Osman Nûri Topbaş Hocaefendi ’nin, Şebnem dergisinin Ağustos 2014 sayısında, usta-cırak hikayesinden yola cıkarak, Muslumanın sahip olması gereken gonul dunyasına dair kaleme aldığı yazı...Bir zamanlar, hayatın sadece zĂ‚hirinde takılı kalmayan, hadiselerin gorunen kısmından ziyĂ‚de, derûnundaki hakikatleri temĂ‚şĂ‚ etme gayretiyle hareket eden, hikmet ehli, yaşlı bir tahta oyma ustası yaşarmış.
Bu ustanın da, hayata dĂ‚imĂ‚ karamsarlıkla bakmayı huy edinmiş, her şeyden şikĂ‚yet eden ve hicbir zaman memnun olmayan ham bir cırağı varmış. Oyle ki, ustası ne kadar guleryuzlu ise, cırak o kadar abus cehreli; ustası ne kadar comert ise, cırak o kadar cimri; ustası ne kadar yardımsever ise, cırak da o kadar bencilmiş.
Gunlerini, dunyaya gelişin imtihan hikmetine binĂ‚en olduğunun idrĂ‚kinden uzak olarak geciren bu cırak, başına gelen en kucuk sıkıntıda bile yuzunu buruşturup şikĂ‚yet edermiş. Hayat onun icin sanki sırf kotuluklerden, sıkıntılardan, acılardan, dertlerden ve mutsuzluklardan ibĂ‚retmiş.
Hikmet ehli olan ustası, bir gun bu cırağına guzel bir ders vermek istemiş. Onu, bakkala tuz almaya gondermiş. Âdeti olduğu uzere cırak da soylene soylene denilen şeyi yapmış. Ustasının yanına geldiğinde “şimdi tuzun ne gereği vardı ki sanki!” gibisinden bir tavırla tuzu ustasının onune koymuş.
Usta, cırağını bir muddet suzdukten sonra, sert bir uslûb ile bir avuc tuzu bir bardak suya dokup karıştırmasını soylemiş. İşin nereye varacağını henuz anlamayan cırak, yine suratı bir karış asık bir şekilde soyleneni yapmış. Ustası uslûbunu biraz daha sertleştirerek; “Şimdi de yanımda cırak olarak devam etmek istiyorsan o suyu ic!” diye emretmiş. Cırak once şaşırmış. Sonra kaşlarını catmış. “Bir bardak tuzlu su nasıl icilir ki usta!?” diye soylenmiş. LĂ‚kin ustasının daha evvel hic gormediği sert bir yuz ifĂ‚desiyle kendisine hitĂ‚b etmesinden dolayı, zorlanarak da olsa bardaktan az bir yudum almış. Almasıyla da yuzunun şeklinin değişmesi ve suyu tukurmesi bir olmuş. Bu hĂ‚dise uzerine ustasının da yuzundeki sertlik, birden tatlı bir tebessume donuşmuş. Sonra cırağına sormuş:
“–Tadı nasıldı?”
Cırak, kızgınlıkla şoyle cevap vermiş:
“Tuzlu, hem de cok tuzlu! Zehir gibi…”
Usta, tebessumune devam ederken elinden tuttuğu cırağı bu defa koyun kenarındaki tatlı su golunun kıyısına goturmuş. Az evvelki yaptığını burada da yapmasını soylemiş. Cırak da bir avuc tuzu gole atıp sonra da golun tatlı suyundan kana kana icmiş. O, ağzının kenarlarından akan suyu eliyle silerken ustası tekrar sormuş:
“–Tadı nasıldı?”
“–Bal gibi tatlı!” diye karşılık vermiş cırak. Ustası devamla:
“–Peki, tuzun tadını hic alabildin mi?” diye sorunca cırak şoyle cevaplamış:
“–Hayır! Tuzun tadını almadım. Tuz sanki golun icinde kayboldu.”
Bunun uzerine hikmet ehli usta, suyun yanında diz cokmuş olan cırağının yanına oturmuş ve ona omru boyunca unutamayacağı şu dersi vermiş:
“–Pek değerli evladım! Hayatımızdaki dertler, sıkıntılar, ıztıraplar tuz gibidir; ne azdır ne de cok. Bunların miktarı hep aynıdır. Ancak, bu sıkıntıların kişiye ne kadar tesir edeceği, onun neyin icine konulacağına bağlıdır. Bir sıkıntın, ıztırabın olduğunda yapman gereken şey gonul dunyanı genişletmek ve duygularını zenginleştirmektir. Bardak olmayı bırakıp gol olmaya calışmaktır. O anda goremesen bile, o sıkıntıların sonucundaki guzellikleri gorebilmektir.”
GONUL DERGÂH HÂLİNE GETİRİLMELİ
Hayatı Ă‚hiret penceresinden seyredebilen bir mu ’min, nĂ‚il olduğu lûtuf ve ihsanların yanında, başına gelen belĂ‚ ve musibetlerin de bir imtihan hikmetine binĂ‚en olduğunu bilir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“…Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz…” (el-EnbiyĂ‚, 35)
Mesela CenĂ‚b-ı Hak kuluna zenginlik verir, malı icerisinde yetim ve yoksulun hakkı olan kısmı nasıl sarf ettiğini kontrol eder. Kuluna fakirlik verir, zor durumda nasıl bir gonul teslimiyeti taşıdığına bakar. Kuluna hastalık verir, tevekkul ve sabrını olcer. Kuluna halkın idĂ‚resini verir, emri altındakilerin hak ve hukukuna ne derece riĂ‚yet ettiğine, yetim, yoksul ve fakire nasıl kol kanat gerdiğine bakar.
Kula duşense, toplumdaki Ă‚henk ve nizĂ‚mın hangi mevkîsinde olursa olsun, dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmek ve gonul huzurunu muhĂ‚faza edebilmektir. Âyet-i kerîmede buyrulduğu uzere:
“O ki, hanginizin daha guzel davranacağını sınamak icin olumu ve hayatı yaratmıştır…” (el-Mulk, 2) hakikatini hicbir zaman unutmamaktır.
Nitekim mu ’min, kĂ‚mil bir îmĂ‚na sahip olduğu olcude karşılaştığı sıkıntıları hafif atlatır. HattĂ‚ gonlu aşk ile dolu olan bir kul, Rabbinden gelen her şeyi, sevgisi nispetinde kucaklar. Kendisine bir nîmet bilir.
MevlÂn Hazretlerinin ifÂdesiyle:
“Bir dosta, dostun cefĂ‚sı nasıl ağır gelir? CefĂ‚ ve ızdırap bir şeyin ici gibidir. Dostluk onun kabuğuna benzer. Dostluğun belirtisi belĂ‚lardan, Ă‚fetlerden, mihnetlerden hoşlanmak değil midir? Dost altın gibidir. BelĂ‚ ise ateşe benzer. HĂ‚lis altın ateş icinde saf bir hĂ‚le gelir.”
PEYGAMBER DUASI
MeselĂ‚ Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, İslĂ‚m dĂ‚vĂ‚sını kutlu bir sancak gibi gonul burclarına taşıma gayretindeyken, zaman oldu hakaret yedi, dışlandı, zaman oldu taşlandı. Fakat O merhamet ummĂ‚nı boylesine zor bir durumda dahî CenĂ‚b-ı Hakk ’a şoyle ilticĂ‚ etti:
“…Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, cektiğim mihnet ve belĂ‚lara aldırmam!..” (İbn-i HişĂ‚m, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Halk, 7)
VelhĂ‚sıl mu ’min, hidĂ‚yet nimetinin tefekkurunde derinleşerek dĂ‚imĂ‚ huzur hĂ‚linde olmalı ve CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendisine ihsĂ‚n ettiği nîmetleri hayır ve hasenat yolunda sarf etmelidir. Zira o hidĂ‚yet nimeti, oyle bir zenginliktir ki, sahibine kabirde nûr, Ă‚hirette de ebedî bir surûr olacaktır.
Bu sevinc mukĂ‚bilinde de, dunyada ayağına takılan cakıl taşlarına aldırış etmemeli, mĂ‚ruz kaldığı sıkıntılara “YĂ‚ Rabbi, bu Sen ’dendir” demek sûretiyle sabretmelidir. Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in şu beyĂ‚nını hicbir zaman unutmamalıdır:
“Yorgunluk, surekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Muslumanın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesîle kılar.” (BuhĂ‚rî, MerdĂ‚, 3; Muslim, Birr, 49)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Şebnem Dergisi, Sayı: 114
İslam ve İhsan