RivÂyet edilir ki, Yuce MevlÂ, Âdem -aleyhisselÂm- ’ı yaratmak istediği zaman yeryuzune: “Ben, senin toprağından kendime halîfe yaratacağım. Onlardan bana itaat edenler ve isyÂnda bulunanlar olacaktır. Bana itaat eden kimseyi cennete; isyÂn eden kimseyi de cehenneme sokacağım.” diye ilhÂm etti.
ALLAH MELEKLERDEN TOPRAK GETİRMELERİNİ İSTEDİ
Sonra AllÂh TeÂlÂ, dort meleği;
CebrÂîl, MîkÂîl, İsrÂfîl ve AzrÂîl -aleyhimusselÂm- ’ı sırasıyla yeryuzune gonderdi. Onlardan, ayrı ayrı yerlerden birer avuc top­rak getirmelerini istedi. Melekler bu emri yerine getirmek icin yeryuzune indikle­rinde, yeryuzu:
“–Bu alacağınız topraktan insan yaratılacak ve o, AllÂh ’a Âsî olacak; bu yuzden de cehenneme girecek. Neticede benim bir parcam cehennemde yanacak!” diyerek toprağını vermek istemedi.[1]
Bunun uzerine CebrÂîl, MîkÂîl ve İsrÂfîl -aleyhimusselÂm- yeryuzunden hicbir­ şey alamadan Rab ’lerinin katına donup şoyle dediler:
“–YÂ Rabbî, yer sana sığındı, cehennemde yanmak uzere toprağını vermekten cekindi. Biz de kendisini zorlamayı uygun gormedik!”
AZRÂİL ALEYHİSSELÂM'A RUHLARI KABZETME GOREVİ VERİLMESİNİN SEBEBİ
Ancak AzrÂîl -aleyhisselÂm- yeryuzunun bu sığınmasına:
“–Ben de AllÂh ’ın emrini yerine getirmemiş olarak O ’nun katına cıkmaktan yine O ’na sı­ğınırım.” şeklinde mukÂbelede bulundu ve yeryuzunun muhtelif yerlerinden ceşitli renklerde kırmızı, beyaz ve siyÂh topraklar aldı. Sonra bunları karıştırarak CenÂb-ı Hakk ’a arzetti. AzrÂîl -aleyhisselÂm- ’a, bu kararlılığından dolayı rûhları kabzetmek vazîfesi verildi.[2]
İNSAN TOPRAĞIN OZELLİKLERİNİ TAŞIR
İnsan topraktan yaratıldığı icin toprağın ozelliklerini taşır. Toprak, zaman za­man kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret ceker. Bir mevsim kışın cefÂsına katlanır. Bereketli bahar yağmurları ile yeniden dirilir. Binbir guzellik, renk, koku ve Âhengi ile ilÂhî kudret nakışlarını sergiler.
İnsanın da toprağa benzer ortak bir kaderi vardır. Dunyevî ihtirasların girdabında collerdeki kum fırtınaları gibi calkalanır durur. Nefsin sultasında kendisini perişÃ‚n eder. Ancak nefs engelini aşması neticesinde kÂmilleşir. Toprağın bahar yağmurlarıyla hayat bulması gibi feyz ve rahmet tecellîlerine nÂil olarak diğergÂm­laşır. Boylece kendisine gelen nîmetleri, bir bahar bereketinin guzellik ve bolluğu icerisinde AllÂh rızÂsı icin munbit topraklar misÂli etrafına infÂk eder.
İnsanın fÂnî vucûdu, topraktan yaratıldığı icin toprakla gıdÂlanır ve neticede toprakta yok olur. YÂni aslına doner. Topraktaki butun elementler, insan vucûdunda -az veya cok- mevcuttur. İnsan vucûdu, aynı zamanda toprağın ayrı bir gorunuşudur. Nitekim bir rivÂyete gore Âdem -aleyhisselÂm-, topraktan yaratıldığı icin
“Âdem” diye isimlendiril­miştir.[3] Âdem -aleyhisselÂm- ’ın topraktan yaratıldığı, Âyet-i kerîmede şoyle bildirilir:
خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“…AllÂh onu topraktan yarattı. Sonra da ona «ol!» dedi ve (o da)
oluverdi.” (Âl-i İmrÂn, 59)
İNSANLARIN RENKLERİNDEKİ FARKLILIKLARIN SEBEBİ
Toprak, kırmızı, siyah, beyaz ve benzeri muhtelif renklere sÂhip olduğu gibi ondan yaratılan insanlar da muhtelif renkler taşımaktadır. Aynı şekilde toprağın katı ve yumuşak tarafları olduğu gibi insanlar da kÂbiliyet ve istîdÂd olarak farklı farklıdır. Bu hakîkati Âyet-i kerîme şoyle haber vermektedir:
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفاً أَلْوَانُهَا وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ بِيضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهَا وَغَرَابِيبُ سُودٌ. وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَابِّ وَاْلأَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ كَذلِكَ إِنَّمَا يَخْشَى اللهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمؤُا إِنَّ اللهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
“Gormedin mi AllÂh gokten su indirdi. Onunla renkleri ceşit ceşit meyveler cıkardık. Dağlardan (gecen)
beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık)
. İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine boyle turlu renkte olanlar var. Kulları icinden ancak Âlimler, AllÂh ’tan (gereğince)
korkar. Şuphesiz AllÂh, Azîz ’dir, Gafûr ’dur.” (FÂtır, 27-28)
ÂDEM YARATILDIĞI TOPRAK 40 GUN YOĞRULDU
Bu hususta Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şoyle buyurmaktadır:
“AllÂh TeÂlÂ, Âdem ’i yeryuzunun her tarafından aldığı bir tutam topraktan ya­ratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izÂfeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kotu huylu olarak (yÂni muhtelif istîdÂd, husûsiyet ve karakterde) dunyÂya gelmiştir.” (Ebû DÂvud, Sunnet, 16)
RivÂyet edildiğine gore,
“AllÂh, Âdem ’in hilkat toprağını kırk gun eliyle yoğurmuştur.” (Taberî, Tefsir, III, 306) Bu gunlerden her biri, keyfiyeti bizlerce mechûl olan bir zaman dilimidir.
Kaynakların verdiği bilgiye gore Âdem ’in yaratıldığı camur, kırk sene kendi hÂline bırakıldı. Kalıp olarak pişti. Uzerine otuz ­dokuz sene huzun yağmuru, bir sene de surûr yağmuru yağdı. Bunun icin Âdemoğ­lunun huznu, surûrundan daha coktur. Hikmet ehli demişlerdir ki:
هاَ هِيَ الدُّنْياَ اِذَا أَضْحَكَتْ يَوْمًا أَبْكَتْ اَياَّمًا
“İşte dunyÂ! ŞÃ‚yet bir gun guldurecek olsa gunlerce ağlatır.”
Bahsedilen bu yağmur, maddî bir yağmur değil, mÂnevî bir tecellîdir. MecÂzen yağmur olarak bildirilmektedir.
İNŞİRAH SÛRESİNDEKİ DERİN ANLAM
Huzunden sonra, dÂim surûr gelir. Buyuk mukÂfÂtlar, buyuk sabır ve ıztıraplardan sonradır. MîrÂc mûcizesinin, cefÂlı, ıztıraplı ve elemli TÂif Seferi ’nin ardından ihsÂn edilmesi ve cileli bir Mekke devrinden sonra saÂdetli bir Medîne devrinin gelmesi gibi...
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“Şuphesiz zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gercekten bu zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirah, 5-6)[4]
İnşirah Sûresi nÂzil olduğunda AllÂh Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- CenÂb-ı Hakk ’ın bir zorluğa karşılık iki kolaylık takdîr buyurmasına cok sevinmiş, son derece mesrûr ve mutebessim bir şekilde:
لَنْ يَغْلِبَ عُسْرٌ يُسْرَيْنِ: إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا
“Bir zorluk iki kolaylığa asl gÂlip gelemez. Cunku
«Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gercekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.» (el-İnşirah, 5-6)” buyurarak ashÂbının yanına cıkmıştır. (HÂkim, II, 575)
Hayatın meşakkatleri karşısında zor durumda kalan kimselere bir cıkış yolu gostermek uzere şÃ‚ir şoyle der:
اِذَا ضَاقَ بِكَ اْلاَمْرُ تَفَكَّرْ فِى «أَلَمْ نَشْرَحْ»
فَعُسْرٌ بَيْنَ يُسْرَيْنِ اِذَا فَكَّرْتَهُ تَفْرَحْ
“Herhangi bir zorlukla karşılaştığında İnşirah Sûresi ’nin derin mÂnÂlarını tefekkur et! Orada bir zorluk iki kolaylık arasında zikredilmektedir. Bunu iyice duşunduğun zaman ferahlarsın, sıkıntın zÂil olur.”
Muhakkak ki dunyÂ, ceşitli cilelerle dolu bir imtihan mekÂnıdır. Âyet-i kerîmede bu hususla ilgili olarak şoyle buyrulur:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ اْلأَمْوَالِ وَاْلأنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ. اَلَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا ِللهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ. أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
“And olsun ki sizi biraz korku ve aclık; mallardan, canlardan ve urunlerden bi­raz noksanlaştırma (fakirlik)
ile imtihÂn ederiz. (Ey Rasûlum!)
Sabredenleri mujdele! O sabredenler ki, kendilerine bir bel geldiği zaman: «Biz AllÂh ’a Âidiz ve biz, elbette O ’na doneceğiz!» derler. İşte Rablerinden mağfiret ve rahmet hep onlaradır. Ve hidÂyete erenler de yalnız onlardır.” (el-Bakara, 155-157)
CemÂdÂt ve nebÂtÂtta dahî yaygın bir sabırdan sonra olgunlaşma vardır. Baharın gelmesi, toprağın bir kış mevsiminde cektiği cileden sonradır. İnsan da cile­ ve sabırla olgunlaşır, kÂmil insan hÂline gelir.
Dipnotlar: [1] CemÂdÂt olarak bildiğimiz varlıkların bile kendilerine Âit mukellefiyetin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sÂhip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm- bir defasında Hazret-i Ebû Bekir, Omer ve Alî -radıyallÂhu anhum- olduğu hÂlde Uhud Dağı ’na cıkmışlardı. Uhud, sallanmaya başladı. RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“SÂkin ol ey Uhud! Uzerinde bir nebî, bir sıddîk ve iki şehîd var!” (Tirmizî, MenÂkıb, 18/3703) buyurdu.
Oyle ki cemÂdÂt, nebÂtÂt ve hayvanÂtın her biri kendi dillerinde Rab ’lerini hamd ile tesbih etmektedirler. Bu husus Âyet-i kerîmede şoyle beyÂn buyrulmaktadır:
“Ye­di gok, yer ve bun­lar­da bu­lu­nan her şey O ’nu tes­bîh eder. O ’nu hamd ile tes­bîh et­me­yen hic­bir şey yok­tur. Ne var ki siz, on­la­rın tesbîhi­ni an­la­yamaz­sı­nız! O, Ha­lîm ’dir, Gafûr ’dur.” (el-İs­rÂ, 44)
Hurma kutuğunun Efendimiz ’in hasretiyle enîni (inlemesi), (BuhÂrî, MenÂkıb, 25) Kızıldeniz ’in Hazret-i Mûs ile Firavun ’u ayırdetmesi (el-Bakara, 50) bunun en guzel misÂllerindendir.
Diğer bir misÂl de şudur: Japon bilim adamı Masaru Emoto, donmuş su kristalleri uzerinde yaptığı araştırmada, bunların duzgun, estetik ve altıgen şekillerden meydana geldiğini ve bu kristallerin insan eli değmemiş tabiî kaynak sularında, insanı buyuleyecek kadar duzgun ve guzel şekle sÂhip olduğunu fark etmiştir. İki ayrı kaba bu sulardan alarak deney yapmıştır. Uzerine sevgi, şefkat, du ve minnettarlık ifÂdelerinin fısıldandığı birinci kaptaki suyun kristallerinin tabii ihtişamını koruduğunu; uzerine hakaret iceren sozlerin ve “şeytan” lafzının soylendiği suyun kristallerinin ise parcalanmış olduğunu ve butun estetik ozelliğini yitirerek şekillerinin bozulduğunu gormuştur. Aynı deneyde sular, guzel ve hoş mûsikîye ve rahatsız edici cirkin ritimlere de farklı tepki vermiştir.
Masaru Emoto ulaştığı bu hakîkati daha da pekiştirmek icin benzeri bir incelemeyi ayrı kavanozlara konulmuş haşlanmış pirincler uzerinde de yapmıştır. Birinin icine “teşekkur” diğerinin icine “aptal” yazan kağıtlar bırakılan kavanozlara bir ay boyunca bu sozler telaffuz edildiğinde birinci kavanozdaki pirinclerin beyazlığını ve tÂzeliğini koruduğunu diğer kavanozdaki pirinclerin ise karararak dışarıya kotu kokular vermekte olduğunu keşfetmiştir. (M. Akif Deniz, İlk Adım, Şubat, 2003)
[2] Bkz. Taberî, TÂrih, I, 89-90.
[3] Bkz. İbn-i Sa ’d, TabakÂt, I, 26.
[4] Bu Âyetlerde “usr” (zorluk) ve “yusr” (kolaylık) kelimeleri tekrar edilmiştir. Ancak “usr” elif-lÂm takısı ile mÂrife olarak, “yusr” ise nekra olarak gelmektedir. Arapca dil kÂidelerine gore mÂrife kelimenin tekrar edilmesi aynı şeyi ifÂde ederken, nekra kelimenin tekrarlanması farklı bir şeyi ifÂde etmektedir. Bu sebeple “usr” iki defa tekrar edilmesine rağmen tek bir zorluk olarak kalmış, “yusr” ise iki ayrı kolaylık olmuştur. (Bkz. BuhÂrî, Tefsîr, 94)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan