Gunumuz psikiyatrisinde, kaygı ve uzuntu gibi duygular ile bu duygularla ilişkili davranışsal ve fizyolojik değişiklikleri iceren bir cok hastalığın tedavisi mumkun. Peki ya aşkın?
Karşılıksız veya platonik bir aşktan muzdarip bir kişinin yardım cığlıklarına nasıl cevap verilebilir? Aşk da duygu, davranış ve fizyolojik değişikliklerden oluşan bir fenomen olduğuna gore tedavisi mumkun olamaz mı? Bu soruya cevap arayan bilim adamları tedavisi aranan her hastalıkta olduğu gibi oncelikle aşkın nasıl ortaya cıktığını incelemeye başlamışlar. Aşk cok temel ve evrensel bir fenomen olsa da, nasıl ve neden olduğunu anlamak hic kolay değildir. Oncelikle nedeni araştırılacak fenomenin objektif olarak tanımlanabilir olması gerekir. Ancak aşk ne kadar evrensel olsa da hissedilenler kelimelerle ifade edilmenin cok otesindedir ve kişiden kişiye değişiklikler gosterir. Aşkın tanımında objektif olmaya calışan bilim adamları aşkı duygusal, davranışsal ve fizyolojik olarak 3 farklı ancak birbirinden ayrılmaz bileşen ile acıklamaya calışmıştır. Davranışsal bileşeninde sevgi duyulan bir varlığa yonelmiş aşırı odaklanma ve dikkat, sevilen kişinin takıntılı bir bicimde duşunulmesi, varlığına bağımlılık ve yokluğunda hissedilen yoksunluk bulunmaktadır.
Psikiyatride madde bağımlılığı kriterlerindeki "bağımlılık yapıcı madde" terimi "sevilen kişi" , "kullanım" ise "goruşmek" olarak değiştirildiğinde, Aşkın tanımı aşağıdaki gibi olur;
Sevilen kişi ile giderek daha fazla vakit gecirme ihtiyacı ve coğu kez tasarlandığından daha uzun sureyle goruşulmesi
Sevilen kişi ile goruşulmediğinde aşka ozgu yoksunluk belirtilerinin ortaya cıkması (ozlem,kaygı, mutsuzluk, uyku bozukluğu vb..)
Sevilen kişiyi oncelikle etkilemek sonra goruşmek ardından da etkilerinden kurtulmak ( gecirilen anların duşunulmesi gibi) icin cok fazla caba ve zaman harcanması
Platonik veya karşıklıksız bir aşk soz konusu ise sevilen kişiyi sevmekten kurtulmak ya da duygularını denetim altına almak icin surekli bir istek ya da boşa cıkan cabaların varlığı
Sevilen kişi ile vakit gecirmek veya gecirmeyi planlamak nedeniyle toplumsal ve mesleki etkinliklerde gereken sorumlulukların alınamaması
Tanıma bu şekilde bakarsak, aşık olma halindeki davranışlarla madde bağımlılığında gozlenen tum davranış belirtilerinin ortuştuğunu goruyoruz.
Aşk acısı icin soylenen “Civi civiyi soker”mottosunu basit bir yoksunluk belirtisi ile madde arayışı olarak mı değerlendirmeli?Aşk gercekten bağımlılık yapar mı? Bu sorular modern psikiyatrinin yeni araştırma alanları.
Aşkın duygusal bileşeninde vecd halinde mutluluk, ayrılık kaygısı, ozlem, kıskanclık gibi duygular bulunur. Fizyolojik bileşeninde ise aşkta enerji artışı, uyku ihtiyacının azalması, iştahın kesilmesi, sevilen kişiye yonelen erotik arzular, sevilen kişinin duşunsel veya nesnel varlığında titremeler, kalp carpıntısı, sıcak hissi gibi değişiklikler yaşanmaktadır.
Goruntuleme yontemleri ile bakıldığında aşık olan kişilerde aktive olan alanlar ile beynin odul mekanizmalarının yer aldığı alanların neredeyse benzer olması, odul, bağımlılık ve aşırı neşe ile ilişkilendirilen bir norotransmitter (beyinde sinirsel iletimde gorevli ulakcılar) olan dopaminin aşkın kimyasında rol oynadığını duşundurmektedir. Dopamin artışı ile mutluluk, hayattan zevk alma, cinsel istek artışı ve konsantrasyon artışı (aşkta secici dikkatin sevilen kişiye yonelmesi) gozlenirken, dopamin salınımı ile serotonin duzeyleri duşer. Duşuk serotonin duzeyleri ile ise iştah azalması, uyku duzensizlikleri, takıntılı duşunceler ( aşkta sevilen kişi hakkında takıntılı, tekrarlayıcı ve karşı konulamayan duşunceler) gorulur. Dopamin aynı zamanda prolaktin denilen cinsel isteği azaltan bir hormonun etkisini azalttığından aşkın varlığı suresince artmış cinsel isteği de garantilemiş olur. Dopamin beynin dışındaki periferik organlarda ise norepinefrin uzerinden dolaylı etkileri ile kalp atışlarını hızlandırır ve kan basıncını yukseltir.
Kuşlar ve insan dışındaki diğer memelilerde gorulen kur yapma ve ciftleşme rituellerinde, aşık kişilerdekine benzer şekilde yukselmiş dopamin ve norepinefrin, azalmış serotonin duzeyleri gorulmesi aşkın basitce evrimleşmiş bir kur rituelinden farklı olmadığını duşundurebilir. Ancak insanlardaki romantik aşk diğer memelilerdeki ciftleşme ve uremeye yonelik olan kur rituelinden farklı olarak sadakat sozu verilen bir ilişki ile devam etme eğilimindedir.
Bilim adamları romantik aşkın bağlanma, cinsel isteğin ureme ile ilişkili ayrı fonksiyonları olduğunu, aşkın başlangıcta sadece uremeye yonelik bir partner bulma yolunda genel bir uyarılma hali olduğunu one surmuşlerdir. Peki ne zaman aşk romantik aşk olur?
Romantik bağlanma ve ebeveyn-cocuk bağlanması, aynı sosyal davranış kumesine ait olan duygusal yakınlığın iki ayrı prototipidir. Doğum ve emzirmeyi başlatan hormon olan oksitosin ozellikle anne ve cocuk arasındaki bağlanma davranışı, erken sosyalizasyon ve guven duygusu ile ilişkilidir. Uzun sureli ve karşılıksız bir bağlanma olan anne-cocuk sevgisinde de romantik aşkla benzer noral devreler rol aldığı duşunulmektedir. Oksitosin ve vazopressin konsantrasyonlarının romantik aşkla bağlanma ve eşleşme sırasında yukseldiği sanılmaktadır. Yapılan bir calışmada aşık olan ciftlerdeki oksitosin duzeylerinin 6 ay sonraki romantik birliktelik ihtimalini ongorebileceği one surulmuştur. Vazopressin ise bobrek ustu bezinden salgılanan bir hormondur. Bircok memeliden farklı olarak tek eşli yaşayan tarla farelerinde vazopressinin salınımı engellendiğinde, farenin eşine bağlılığını kaybetmesine ve eşini diğer rakiplerden korumamasına neden olunduğu saptanmıştır. Vazopressin ozellikle erkeklerde sosyal davranıştan ve başka erkeklere gosterilen saldırgan davranıştan sorumlu tutulmaktadır. Oksitosinin ayrıca her iki cinste de orgazm ile salınımı artmaktadır. Bir teoriye gore de daha cok seks yapan ciftelerde bağlanmanın daha derin olduğu one surulmuştur.
Erkeklerde artan testesteron duzeyleri ilişkide sadakatsizlik ile ilişkiliyken, tek eşli kadınlarda sadakat ile testesteron duzeyleri arasında ilişki bulunmamıştır. Yumurata mı tavuktan tavuk mu yumurtadan misali erkekler yuksek testesteron duzeyleri ile aldatma eyleminden aklanacaklar mı , yoksa dışarıda eş arama davranışını surduren erkeklerde testesteronun yukseldiğini varsayarak sadakatsiz erkekleri kadınlar kan testi ile mi yakalayacak, bunu zaman ve bilim gosterecek.
Son yıllarda testesteronun salınımının tetiklenmesinde feromenlerin rolu olduğu duşunulmektedir. Aşkta sadakat icin gozun dışarıda olmaması gereği calışmalarda da gosterilmiş ve romantik aşk hisseden kişilerin yabancı kişilere ait vucut kokularına karşı daha az duyarlı olduğu saptanmıştır. Ancak şaşırtan sonuc aşık olan kişilerin sevilen kişinin kokusuna karşı hassasiyetlerinin artmadığıdır ki, aşkın en temel bulgularından biri olan sevilen kişiye yonelik secici ve artmış dikkat hali le bu veri uyuşmamaktadır. Bu durumda aşk ve romantik aşk iki farklı fenomen olup, aşkta sevilen kişiye yonelik secici ve artmış dikkat hali mevcutken, sadakat vaad eden romantik aşkta ise dikkatin olası tehtidlere karşı kapalı olduğu ya da diğer bir değişle romantik aşkın gozunun kor olduğu duşunulebilir.
Aşkın omru 3 yıldır sozunu lugatımıza katan, romantik aşkın 2 ile 3 yıl surduğu, deneklerin bu sure sonunda aşık hissetmedikleri sonucuna varan meşhur calışmanın devam calışmasında da romantik aşk taraftarları husrana uğramıştır. İlişkinin başında romantik aşk hisseden deneklerin kortizol duzeylerinin kontrollere gore yuksek olduğu ve bu duzeylerin 1 ile 2 yıl arasında ilişki devam etse bile normal duzeylere indiği bildirilmiş, bunu destekleyen diğer calışmalar da romantik aşkın başında yuksek olduğu tespit edilen sinir buyume faktorunun de kortizole benzer şekilde seyrettiğini tespit etmiştir. Sinir buyume faktoru romantik aşkta hislerin yoğunluğu ile doğru orantılı olarak yuksek bulunurken, 2 yılın sonunda başlangıc değeri ne kadar yuksek olsa da sonunda normale donmektedir.
Velhasıl aşk romantik de olsa safi aşk da olsa bitiyor, geriye ilişki kalıyor. Uzun sureli ilişki duşunen aşık kişilerde, ilişki duşunmeyenlere gore kortizol duzeylerinin uzun sureli ve daha yuksek olduğu tespit edildiğine gore, bu durumda romantik aşkı ilişkiye taşıyacak şey kortizolu mumkun olduğunca arttırmak olabilir. Kortizol vucudumuzda strese reaksiyon olarak salgılanan bir hormondur ve uzun sureli salınımında vucudun bağışıklık sistemini baskılar. Buradan yola cıkıldığında ise aşk ancak kaygılı olduğunda mı kendini yaşatıyor ve ilişkiyi garantilediğinde bağışıklık sistemini bir başkasının girişine izin vermek icin zayıflatıp “ben”in “biz” olmasına izin veriyor?
Muğlak norobiyolojik bulgular aşkın varoluş gizemini tam olarak cozmemize yardımcı olamasa da, muhtemel mekanizmalara ışık tutmuştur. Modern dunya insanı her ne kadar aşkın nasıl calıştığını bularak hem aşk iksiri hem de istemediğinde aşk tedavisi kullanarak acı cekmeden, uğraşmadan hedefe ulaşmak istese de; Aşkı aşk yapan alınan riskler ve cekilen acılardır belki de…Aristo’nun da dediği gibi "Sevmek acı cekmektir, sevmemek olmek. Sevmek zevktir ama yalnız sevilmenin hicbir zevki yoktur"
[h=2]İstanbul Psikiyatri uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]