Hac ve umre ibÂdetlerinin başlangıcında vey nihÂyetinde, Medîne-i Munevvere ’de ziyÂret ettiğimiz RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in makÂmı; kalbin, ilÂhî muhabbet nakışlarıyla ziynetlenip ulviyyet kazandığı bir mekÂndır.
Bundan dolayı RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yuce hÂtıraları ve can bahşeden nefesiyle dolu o mubÂrek topraklara yuz surerken, O ’nun rûhÂniyetinden nasîb alma aşkıyla Ravza-i Mutahhara ziyÂret edilmeli ve bu kutlu beldenin, sînesinde kÂinÂtın en yuce cevherinin bulunduğu, hicbir zaman akıldan cıkarılmamalıdır. O ’na ummet olmanın heyecÂnı icinde apayrı bir edep ve tÂzîm gosterilmelidir.

MEDİNE-İ MUNEVVERE, HAREM BOLGESİDİR

Zîr RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:

“…İbrÂhim -aleyhisselÂm- ’ın Mekke-i Mukerreme ’yi harem (bolgesi) kılması ve onun icin du etmesi gibi ben de Medîne-i Munevvere ’yi harem bolgesi kıldım...” (BuhÂrî, FezÂilu ’l-Medîne, 6; Muslim, Hac, 462)

PEYGAMBERİMİZİ SEVMEK FARZ KILINMIŞTIR

Ravza-i Mutahhara ’nın Goncası Sevgili Peygamberimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i, canlarımızdan, mallarımızdan, evlÂtlarımızdan, hÂsılı her şeyden daha cok sevmeliyiz. Zîr CenÂb-ı Hakk ’ın “habîbim” hitÂbına ve iltifÂtına yalnız O mazhar olmuş ve bu muhabbet, ummete de emredilmiştir. Nitekim KÂdı İyÂz -rahmetullÂhi aleyh-, Tevbe Sûresi ’ndeki:

“De ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, kabîleniz, biriktirdiğiniz mallar, durgunluğa ve iflÂsa uğramasından korktuğunuz ticÂret, hoşunuza giden evler, size AllÂh ve Rasûlu ’nden ve O ’nun yolunda cihÂd etmekten daha sevimliyse, AllÂh ’ın emri gelinceye kadar bekleyin. AllÂh, ona itaatten cıkan bir milleti doğru yola ulaştırmaz.” (et-Tevbe, 24) Âyet-i kerîmesinden yola cıkarak:

“AllÂh, ummete kendi sevgisiyle birlikte RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’i sevmeyi de farz kılmıştır.” demektedir.

UHUD ZİYARETİNİN EHEMMİYETİ

Bir varlığa duyulan sevgi ve muhabbet, bu muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan şeylere de sirÂyet ve in ’ikÂs eder. Mesel Uhud ’u yuz binlerce dağdan ayırıp sevimli kılan, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ona olan husûsî muhabbetidir. Bu yuzden Medîne-i Munevvere ’ye varıldığında Uhud ’a muhabbet dolu nazarlarla doya doya bakmak îcÂb eder. Zîr Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm-; “Uhud bizi sever, biz de Uhud ’u severiz.” (BuhÂrî, CihÂd, 71) buyurmuştur.

Medîne-i Munevvere, hicretten evvel “Yesrib” adında sıradan bir şehirken onu “Medîne-i Munevvere” yapıp butun ummete sevimli kılan, onun Peygamber Efendimiz ’e nisbeti ve O ’nunla ilgili zengin hÂtırÂlarıdır. Gercekten “Medîne-i Munevvere”nin, mu ’minlerin gonlunde hicbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun, zikredildiği her Ân Hazret-i Peygamber ’i hatırlatmasındandır.

Aynen bunun gibi AllÂh ’ı sevmek de, Peygamberimiz ’i sevmeyi ve O ’na tÂbî olmayı gerektirir. Bunun icin CenÂb-ı Hak:

(Rasûlum!) De ki: Siz gercekten AllÂh ’ı seviyorsanız bana uyun ki, AllÂh da sizi sevsin…” (Âl-i İmrÂn, 31) buyurmuştur.

HİCBİR SEVGİ RESÛLULLAH SEVGİSİNİN ONUNE GECMEMELİ

Aynı şekilde AllÂh Rasûlu ’ne tÂbî olma husûsunda gayret sarf etmek ve O ’nun muhabbetinin heyecÂnını duyabilmek de kişiyi AllÂh ’ın sevdiği kullardan olma şerefine nÂil eder. Nitekim ashÂb-ı kirÂm, Ra­sû­lul­lÂh -sal­lÂl­l­hu aley­hi ve sel­lem- ’in ha­kî­ka­ti­ne yak­la­şa­bil­mek icin O ’nun rû­h­ni­ye­ti et­r­fın­da Âde­t per­v­ne olup O ’nda f­nî ol­ma­yı dun­y­nın en bu­yuk nî­me­ti bilmiş ve bu sû­ret­le il­hî lu­tuf­la­ra nÂil ol­muş­lar­dır. Bu yuzden has­ta ve g­fil kalb­le­rimizin en mu­es­sir der­m­nı, RasûlullÂh ’a olan mu­hab­bet ve O yuksek karaktere hayranlık netîcesinde meydana gelen “sunnete ittib”dır.

Bu itibarla hicbir şey, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in sevgisinin onune gecmemelidir. Ne oturduğumuz ev, ne Âilemiz, ne coluk-cocuğumuz, ne de işimiz-ticÂretimiz!..

Zîr -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, muşfik bir annenin evlÂdına olan duşkunluğunden daha buyuk bir muhabbetle biz ummetine kol-kanat germiş, omru boyunca da; “Ummetî, ummetî…” diyerek yaşamıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ BİZİM İCİN EMNİYET VESİLESİDİR

Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm-, ashÂbına buyuruyordu ki:

“Dikkat edin! Ben hayatımda sizin icin bir emniyet vesîlesiyim. VefÂt ettiğimde ise, kabrimde: «Y Rabbî, ummetî ummetî!..» diye ilk Sûr ufleninceye kadar nid edeceğim…” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmÂl, c. 14, s. 414)

Nitekim Refîk-ı Âl ’sına da; “Ummetî, ummetî…” diyerek goc etti.

Son nefesinde; “Ben sizi havz-ı kevserimin başında bekliyor olacağım...” diyerek bizlere olan muhabbet, şefkat ve duşkunluğunu ifÂde buyurdu.

Kısacası CenÂb-ı Hakk ’ın:

“Size kendi icinizden oyle bir Peygamber geldi ki, sizin husrÂnınıza uzuluyor, saÂdetinizi cidden istiyor; mu ’minler icin yureği rikkat ve merhametle carpıyor!” (et-Tevbe, 128) buyurduğu uzere, hayatı boyunca Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in ağlaması, gulmesi, uzulmesi, sevinmesi, du ve ilticÂsı, hep biz ummeti icin oldu. Hatt Mîrac gibi ozel bir anda dahî bizleri duşundu, bizler icin cırpındı…

O oyle bir rahmet ummÂnıdır ki, O ’nun hurmetine; zulum, şirk ve isyan donemlerinde bile Mekke ’ye goklerden bir bel yağmadı, bir musîbet inmedi. İlÂhî intikam tecellî etmedi. Cunku iclerinde Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- vardı. Bu gerceği AllÂh TeÂl şoyle ifÂde buyurur:

(Ey Rasûlum!) Sen onların icinde iken AllÂh, onlara azÂb edecek değildir!..” (el-EnfÂl, 33)

KİMİN GONLUNDE HAZRETİ PEYGAMBER MUHABBETİ VARSA...

Ancak Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, Mekke ’den Medîne ’ye hicret edince durum değişti. Muşriklere semÂvî belÂlar inmeye başladı. Buyuk bir bereketsizlik ve kıtlık başgosterdi. SemÂya baksalar gozleri kararıyor, aclıktan başları donuyordu.

Bu demektir ki, kimin gonlunde Hazret-i Peygamber muhabbeti yer etmişse AllÂh o gonle azÂb etmeyecektir. Muşriklere bile O ’nun hurmetine merhamet eden Allah, O ’nu seven, O ’nun aşkını bir omur kalbinde taşıyan ve O ’nun Sunnet-i Seniyye ’sinden ayrılmayan kimseyi hic ateşinde yakar mı? Ancak kimin gonlunde de O HidÂyet Guneşi yoksa azaptan kurtulamayacaktır.

Hakk ’ın huzûrunda ve omru boyunca bizi dilinden ve gonlunden hicbir zaman duşurmeyen Peygamberler SultÂnı -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e aynı aşk ve muhabbetle mukÂbele edebilmek, O ’na ummet olma şerefine nÂil olan her sevdÂlı kalbin birinci vazîfesidir.

Fakat bu, “gonlumde” demek ve oyle farz etmekle olabilecek bir keyfiyet değildir. “Seven, sevdiğini taklîd eder ve onu cokca dile getirir.” hukmunce Peygamber Âşıklarının alÂmeti, her hÂl ve hareketlerinde O ’nu yansıtmalarıdır. Bir de O ’na cokca salÂt u selÂm getirmeleridir…

PEYGAMBER EFENDİMİZİN KABR-İ ŞERİFLERİNİ ZİYARETİN ONEMİ

İşte Peygamberler SultÂnı -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in boyle şÃ‚nı yuce bir Server-i Âlem olması sebebiyle İmÂm MÂlik Hazretleri ’ne gore, O Varlık Nûru ’nun Kabr-i Şerîf ’inin bulunduğu yer, KÂbe ’den bile daha kudsîdir. Cunku butun kÂinÂt, O ’nun yuzu suyu hurmetine yaratılmış ve O ’na ithÂf edilmiştir.

Ayrıca hadîs-i şerîfte Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:

“Beni vefÂtımdan sonra ziyÂret eden kimse, sanki beni hayÂtımda ziyÂret etmiş gibidir!” (DÂrekutnî, Sunen, II, 278)

Ancak bu ziyÂret esnÂsında edebe riÂyet pek muhimdir. Zîr hakîkî istifÂdenin ilk şartı edeptir.

PEYGAMBERİMİZİN KABRİNİ ZİYARET EDEBİ

Nitekim bir gun İmÂm MÂlik Hazretleri mihraptayken, devrin halîfesi Ebû CÂfer Mansur mescide geldi. Bazı suÂller sordu. Aralarında ilmî bir muzÂkere başladı. Ancak Ebû CÂfer Mansur, konuşmanın seyrine kapılıp sesini yukseltince İmÂm MÂlik Hazretleri:

“–Ey Halîfe! Burada sesini alcalt! Zîr AllÂh ’ın ihtÂrı senden daha fazîletli insanlar uzerine indi...” diye îkÂz etti.

ŞÃ‚hid olduğu bu yuksek edeb karşısında Halîfe:

“–Ey İmÂm! Du ederken kıbleye mi, yoksa RasûlullÂh ’a mı doneyim?” diye sordu.

İmÂm MÂlik Hazretleri şoyle buyurdu:

“−Yuzunu niye O ’ndan cevireceksin ki?! O, senin ve ceddin Hazret-i Âdem ’in kıyÂmete kadar AllÂh ’a vesîlesidir. BilÂkis sen, Peygamber Efendimiz ’e yonel ve O ’nun şefaatini iste ki, AllÂh TeÂl da O ’nu sana şefaatci kılsın!..”[1]

Bazıları bu hakîkate Âm davranır ve hacıları Ravza ’ya dondurmezler. “SelÂm ver, gec; kıbleye don!” derler. Oysa RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- hayy, yÂni diridir. Zîr nasıl ki şehidlerin olmeyip yaşamaya devam ettikleri bir hakîkatse, onların fevkinde olan peygamberlerin ve bilhassa Âlemlerin Efendisi ’nin de mustesn bir dirilik icinde olduğu muhakkaktır.

Abîde es-SelmÂnî, “tÂbiîn” neslinin onde gelen fakih ve muhaddislerinden biriydi. Peygamber Efendimiz ’in vefÂtından iki yıl once musluman oldu, fakat O ’nu gorme bahtiyarlığına eremedi. Abîde ’nin şu sozu, ilk muslumanların Efendimiz ’e duyduğu sevgiyi pek guzel anlatır:

“Yanımda RasûlullÂh ’ın bir tel sacının bulunması, benim icin dunyÂnın butun servetinden daha değerlidir.” (Ahmed, III, 256)

PEYGAMBER EFENDİMİZE HURMET VE MUHABBET

Meşhur İslÂm Âlimi Zehebî de, Abîde es-SelmÂnî ’nin Peygamber sevgisini dile getiren yukarıdaki sozlerini okuyunca, duygularını şoyle dile getirmiştir:

“RasûlullÂh ’ın bir tel sacını, insanların sÂhip olduğu butun altın ve gumuşlere tercih eden Abîde ’nin bu sozleri, doruk noktasındaki bir muhabbetin gostergesidir. O buyuk Âlim, Hazret-i Peygamber ’in vefÂtının uzerinden yalnızca elli sene gecmişken boyle soylerse, O ’nun irtihÂlinden yedi yuz sene sonra biz, O ’nun bir tel sacını veya pabucunun kayışını yÂhut da su ictiği toprak kabın bir parcasını elde edecek olsak, acab ne soylememiz gerekir?

ŞÃ‚yet zengin bir adam, servetinin buyuk bir kısmını boyle bir şeyi elde etmek icin sarf etse, sen ona servetini sacıp savuran veya akılsızca para harcayan biri gozuyle mi bakarsın?

Hayır, hayır! RasûlullÂh ’ın mubÂrek elleriyle yaptığı Mescid-i Nebevî ’sini ziyÂret edebilmek, O ’nun azîz şehrinde Hucre-i SaÂdet ’inin yanı başında kendisine selÂm verebilmek icin varını yoğunu harcamaktan cekinme!

Medîne ’ye vardığında O ’nun sevgili Uhud ’una doya doya bak ve onu sen de sev! Cunku Uhud Dağı ’nı Hazret-i Peygamber -aleyhissalÂtu vesselÂm- cok severdi. O ’nun Ravza ’sına ve oturup kalktığı yerlere defÂlarca giderek rûhunu kana kana doyurmaya gayret et! Zîr KÂinÂtın Efendisi olan O ZÂt ’ı canından, yavrundan, sÂhip olduğun her şeyden, kısacası butun insanlardan daha cok sevmedikce kÂmil bir mu ’min olamazsın…” (Zehebî, Siyeru A‘lÂmi ’n-NubelÂ, IV, 42-43)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hacc-ı Mebrur ve Umre, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan