Nefs-i mutmainne nedir? Nefsin “mutmainne” olması ne demektir? Nefs-i mutmainneye nasıl ulaşılır? Nefsin mertebelerinden nefs-i mutmainne.CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emirlerine lĂ‚yıkıyla uyup, men ettiklerinden titizlikle sakınmak sûretiyle mĂ‚nevî hastalıklardan kurtulmuş, hakîkî ve kuvvetli bir îman ile de huzûr, sukûn ve itmi ’nĂ‚na kavuşmuş nefstir. Kalb, zikrullĂ‚h bereketiyle şuphe ve tereddutlerden arınmış, her an şukur ve senĂ‚ hĂ‚lindedir.
Bu mertebede kotu ve cirkin vasıflar, yerini guzel ahlĂ‚ka terk etmiştir. Davranış olgunluğunda zirveyi teşkîl eden ve butun beşeriyyete numûne olan Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yuksek ahlĂ‚kı, tĂ‚rifsiz bir zevk ile guzelce yaşanmaktadır. Kulun kalbi, sabır, tevekkul, teslîmiyet ve rızĂ‚ ile taclanmıştır. Mutmainne, Ă‚rif-i billĂ‚h olan, takvĂ‚ ve yakîn ehlinin nefsidir. Boyle kimselerin gonulleri dĂ‚imĂ‚ Hakk ’ın zikriyle meşgûldur. AhkĂ‚m-ı şer ’iyyenin bĂ‚tınına da vĂ‚kıf olmuşlardır.
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri:
“Nefs-i mutmainneye kadar yapılan ibĂ‚detler ve kulluk taklidîdir. Nefs-i mutmainnede ise bunlar taklidden tahkîke donuşur.” buyurmuştur.
HAKİKAT MERTEBESİ Kullukta tahkîke yukselmek ise şeriat, tarîkat, hakîkat ve mĂ‚rifet sıralamasındaki “hakîkat mertebesine” vĂ‚sıl olmak demektir. Erişilen bu kemĂ‚lĂ‚t, mes ’ûliyet anlayışında da yuksek bir hassĂ‚siyeti berĂ‚berinde getirir. Şoyle ki, şer ’an Ă‚kıl-bĂ‚liğ olmayanlar, dînin hukumlerinden mes ’ûl sayılmazlar. Mes ’ûliyet ancak Ă‚kıl-bĂ‚liğ olanlara Ă‚ittir.
Bunun gibi, tasavvufî yollardan birine intisĂ‚b eden bir sĂ‚lik de, seyr u sulûkunu tamamlayıncaya kadar, mĂ‚sum bir cocuk gibi kabul edilerek tarîkat Ă‚dĂ‚bına dĂ‚ir kusurları cihetiyle hoşgorulur. ZîrĂ‚ tarîkatte sĂ‚lik, ancak seyr u sulûkunu tamamladığı anda “ruşd”e ermiş sayılır. Artık, şeriat gibi tarîkat Ă‚dĂ‚bına dĂ‚ir işlediği kusurlardan da mes ’ûl olur. Ancak “hakîkat” cihetine dĂ‚ir kusurlarından henuz mes ’ûl sayılmaz. Bu mes ’ul olmama durumu, mutmainne mertebesine adım atınca mes ’ûliyete donuşur. ZîrĂ‚ mutmainnede “hakîkat” cihetiyle de ruşde ermiş olur.
Bu sebepledir ki şeriatte mubĂ‚h olan bĂ‚zı şeyler, tarîkatte kucuk gunah gibi telĂ‚kkî edilir. Tarîkatte kucuk gunah olan şeyler ise, hakîkat ve mĂ‚rifette buyuk gunah gibi ciddî ve muhim addedilir.
MeselĂ‚ şeriatte, doyduktan sonra yemek israftır. Tarîkatte ise doyuncaya kadar yemek israftır. Hakîkatte, kifĂ‚yet miktarını AllĂ‚h ’ın huzûrundan gĂ‚fil olarak yemek israftır. MĂ‚rifette de, butun bunlara ilĂ‚veten nîmetlerdeki ilĂ‚hî tecellîleri gormeden yemek israftır. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak her şeyde kendi varlığına bir işĂ‚ret sunmaktadır. Diğer butun hususlarda da durum bunun gibidir.
MUTMAİN OLMUŞ NEFS İşte nefs-i mutmainne, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın tevfîk ve inĂ‚yetiyle hakîkat, sekînet ve yakîne[1] kavuşarak, keder ve endîşelerden kurtulmuş, bazı keşf ve ilhĂ‚mlara da nĂ‚il olmuştur.
Bu mertebede kalbin uzerindeki gaflet perdeleri kalkmıştır. Gonuller, oteleri ve hakîkatleri ayne ’l-yakîn mertebesinde muşĂ‚hede hĂ‚lindedir. YĂ‚ni kalb, tereddut ve şuphelerden arınmış, gercek bir teslîmiyetle tam bir itmi ’nĂ‚n ve huzûra ermiştir. Bu hĂ‚le erişen bir kul, dînî mukellefiyetleri hem zĂ‚hiren ve hem de bĂ‚tınen tereddutsuz olarak kabul edip guzel bir şekilde îfĂ‚ eder. Ustelik bu kabul ve inanış oylesine sağlamdır ki, cumle Ă‚lem bir olup inandığının zıddını iddiĂ‚ etseler, onda en ufak bir tereddut hĂ‚sıl edemezler. Cunku o, maddî ve mĂ‚nevî Ă‚lemi artık hakîkat penceresinden seyretmektedir.
Boyleleri, îmanları uğruna hicbir cile ve mucĂ‚deleden korkmazlar. Nitekim Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de kıssası anlatılan Firavun ’un sihirbazları da, Hazret-i MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’dan gordukleri apacık mûcize karşısında mutmain bir gonulle AllĂ‚h ’a îman etmiş ve îmĂ‚ndaki kararlılıklarını canları pahasına muhĂ‚faza etmişlerdir. ZĂ‚lim Firavun ’un, îmĂ‚nlarından donmedikleri takdirde el ve ayaklarını caprazlama kestireceği ve kendilerini hurma ağaclarına astıracağı tehditlerine bile aslĂ‚ aldırış etmemiş:
“...Biz zaten Rabbimize doneceğiz. Sen sadece Rabbimizin Ă‚yetleri bize geldiğinde onlara inandığımız icin bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve musluman olarak canımızı al!” (el-A ’rĂ‚f, 125-126) diyerek buyuk bir îman heyecĂ‚nı icinde canlarını seve seve fedĂ‚ etmişlerdir.
ZîrĂ‚ bu makĂ‚mda gozleri perdeleyen beşerî kesĂ‚fet fenĂ‚ bulup, latîf duygularla hakîkat nûru zuhûr etmiş olduğundan:
“Ey itmi ’nĂ‚na ermiş (itaatkĂ‚r) nefs!” (el-Fecr, 27) şeklindeki iltifatkĂ‚r hitĂ‚b-ı ilĂ‚hîye mazhariyet nasîb olmuştur.
Gorulduğu uzere, mutmainneden aşağı derecedeki nefisler, ilĂ‚hî iltifĂ‚ta lĂ‚yık olamamışlardır. Ancak itmi ’nĂ‚na ermiş olan nefs-i mutmainne ve daha ust mertebedeki nefisler buna mazhar olabilmektedirler. Bu iltifĂ‚ta lĂ‚yık olabilmek ise ciddî bir cehd ve gayret sarfedip, nefsi itaat altına almakla mumkundur.
Mutmainneye nĂ‚il olan bahtiyar kullar, sırasıyla rĂ‚dıye, merdıyye ve kĂ‚mile denilen uc yuce mertebeye daha yonelmiş olurlar ki, muvaffakıyetleri nisbetinde bunlarla Hakk ’a yakınlık ve vuslatın zirvesine ererler.
Dipnot:
[1] Yakîn: Kesin ve apacık bilgiyi ifĂ‚de eden Arapca bir kelimedir. Yakînde şupheye yer yoktur. Kalb, bir şeyin hakîkati konusunda tatmin olmuş durumdadır. Yine yakîn, delillerin otesine gecip îman kuvveti ile apacık gormeyi ifĂ‚de eder. Kuşeyrî, yakînin uc turlu olduğunu soyler:
1. İlme ’l-yakîn: Bir şey hakkında habere dayanan bilgidir.
2. Ayne ’l-yakîn: Bir şey hakkında gormek sûretiyle elde edilen bilgidir.
3. Hakka ’l-yakîn: Bir şeyi bizzat yaşamak sûretiyle elde edilen bilgidir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
NEFSİN MERTEBELERİ NELERDİR? - VİDEO