Kur ’Ă‚n-ı Kerîm insanlara gonderilmiş olan peygamberlerin bir kısmından bahseder. Kur ’Ă‚n ’da gecen bu peygamber kıssalarının ibret verici yonleri nelerdir?Kur ’Ă‚n-ı Kerîm insanlara gonderilmiş olan peygamberlerin bir kısmından bahseder. Onların faziletlerini, kendilerine verilen bu yuksek vazifeyi nasıl başardıklarını ve bu uğurda yaptıkları fedĂ‚kĂ‚rlıkları anlatır. Gecmiş umetlere Ă‚it en ibretli hĂ‚diseleri ve tĂ‚rihî vĂ‚kıĂ‚ları ozlu bir şekilde naklederek insanları bunlardan ibret almaya dĂ‚vet eder. Bunun yanında inkĂ‚rcıların korkunc Ă‚kıbetlerini bildirerek insanları inkĂ‚r ve isyĂ‚ndan sakındırır.
KUR ’ÂN ’DA GECEN PEYGAMBER KISSALARININ İBRET VERİCİ YONLERİ Kur ’Ă‚n ’da genişce yer verilen peygamber kıssalarının ibret verici yonlerini kısaca nakletmek istiyoruz:
13.1. Hz. Âdem (a.s) Yuce Rabbimiz meleklere, “Ben yeryuzunde bir halife yaratacağım” buyurmuştu. Onlar, “Biz seni ovgu ile tenzih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat cıkaracak ve kan dokecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şuphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.
CenĂ‚b-ı Hak, Hz. Âdem ’i topraktan yaratıp ruh ufledikten sonra ona butun isimleri oğretti. Sonra mahlûkĂ‚tı meleklere gosterip “Sozunuzde doğru iseniz şunların isimlerini bana soyleyin” buyurdu. Onlar, “Seni tenzih ederiz! Bize oğrettiğinden başka hicbir bilgimiz yoktur. En kĂ‚mil ilim ve hikmet sahibi şuphesiz sensin” cevabını verdiler. Allah TeĂ‚lĂ‚, “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Hz. Âdem mahlûkĂ‚tın isimlerini onlara bildirince de “Size ben goklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin acıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.
Boylece insanın ilimle ustunluk kazandığı ve hilĂ‚fete lĂ‚yık hĂ‚le geldi gosterilmiş oldu. Allah (c.c) meleklere, “Âdem ’e secde edin” diye emir buyurdu. İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o ise direndi, buyuklendi ve kĂ‚firlerden oldu. Kendisinin ateşten, Hz. Âdem ’in ise topraktan yaratıldığını soyleyerek kendini ustun gordu.
Daha sonra Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. Âdem kendisiyle huzur bulsun diye eşi HavvĂ‚ ’yı var etti. Ona, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatca yiyip icin ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” buyurdu.[1]
İblis, bir şekilde Hz. Âdem ile HavvĂ‚ ’nın yanına sokuldu. Onlara vesvese verip, “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hukumranlığın yolunu gostereyim mi?”[2] “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi. Bir de “Ben gercekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye kuvvetle yemin etti. Boylece onları aldattı[3], ayaklarını kaydırdı, icinde bulundukları nimet deryasından cıkardı. Allah (c.c) onlara, “Birbirinize duşman olmak uzere inin! Bir zamana kadar sizin icin yeryuzunde kalacak bir yer ve ihtiyac maddeleri vardır” buyurdu. Onlar cennette ne aclık biliyorlardı ne cıplaklık, ne susuzluk cekiyorlardı ne de sıcaklık. Allah ’a verdikleri sozu unutup O ’nun emrini terkedince bu rahattan mahrum kaldılar, dunya kulfet ve meşakkatine duştuler. Rızık temini icin sıkıntı ve yorgunluk cekmeye başladılar.[4]
Hz. Âdem ile HavvĂ‚, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine gorundu. Allah ’tan ve birbirlerinden hayĂ‚ ederek hemen cennet yapraklarıyla uzerlerini ortmeye başladılar. Derhal hatalarını anlayıp pişman oldular, tevbe ve istiğfara sarıldılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apacık bir duşman olduğunu soylemedim mi?” diye seslendi. Daha sonra Hz. Âdem ’e Rabbinden bazı sozler ulaştı, bunlarla tevbe ettiler, buyuk bir mahcûbiyet icinde:
رَبَّـنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” dediler.[5] Allah da onların tevbelerini kabul buyurdu. Şuphesiz O, tevbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır. Sonunda affedildiler ama yine de dunya sıkıntısını cekmekten kurtulamadılar. Demek ki insanın edep yerlerini ortmesi, buraları acılınca hayĂ‚ etmesi fıtratında vardır. İslĂ‚m ’ın belirlediği şekilde giyinip ortunmek insanlık îcĂ‚bıdır.
Rivayete gore Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. Âdem ’e:
“–Sana, cennette bol bol ihsanda bulunduğum ve kendisinden istediğin gibi istifade ettiğin bunca nimet yetmedi mi ki haram kıldığım şeyden tattın?” buyurmuş. Âdem (a.s) da:
“–Evet, nimetlerin yeterliydi Rabbim, fakat izzetine yemin ederim ki ben bir kimsenin yalan yere senin ismine yemin edebileceğini hic sanmıyordum” demiş.[6] Hz. Âdem, Allah adına yalan yere yemin etmenin, yalan soze Allah ’ı şĂ‚hit tutmanın ne buyuk bir cur ’et olacağını biliyor ve hicbir akıllı varlığın bunu duşunebileceğine ihtimal vermiyordu. Ama boyle bir şeyi yapabilecek boyutta bir cehĂ‚let ve dalĂ‚let icinde kimselerin olabileceğini ilk defa acı bir şekilde tecrube etmiş oldu. Bu tecrubeyi hicbir zaman unutmamak gerekir.
Yeryuzune inerken Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara şoyle buyurmuştu: “Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir. Kim benim gonderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de uzuleceklerdir. İnkĂ‚r eden ve Ă‚yetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.”[7]
“Size benden bir hidayet geldiğinde bilesiniz ki hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur. Kim de beni anmaktan yuz cevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet gunu kor olarak haşrederiz. O, «Ey Rabbim! Beni nicin kor olarak haşrettin? HĂ‚lbuki daha once goren biriydim» der. Allah (c.c), «İşte boyle! Sana Ă‚yetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bu gun de aynı şekilde sen unutuluyorsun!» buyurur. Haktan sapan ve Rabbinin Ă‚yetlerine inanmayanları işte boyle cezalandırırız. Hic şuphesiz Ă‚hiretteki ceza daha şiddetli ve daha kalıcıdır.”[8]
Yeryuzune indirilmiş olan insana duşen artık Allah ’tan kendisine gonderilen hidayete uyarak tekrar aslî vatanına donebilmek icin butun gucuyle calışmaktır.
13.2. Hz. İdris (a.s) Hz. Âdem ve Şîs (Şît) ’ten sonra yoldan sapan, gunahlara dalan ve putlara tapmaya başlayan insanoğlunu uyarmak uzere İdris (a.s) peygamber olarak vazifelendirildi. Allah TeĂ‚lĂ‚ onun hakkında şoyle buyurur:
“KitĂ‚b ’da İdrîs ’i de zikret! Cunku O, cok sĂ‚dık bir peygamberdi. Biz onu yuksek bir mekĂ‚na kaldırdık!” (Meryem 19/56-57)
Onun yuce mekĂ‚na kaldırılmasıyla ilgili muhtelif rivayetler vardır:
- İsa (a.s) gibi semĂ‚ya kaldırılmış ve olmemiştir.
- Dorduncu kat semĂ‚ya kaldırılmıştır.
- Altıncı kat semĂ‚ya kaldırılmış ve orada vefat etmiştir.
- Cennete kaldırılmıştır.[9]
Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurur:
(Ey Habîbim!) İsmĂ‚îl, İdrîs ve Zulkifl hakkında anlattığımızı da hatırla! Onların her biri sabredenlerdendi. Onları rahmetimize dĂ‚hil ettik! Cunku onlar, sĂ‚lih kimselerdendi.” (el-EnbiyĂ‚ 21/85-86)
İbn Abbas ’tan gelen bir rivayete gore İdris (a.s) terzi idi. İğneği her batırışında “subhĂ‚nallah” diye zikrederdi. Akşam olduğunda yeryuzunde ondan daha fazla amel-i sĂ‚lih işlemiş kimse bulunmazdı.[10]
İdris (a.s) kavmini kotuluklerden uzaklaştırıp Allah ’a itaat ve ibadete dĂ‚vet etmek icin buyuk bir mucĂ‚dele vermiştir.
13.3. Hz. Nûh (a.s) İnsanların coğu imanını koruyamıyor, kolayca tevhidden uzaklaşıp putlara tapmaya meylediyordu. Bir muddet sonra zĂ‚lim, fĂ‚sık ve azgın bir kavim hĂ‚line geliyor, kotuluklere dalıveriyorlardı. Hz. İdris ’ten sonra da boyle olmuş ve insanların vicdanları korelmişti.[11] Allah TeĂ‚lĂ‚ Hz. Nûh ’u “Kendilerine can yakıcı bir azĂ‚b gelmezden once onları uyar!” diye kavmine peygamber olarak gonderdi.[12] Nûh (a.s) onlara: “Ben sizin icin apacık bir uyarıcıyım. Allah ’tan başkasına tapmayın! Ben size gelecek elem verici bir gunun azĂ‚bından korkuyorum!” dedi.[13] “Bu tebliğime karşılık sizden hicbir ucret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak Ă‚lemlerin Rabbidir. Onun icin, Allah ’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!” diye ilave etti. Kavmi, “Senin peşinden gidenler sıradan ve basit kimseler iken biz hic sana inanır mıyız!” dediler. Fakirleri yanından uzaklaştırmasını istediler. Nûh (a.s);
“–Siz istiyorsunuz diye ben iman edenleri kovacak değilim; onlar imanları sayesinde Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi bilgisizliğe gomulmuş bir topluluk olarak goruyorum. Ey kavmim! Onları kovarsam, beni Allah ’a karşı kim koruyabilir? Duşunmuyor musunuz?” dedi.[14] Onlara şoyle nasihat etti:
“Size ne oluyor ki, Allah ’a buyukluğu yakıştıramıyorsunuz?! Oysa, sizi turlu merhĂ‚lelerden gecirerek o yaratmıştır! Gormediniz mi, Allah yedi kat goğu birbiriyle Ă‚henktĂ‚r olarak nasıl yarat­mış! Onların icinde Ay ’ı bir nûr kılmış, Guneş ’i de bir cerağ yapmıştır! Allah, sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya dondurecek ve sizi yeniden cıkaracaktır. Allah, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye, yeryuzunu sizin icin bir sergi yapmıştır.”[15]
“Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum ve Allah ’ın Ă‚yetleriyle oğut verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah ’a tevekkul etmişimdir, artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp butun gucunuzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana ne yapacaksanız yapın, muhlet de vermeyin.”[16]
Kavmi; “Ey Nûh! Bizimle mucĂ‚dele ettin ve bize karşı mucĂ‚delede cok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle tehdîd ettiğin (azĂ‚bı) bize getir!” dediler. Nûh (a.s) ise “Onu size, ancak dilerse Allah getirir. Ve siz Allah ’ı Ă‚ciz bırakacak değilsiniz! Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size oğut vermek istesem de oğudum size fayda vermez. Cunku O sizin Rabbinizdir ve nihĂ‚yet O ’na dondurulecek­siniz.”[17]
Allah TeĂ‚lĂ‚, nasihat ile akıllanmayan kavmi işledikleri gunahlardan vaz gecirmek icin kuraklık, kıtlık gibi musibetler gonderdi. Nûh (a.s) onlara: “Rabbinizden mağfiret dileyin; cunku O cok bağışlayıcıdır. Mağfiret dileyin ki uzerinize gokten bol bol yağmur indirsin; mallarınızı ve oğullarınızı coğaltsın; size bahceler ihsĂ‚n etsin; sizin icin ır­maklar akıtsın!” diye yol gosterdi.[18]
Allah TeĂ‚lĂ‚, kavminin taşkınlıkları sebebiyle Hz. Nûh ’u, “Kavminden şu ana kadar îmĂ‚n etmiş olanlardan başkası artık aslĂ‚ inanmayacak. Oyle ise onların işlemekte oldukları gunahlardan dolayı uzulme!” diye tesellî etti.[19]
Oğutlerin fayda vermemesi uzerine Nûh (a.s) şoyle dua etti: “Rabbim! Doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve cocuğu kendi ziyĂ‚nını artırmaktan başka işe yarama­yan kimseye uydular. Buyuk hîleler, buyuk desîseler kurdular! Rabbim! Onlar birbirlerine: «Sakın ilĂ‚hlarınızı bırakmayın; hele Vedd ’den, SuvĂ‚ ’dan, Yeğûs ’tan, Yeûk ’dan ve Nesr ’den aslĂ‚ vazgecmeyin!» dediler. Boylece onlar, gercekten bircoklarını saptırdılar. Rabbim! Sen de bu zĂ‚­limlerin ancak şaşkınlıklarını artır!” “Rabbim! Yeryuzunde hicbir inkĂ‚rcı bırakma! ŞĂ‚yet Sen onları bırakacak olursan, kullarını saptırırlar; ahlĂ‚ksız ve inkĂ‚rcıdan başkasını doğu­rup yetiştirmezler. Beni, anamı, babamı, inanmış olarak evime gireni ve butun mu ’min erkek ve kadınları bağışla! ZĂ‚limlerin ise yalnızca helĂ‚klerini artır!”[20] “YĂ‚ Rabbî, mağlûb oldum; artık bana yardım et!”[21]
CenĂ‚b-ı Hak; “Gozlerimizin onunde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, fakat zĂ‚limlerin kurtuluşu icin bana yalvarma! Onlar mutlakĂ‚ boğulacaklar!” diye emretti. Nûh (a.s) gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkca onunla alay ediyorlardı. Nûh (a.s) onlara, “Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız, biz de sizinle oyle alay edeceğiz! Kendisini rezil edecek azĂ‚bın kime geleceğini ve surekli bir azĂ‚bın kimin ba­şına ineceğini yakında bileceksiniz!” diyordu. NihĂ‚yet Allah ’ın emri gelip de fırın kaynadığı, iş kızışıp sular kabarmaya başladığı zaman Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. Nûh ’a; “Her şeyden iki cifti, aleyhlerinde hukum verdiklerimiz hĂ‚ric, Ă‚ileni ve îmĂ‚n edenleri gemiye bindir!” diye emir buyurdu. ZĂ‚ten, onunla beraber îmĂ‚n eden pek azdı.[22]
Bundan sonra Allah (c.c) sağanak hĂ‚linde boşalan bir su ile gok kapılarını actı. Yeri de kaynaklar hĂ‚linde fışkırttı. Derken o sular takdîr edilmiş bir iş (tûfan Ă‚feti) icin birleşiverdi. Gemi dağlar gibi dalgalar arasında mu ’minleri goturuyordu. Nûh (a.s), gemiden uzakta bulunan oğluna: “Yavrucuğum! Sen de bizimle beraber bin; kĂ‚firlerle beraber olma!” diye nidĂ‚ etti. Oğlu: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım!” dedi. Nûh (a.s): “Bugun Allah ’ın emrinden (azĂ‚bından), merhamet sĂ‚hibi Allah ’tan başka koruyacak kimse yoktur!” dedi. Sonra “Ey Rabbim! Şuphesiz oğlum da Ă‚ilemdendir. Senin va‘din ise elbette haktır. Sen hĂ‚kimler hĂ‚kimisin!” diye yalvardı. Allah TeĂ‚lĂ‚: “Ey Nûh! O aslĂ‚ senin Ă‚ilenden değildir. Cunku onun yaptığı, kotu bir iştir. O hĂ‚lde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cĂ‚hillerden olmamanı tavsiye ederim!” buyurdu. Nûh (a.s): “Ey Rabbim! Ben senden, hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, husrĂ‚na uğrayanlardan olu­rum!” dedi. Aralarına dalga girdi ve oğlu boğulup gitti.[23]
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“İnkĂ‚r edilmiş olan (Nûh ’a) bir mukĂ‚fĂ‚t olmak uzere gemi, bizim nezĂ‚retimizde akıp gidiyordu. And olsun ki, onu bir ibret olarak bıraktık, ibret alan yok mudur? (Ey insanlar bakın benim azĂ‚bım ve uyarılarım nasılmış!” (el-Kamer 54/11-16)
Yuce Rabbimizin emriyle Nûh (a.s) şoyle dua ediyordu:
الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ. رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ
“Bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah ’a hamdolsun! Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; en uygun şekilde indirip yerleştiren sensin.”[24]
TûfĂ‚n ’ın altı ay kadar devam ettiği rivayet edilir.[25] Sonra Allah TeĂ‚lĂ‚, “Ey yer suyunu yut! Ey gok sen de tut!..” diye emretti. Su cekildi; hukum yerini buldu; gemi Cûdî dağının uzerine oturdu; “Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi. CenĂ‚b-ı Hak, “Ey Nûh! Sana ve seninle berĂ‚ber olan ummetlere bizden selĂ‚m ve bereket­lerle gemiden in! Kendilerini dunyĂ‚da faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azĂ‚bın dokunacağı ummetler de olacaktır” buyurdu.[26]
Hz. Nûh ’un kavmi gunahları yuzunden suda boğuldular, ateşe sokuldular ve kendilerine Allah ’tan başka yardımcı bulamadılar. TûfĂ‚n, inkĂ‚rcıların sonunun nasıl olduğunu gosteren ibretlik bir hĂ‚dise oldu.[27]
CenĂ‚b-ı Hak Hz. Nûh ’u “cok şukreden bir kul idi” diye medhetmiştir.[28] Onun bin yıla yakın suren tebliğ azmi ve gayreti bizler icin en guzel ornektir.
13.4. Hz. Hûd (a.s) İnsanlar TûfĂ‚n ’dan bir muddet sonra yine azgınlaşmışlardı. Bunlardan Âd kavmi bircok nimete ve kuvvete nĂ‚il olmuş, muhteşem binĂ‚lar yapmışlardı. Yeryuzunde haksız yere buyukluk taslayarak: “Bizden daha kuvvetli kim var?” diyorlardı. Kendilerini yaratan Allah ’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu gormuyor, O ’nun Ă‚yetlerini inkĂ‚r ediyorlardı.[29] Hûd (a.s), onlara peygamber olarak gonderildi. “Ey kavmim! Allah ’a kulluk edin; sizin O ’ndan başka ilĂ‚hınız yoktur. HĂ‚lĂ‚ sakınmayacak mısı­nız?” “Rabbinizden mağfiret dileyin! Sonra da O ’na tevbe edin ki, uzerinize bol bol yağmur gondersin ve kuvvetinize kuvvet katsın! Gunah işleyerek Allah ’tan yuz cevirmeyin!” diye hakka dĂ‚vet etti. Kavminden ileri gelen kĂ‚firler: “Biz seni acık bir sapıklık, kesinlikle bir beyinsizlik icinde goruyoruz ve gercekten seni yalancılardan sanıyoruz!” dediler Hûd (a.s): “Ey kavmim! Ben beyinsiz değilim; fakat ben Ă‚lemlerin Rabbinin gonderdiği bir elciyim!” dedi. Onlar: “Sen, tek Allah ’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin?” dediler. “Ey Hûd! Sen bize acık bir mûcize getirmedin; biz, senin so­zunle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana îmĂ‚n edecek de değiliz! Biz, «Tanrılarımızdan biri seni fenĂ‚ carpmış!» demekten başka bir soz soy­lemeyiz!” diye direttiler.[30]
Âhireti yalanlayan ve dunyada refah icinde yaşayan eşraf takımı; “Bu da sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizin yediğinizden yiyor, ictiğinizden iciyor. Eğer sizin gibi bir beşere itaat ederseniz o takdirde siz, mutlaka ziyĂ‚na uğrayanlardan olursunuz” diyerek insanları doğru yola yaklaştırmıyorlardı. “Hayat bizim yaşadığımız şu dunya hayatımızdan başka bir şey değildir. Olur ve yaşarız; bir daha da diriltilecek değiliz” diye inkĂ‚r ediyorlardı.[31]
Hz. Hûd ’a, “Sen bizi tanrılarımızdan cevirmek icin mi geldin? Haydi, doğru soy­leyenlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azĂ‚bı başımıza getir!” dediler.[32] Hûd (a.s): “Ben Allah ’ı şĂ‚hid tutuyorum; siz de şĂ‚hid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O ’ndan başka taptıklarınızın hepsinden uzağım. Haydi, hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana muhlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah ’a tevekkul ettim. Cunku hicbir canlı yoktur ki, Allah, onun perceminden tutmuş olmasın. Şuphesiz Rabbim, mulkunde hak ve adĂ‚let yolunu tutmuştur. Eğer yuz cevirirseniz, tebliğ etmek icin gonderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim dilerse, başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O ’na hicbir zarar vere­mezsiniz! Cunku benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gozetendir.”[33]
Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara dunyĂ‚ hayĂ‚tında rezillik azĂ‚bını tattırmak icin o uğursuz gun­lerde uzerlerine dondurucu ve kasıp kavuran bir ruzgĂ‚r gonderdi. Uğursuz mu uğursuz bir gunde uzerlerine uğultulu bir kasırga sal­dı. Uzerinden gectiği şeyi sağlam bırakmıyor, her şeyi kul ediyordu. İnsanları sanki koklerinden sokulmuş hurma kutukleri gibi koparıp deviriyordu. Allah o fırtınayı, ardarda yedi gece, sekiz gun onların uzerine musallat etti. O kavmi, ici boş hurma kutukleri gibi oracıkta yere seriverdi. Onlardan geriye hicbir şey kalmadı, kokleri kesildi. Âhiretteki azĂ‚bları ise, daha da perişĂ‚n edici olacaktır ve onlara aslĂ‚ yardım edilmeyecektir.[34]
Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. Hûd ’u ve onunla berĂ‚ber îmĂ‚n edenleri, rahmetiyle kurtardı. Onları, ağır bir azĂ‚bdan kurtuluşa erdirdi. Âd kavmi ise Rablerini ve O ’nun Ă‚yetlerini inkĂ‚r ettikleri, O ’nun peygamberine Ă‚sî oldukları ve inatcı zorbaların emrine uydukları icin hem bu dunyĂ‚da, hem de kıyĂ‚met gununde lĂ‚nete uğradılar ve Allah ’ın rahmetinden uzak kılındılar.[35]
13.5. Hz. SĂ‚lih (a.s) Âd kavminden sonra Şam ile Hicaz arasındaki Hicr bolgesinde Semûd kavmi ortaya cıktı. Dağları deldiler, kayaları oydular, gayet sağlam evler yaptılar. Bu kuvvet ve imkĂ‚nlar onları itaatten uzaklaştırarak azgınlaştırdı. Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara Hz. SĂ‚lih ’i peygamber olarak gonderdi. O, “Ey kavmim! Allah ’a kulluk edin. Sizin O ’ndan başka ilĂ‚hınız yoktur. O sizi yerden yarattı ve sizi orada yaşattı. Oyleyse O ’ndan mağfiret isteyin; sonra da O ’na tevbe edin! Cunku Rabbim kullarına cok yakındır, duĂ‚larını kabûl eder” dedi.[36]
Hz. SĂ‚lih ’in uzun sure gayret ve mucĂ‚dele etmesine rağmen kavmi kendisini yalanladı, hidĂ‚yete gelmedi ve “babalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi engelliyor musun? Doğrusu, bizi kendisine kulluğa cağırdığın şeyden ciddî bir şuphe icindeyiz” dediler.[37] SĂ‚lih (a.s), “Ey kavmim! Siz burada bahcelerin, pınarların icinde; ekinlerin salkımların, sarkmış hurmalıkların arasında guven icinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Boyle sanıp dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah ’tan korkun ve bana itaat edin! O haddi aşan kĂ‚firlerin emrine uymayın. Onlar ki yeryuzunde fesat cıkarırlar ve gerek kendilerini gerekse cevrelerinde bulunanları ıslĂ‚ha gayret gostermezler” dedi.[38]
Kavmi, “Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru soyleyenlerden isen, haydi bize bir mûcize getir!” dediler.[39] Allah TeĂ‚lĂ‚ onları imtihan etmek icin kayanın icinden buyuk bir deve ile yavrusunu cıkardı. SĂ‚lih (a.s) “Onu bırakın. Allah ’ın arzında yesin icsin. Su icme hakkı bir gun onundur; belli bir gun de sizindir. Ona herhangi bir kotulukte bulunmayın; sonra sizi yakın bir azĂ‚b yaka­lar” diye tembihte bulundu. Ancak şehirdeki devamlı bozgunculuk peşinde koşan fesatcılar, deveyi ayaklarını kesip yere duşurerek oldurduler ve Rablerinin emrin­den dışarı cıktılar. “Ey SĂ‚lih! Eğer sen gercekten peygamberlerden isen, bizi tehdîd ettiğin azĂ‚bı getir” diye[40] arsızlık yaptılar.
Fesatcılar Allah ’a yemin ederek birbirleriyle anlaştılar: “Gece ona ve Ă‚ilesine baskın yapalım hepsini oldurelim; sonra da ona sĂ‚hip cıkan yakınlarına: «Biz SĂ‚lih Ă‚ilesinin yok edilişi sıra­sında orada değildik, inanın ki doğru soyluyoruz» diyelim” dediler. Allah onların planlarını altust etti. Allah ’ın azabı kendilerini yakalayıverdi. Şiddetli bir sarsıntı ve korkunc bir ses geldi. Yurtlarında diz ustu cokekaldılar, sonra yuz ustu duşup sel supruntusune donduler. Allah, SĂ‚lih (a.s) ile mu ’minleri rahmetiyle kurtardı.[41]
“İşte haksızlıkları yuzunden cokmuş evleri! Anlayan bir kavim icin elbette bunda bir ibret vardır.” (en-Neml 27/52)
13.6. Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak (a.s) Hz. Nûh ’un oğlu HĂ‚m ’ın neslinden Nemrûd isminde biri bircok kabileyi toplayarak şimdiki Musul şehrinin bulunduğu yerlerde BĂ‚bil devletini kurmuştu. Bunlar arasında SĂ‚bie denilen bĂ‚tıl bir din turedi. Guneşe, aya, yıldızlara, putlara ve hukumdarlarına taparlardı. Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara Hz. İbrahim ’i peygamber olarak gonderdi. İbrahim (a.s) onlara, bir muddet semada durup sonra batan yıldız ve gezegenlerin, hicbir fayda ve zarar veremeyen cansız putların ve kral da olsa Ă‚ciz insanoğlunun ilĂ‚h olamayacağını anlatmak icin cok uğraştı. Bir gun puthĂ‚neye girip butun putları kırdı, ancak en buyuğune dokunmadı. Kendisine gelen kavmine putları bu buyuğun kırmış olabileceğini, isterlerse kendisine sorabileceklerini soyleyerek onları duşunmeye zorladı. Onlar da ne kadar yanlış bir yolda olduklarını anlayıp başlarını bir muddet one eğdilerse de cĂ‚hiliye hamiyetini yenemeyerek iddialarına yine devam ettiler. İbrahim (a.s) icin, “Onu yakarak tanrılarınıza yardım edin” dediler. Buyuk bir ateş yakarak Hz. İbrahim ’i icine attılar. Allah TeĂ‚lĂ‚ “Ey ateş! İbrĂ‚hîm ’e serin ve selĂ‚met ol!” buyurdu.[42] Bu mucizeyi goren bazı insanlar iman ettiler.
İbrĂ‚hîm (a.s) kavmine şoyle dedi:
“Siz, sırf aranızdaki dunyĂ‚ hayĂ‚tına has muhabbet uğruna Allah ’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyĂ‚met gunu (gelip cattığında ise) birbiri­nizi tanımamazlıktan gelecek ve birbirinize lĂ‚net okuyacaksınız. Varacağınız yer cehen­nemdir ve hic yardımcınız da yoktur.” (el-Ankebût 29/25)
İbrahim (a.s) Ă‚ilesini ve mu ’minleri alarak Şam diyarına hicret etti.
Daha sonra Allah ’ın emri ile oğlu İsmail ile annesini KĂ‚be ’nin yanına yerleştirerek şoyle dua etti:
“Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları icin ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem ’inin (KĂ‚be ’nin) yanında ziraat yapılmayan bir vĂ‚­diye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gonullerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki, bu nîmetlere şukrederler.” (İbrĂ‚hîm 14/37)
İsmail (a.s) babasıyla birlikte yuruyup gezecek cağa erişince İbrahim (a.s) bir ruyĂ‚ gordu ve: “Yavrucuğum, ruyĂ‚da seni kurban ettiğimi goruyorum; bir duşun, ne dersin?” dedi. O da cevĂ‚ben: “Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap! İnşĂ‚allah beni sabredenlerden bulur­sun!” dedi. Her ikisi de teslîm olup, İbrĂ‚hîm (a.s) onu alnı uzerine yatırınca Allah TeĂ‚lĂ‚: “Ey İbrĂ‚hîm, ruyĂ‚yı gercekleştirdin. Biz ihsĂ‚n sĂ‚hiplerini boyle mukĂ‚fatlandırırız. Bu gercekten cok ağır bir imtihandır” diye seslendi. Oğluna bedel ona buyuk bir kurban ihsĂ‚n eyledi. Geriden gelecekler arasında ona iyi bir nam bıraktı ve “İbrĂ‚hîm ’e selĂ‚m olsun!” buyurdu.[43]
Yaşlılık vaktinde Allah TeĂ‚lĂ‚ ona kudretini gostererek oğlu İshak ’ın doğacağını mujdeledi.[44]
İsmail (a.s) buyuyunce İbrahim (a.s) Allah ’ın emriyle onun yanına giderek birlikte KĂ‚be ’yi inşĂ‚ ettiler. “Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabûl buyur; şuphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana teslîm olanlardan kıl! Neslimizden de sana itaat eden bir ummet cıkar; bize ibĂ‚det usûllerimizi goster; tevbelerimizi kabûl et; zîrĂ‚ tevbeleri cokca kabûl eden, cok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Onlara, iclerinden senin Ă‚yetlerini kendilerine okuyacak, on­lara kitĂ‚b ve hikmeti oğretecek, onların nefslerini tezkiye edecek bir peygamber gonder! Cunku ustun gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin!” diye dua ettiler. Sonra da insanları hacca dĂ‚vet ettiler.[45]
Hz. İbrĂ‚hîm (a.s), yumuşak huylu, yureği yanık, kendisini tamĂ‚men Allah ’a vermiş bir peygamberdi.[46]
İsmail (a.s) babası Hz. İbrahim ’in şeriatıyla amel etmek uzere Yemen kabilelerine ve Amalika denilen eski bir kavme peygamber olarak gonderildi. Rasûlullah (s.a.v) onun neslindendir.
İshĂ‚k (a.s) babasının vefĂ‚tından sonra Şam ve Filistin halkına peygamber olarak gonderildi. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“SĂ‚lihlerden bir peygamber olarak O ’na (İbrĂ‚hîm ’e) İshĂ‚k ’ı mujdeledik. Kendisini ve İshĂ‚k ’ı mubĂ‚rek (kutlu ve bereketli) eyledik. LĂ‚kin her ikisinin neslin­den iyi kimseler olacağı gibi, kendine acıktan acığa kotuluk edenler de olacaktır.” (es-SĂ‚ffĂ‚t 37/112-113)
Hz. İshak ’ın neslinden pek cok peygamber gelmiştir.
Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. İshak (a.s), diğer guzel vasıfları yanında bilhassa Allah ’a tevekkul ve teslimiyetleriyle bizlere ornek olmuşlardır.
13.7. Hz. Lût (a.s) Lût (a.s), Hz. İbrĂ‚hîm ’in kardeşinin oğludur. Ona iman etmiş ve onunla birlikte Şam ’a hicret etmiştir. Daha sonra Filistin ’deki Sodom bolgesine peygamber olarak gonderildi. Bu bolgenin ahĂ‚lîsi dinden cıkmış ve o zamana kadar hicbir kavmin yapmadığı gunahlara cur ’et eden insanlardı. Lût (a.s) onlara, “DunyĂ‚da sizden once hic kimsenin yapmadığı bir hayĂ‚sızlığı mı yapıyorsunuz?[47] Rabbinizin sizler icin yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar icinde erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, sınırı aşmış sapık bir kavimsiniz!” dedi.[48]
Kavminin cevĂ‚bı: “Lût ’u ve ona inananları memleketinizden cıkarın! Cunku onlar, fazla temizlenen insanlarmış!” demekten başka bir şey ol­madı.[49]
Onlar bu fecî gunahlarda ısrar edince Allah TeĂ‚lĂ‚ beldelerinin altını ustune getirdi ve uzerlerine balcıktan pişiri­lip istif edilmiş taşlar yağdırdı.[50]
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Lût ’a da doğru hukum kĂ‚biliyeti ve ilim verdik; onu cirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Gercekten onlar fenĂ‚ işler yapan kotu bir kavimdi. O ’nu rahmetimize kabûl ettik; cunku O, sĂ‚lihlerden idi.” (el-EnbiyĂ‚ 21/74-75)
13.8. Hz. Ya‘kûb ve Hz. Yûsuf (a.s) Ya‘kub (a.s), Hz. İshak ’ın oğludur. Lakabı “İsrĂ‚îl” olduğu icin neslinden gelen insanlara “Benî İsrĂ‚îl” denilmiştir. Yûsuf (a.s) da Hz. Ya‘kub ’un oğludur. Bu iki peygamberin kıssası Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de “Ahsenu ’l-kasas: Kıssaların en guzeli” diye tavsif edilir.
Hz. Ya‘kûb ’un on iki oğlu vardı. Onların icinde en fazla Hz. Yûsuf ’u, ondan sonra da kardeşi Bunyamin ’i severdi. Yûsuf (a.s) cocuk iken bir ruyĂ‚ gormuştu, on bir yıldız, guneş ve ay kendisine secde ediyordu. Babası, “Yavrucuğum! RuyĂ‚nı sakın kardeşlerine anlatma! Sonra onlar sana hasedleri sebebiyle tuzak kurarlar. Cunku şeytan, insanın apacık bir duşmanıdır. Rabbin seni sececek. Sana ruyĂ‚da gorulen hĂ‚diselerin tĂ‚birine dĂ‚ir ilim verecek, daha once iki atan İbrĂ‚hîm ve İshĂ‚k ’a nîmetini tamamladığı gibi, sana ve Ya‘kûb soyuna da nîmetini tamamlayacak” dedi.[51] Gercekten de buyuk kardeşleri Yûsuf ’u kıskandılar. Onu oldurerek babalarının teveccuhunu kazanmak istediler. Hz. Yûsuf ’u, gezip eğlenme bahanesiyle kıra goturup bir kuyuya attılar. Babalarına da kardeşlerini kurdun yediğini soylediler. Hz. Ya‘kub bu soze inanmadı ama başka yapacak bir şeyi de yoktu. Cok uzuldu ve yıllarca gozyaşı doktu, nihayetinde gozlerini kaybetti. Kuyunun yanından gecen bir kĂ‚file su almak isteyince Hz. Yûsuf ’u buldu. Onu Mısır ’a goturup Azîz ’e yani mĂ‚liye bakanına sattılar.
Yûsuf (a.s) cok guzel olduğu icin Azîz ’in hanımı ona Ă‚şık oldu. Yûsuf (a.s) teklifini reddedince de iftira atarak onu zindana attırdı. Yûsuf (a.s) oradaki insanları dine davet edip hidayetlerine vesile oldu. Bir muddet sonra Mısır Firavun ’u bir ruya gordu. Ama kimse onu tabir edemedi. Firavun ’un daha once zindandan cıkan şerbetcisi bu ruyayı ancak Hz. Yûsuf ’un tabir edebileceğini soyledi. Ruyaya gore yedi sene bolluk, ardından yedi sene kıtlık, ondan sonra da bir sene insanlar pek ziyade varlık goreceklerdi. Firavun, Hz. Yûsuf ’u yanına getirmelerini soyledi. Ama o, mĂ‚sumiyetini tasdik ettirmeden zindan cıkmadı. Kadınlar iftira attıklarını itiraf ettiler. Firavun, Hz. Yûsuf ’u kendisine husûsî danışman edindi. Yûsuf (a.s) o sıkıntılı gunlerde mĂ‚lî işleri kendisinin en guzel şekilde yapabileceğini soyledi. Bunun uzerine mĂ‚liye bakanı yapıldı.
Kıtlık yıllarında erzakı biten insanlar akın akın Mısır ’a geliyorlardı. Başka yerde yiyecek bir şey kalmamıştı. Hz. Yûsuf ’un kardeşleri de Filistin ’den Mısır ’a erzak almak icin geldiler. Hz. Yûsuf ’u tanıyamadılar. Ucuncu gelişlerinde Yûsuf (a.s) kendisini onlara tanıttı. Kardeşleri:
“–Allah ’a yemin olsun, hakikaten Allah seni bize ustun kılmış. Gercekten biz hataya duşmuşuz” dediler. Yûsuf (a.s):
“–Bugun yaptıklarınız yuzunuze vurulmayacak, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir. Şu benim gomleğimi goturun de onu babamın yuzune koyun, gozleri gorecek duruma gelir; butun ailenizi de bana getirin” buyurdu.[52]
Gomlek Mısır ’dan yola cıkınca Ya‘kûb (a.s) onun kokusunu aldı ama kimse ona inanmadı ve boyle bir şeye ihtimal vermedi. Gomleği Hz. Ya‘kûb ’un yuzune surunce gozleri acıldı. Oğulları:
“–Ey babamız! Bizim icin istiğfar ediver! Cunku biz gercekten hata ettik” dediler. Ya‘kûb (a.s):
“–Sizin icin biraz sonra Rabbimden af dileyeceğim. Şuphesiz O cok bağışlayan, pek merhamet edendir” dedi. Yûsuf ’un yanına girdiklerinde anne babasını bağrına bastı ve “Allah ’ın izniyle Mısır ’a emniyet icinde girin” dedi. Anne babasını makamına cıkardı. Hepsi onun huzurunda yere kapandılar; Yûsuf (a.s):
“–Babacığım! İşte daha once gorduğum ruyanın mĂ‚nası buymuş; Rabbim onu gercekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana lutuflarda bulundu: Beni zindandan cıkardı, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi colden cıkarıp buraya getirdi. Şuphesiz Rabbim dilediğine cok lutufkĂ‚rdır. Şuphesiz O cok iyi bilendir, hikmet sahibidir” dedi. Sonra şoyle dua etti: “Ey Rabbim! Bana iktidar verdin ve bana ruyaların yorumunu da oğrettin. Ey gokleri ve yeri yaratan! Dunyada da Ă‚hirette de beni yonetip himaye eden sensin. Musluman olarak canımı al ve beni sĂ‚lih kullarının arasına kat!”[53]
Ya‘kûb (a.s) diğer guzel vasıfları yanında bilhassa sabrıyla, Yûsuf (a.s) da iffeti ve affediciliği ile ornek olmuştur.
13.9. Hz. Eyyûb (a.s) Hz. İshak ’ın neslindendir. Allah TeĂ‚lĂ‚ mallarını ve evlatlarını alarak onu buyuk bir imtihana tabi tuttu. Kendisi de ağır bir şekilde hastalığa yakalandı. Eyyûb (a.s) butun musibetlere sabretti. Allah TeĂ‚lĂ‚ bir rahmet ve akl-ı selîm sĂ‚hipleri icin de bir ibret olmak uzere, ona hem Ă‚ilesini, hem de onlarla beraber bir mislini kendisine bağışladı.[54]
Âyet-i kerimede şoyle burulur:
“...Gercekten Biz Eyyûb ’u sabırlı (rızĂ‚ hĂ‚linde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! DĂ‚imĂ‚ Allah ’a yonelirdi.” (SĂ‚d 38/44)
Eyyûb (a.s) diğer guzel vasıfları yanında bilhassa sabrıyla bizlere ornek olmuştur.
13.10. Hz. Şuayb (a.s) Medyen ve Eyke ahĂ‚lîsine peygamber olarak gonderilmiştir. Zulme ve kufre iyice dalmış olan bu insanlar, Hz. Şuayb ’in butun uyarılarına rağmen yaptıklarından vazgecmediler. Bilhassa olcu ve tartıda adalete riayet etmediler, doğru tartıyla tartmadılar. Hûd Sûresi 84-85. Ă‚yetlerde Hz. Şuayb ’in kavmine hem olcu ve tartıyı eksik yapmamayı, hem bunları tam yapmayı, hem de insanların mallarını eksiltip değerini duşurmeye calışmamayı peş peşe ısrarla emrettiği gorulur. Şuʻara Sûresi ’nin 181-183. Ă‚yetlerinde aynı emir ve tavsiyeler tekrar edildikten sonra sağlam ve doğru terazi ile tartma emri ilave edilir. Buna riayet edilmediği takdirde yeryuzunde fesadın zuhur edeceği haber verilir.
Peygamberlerine itaat etmeyen bu kavimler nihayetinde helĂ‚k edildiler. Medyen halkını dehşetli bir sayha ve sarsıntı yakalayarak yurtlarında yere seriverdi.[55] Eyke halkının uzerine de golgesinde serinlemek istedikleri buluttan ofkeli alevler yağdı[56], yurtları, sanki orada hic kimse yaşamamış gibi harabeye donuverdi.[57] İbn AbbĂ‚s (r.a), bu tarihî gerceğe işaret ederek Medîne carşısında esnafa şoyle seslenmiştir:
“Ey acemler! Siz oyle iki şeyin başına getirildiniz ki sizden once pek cok ummet onlar yuzunden helĂ‚k olmuştur: Onlar olcu ve tartıdır!”[58]
Halef b. Havşeb (o. 140 civĂ‚rı) de şoyle demiştir: “Hz. Şuayb ’in kavmi arpa sebebiyle helak oldu. (Baştan bir iki arpa fazla eksik tartıyorlardı, sonra bu hile buyuyup gitti.) Alırken ağır bir şekilde alıyor, verirken hafif veriyorlardı.”[59]
Şuayb (a.s) diğer guzel hasletleri yanında bilhassa teraziyi adaletle tutma ve kimseye en ufak bir haksızlık yapmama konusunda bizlere ornek olmuştur.
13.11. Hz. Musa ve Hz. HĂ‚run (a.s) Hz. Ya‘kûb ’un oğulları Mısır ’a gelmiş ve orada coğalmışlardı. On iki kardeşten on iki buyuk kol olmuştu. Ama zamanla Firavunlar ve Mısır ’ın yerlisi olan Kıptîler İsrĂ‚iloğullarını aşağılayıp ağır işlerde calıştırmaya başladılar. Bu durumdan bunalan İsrĂ‚iloğulları Mısır ’dan cıkıp ata yurdu Ken‘an diyarına donmek istiyor, ama Firavunlar buna izin vermiyordu. On iki kabile bir araya gelemedikleri icin bu elîm esaretten kurtulamıyorlardı.
Allah TeĂ‚lĂ‚ iclerinden Hz. Musa ’yı onlara peygamber olarak gonderdi. Firavun ’u tevhide davet ederek işe başlayacaktı. “Rabbim! Yureğime genişlik ver! İşimi kolaylaştır! Dilimden şu bağı coz ki sozumu anlasınlar! Bana Ă‚ilemden bir de vezîr (yardımcı) ver! Kardeşim HĂ‚rûn ’u. Onunla beni kuvvetlendir! Ve onu işime ortak kıl! Boylece seni bol bol tesbîh edelim ve cok cok zikredelim! Şuphesiz sen bizi gormektesin” diye yalvardı. Allah TeĂ‚lĂ‚, “Ey MûsĂ‚! İstediğin sana verildi” buyurdu.[60]
Ancak ne Firavun ne de Mısırlılar imana gelmiyorlardı. Musa (a.s) İsrailoğullarının on iki boyunu bir araya getirip binbir guclukle Mısır ’dan cıkardı. Peşlerine duşen Firavun ve ordusu Kızıldeniz sahilinde onlara yetişti. Musa (a.s) Allah ’ın emriyle asĂ‚sını denize vurdu, denizde on iki yol acıldı. Muslumanlar karşıya gecti, onları takip eden Firavun ve ordusu denizde boğuldular.
Benî İsrĂ‚il ’in yurtlarını AmĂ‚lika kabilelerinden bir takım zorba ve cebbĂ‚r insanlar istîlĂ‚ etmişti. Onları oradan cıkarmak gerekiyordu. İsrĂ‚îloğulları cihĂ‚dı goze alamayarak “biz onlarla savaşamayız” dediler. Bu sebeple kırk sene Tîh sahrasında donup durmakla cezalandırıldılar. Bir yere cıkıp gidemediler. “Keşke Mısır ’dan cıkmasaydık” demeye başladılar. Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara Kudret helvası ve Bıldırcın eti ikram ettiği hĂ‚lde bir muddet sonra “Biz sarımsak, soğan, bakla isteriz” dediler. Hz. Musa da kızarak “Haydi Mısır ’a gidin, istediğiniz şeyler orada var” dedi.
Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. MûsĂ‚ ’ya Tevrat ’ı verdi. Zamanla eski nesil olup yerine yeni bir nesil geldi. Bunlar Tîh sahrasında yetişmiş, dayanıklı ve mucadeleci insanlardı. Musa (a.s) onları alarak duşmanla muhĂ‚rebe etti. Şerîa nehrinin doğusuna sahip oldu. Erîha şehrinin karşısındaki dağa cıkarak İsrailoğullarına va‘d edilen Ken‘an ilini seyrettirdi. Hz. Yûsuf ’un neslinden olan Hz. YûşĂ‚ ’yı yerine vekil tĂ‚yin ettikten sonra vefat etti. HĂ‚run (a.s) ise savaştan once vefat etmişti.
BilĂ‚hare kendisine peygamberlik verilen YûşĂ‚ (a.s) İsrailoğullarını colden cıkardı, Ken‘an ilini zorbalardan aldı ve Şam diyarını fethetti.
Musa (a.s) Allah katında şerefli ve mevkî sĂ‚hibi bir kimse idi.[61] Diğer guzel hasletleri yanında bilhassa tebliğ azmi ve yumuşak bir lisanla Firavun gibi azgın bir idareciyi Hakk ’a dĂ‚vet etme husûsunda bizlere ornek oldu.
13.12. Hz. DĂ‚vûd ve Hz. Suleyman (a.s) DĂ‚vûd (a.s) hem peygamber hem de sultan idi. Yahûdi kabilelerini bir araya getirdi. Kendisine Zebûr verildi. Bu kitap, oğut, dua ve munĂ‚cĂ‚tlardan ibaretti. Şer‘î hukumlerde ise Hz. Musa ’nın şeriatiyle amel ediyorlardı.
Âyet-i kerimelerde şoyle buyrulur:
“Gercekten Biz, dağları (ona) boyun eğdirdik, akşam-sabah O ’nunla beraber tesbîh ederlerdi. Kuşları da toplanmış olarak (ona itaat) ettirdik. Hepsi onun (zikrine katılmak) icin donup gelirlerdi.” (SĂ‚d 38/18-19. Bkz. el-EnbiyĂ‚ 21/79)
“Ona demiri yumuşattık. «Geniş zırhlar îmĂ‚l et, dokumasında da olcuyu gozet ve (ehlinle birlikte) sĂ‚lih amel işleyin! Cunku Ben, ne yaparsanız hakkıyla gorenim» (diye vahyettik).” (Sebe ’ 34/10-11. Bkz. el-EnbiyĂ‚ 21/80)
DĂ‚vûd (a.s) zırhlar yapar Allah yolunda cihĂ‚d ederdi.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Biz DĂ‚vûd ’a SuleymĂ‚n ’ı verdik. SuleymĂ‚n ne guzel bir kuldu! Doğrusu o, dĂ‚imĂ‚ Allah ’a yonelirdi.” (SĂ‚d 38/30)
Allah TeĂ‚lĂ‚ Hz. DĂ‚vûd ’a ve Hz. SuleymĂ‚n ’a ilim vermiş, kuşların lisĂ‚nını oğretmiş ve her şeyden nasipler lutfetmişti.[62]
Allah (c.c), insan, cin, hayvĂ‚nĂ‚t ve ruzgĂ‚rı Hz. Suleyman ’ın emrine verdi. Onun icin erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttı.[63] Suleyman (a.s) cihĂ‚d sebebiyle atları cok severdi.
Ondan sonra Hz. İlyĂ‚s, Hz. Elyesa‘, Hz. Zulkifl ve Hz. Yûnus (a.s) İsrĂ‚iloğullarına peygamber olarak gonderildiler. Bu donemde yaşayan Hz. Uzeyr, Hz. Zulkarneyn ve Hz. Lokman ’ın peygamber olup olmadıkları ihtilaflıdır. EvliyĂ‚ullah ’tan sĂ‚lih birer zĂ‚t oldukları rivayet edilir.
TĂ‚rih boyunca İsrĂ‚iloğulları kĂ‚h doğru yoldan gider kĂ‚h isyĂ‚n ve azgınlıkla hak yoldan cıkarlardı. Onlar dinden uzaklaştıkca Allah TeĂ‚lĂ‚ uzerlerine bir duşman musallat eder, bazen esarete, bazen farklı musibetlere uğrar, zaman zaman da başsız kalıp perişan olurlardı. Sonra Allah ’a donup dua ederek bu tur musibetlerden kurtulurlardı. Onların tĂ‚rihinden ibret alarak bugun biz de Allah ’a ve Rasûlu ’ne itaat ederek icine duştuğumuz sıkıntılardan kurtulmalıyız.
13.13. Hz. ZekeriyyĂ‚, Hz. YahyĂ‚ ve Hz. İsa (a.s) ZekeriyyĂ‚ (a.s), Hz. Suleyman ’ın neslindendi. YahyĂ‚ (a.s) onun oğlu,[64] İsa (a.s) da Hz. YahyĂ‚ ’nın teyzesinin torunu idi.[65]
Meryem sûresinde Allah ’ın Hz. ZekeriyyĂ‚ ’ya olan rahmetinden bahsedilir. O, gizli bir sesle Rabbine yalvarmış, “Rabbim! Şuphesiz kemiklerim gevşedi. Sacım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda, cevapsız bırakılarak hic mahrum olmadım. Gercek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarımın isyankĂ‚r olmalarından korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir cocuk bağışla ve onu rızĂ‚na ulaşmış bir kimse kıl!”[66] “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın”[67] diye dua etmişti.
Allah ’ın Hz. Meryem ’e sebepsiz olarak mucizevî bir şekilde rızık verdiğini gormesi uzerine boyle bir istekte bulunduğu rivayet edilir.[68] Buna şu sebebi de ilave edebiliriz: Mabette ibadetle meşgul olan kucuk yaştaki Hz. Meryem ’in bakımı ve kefaleti icin cekilen kura Hz. ZekeriyyĂ‚ ’ya cıkmıştı. Devamlı onunla meşgul olurken onun nasıl guzel bir kulluk hayatı yaşadığını ve duygu zenginliğine sahip olduğunu goruyordu. Onun bu hĂ‚line ozenerek Meryem (a.s) gibi “Allah ’a teslim olmuş, temiz, iffetli” bir cocuğunun olmasını istemiş olabilir.
Allah TeĂ‚lĂ‚, Hz. ZekeriyyĂ‚ ’ya “YahyĂ‚” isminde bir oğlan cocuğu vereceğini mujdeledi ve onun isminin daha evvel kimseye verilmediğini bildirdi. ZekeriyyĂ‚ (a.s) ’ın bu duası ile kendisine verilen mujde arasında 40 sene gectiğini soyleyenler olmuştur.[69] Bu mujde karşısında sevinen ZekeriyyĂ‚ (a.s) buyuk bir şaşkınlık icinde hanımının kısır, kendisinin de ihtiyarlığın son noktasına gelmiş olduğu hĂ‚lde nasıl cocuklarının olacağını sordu. Boyle bir şeyin gercekleşeceğinde şuphesi yoktu ancak bunun keyfiyetini soruyordu. Allah TeĂ‚lĂ‚, kendisini hicbir şey değilken yarattığı gibi Hz. YahyĂ‚ ’yı yaratmasının da kolay olduğunu ifade etti. Bunun uzerine ZekeriyyĂ‚ (a.s) meleklerin bildirdiği bu mujde hususunda kalbinin mutmain olması icin bir işaret istedi. Allah TeĂ‚lĂ‚ istediği işaretin, sapasağlam hĂ‚line rağmen uc gun insanlarla konuşamaması olduğunu bildirdi. Bunun uzerine ZekeriyyĂ‚ (a.s) ibadethaneden kavminin yanına cıktı ve işaretle onlara sabah akşam Allah ’ı tesbih etmelerini soyledi.[70]
Bunlara ilave olarak Âl-i İmrĂ‚n sûresinde Hz. ZekeriyyĂ‚ ’nın Rabbinin katından temiz ve mubarek bir zurriyyet istediği, mĂ‚bette kalkmış ibadet ederken meleklerin kendisine nida ederek Allah ’ın kendisini, Hz. İsa ’yı tasdik edecek, efendi, nefsine hĂ‚kim ve sĂ‚lihlerden bir peygamber olan Hz. YahyĂ‚ ile mujdelediğini bildirdikleri haber verilmiştir. Hayretle bunun nasıl olacağını sorması uzerine de “Allah ’ın dilediğini yapacağı” cevabı verilmiştir. AlĂ‚met olarak uc gun konuşamayacağı bildirildikten sonra kendisine “Rabbini cokca zikret, sabah akşam tesbih et!” emri verilmiştir.[71]
Muhammed b. KĂ‚ʻb (o. 108/726 [?]) der ki: “Allah birine zikri terkedebileceğine dair ruhsat verecek olsaydı, “Senin icin alĂ‚met, insanlarla uc gun konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir”[72] buyurduğu zaman Hz. ZekeriyyĂ‚ ’ya ruhsat verirdi. Ancak ona bunun ardından “Ayrıca Rabbini cokca zikret, sabah akşam tesbih et!” buyurmuştur.[73] Zemahşerî ’ye (o. 538/1144) gore Hz. ZekeriyyĂ‚ ’nın insanlarla konuşamayışı, Allah ’ın bu buyuk nimetine şukur icin o muddet zarfında dilini Allah ’ı zikre vermesi, başka şeylerle meşgul etmemesi icindir.[74] Muhtelif rivayetlere gore ZekeriyyĂ‚ (a.s) o zaman yetmiş veya yetmiş kusur yaşındaydı.[75] Kendisinin 92 veya 120, hanımının 98 yaşında olduğu da soylenmiştir.[76]
Abdullah ibn Hakîm şoyle der: Ebû Bekir (r.a) bize bir hutbe îrad etti ve şoyle dedi:
“Size, Allah ’a karşı takvĂ‚ sĂ‚hibi olmanızı tavsiye ederim. O ’nu lĂ‚yık olduğu şekilde senĂ‚ edin! Korku ile umid arasında olun, Allah ’tan isterken ısrĂ‚r edin! Allah -azze ve celle- Zekeriya (a.s) ile Ă‚ilesini overek şoyle buyuruyor:
«…Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı derin bir huşû icindeydiler».”[77]
Allah TeĂ‚lĂ‚ doğduğu gun Hz. YahyĂ‚ ’ya selĂ‚m etti. Aynı şekilde oleceği gun ve dirileceği gun de selĂ‚m edeceğini bildirdi.[78] Yani onu her turlu kotuluk, gunah, sıkıntı, azap ve korkudan emin kılacağını, selĂ‚mete cıkaracağını haber verdi.
YahyĂ‚ (a.s) daha kucuk yaşlarda iken Allah TeĂ‚lĂ‚ ona hikmet, kalp yumuşaklığı, ruh temizliği ve sĂ‚fiyeti vermişti. O, Allah ’tan sakınan, takvĂ‚ sahibi, anne babasına iyi davranan bir kimse idi. Asla isyancı bir zorba olmadı.[79]
Hz. YahyĂ‚ ’nın son derece olgun bir cocukluk hayatı gecirdiği nakledilir. Sekiz yaşında Beytu ’l-Makdis ’in hizmetine girip on beş yaşına kadar orada gunduzleri hizmet ettiği, geceleri de gozyaşları icinde ibadette bulunduğu rivayet edilir.[80] İbnu ’l-Esîr (o. 630/1233) onun kadınları hic arzu etmediğini ve cocuklarla oyun oynamadığını nakleder.[81] Cocuklar yanına gelip; “Haydi gidip biraz oynayalım” dediklerinde o; “Biz oyun icin mi yaratıldık?” derdi.[82] İşte “Biz ona daha cocuk iken hikmet vermiştik”[83] Ă‚yetinin bu duruma işaret ettiği soylenir.[84] Yani o cocukluğundan beri Allah ’a karşı guclu bir itaat hayatı yaşamıştır.[85]
YahyĂ‚ (a.s) buyuyup gencleştiğinde Allah TeĂ‚lĂ‚ ona, “Ey YahyĂ‚ kitaba sımsıkı sarıl!” buyurdu.[86] Kendisine peygamberlik verdi.
Muhtelif rivayetlerden Hz. YahyĂ‚ ’nın gencliğinde şatafattan uzak, sade bir hayat yaşadığı anlaşılır. Onun yemesi, icmesi ve giyinmesi son derece mutevazı idi.[87] İnsanlara da, fazla yiyecek ve giyeceklerini paylaşmalarını, kanaati, ac gozlulukten ve zorbalıktan uzak durmayı, guzel ahlĂ‚kı, adĂ‚leti tavsiye ederdi. Gunahlardan uzak durmaya, tevbe ederek manevî temizliği elde etmeye ayrı bir ehemmiyet verirdi. Ahiret ve hesap gunu icin hazırlanmayı ısrarla vurgulardı.
Genc yaşta Tevrat ’ı eline almış, İsrailoğullarına vaaz ve nasihat etmeye başlamıştı. Daha sonra da Hz. Musa ’nın şeriatı ile amel etmek uzere İsrailoğullarına peygamber olarak gonderildi.[88]
KĂ‚ʻb el-AhbĂ‚r (o. 32/652), Hz. YahyĂ‚ ’nın yuzu ve sûreti guzel, yumuşak huylu bir genc olduğunu nakletmiştir.[89]
YahyĂ‚ (a.s) gunahlardan uzak duran tertemiz bir genc idi, bedenini Rabbine tĂ‚atte kullanır, devamlı amel-i sĂ‚lihler işlerdi.[90] Her turlu hayır ve iyilik hususunda artarak devam eden bir gelişim gosterirdi.[91] Rasûlullah (s.a.v) Hz. YahyĂ‚ ’nın cok hayırlı bir kişi olduğunu ifade ettikten sonra bunun sebebinin de Allah ’ın onu Kur ’Ă‚n ’da guzel vasıflarla anlatması olduğunu soylemiş, ilgili Ă‚yetleri okumuş ve sonunda; “Hicbir kotuluk yapmadı, hatta boyle bir şeyi aklından bile gecirmedi” buyurmuşlardır.[92]
Yine Rasûlullah (s.a.v) şoyle buyurmuşlardır: “Âdemoğullarından herkes mutlaka bir hata (gunah) işlemiş veya buna istek duymuştur, ancak YahyĂ‚ b. ZekeriyyĂ‚ bunun hĂ‚ricindedir.”[93] Abdullah b. Amr (o. 65/684-85): “Herkes mutlaka Allah ’ın huzuruna gunahla cıkar, ancak YahyĂ‚ b. ZekeriyyĂ‚ bundan mustesnadır” demiş ve “Efendi, nefsine hĂ‚kim, iffetli”[94] Ă‚yetini okumuştur.[95]
Rivayetlere bakıldığında Hz. YahyĂ‚ ’nın 32 yaşında şehid edildiği anlaşılmaktadır.[96] Bazı kaynaklara gore, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de İsrĂ‚iloğulları ’nın yeryuzunde cıkaracağı bildirilen[97] iki fesattan ikincisi onların Hz. YahyĂ‚ ’yı oldurmeleri ve Hz. ÎsĂ‚ ’yı da oldurmeye teşebbus etmeleridir.[98]
Hz. ÎsĂ‚ ’nın annesi Hz. Meryem, DĂ‚vûd (a.s) ’ın neslindendir. Annesi, “Rabbim! Karnımdakini kayıtsız şartsız sana adadım, benden kabul buyur; kuşkusuz sensin her şeyi işiten, her şeyi bilen” diye onu Beyt-i Makdis hizmetine vakfetti.[99] Hz. Meryem doğunca onu Beyt-i Makdis ’teki vazîfelilere teslîm etti. Meryem ’i kimin himĂ‚yesine alacağına dĂ‚ir kur‘a cektiler. Cekilen kur‘a Hz. ZekeriyyĂ‚ ’ya cıktı. ZekeriyyĂ‚ (a.s) onu alıp hanımının yanına goturu. Hz. Meryem teyzesinin yanında buyudu. Hz. Meryem buyuyunce ZekeriyyĂ‚ (a.s) Beytu ’l-Makdis ’te ona bir oda tahsis etti. Hz. Meryem orada gece-gunduz ibĂ‚detle meşgul olurdu. TakvĂ‚sıyla ornek gosterilir olmuş, kendisinden kerĂ‚metler zuhur etmeye başlamıştı. Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’de onun “sıddîka” olduğu bildirilir. Bir gun melekler kendisine gelerek “Ey Meryem! Allah sana ken­disinden bir Kelime ’yi mujdeliyor. Adı Meryem oğlu ÎsĂ‚ ’dır. Mesîh ’tir; dunyĂ‚da da, Ă‚hirette de îtibarlı ve Allah ’ın kendi­sine yakın kıldıklarındandır” dediler. Hz. Meryem: “Rabbim! Bana bir erkek eli değmediği hĂ‚lde nasıl cocuğum olur?” dedi. All