İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefĂ‚kĂ‚r olmalıdır. “–Elbette yĂ‚ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kaalû BelĂ‚»daki sozunu unutmayarak Kuran ve Sunnete sahip cıkmalıdır.İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefĂ‚kĂ‚r olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O ’nun emirlerine riĂ‚yetle gercekleşir.
VefĂ‚nın en muhim seviyesi;
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; ruhları yaratıp;
“–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurduğu vakit;
“–Elbette yĂ‚ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kaalû BelĂ‚»daki ahde vefĂ‚dır. (Bkz. el-A‘rĂ‚f, 172)
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“AllĂ‚h ’ı unutan ve bu yuzden AllĂ‚h ’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan cıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
CenĂ‚b-ı Hakk ’ı unutmamak, dĂ‚imĂ‚ O ’nu zikretmek ve O ’na yalvarmak demektir. DĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî kameraların altında olunduğunun idrĂ‚ki demektir. DĂ‚imĂ‚ O ’nun nimetleriyle perverde olduğunun şuuruyla, hamd ve şukur hĂ‚linde yaşamaktır.
CENÂB-I HAKK ’A VEFÂNIN EN GUZEL TEZÂHURLERİ
CenĂ‚b-ı Hakk ’a vefĂ‚nın en guzel tezĂ‚hurleri, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in hayatındadır. O ’na; gelmiş ve gecmiş gunahları bağışlandığı hĂ‚lde, nicin sabahlara kadar ibĂ‚det ettiği sorulduğunda şu cevabı vermişti:
“Şukreden bir kul olmayayım mı?” (İbn-i HibbĂ‚n, II, 386)
AllĂ‚h ’a karşı vefĂ‚dan sonra en ulvî ve en zarûrî vefĂ‚ borcumuz, KĂ‚inĂ‚tın Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’edir.
O -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ki;
«Ummetî!.. Ummetî!..» diyerek CenĂ‚b-ı Hakk ’a tazarrû ve niyazlarında hep ummetini dilemiştir. Nebevî omru, ummeti icin nice cilelerin cemberinde gectiği gibi; vefatından sonra da kabrinde, Sûr ’a ufleninceye kadar ummeti icin istiğfarda bulunacaktır.
Peygamber ’e sevgi ve muhabbette derinleşmekle başlayacak olan bu vefĂ‚, O ’nun Sunnet-i Seniyye ’si etrafında pervĂ‚ne olabilmekle mumkundur. O ’na vefĂ‚; salĂ‚t u selĂ‚mlarla, dĂ‚imĂ‚ O ’nunla gonul beraberliğinde olmak ve O ’nun rĂ‚zı olmayacağı soz, hĂ‚l ve davranışlardan uzak durmaktır. Zira Efendimiz; VedĂ‚ Hutbesi ’nde;
“Sakın (gunah işleyerek) mahşer gununde yuzumu kara cıkarmayın!” buyurmuştur. (Bkz. Muslim, Hac, 147)
Devrimizde Efendimiz ’e buyuk bir vefĂ‚sızlık hĂ‚linde, O ’nun mubĂ‚rek hadislerini istihfĂ‚f eden, edille-i şer‘iyyeden Sunnet-i Seniyye ’yi cıkarmaya kalkan nĂ‚danlar zuhûr etmiştir.
CenĂ‚b-ı Hak, bize her FĂ‚tiha ’da; «Gazaba uğrayan ve sapıtanların yolundan sakınma» telkininde bulunmaktadır.
Maalesef, son asırlarda, İslĂ‚m duşmanı misyoner ve oryantalistlerin hususî gayretkeşliklerinin mahsûlu olan, zararlı ve zehirli fikirler; İslĂ‚m dunyasına, îmanları kul eden birer kıvılcım hĂ‚linde sıcramıştır.
Bizim talebeliğimiz yıllarında; bu yabancı zehirlerin ilk adımı olarak, mezhebleri reddetme ve yıkma teşebbusleri başlamıştı.
HĂ‚lbuki, mezhebler; muctehid Ă‚limlerimizin, Kur ’Ă‚n ve hadislerden istinbĂ‚t ederek, bizlere intikal ettirdiği ictihad manzûmeleridir. İslĂ‚m ummeti, asırlarca bircok mezhebden dordu uzerinde ittifak etmiştir. Mezhebleri reddeden her kişi aslında kendi mezhebini kurmaya kalkmaktadır. HĂ‚lbuki asla bu işe ehil değildir. Boylece, fert sayısınca din anlayışı ortaya cıkar. Nitekim bugun; «Bana gore» diye din hususunda goruş ileri suren yuzlerce yarım hoca zuhûr etmiştir.
Mezhebleri reddetme gediği acıldıktan sonra tahribat genişledi, ikinci adımda Sunnet ’i hedef aldı. Allah Rasûlu ’nun mubĂ‚rek sozlerini, kĂ‚h; «Bize sıhhatli ulaşmadı, coğu uydurmadır!» diyerek, kĂ‚h; «Bize Kur ’Ă‚n yeter!» diyerek reddetmek şeklindeki kalp hastalığı başladı.
NE BUYUK BİR VEFÂSIZLIKTIR!
Bu ne buyuk bir vefĂ‚sızlıktır!
HĂ‚lbuki Allah TeĂ‚lĂ‚, kitabında Peygamber ’ine itaati, kendine itaat saymıştır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ
“Kim Rasûl ’e itaat ederse AllĂ‚h ’a itaat etmiş olur.” (en-NisĂ‚, 80)
Bircok Ă‚yette, AllĂ‚h ’a itaatin hemen ardından Rasûl ’e itaat, ayrıca zikredilmiştir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُٓوا اَعْمَالَكُمْ
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’a itaat edin, Peygamber ’e itaat edin. Amellerinizi boşa cıkarmayın.” (Muhammed, 33)
Din tahrifinin ucuncu adımı ise, Kur ’Ă‚n Ă‚yetlerini “tarihsel” diyerek hukumsuz bırakma teşebbusudur. Bugunun sefil AvrupĂ‚î hayat tarzına ve curuk felsefî aklına muhalif gorunen Kur ’Ă‚n ahkĂ‚mını -hĂ‚şĂ‚- emekliye ayırmaya kalkmaktır. Ucu kufre varan cok sakat bir anlayıştır.
HĂ‚lbuki, İslĂ‚m sadece bir kavme yahut bir devre gelen bir din değildir. KıyĂ‚mete kadar butun insanlığa gonderilmiş yegĂ‚ne Hak dindir. Mukemmeldir.
Bu inhiraflar, Âhirzaman fitnesidir.
Fahr-i KĂ‚inat -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz VedĂ‚ Hutbesi ’nde şoyle buyurmuştur:
“Size iki şey (emĂ‚net) bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız muddetce sapıklığa duşmezsiniz:
Biri, AllĂ‚h ’ın kitabı Kur ’Ă‚n; Diğeri Rasûlu ’nun sunneti…” (MuvattĂ‚, Kader, 3)
SırĂ‚t-ı mustakîm, CenĂ‚b-ı Hakk ’a giden yoldur. O yolun rehberi de Peygamber Efendimiz ’dir.
Allah Rasûlu ’ne vefĂ‚sızlık, en buyuk vefĂ‚sızlıktır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Eylul Sayı: 151
İslam ve İhsan