Şukreden zenginler ile sabreden fakirler, ilĂ‚hî rızĂ‚ya nĂ‚iliyet bakımından musĂ‚vîdirler. Aralarındaki tek fark, birinin yoklukla, diğerininse varlıkla imtihan edilmesidir.CenĂ‚b-ı Hak buna bir misĂ‚l olmak uzere, Hazret-i Suleyman ile Hazret-i Eyup ’un (a.s.) hĂ‚lini bildirir.
“NE GUZEL KUL” NĂ‚mutenĂ‚hî varlık sĂ‚hibi kılınan Suleyman (r.a.) hicbir zaman mağrur olmamış, dunyĂ‚ nîmetleri aslĂ‚ kalbini işgal etmemiş, nîmetlerin asıl sĂ‚hibi olan AllĂ‚h ’a dĂ‚imĂ‚ şukur hĂ‚linde bulunmuştur. Bu guzel hĂ‚li sebebiyle de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; “ne guzel kul”[1] iltifĂ‚tına mazhar olmuştur.
Ote yandan yokluk ve hastalıklarla imtihan edilen Eyup (a.s.) da, bu imtihĂ‚nı kendisine takdîr edenin, Allah TeĂ‚lĂ‚ olduğunu duşunerek dĂ‚imĂ‚ hĂ‚line rızĂ‚ gostermiş, hicbir zaman şikĂ‚yet etmemiştir. Eyup (a.s.) da bu rızĂ‚ ve teslîmiyeti ile Rabbimiz ’in tıpkı Hz. Suleyman ’a buyurduğu gibi; “ne guzel kul”[2] iltifĂ‚tına nĂ‚il olmuştur. Dolayısıyla kulun ne sûrette imtihan edildiği değil, imtihĂ‚nına ne şekilde cevap verdiği muhimdir.
GERCEK MUMİN Bu yuzden gercek bir mu ’min, irĂ‚desini her şeyden once Allah ’tan rĂ‚zı olmak istikĂ‚metinde kullanmalıdır. Bu hissi kokleştirmek icin de, mĂ‚nevî hususlarda kendisinden daha fazîletli olanlara bakıp onları kendisine misĂ‚l almalı; buna mukĂ‚bil maddî hususlarda kendisinden aşağıdakilere bakıp şukrunu artırmalıdır. Bizzat CenĂ‚b-ı Hak tarafından takdîr edilmiş mahrûmiyetlerden şikĂ‚yet etmemeli, dunyĂ‚ ve ukbĂ‚yı bir butun olarak duşunup bunun, ebedî Ă‚lemdeki mes ’ûliyetini azaltacağı duşuncesiyle tesellî bulmalıdır.
ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak, kulları icinde cok nîmet lutfettiği kimselere cok, az nîmet lutfettiği kimselere de az hesap soracaktır. YĂ‚ni bu dunyĂ‚da nĂ‚il olunan nîmetler nisbetinde Ă‚hirette hesap vardır. İlĂ‚hî adĂ‚let, bu şekilde tezĂ‚hur edecektir.
Bu itibarla, meselĂ‚ Afrika ’da dunyĂ‚ya gelmiş ibtidĂ‚î kavimlere mensup bir insanın veya gĂ‚fil bir toplum icinde yaşayan birinin, dînî hakîkatleri kabul husûsundaki mes ’ûliyeti, şartları onunla kıyaslanamayacak derecede musĂ‚it olan bir başka dindar ve medenî ulkedeki insanla bir ve aynı olamaz. Dolayısıyla kula lutfedilen butun nîmetler, onun mes ’ûliyet hudutlarını tĂ‚yin eden ve mukellefiyet nisĂ‚bını belirleyen unsurlardır.
Âyet-i kerîmede:
“Allah hic kimseyi gucunun yetmediğinden mukellef kılmaz...” (el-Bakara, 286) buyrulur.
Demek ki Allah ne kadar guc ve imkĂ‚n verdiyse o kadar mes ’ûl tutar. Âyet-i kerîmenin mefhûm-ı muhĂ‚lifince, bir kul, gucunun yettiklerini îfĂ‚ etmez ise, bundan da mes ’ûl olur. YĂ‚ni muktedir olup da yapamadığımız iyilikler ve meselĂ‚ hakkı ve hayrı tavsiye edip zulum ve şerden sakındırmak gibi hizmetlerden dolayı da Ă‚hirette hesĂ‚ba cekileceğimizi dikkate almak mecbûriyetindeyiz.
[1] Bkz. SĂ‚d Sûresi, 30. Ă‚yet.
[2] Bkz. SĂ‚d Sûresi, 44. Ă‚yet.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Oyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan