Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ’den ve İslam buyuklerinden nasihatler ve ibretli sozler.
Hazret-i İbrahim aleyhisselĂ‚m, KeldĂ‚nî kavmine gonderilmiş ve kendisine on suhuf indirilmişti.
Ebû Zer radıyallĂ‚hu anh ’ın Allah Rasûlu sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem ’den naklettiğine gore, bu sahîfelerde şu nasihatler ve ibretli sozler yer almaktaydı:
“Ey saltanat verilen, imtihan edilen ve aldanan kral!
Ben seni dunya metĂ‚larını birbiri uzerine yığasın diye gondermedim. Fakat mazlumun duĂ‚sını Ben ’den geri ceviresin, mazlumu Bana yalvarmak zorunda bırakmayasın diye gonderdim.
Cunku Ben, mazlumun duĂ‚sını -velev ki o bir kĂ‚fir de olsa- geri cevirmem.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, I, 124)
Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem
Efendimiz ’in,
MuĂ‚z radıyallĂ‚hu anh ’ı Yemen ’e vĂ‚li olarak gonderirken verdiği oğutlerden biri de şudur:
“…Mazlumun bedduĂ‚sını almaktan son derece cekin, cunku onun bedduĂ‚sı ile Allah arasında bir perde yoktur.” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t 41, 63, MeğĂ‚zî 60, Tevhîd 1)
Tarih boyunca, Omer bin Abdulaziz devri, Endulus ’un ve Osmanlı ’nın ilk uc asrı gibi devirler, adĂ‚letin en guzel numûnelerine sahne olmuştur.
Halife Omer bin Abdulaziz, adĂ‚letle hukmetmek icin ne yapması gerektiğini sorunca,
Muhammed bin Ka ’b Kurazî Hazretleri şu cevĂ‚bı vermiştir:
“Muslumanların ihtiyarlarını baban, genclerini kardeşin ve kucuklerini evlĂ‚dın bil!”
Omer bin Abdulaziz Hazretleri, mustesnĂ‚ davranış guzellikleri sergileyerek toplumda huzur ve sukûneti hĂ‚kim kılmış, tarihin şerefle yĂ‚d ettiği ulvî bir makĂ‚ma yukselmiştir. Onun, ummetin mes ’ûliyetini yuklenmek hususunda taşıdığı yuksek emĂ‚net şuurunu aksettiren sayısız fazîlet manzaralarından birini, hanımı
FĂ‚tıma şoyle anlatır:
“Bir gun Omer bin Abdulaziz ’in yanına girdim. NamazgĂ‚hında oturmuş, elini alnına dayamış, durmadan ağlıyor, gozyaşları yanaklarını ıslatıyordu. Ona:
“–Nedir bu hĂ‚lin?” diye sordum. Şoyle cevap verdi:
“–YĂ‚ FĂ‚tıma! Bu ummetin en ağır yukunu omuzlarımda taşıyorum. Ummet icindeki aclar, fakirler, hasta olup da ilĂ‚c bulamayanlar, yalnız başına terk edilmiş dul kadınlar, hakkını arayamayan mazlumlar, kufur ve gurbet diyĂ‚rındaki musluman esirler, ihtiyaclarını karşılayabilmek icin calışma tĂ‚katinden kesilmiş muhtac yaşlılar ve Ă‚ile efrĂ‚dı kalabalık fakir Ă‚ile reisleri beni uzuntuye gark ediyor.
Yakın ve uzak diyarlardaki boyle mu ’min kardeşlerimi duşundukce yukumun altında ezilip duruyorum.
Yarın hesap gununde Rabbim bunlar icin beni sorguya cekerse, Rasûlullah sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem bunlar icin bana itĂ‚b ve serzenişte bulunursa, ben nasıl cevap vereceğim?!” (İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, IX, 208)
İslĂ‚m ’a gore, devlet başkanı,
velĂ‚yet-i Ă‚mme sahibidir. Bunun îzĂ‚hı şudur:
İslĂ‚m herkesi yekdiğerinden mes ’ûl addeder.
“Hepiniz cobansınız.” hadîs-i şerîfi[1] bu hakîkati beyĂ‚n eder.
MeselĂ‚ her baba, evlĂ‚dının velîsidir. Fakat devlet başkanı, butun yetim ve oksuzlerin velisidir.
Her zevc, zevcesinin nafakasından mes ’ûldur. Fakat devlet başkanı, butun dullardan, yaşlılardan, kimsesizlerden mes ’ûldur.
Bu mes ’ûliyetin ağırlığı sebebiyle,
Hazret-i Omer radıyallĂ‚hu anh, geceleri Medîne sokaklarında dolaşırdı. HattĂ‚ onun şu temennîsi, taşıdığı yuksek mes ’ûliyet duygusunun bir tezĂ‚hurudur:
“Hayatta olursam -inşĂ‚allah- halkın icinde bir sene gezeceğim. Biliyorum ki insanların, bana ulaşmayan ihtiyacları var. VĂ‚lileri o ihtiyacları bana bildirmiyor, kendileri de bana ulaşamıyorlar.
Şam ’a gideceğim, iki ay orada kalacağım.
Sonra Cezîre ’ye gidip iki ay orada kalacağım.
Sonra Mısır ’a gidip iki ay orada kalacağım.
Sonra Bahreyn ’e gidip iki ay orada kalacağım.
Sonra Kûfe ’ye gidip iki ay orada kalacağım.
Sonra Basra ’ya gidip iki ay orada kalacağım.
VallĂ‚hi o sene ne guzel bir sene olacak!”[2]
Yine
Hazret-i Omer radıyallĂ‚hu anh;
“AdĂ‚let mulkun temelidir.” buyurmuştur.
Burada mulk; idare ve hukumranlık demektir. Yani devletleri ayakta tutan temel direk, adĂ‚lettir. Oyle ki;
“Kufr ile pĂ‚yidĂ‚r olunur, zulm ile olunmaz!” sozu meşhurdur. Bir idare, ancak adĂ‚let ile ayakta kalabilir.
Hakîkaten milletler ve devletler, guc ve iktidĂ‚rı elde tutan idarecilerle ayakta dururlar. Ancak bir guc ve iktidĂ‚rın makbûliyeti, hak ve adĂ‚lete riĂ‚yeti nisbetindedir. Hak ve adĂ‚letten mahrum bir kuvvet; ancak zulum ve zorbalık doğurur. Nitekim
Hazret-i Ebûbekir radıyallĂ‚hu anh:
“Kuvvete dayanmayan (ve hakkı tevzî edemeyen) adĂ‚let Ă‚cizdir. AdĂ‚lete dayanmayan kuvvet ise zĂ‚limdir.” buyurmuştur.
Yani hak ve adĂ‚let olculeriyle dizginlenmemiş guc ve kuvvet, ancak bir zulum vĂ‚sıtası olur. Ayrıca adĂ‚let, ancak onu tevzî edebilecek dirĂ‚yetli ve Ă‚dil ellerde butun ihtişĂ‚mıyla tezĂ‚hur eder. Zayıf ve ehil olmayan kimseler elinde ise zillet ve acziyete donuşebilir.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de adĂ‚let terazisi ile birlikte demirin insanlığa lûtfedilmesi zikredilmiştir.[3] Bazı mufessirlere gore, burada demirden maksat, kendisiyle cihĂ‚d edilecek kılıc ve benzeri silĂ‚hlardır. AdĂ‚leti, devleti, hukuku korumak, fesĂ‚dı onlemek icin kuvvetin hazırda tutulması gerekir.
Toplumda adÂlet tesis edilirse;
Emniyet sağlanır, herkes birbirine guvenir. Nîmetlerde bolluk, ticarette bereket olur. Halk ve idareciler arasında îtimat kuvvetlenir. VelhĂ‚sıl ictimĂ‚î hayatta nizam, huzur ve sukûn hĂ‚li hĂ‚kim olur.
Dipnotlar:
[1] BuhĂ‚rî, AhkĂ‚m, 1; Muslim, İmĂ‚ret, 20. [2] Taberî, TĂ‚rih, Beyrut: DĂ‚ru ’t-TurĂ‚s, 1387, IV, 201-202. [3] Bkz. el-Hadîd, 25.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkur Ufku, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan