer-i esved ’i yerinden soktuler ve alıp memleketlerine goturduler. Yirmi yıl sonra tekrar getirip yerine koydular.
Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın KĂ‚be ’ye fillerle saldıran Ebrehe ordusunu nasıl perişan ettiği Fil sûresinde anlatılmakta, ileride meydana geleceği anlaşılan bu olayda da KĂ‚be ’yi koruyacağı gorulmektedir. Fakat kıyamet yaklaştığı zaman bu mubarek binanın artık korunmayacağı, “Habeşlilerden ince bacaklı bir adamın KĂ‚be ’yi harap edeceği” guvenilir hadîs-i şerîflerde belirtilmektedir (BuhĂ‚rî, Hac 47, 49; Muslim, Fiten 57-59).
KĂ‚be ’yi yıkmaya gelen ordunun batacağı yer belli değildir.
HĂ‚tıra bir soru gelmektedir: KĂ‚be ’ye bir kotuluk duşunmeyen bazı sucsuz insanlar nicin yere batırılacaktır?
Bunun cevabı şudur: Oyle gunĂ‚hlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o gunĂ‚hın yapılmasına goz yuman kimselere de erişir. Şu hĂ‚lde her koyun kendi bacağından asılır, diye duşunmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belĂ‚ ile karşılaşmamak icin kotuluklere aslĂ‚ goz yummamalı, meydan kotulere bırakılmamalıdır. Şayet kotulere engel olunamıyorsa, onlardan suratle uzaklaşılmalıdır.
Hadisimizin hatırlattığı onemli konulardan biri,
kotulerin yanında bulunmanın sakıncalarıdır. Bu sakıncaların en onemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir hastalık gibi etraftakilere bulaşmasıdır.
Ayrıca iyi kimseleri kotulerle birlikte gorenler, kotulerin yaptığı fenalığın onemsiz olduğunu zannederler. Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır. Şu Ă‚yet-i kerîme zĂ‚limlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir:
“Aranızdan sadece zĂ‚limlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının!” [EnfĂ‚l sûresi (8), 25].
Ne var ki, kotuleri uyarmak da bir gorevdir. AhlĂ‚kı guzel, dinî bilgisi mukemmel olan kimseler onların yanına gitmeli ve kendilerine iyiyi, doğruyu ve guzeli anlatmalıdır.
HĂ‚tıra gelen sorulardan biri de şudur:
İleride olacak hĂ‚diseleri yĂ‚ni gaybı yalnız Allah bildiği hĂ‚lde, kıyamete yakın meydana gelecek bu olayı Hz. Peygamber acaba nereden oğrendi?
Bu sorunun cevabı bir Ă‚yet-i kerîmede şoyle verilmektedir:
“Gorunmeyeni (gaybı)
bilen Allah ’tır. O sırlarını kimseye bildirmez. Ancak bu sırları dilediği peygamberine haber verir” [Cin sûresi (72), 26-27].
Demekki bu hĂ‚diseyi Peygamber Efendimiz ’e Allah TeĂ‚lĂ‚ bildirmiştir.
Hadisimizin bize oğrettiği hususlardan biri de mĂ‚bed duşmanlarının hic bir zaman eksik olmayacağı, her devirde değişik tahrip silahlarıyla ve değişik gorunumlerde ortaya cıkacağıdır. Biz butun mescidlere, cĂ‚milere Allah ’ın evi deriz. Butun mĂ‚bedlerin kıblegĂ‚hı olan KĂ‚be ise en buyuk Beytullah ’tır. Onu yok etmeyi aklına koyanlar eksik olmadığına gore, diğer mĂ‚bedlerin duşmanları her devirde cıkacaktır.
Hadîs-i şerîfte asıl anlatılmak istenen husus, niyetin onemidir. KĂ‚be ’yi yıkmaya gidenlerin arasında mĂ‚sum kimseler bulunabilir. Bunların bir kısmı savaşa zorla goturulmuş olabilir. Bir kısmı da başka bir yere giderken onlara rastlamış olabilir. Kotuluk yapmayı duşunmediği hĂ‚lde kotulerin arasında bulunan kimselerin dunyadaki cezası, onlarla birlikte yok olmaktır. Âhirette ise niyetlerine gore hesaba cekileceklerdir. Şayet niyetleri kotu ise cehenneme, iyi ise cennete gideceklerdir.
Hadisten Oğrendiklerimiz Ameller, niyetlere gore değer kazanır. Bir işi iyi niyetle yapanlar, onun mukĂ‚fatını gorurler. Kotu bir işi istemeden yapanlar ise, kotu niyetli olmadıkları icin, cezaya carptırılmazlar. ZĂ‚limlerin ve gunahkĂ‚rların arasında bulunmak, onların sayısını cok gosterir; taraftarlarının artmasına yol acar. ZĂ‚limlerden uzak durmayanlar, onların başına gelecek cezaya da ortak olurlar.
Cihad ve Niyet Vardır Âişe radıyallahu anhĂ‚ ’dan rivayet edildiğine gore Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa cağırıldığınız zaman hemen katılın.”
BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-ensĂ‚r 45, CihĂ‚d 1, 27, 184; Muslim, Hac 445, İmĂ‚ret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; NesĂ‚î, Bey`at 15
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
İslĂ‚miyet ’in ilk yıllarında, Mekke ’de, muslumanlara hayat hakkı tanımak istemeyen muşrikler, onlara pek ağır işkenceler yapıyorlardı. Bu işkencelere dayanamayan bazı muslumanlar Allah ’ın emirlerini gonul huzuruyla yaşayabilmek icin kendi yurtlarını, yuvalarını terkettiler. Peygamber Efendimiz ’in buyruğu uzerine
Habeşistan ’a hicret ettiler. Daha sonraki yıllarda
Medine, muslumanların huzurla yaşayabileceği bir barınak hĂ‚line gelince, Efendimiz oraya hicret edilmesini tavsiye etti. Bir muddet sonra kendisi de oraya goctu. Medine huzurlu bir İslĂ‚m diyarı olmakla beraber, burada bir İslĂ‚m devletinin kurulması ve yaşatılması icin oradaki muslumanların sayısı yeterli değildi. Başka yerlerde bulunan muslumanların Medine ’ye gelmesi bu bakımdan zorunlu idi.
Hicretin 8. yılı Ramazan ayında (Aralık 630) Mekke fethedilip de İslĂ‚m guneşinin ilk doğduğu bu mubarek şehir İslĂ‚m diyarı olunca, artık oradan Medine ’ye hicret etmenin bir mĂ‚nası kalmadı. Zira muslumanların yıllarca korkulu ruyası olan Mekkeliler Hak dini kucaklamak zorunda kaldılar. Muslumanlara zararı dokunabilecek kimseler ortadan kalkınca Resûl-i KibriyĂ‚ da Mekke ’den hicret etme işini durdurdu. Boylece bu mubarek diyarın, dunya durdukca İslĂ‚m ulkesi olarak kalacağına da işaret etmiş oldu.
Mekke ’nin fethi hem İslĂ‚m tarihi hem de İslĂ‚m ’ın yaşanması bakımından onemli bir başlangıc oldu. O tarihten itibaren muslumanlar guclendiği icin Medine ’ye Hz. Peygamber ’in yanına gelerek ona destek olmaya gerek kalmadı. Hadîs-i şerîfteki “Fakat cihad ve niyet vardır” ifadesi muslumanların hicret sonrası yeni gorevlerini belirlemektedir. Bu da İslĂ‚m ’ı ve muslumanları kalkındırmak icin bir taraftan duşmanlarına karşı mucĂ‚dele vermek, cihad arzu ve aşkını devamlı canlı tutmak, bir taraftan da İslĂ‚m ’a hizmet etme ve Allah rızasını kazanma niyetiyle, uzak diyarlara giderek ilim tahsil etmektir. Cihad ruhuyla yetişen musluman, “Haydin savaşa” dendiği zaman korkup kacmayacaktır. Allah ’ın rızasını elde etmek icin bir nevi
gecici hicret olan savaşa koşarak gidecektir.
Butun cabalara rağmen İslĂ‚m yurdundaki kotulere ve kotuluklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gundeme gelir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“Tovbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tovbe ise guneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur (Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d 2; Ahmed İbni Hanbel, Musned, IV, 99). Demek oluyor ki, hayat devam ettiği surece ihlĂ‚s, samimiyet ve iyi niyet devam edecektir. İnsan bu ozellikleri hicbir zaman bırakmayacaktır. Gerektiğinde Allah uğrunda canla başla hizmet edecektir.
Hadisten Oğrendiklerimiz Mekke fethedildikten sonra Medine ’ye hicret etme mecburiyeti kalkmıştır. Bir ulke İslĂ‚m diyarı olunca, orayı bırakıp başka yere gitmemelidir. Orada kalıp kotulerle ve kotuluklerle savaşılmalıdır. Bu da bir fayda sağlamıyorsa, İslĂ‚miyet ’in rahatca yaşanacağı bir yere hicret edilebilir. Muslumanların, cihad aşkını hep canlı tutmaları, savaşa cağırılınca koşarak gitmeleri gerekir. Yaşadığı yerden ayrılarak ilim tahsil etmek icin başka yerlere ve ulkelere giden musluman, hicret etmiş gibi sevap kazanır.
Sevap Kazanmada Size Ortak Olurlar Ebû Abdullah CĂ‚bir İbni Abdullah el-EnsĂ‚rîradıyallahu anhumĂ‚ şoyle dedi:
— Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki:
—Hastalıkları yuzunden Medine ’de kalan oyle kimseler var ki, siz bir yolda yuruduğunuz veya bir vĂ‚diyi gectiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.”
Bir başka rivayete gore:
—Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu. (Muslim, İmĂ‚re 159)
Onlar Da Bizimle Yuruyormuş Gibi Sevap Kazanırlar Enes radıyallahu anh şoyle dedi:
— Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Tebuk Gazvesi ’nden donduğumuz sırada şoyle buyurdu:
-“Medine ’de bizden geride kalan oyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vĂ‚diye girdiğimizde onlar da bizimle yuruyormuş gibi sevap kazanırlar. Cunku onları birtakım mĂ‚zeretleri alıkoymuştur.” (BuhĂ‚rî, MegĂ‚zî 81, CihĂ‚d 35. Ayrıca bk. Ebû DĂ‚vûd, Cihad 19; İbni MĂ‚ce, CihĂ‚d 6)
Hadisleri Nasıl Anlamalıyız? Resûl-i Ekrem Efendimiz ’in hicretin 9. yılında yapılan
Tebuk Gazvesi ’nden donerken soylediği bu hadîs-i şerîf, niyet ve ihlĂ‚sın onemini belirtmektedir.
Asr-ı saĂ‚dette bir savaş cıktığı zaman, butun sahĂ‚bîler o savaşa katılmak icin can atardı. Herkes kendi imkĂ‚nlarıyla veya varlıklı muslumanların yardımlarıyla savaşa hazırlanırlardı. Maddî imkĂ‚nsızlıkları yuzunden savaşa katılamayanlar, buyuk bir sevaptan mahrum kaldıklarını duşunerek uzulur, gozyaşı dokerlerdi. Bu defa da oyle olmuştu. Resûl-i KibriyĂ‚ ’nın bu son gazvesine gidemeyenler hep İslĂ‚m ordusunu duşunmuşler, savaşa katılan bahtiyarların arasında olmayı hayĂ‚l etmişlerdi.
Her iki hadîs-i şerîfte de, hastalıkları veya başka mĂ‚zeretleri yuzunden savaşa katılamayan bazı muslumanların, savaşa katılan mucĂ‚hidler gibi sevap kazanacakları ifade buyurulmaktadır. Zira ellerinden gelseydi onlar da savaşa gidecekler, nice eziyetlere katlanacaklar, hatta canlarını Allah yolunda seve seve vereceklerdi.
NisĂ‚ sûresinin 95. Ă‚yetinde, butun imkĂ‚nlarını ortaya koyarak Allah yolunda savaşan kimselerle, ozurleri bulunmadığı halde savaşa gitmeyip evlerinde oturanların bir olmadığı soylenmekte, savaşanların otekilerden ustun sayıldığı belirtilmektedir. Bu Ă‚yet-i kerîme, hadisimize ters duşmemektedir. Zira Ă‚yette mĂ‚zeretsiz olarak savaşa gitmeyenlerden, burada ise mĂ‚zereti sebebiyle savaşa gidemediği icin uzulup ağlayan mucĂ‚hid ruhlu yiğitlerden soz edilmektedir. İki grup arasında dağlar kadar fark vardır.
Allah yolunda cihad etmek, şehĂ‚det şerbetini kana kana icmek arzusuyla yanıp kavrulduğu halde, maddî ve bedenî gucsuzluk yuzunden buna imkĂ‚n bulamayanları, korkaklık, tenbellik veya rahatına duşkunluk gibi sebeplerle savaştan kacanlardan ayıran husus,
niyet,
samimiyet ve
ihlĂ‚stır. İnsanı Allah katında değerli kılan işte bu ozelliklerdir.
Hadislerden Oğrendiklerimiz Allah yolunda savaşan kimsenin attığı her adım, yaptığı her davranış ona sevap kazandırır. Allah katında makbul olan bir işi imkĂ‚nsızlıkları sebebiyle yapamayanlar, onu yapmayı ihlĂ‚s ve samimiyetle arzu ettikleri takdirde, yapmış gibi sevap kazanırlar.
Niyet Ettiğin Sadaka Sevabını Kazandın Ebû Yezîd Ma`n İbni Yezîd İbni Ahnesradıyallahu anhum -Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahĂ‚bîdir- şoyle dedi:
Babam Yezîd sadaka vermek uzere yanına birkac dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid ’e uğrayarak paraları aldım ve babama goturdum.
Babam:
- VallĂ‚hi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in yanına giderek durumu arzettim.
Bunun uzerine Hz. Peygamber şoyle buyurdu:
- “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n! Aldığın para da senindir.” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t 15. Ayrıca bk. DĂ‚rîmî, ZekĂ‚t 14; Ahmed İbni Hanbel, Musned, III, 470)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadîs-i şerîfte yine niyetin onemi belirtilmektedir.
Ma`n ’ın babası Yezîd, Mescid ’de oturan bir sahĂ‚bînin yanına, muhtaclara vermesi icin bir miktar para bırakmıştı. Fakir olan, ustelik o parayı kimin bıraktığını bilmeyen oğlu, boyle bir yardıma ihtiyacı olduğu icin parayı oradan almıştı. Babası durumu oğrenince, sadakasının boşa gittiğini duşunerek “O parayı sana vermek isteseydim, getirir verirdim. Ben onu sadaka niyetiyle Mescid ’e bıraktım. Sen almamalıydın?” diye oğluna cıkışmıştı. Bu parayı alıp harcamasının hicbir sakıncası olmadığını duşunen Ma ’n, babasıyla birlikte Resûl-i Ekrem ’in huzûruna gelerek meseleyi arzetmiş, Resûlullah Efendimiz de Ma`n ’ı haklı bulmuştu.
Hadîs-i şerîflerde uzerinde genişce durulan konulardan biri, aile fertlerine verilen sadakanın son derece makbûl olduğudur. Bu tur harcamaların değeri, onemi ve sevĂ‚bı 291 numaralı hadisten itibaren başlayacak olan “Ailenin Gecimi” bahsinde ele alınacaktır.
Goruluyor ki, sadaka veren icin onemli olan, parasını Allah yolunda harcamaya niyet etmesidir. Yaptığı yardım, sadaka almaması gereken birinin eline gecse bile, o, niyeti sebebiyle sevap kazanmış olur. Sadaka nĂ‚file bir ibadet olduğu icin, bir mu ’min onu, kendilerine bakmak zorunda olduğu kimselere, meselĂ‚ babasına, dedesine, oğluna, kızına, hatta torununa verebilir. Ancak zekĂ‚tı, kendisine bu kadar yakın olanlara veremez.
Sadaka bizzat verilebileceği gibi, bir vekil aracılığıyla da verilebilir. Vekil eliyle verildiği takdirde, nĂ‚file ibadetlerde ozellikle aranan, iyiliği gizlice yapma esasına da uyulmuş olur.
Hadisten Oğrendiklerimiz Sadaka verirken, Allah rızası icin vermeye niyet etmek şarttır. Sadakalar insanın en yakınına verilebilir. Sadakalar bir vekil vasıtasıyla da verilebilir. AshĂ‚b-ı kirĂ‚mın hayatında, mescidlerin onemli yeri vardı. Sadaka vermek icin bile mescidden faydalanırlardı.
Ucte Birini Dağıt! Cennetle mujdelenen on sahĂ‚bîden biri olan Ebû İshĂ‚k Sa`d İbni Ebû VakkĂ‚s radıyallahu anh şoyle dedi:
VedĂ‚ Haccı yılında (Mekke ’de) yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyĂ‚retime geldi. Ona:
- YĂ‚ Resûlallah! Gorduğun gibi cok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirascım da yok. Malımın ucte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? diye sordum.
Hz. Peygamber:
-
“Hayır”, dedi.
- Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine:
-
“Hayır”, dedi.
- Ya ucte birine ne buyurursun, yĂ‚ Resûlallah? diye sordum.
-
“Ucte birini dağıt! Hatta o bile cok. Mirascılarını zengin bırakman, onları muhtac bırakıp da halka avuc actırmaktan hayırlıdır. Allah rızĂ‚sını duşunerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mukĂ‚fatını alacaksın” buyurdu.
Sa`d İbni Ebû VakkĂ‚s sozune devamla dedi ki:
- YĂ‚ Resûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım? (burada olecek miyim?) diye sordum.
-
“Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızĂ‚sı icin guzel işler yaparak yukseleceksin. Allah ’tan oyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar (mu ’minler) senden fayda, kimileri de (kĂ‚firler) zarar gorecektir.
Allahım! AshĂ‚bımın (Mekke ’den Medine ’ye) hicretini tamamla! Onları geri dondurup hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle ’dir” buyurdu.
Bu sozleriyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa`d İbni Havle ’nin Mekke ’de olmesine uzulduğunu ifade etti.
BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz 36, VesĂ‚yĂ‚ 2, NefekĂ‚t 1, MerdĂ‚ 16, DaavĂ‚t 43, FerĂ‚iz 6 ; Muslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû DĂ‚vûd, FerĂ‚iz 3; Tirmizî, VesĂ‚yĂ‚ 1; NesĂ‚î, VesĂ‚yĂ‚ 3; İbni MĂ‚ce, VesĂ‚yĂ‚ 5
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadisimizde anlatılan olayın gectiği VedĂ‚ Haccı, hicretin onuncu yılında yapıldı. Bundan uc ay kadar sonra da Sevgili Efendimiz MevlĂ‚ ’sına kavuştu.
Hadîs-i şerîfte, bir kimsenin malının ne kadarını Allah rızĂ‚sı icin dağıtılmak uzere vasiyet edebileceği anlatılmaktadır. Gorulduğu uzere cocukları ve yakın mirascıları bulunan bir kimse, malının
ucte birinden fazlasını dağıtılmak uzere vasiyet etmeyecektir. Uzak yakın hicbir mirascısı bulunmayan kimsenin, malının ucte birinden fazlasını vasiyet edip edemeyeceği tartışmalıdır.
Hanefîler ile MĂ‚likîler mirascısı bulunmayan kimsenin butun malını vasiyet edebileceğini soylemişler; oteki mezhep imamları da mirascısı olmayanın mirascısı beytulmĂ‚ldir duşuncesiyle bu goruşe karşı cıkmışlardır. Şayet mirascılar, malın ucte birinden fazlasının vasiyet edilmesine itiraz etmezlerse, ucte birden fazlasını dağıtmakta hicbir sakınca yoktur.
Gorulduğu uzere Peygamber Efendimiz, varlıklı bir kimsenin malını hibe ve vasiyet ederken olculu davranmasını tavsiye etmektedir. Zengin bir kimsenin butun malını fakir fukaraya dağıtması, ilk bakışta cĂ‚zip ve imrenilecek bir davranış gibi gorulebilir. Fakat bir aile servetinin tamamen elden cıkmasına yol acan bu aşırılık, mirasa muhtac olan bircok kimsenin zor durumda kalmasına sebep olabilir. İşte bunun icin guzel dinimiz mirascının elini tutmuş, ona en uygun davranışı tavsiye etmiş,
geride kalanları duşunmeyi,
onları kimseye muhtac etmemeyi oğutlemiştir.
Sa`d İbni Ebû VakkĂ‚s ’ın malını Allah rızĂ‚sı icin harcamak istemesi, Peygamber Efendimiz ’in de buna belli şartlarda izin vermesi, varlıklı kimselerin daha hayatta iken iyilik yapmaları gerektiğini gostermektedir. Cunku o serveti dişiyle tırnağıyla kazanan adamın olumuyle birlikte mirascılar genellikle hayır yapmamakta, ellerine gecirdikleri o hazır malı har vurup harman savurarak harcayıp tuketmektedir.
İnsan aklı başındayken ve malının uzerinde istediği tasarrufu yapmaya sahipken onu en uygun yerlere harcamalı ve Ă‚hiretini daha dunyadayken yapmaya bakmalıdır. Bununla beraber yakın mirascılar daima gozetilmeli, onların iyiliği duşunulmeli ve kimseye muhtac olmamaları sağlanmalıdır.
Hayır ve iyilik yapmanın cok ceşitli yolları bulunduğuna işaret eden Peygamber Efendimiz, buna bir misĂ‚l vermek istemiş, misĂ‚li de uzerinde her zaman onemle durduğu bir konudan secmiştir:
İnsanın hayat arkadaşı olan hanımıyla hoşca gecinmesi. Eşiyle iyi gecinmeye calışan kimse hem hayat arkadaşını mutlu eder, hem de kendisi mutlu olur. 294 numaralı hadiste tekrar edileceği uzere yemek yerken eşini sevindirmek icin onun ağzına verilen lokmayla bile hayır ve iyilik yapılmış olur.
Aile huzurunu sağlamak icin yapılan benzeri davranışlar, başkalarına ne kadar basit ve onemsiz gelirse gelsin, Allah rızĂ‚sını kazanmak niyetiyle yapıldığı takdirde nafile bir ibadet sayılır ve insana sevap kazandırır. Boylece niyet ve ihlĂ‚sın onemi bir kere daha ortaya cıkmaktadır. Aile fertlerini gecindirmek icin uğraşıp didinen kimse onemli bir gorevi yapmış, bir sorumluluktan kurtulmuş olur. Bu işi yaparken bir de Allah rızĂ‚sını kazanmayı duşunmuşse, hem vazifesini yapmış hem de sevap kazanmış olur.
Hadîs-i şerîfin sonunda gorulduğu uzere Sa`d İbni Ebû VakkĂ‚s Peygamber Efendimiz ’e ozel bir soru sordu: Siz ashĂ‚b ile Medine ’ye doneceksiniz de ben burada olup kalacak mıyım? Ben bu şehirden Medine ’ye Allah rızĂ‚sı icin hicret etmiştim; şimdi burada olup kalırsam hicret sevabını yitirmiş olur muyum? diye durumunu oğrenmek istedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz Sa`d ’ın olup olmeyeceğini elbette bilemezdi. O esnĂ‚da Allah TeĂ‚lĂ‚ Resûlu ’ne bu sorunun cevabını bildirdi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz de Sa ’d ’ın bu hastalık yuzunden olmeyeceğini, daha nice guzel hizmetler yapacağını soyleyerek bir mûcizeyi gercekleştirmiş oldu. Nitekim Hz. Sa`d bu olaydan sonra 45 yıl daha yaşadı. İslĂ‚m ’a ve muslumanlara pek cok hizmet etti.
Şunu iyi bilmek gerekir ki, Peygamber Efendimiz ’in geleceğe donuk haber vermesi, onun gaybı bildiği anlamına gelmez. Cin sûresinin 26. Ă‚yetinde belirtildiği uzere
gorunmeyen Ă‚lemin sırlarını sadece Allah TeĂ‚lĂ‚ bilir ve bu sırlardan dilediği kadarını peygamberine bildirir.
Resûlullah Efendimiz ’in
“Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle ’dir” buyurduğu bu zĂ‚t, once Habeşistan ’a, sonra Medine ’ye hicret etmiş, Bedir, Uhud ve Hendek Gazveleri başta olmak uzere bircok savaşa katılmış bir sahĂ‚bîdir. VedĂ‚ haccı sırasında Mekke ’de vefĂ‚t etmiştir. SahĂ‚bîler, Allah rızĂ‚sı icin terkedip gittikleri bir yere geri donup orada olmeyi doğru bulmazlar, hicret ettikleri yerde olmeyi arzu ederlerdi. Sa`d İbni Ebû VakkĂ‚s ’ın Mekke ’de olup kalacak mıyım? diye sorması uzerine, Efendimiz onun adaşı olan ve bir muddet once Mekke ’de vefĂ‚t eden Sa`d İbni Havle ’yi hatırladı ve kaybettiği bazı sevaplar dolayısıyla onun adına uzuldu.
Resûl-i Ekrem ’in Hz. Sa ’d ’ı ziyareti 917 numara ile tekrar gelecektir.
Hadisten Oğrendiklerimiz İyi niyetle yapılan işler insana sevap kazandırır. Allah rızĂ‚sı gozetilerek aile fertlerine yapılan harcamalar ve hatta bu duşunceyle yapılan şakalaşmalar nĂ‚file ibadet sayılır. Peygamber Efendimiz hastalanan sahĂ‚bîlerini ziyaret ederdi. Hastalık Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın insanı deneme yollarından biridir. Bu sebeple hasta olan kimse hĂ‚linden şikĂ‚yet etmemelidir. Meşrû yollarla zengin olmak, malını Allah yolunda harcamak, mirascılarını ve yakın akrabalarını kimseye muhtac olmayacak durumda bırakmak iyi bir davranıştır. Hasta iken malın ucte birinden fazlası sadaka olarak dağıtılamaz, dağıtılması da vasiyet edilemez. Hastalanmadan once ise ucte birle sınırlı kalmadan istendiği kadar harcanabilir. Olumunden sonra geride fazla malı kalmayacak kimse hic vasiyet etmemeli, herşeyini mirascılarına bırakmalıdır Allah TeĂ‚lĂ‚ Peygamber Efendimiz ’e ileride olacak bazı şeyleri haber vermiş, o da bunlardan uygun gorduklerini ashĂ‚bına bildirmiştir.
Allah (c.c) Sizlerin Kalbine Bakar! Ebû Hureyre Abdurrahman İbni Sahrradıyallahu anh ’den rivayet edildiğine gore Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
- “Allah TeĂ‚lĂ‚ sizin bedenlerinize ve yuzlerinize değil, kalblerinize bakar.” (Muslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni MĂ‚ce, Zuhd 9)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız? İnsanlar genellikle dış gorunuşe onem verirler. Guzel ve yakışıklı olanlarla varlıklı kimseler toplumda daha buyuk itibar gorurler. Cirkin ve fakir olanlara pek değer verilmez. Bu olculer ruh ve gonul dunyasını tanımayan sığ ve sathî kimselerin değer olculeridir.
Allah TeĂ‚lĂ‚ ise insanların davranışlarını iyi ve kotu olarak değerlendirirken ne beden guzelliğine, ne de mal varlığına bakar; cunku bunlar gelip gecici değer olculeridir. Onemli olan
ruh guzelliği ve
gonul zenginliğidir. Daha da onemlisi bu ruh guzelliği ile gonul zenginliğinin
iyi hÂl,
guzel davranış ve
samimi ibadetler olarak dışa yansımasıdır. İnsanlara iyilik yapma heyecanıyla, Allah ’a kulluk edebilme aşkıyla yaşamaktır. Kalıcı olan, insanın gercek değerini ortaya cıkaran işte bu meziyetleridir.
Hadîs-i şerîfin Sahîh-i Muslim ’deki bir başka rivayetinde Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kalble birlikte davranışlara ve ibadetlere değer verdiğini Peygamber Efendimiz şoyle belirtmektedir:
“ Allah TeĂ‚lĂ‚ sizin yuzlerinize ve mallarınıza değil, kalblerinize ve amellerinize bakar” (Muslim, Birr 34).
Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kalbe ve davranışlara bakması demek, kalbin ve davranışların iyi olması hĂ‚linde, onların sahibine sevap ve mukĂ‚fat vermesi demektir. Bir Ă‚yet-i kerîmede Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın maddî goruntulere değer vermediği, insanda mĂ‚nevî guzellik aradığı şoyle ifade edilmiştir:
“Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak imĂ‚n edip guzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mukĂ‚fat verilecektir” [Sebe ’ sûresi (34), 37].
Resûl-i Ekrem Efendimiz ’in, kendi mubĂ‚rek goğsune, daha doğrusu kalbine işaret ederek uc defa: “TakvĂ‚ işte şuradadır” (Muslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18) buyurması, insanın gercek değerinin ihlĂ‚slı bir kalbe sahip olmasıyla anlaşılacağını gostermektedir.
HelĂ‚ller ile haramların kesin surette belli olduğunu, şupheli gorunen davranışlardan sakınmak gerektiğini acıkladığı meşhur hadîs-i şerîfin sonunda Peygamber Efendimiz kalbin onemini şoyle belirtir:
“ Şunu iyi bilin ki, insan vucudunda kucuk bir et parcası vardır. Eğer bu et parcası iyi olursa, butun vucut iyi olur; bozulursa, butun vucut bozulur. İşte bu et parcası kalbdir” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n 39; Muslim, MusĂ‚kĂ‚t 107,108).
Bu hadis 1574 numaralı hadisin icinde tekrar gelecektir.
Hadisten Oğrendiklerimiz Allah TeĂ‚lĂ‚ ibadetleri ve guzel davranışları değerlendirirken samimiyet derecesini, ihlĂ‚s ve iyi niyeti esas alır. Kalb, Allah ’ın cok değer verdiği, devamlı surette bakıp kontrol ettiği bir merkezdir. Bu sebeple onu kotu duygulardan arındırmak, dinin tavsiye ettiği guzel hĂ‚l ve davranışlara sahip kılmak gerekir. İbadetleri makbul ve değerli kılan kalbdir. Bu sebeple oncelikle kalbi kin ve haset gibi mĂ‚nevî ve ictimĂ‚î hastalıklardan arındırmalı, mukemmel hĂ‚le getirmeye calışmalıdır.
Hangisi Allah (c.c) Yolundadır? Ebû MûsĂ‚ Abdullah İbni Kays el-Eş`arîradıyallahu anh şoyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’e:
- Biri cesaretini gostermek, diğeri milletini korumak, oteki kendine yiğit adam dedirtmek icin savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:
- “Kim, İslĂ‚miyet daha yuce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.” (BuhĂ‚rî, İlim 45, Cihad, 15, Tirmizî, FezĂ‚ilu ’l-cihad 16; İbni MĂ‚ce, Cihad 13)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız? Hadîs-i şerîfin muhtelif rivayetlerinde gorulduğu uzere, cesaretini gostermek, milletini korumak ve kendine yiğit adam dedirtmek gibi gayelerden başka, sırf ganimet elde etmek ve ofkesini yatıştırmak icin savaşanların hĂ‚li de Peygamber Efendimiz ’e sorulmuştur. Bu duşuncelerle savaşanlardan hicbirinin Allah yolunda cihad etmiş olamayacağını kesin bir dille acıklayan Resûl-i Ekrem Efendimiz, 1346 numara ile tekrar goruleceği uzere ancak İslĂ‚miyet ’i yayıp yaşatmak (i`lĂ‚-yi kelimetullah) icin savaşanların Allah yolunda cihad etmiş sayılacağını belirtmiştir.
Hadisin metninde gecen
kelimetullah sozuyle, kelime-i tevhîd yĂ‚ni
LĂ‚ ilĂ‚he illallah Muhammedun Resûlullah kastedilmiştir. İslĂ‚m ’ı en iyi ve en kısa bir şekilde ifade eden kelime-i tevhîd muslumanların parolası gibidir. Muslumanın en onemli gorevi, dilinden duşurmediği bu aziz kelimeyi ufukların otesine goturmek, başkalarının da Allah ’ı tanımak suretiyle mutlu olmasını sağlamaktır. Cihad bu demektir. O hĂ‚lde boylesine yuce bir gaye icin savaşmak varken, nefsĂ‚nî duygular ve basit cıkarlar icin vuruşmak elbette yanlıştır.
Allah ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin savaşmak on planda geldiği takdirde, zikredilen diğer hedeflerin gozetilmesi asıl maksada zarar vermez. MeselĂ‚ milletini korumak icin vuruşan kimsenin asıl gayesi Allah ’ı hoşnut etmek, İslĂ‚m yurduna duşman ayağı bastırmamak ise, kendi milletini koruma duygusu bu hedefe ters değildir.
İnsanoğlunun yaptığı her harekette
niyetine bakıldığı bu hadiste bir kere daha ortaya konmaktadır. Demek oluyor ki, bir can pazarı olan savaşta olunce şehid, kalınca gĂ‚zi sayılabilmek icin
Allah ’a hizmet aşkının on planda tutulması gerekmektedir. Bunu Ebû UmĂ‚me el-BĂ‚hilî ’nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerîf daha acık bir şekilde ortaya koymaktadır:
Adamın biri Resûl-i Ekrem ’e gelerek:
- Para ve şohret icin savaşan bir adam sevap kazanır mı? diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
- “Hicbir şey kazanamaz”, buyurdu.
Adam bu soruyu Resûl-i Ekrem ’e uc defa sordu. Her defasında da aynı cevabı aldı. Sonra Hz. Peygamber sozunu şoyle tamamladı:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ sadece kendi rızĂ‚sı icin yapılan ibadetleri kabul eder, başkasını değil” (NesĂ‚î, Cihad 24).
Hadisten Oğrendiklerimiz İşler değerlendirilirken hangi maksatla yapıldığına bakılır. İyi niyetle yapılmışsa Allah katında makbul olur. Allah ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin savaşmak yerine menfaat ve nefsi tatmin icin vuruşmak doğru değildir. Dunyaya gonul bağlamak, insanı yuce hedeflere varmaktan alıkoyan basit ve onemsiz bir uğraştır. Cihad gibi en onemli bir gorev bile, ancak ihlĂ‚s ile yapılırsa bir kıymet ifade eder.
Olduren De, Olen De Cehennemdedir Ebû Bekre Nufey` İbni HĂ‚ris es-Sekafîradıyallahu anh ’den rivayet edildiğine gore Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“İki musluman birbirine kılıc cektiği zaman, olduren de, olen de cehennemdedir”.
Bunun uzerine ben:
- YĂ‚ Resûlallah! Oldurenin durumu belli, ama olen nicin cehennemdedir? diye sordum.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Cunku o, arkadaşını oldurmek istiyordu” buyurdu. (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n 22, Muslim, KasĂ‚me 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebû DĂ‚vûd, Fiten 5; İbni MĂ‚ce, Fiten 11)
Hadisi Nasıl Anlamalıyız? Muslumanların kardeş oldukları Allah TeĂ‚lĂ‚ tarafından acıkca belirtilmiştir [HucurĂ‚t sûresi (49), 10]. Kardeşlerin birbirine silah cekmesi olacak şey değildir. Onlar silahlarını din kardeşlerine değil, İslĂ‚m duşmanlarına karşı cekmek zorundadır. Muslumanların birbirini oldurmeye kalkması şu Ă‚yet-i kerîmeyle kesin bir şekilde yasaklanmıştır:
“Kim bir mu ’mini kasten oldururse, cezası, icinde ebediyyen kalacağı cehennemdir” [NisĂ‚ sûresi (4), 92]. Yanlışlıkla oldurme durumunda ise, ebediyyen cehennemde kalmak soz konusu değildir. Fakat -yukarıdaki Ă‚yetin bir oncesinde belirtildiği uzere- yanlışlıkla oldurmenin de değişik cezaları vardır.
Hadîs-i şerîfte kılıcın zikredilmesi, o devrin kavga ve savaş Ă‚letlerinin başında kılıcın gelmesi sebebiyledir. Bugun kılıcın karşılığı tabanca ve benzeri oldurucu Ă‚letlerdir.
Peygamber Efendimiz ’in, musluman kardeşine silah cekip oldurenin ve bu esnada olenin cehennemlik olduğunu belirtmesi uzerine Ebû Bekre, oldurenin neden cehenneme gittiğini anladığını, ama oldurulenin nicin cehennemlik olduğunu anlamadığını soyledi. Bunun uzerine Efendimiz, o kimseyi cehennemlik yapan şeyin, kardeşini oldurmeye kalkması olduğunu belirtti.
Kendisine silah cekilen bir kimse, hasmını oldurmeyi duşunmeden, sadece nefsini mudĂ‚faa etmek icin silahını cekse ve onu oldurmek zorunda kalsa, katil sayılmaz. Cunku o nefsini mudĂ‚faa etmek zorunda kalmıştır. Nefsini mudĂ‚faa etmek ise, dinin emridir. Nitekim 1360 nolu hadiste goreceğimiz uzere sahĂ‚bîlerden biri ile Peygamber Efendimiz arasında şoyle bir konuşma gecer:
- YĂ‚ Resûlallah! Adamın biri gelip malımı elimden almaya kalksa, ne yapmalıyım?
- “Malını ona verme!”
- Ya adam benimle kavga etmeye kalkarsa?
- “Sen de onunla dovuş!”
- Ya beni oldururse?
- “Şehid olursun.”
- Ben onu oldurursem?
- “O cehennemlik olur” (Muslim, ÎmĂ‚n 225).
Bir insanın Ă‚hiret hayatını da mahvederek ebediyyen cehennemde kalmasına yol acan şey,
bir muslumanı oldurmeye niyet etmesi ve bu konuda kararlı olmasıdır. Zira olenin de, oldurenin de hedefi, karşısındakinin hayatına son vermektir. Birinin otekinden farkı, daha atılgan davranıp muhĂ‚tabını oldurmesidir.
Haksız yere birini olduren kimse yaptığına pişman olarak samimiyetle tovbe ettiği takdirde, Allah TeĂ‚lĂ‚ dilerse onu affedebilir. Boyle birinin bağışlanmayacağını soyleyen Ă‚limler de vardır. Fakat
şirk dışındaki butun gunahları Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın bağışlayabileceği Ă‚yet-i kerimeyle belirlendiğine gore [NisĂ‚ (4), 48, 116] Allah TeĂ‚lĂ‚ dilerse bunları da bağışlar veya cezalandırır.
Hadisimizin
“Kim bir mu ’mini kasten oldururse, cezası, icinde ebediyyen kalacağı cehennemdir” Ă‚yet-i kerîmesini acıkladığı soylenebilir. Dikkat edileceği uzere Peygamber Efendimiz hem olen hem de olduren hakkında “musluman” kelimesini kullanmıştır. Demek oluyor ki, birbirini kasten oldurenler buyuk gunah işlemekle beraber muslumanlıktan cıkmazlar. Allah ’a şirk koşmayan kimsenin ebediyyen cehennemde kalmayacağı, cezasını cektikten sonra cehennemden cıkacağı bilindiğine gore, birbirini olduren muslumanların da ebediyyen cehennemde kalmayacağı anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, Ă‚yet-i kerîme yapılan gunahın buyukluğunu belirtmekte, bu işe teşebbus edecek olanları ağır ceza ile tehdit etmektedir.
Bu hadîs-i şerîf munasebetiyle iki buyuk ashĂ‚b kitlesinin birbiriyle yaptığı savaşlar hĂ‚tıra gelmekte ve onların durumu merak edilmektedir. Bu konuda soylenecek en doğru ve kestirme cevap şudur:
Onlar ashÂb ve muctehid kimselerdi.
“Mu ’minlerden iki grup birbiriyle carpışırlarsa, aralarını duzeltin” [HucurĂ‚t sûresi (49), 9] Ă‚yet-i kerîmesi gereğince zan ve kanaatlerine gore bir tarafı haklı buldular ve o tarafta yer aldılar. Maksatları birilerini oldurmek, karışıklık cıkarmak değil, muslumanların arasını bulmaktı. Şuphesiz bu olayların cıkmasına sebep olanlardan biri haklıydı. Haklı olmayan tarafta yer alan sahĂ‚bîlerin niyeti haksızı savunmak değildi. Onların duşuncesine gore de tuttukları taraf haklı idi. İctihĂ‚dında haklı olanın iki sevap, yanılan Ă‚limin ise bir sevap kazandığı bilinen bir gercektir.
Bu olaylarda iki gruba ayrılan ashĂ‚bın birbirine bakışını,
Hz. Ali ’nin karşı grup hakkında soylediği şu soz ne guzel ifade etmektedir:
“Bunlar bize karşı haksızlık eden kardeşlerimizdir.” Herşeye rağmen onlar yine de biribirlerine kardeş gozuyle bakıyorlardı. Onların bu bakış acısına iltifat etmeyerek taraflardan birini itham etmeye kalkmak, aradan gecen bunca yuzyıldan sonra bizi doğruya goturmez.
Hicbir zaman unutulmamalıdır ki, Allah TeĂ‚lĂ‚ onları:
“Siz insanların arasına cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz” [Âl-i İmrĂ‚n (3), 110] diye methetmiştir. “En hayırlıları” eleştirme yetkisini kendisinde bulanların onlardan da hayırlı olması, değilse susması gerekir.
Hadisten Oğrendiklerimiz Gunah işlemeye niyet edilerek kesin karar verilir, bu kararı kalb de onaylarsa, artık o gunah işlenmiş sayılır (12. hadiste bu konu ele alınacaktır). Allah ’ın verdiği canı haksız yere alma yetkisi kimseye verilmemiştir. Bu sebeple birini oldurmeye kalkmak, Allah ’a ait yetkiye mudĂ‚hale etmek olduğundan cezası cehennemdir. İyiliklerde olduğu gibi kotuluklerde de niyete bakılır.
Allahım! Ona merhamet et! Onu bağışla! Onun tovbesini kabul et!
Ebû Hureyre radıyallahu anh ’den rivayet edildiğine gore Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
“Bir kimsenin cĂ‚mide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi kusur derece daha sevaptır. Şoyleki bir kişi guzelce abdest alır, sonra başka hicbir maksatla değil, sadece namaz kılmak uzere cĂ‚miye gelirse, cĂ‚miye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir derece yukseltilir ve bir gunahı bağışlanır. CĂ‚miye girince de, namaz kılmak icin orada durduğu surece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini bozmadığı muddetce melekler:
Allahım! Ona merhamet et!
Allahım! Onu bağışla!
Allahım! Onun tovbesini kabul et! diye ona dua ederler.”
BuhĂ‚rî, SalĂ‚t 87, EzĂ‚n 30, Buyû` 49; Muslim, TahĂ‚ret 12, MesĂ‚cid 272. Ayrıca bk. Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t 48; İbni MĂ‚ce, TahĂ‚ret 6, MesĂ‚cid 14
Hadisi Nasıl Anlamalıyız? İslĂ‚miyet birlik ve beraberliği vazgecilmez gormuş, bunu sağlayacak hususlardan biri olan cemaatle namaz kılmaya buyuk onem vermiştir. Bu sebeple evde ve işyerinde yalnız başına kılınan namaza nisbetle cĂ‚mide diğer mu ’minlerle birlikte kılınan namazı cok daha ustun gormuştur. Burada zikredildiği gibi cemaatle kılınan namaza, tek başına kılınan namazdan yirmi kusur, bazı rivayetlerde
yirmi beş, hatta
yirmi yedi misli sevap verilmesinin sebebi de budur.
Evde ve işyerinde cemaatle kılınan namaz, cĂ‚mide cemaatle kılınan namaz gibi değerli olmamakla beraber, tek başına kılınan namazdan elbette daha sevaptır. İşyerinde, daha yaygın ifadesiyle carşı pazarda kılınan namaz o kadar makbul gorulmemiştir. Zira işyerlerinde mal alınıp satılırken genellikle yalan soylenir, insanlar aldatılır, ceşitli haksızlıklar yapılır. Bunlara bir de muşteriyi kacırmama telĂ‚şı, malını satma arzusu eklenince, işyerlerinde gonul huzuruyla namaz kılmak iyice zorlaşır.
Hadîs-i şerîfimizde, namaz kılmak uzere cĂ‚miye gidecek kimsenin once guzelce abdest alması istenmektedir. Guzelce abdest almak ifadesiyle,
abdest organlarının iyice yıkanması, abdestin sunnetlerine ve Ă‚dĂ‚bına uyulması kastedilmektedir. Sonra da o kimsenin bir ba