Mustafa Balbay



02 Mart 2014 Pazar​

17 Aralık operasyonu 28 Şubat’ta sıfırlandı. O gun başlayan uc ana dosya halinde surdurulen yolsuzluk operasyonunun hemen ardından karşı operasyon başlamış ve iktidar koalisyonu icindeki catlakta yarılma yaşanmıştı.
Altın kacakcılığından ihaleye fesat karıştırmaya, kaynağı acıklanamayan toplu para bulunmasından ceteciliğe kadar bir dizi suclamayı iceren 17 Aralık surecinin sıfırlandığını vurguladık ama burada noktalanacağı soylenemez. Daha sıfır’ın altı var. Karşılıklı buzlaşma sureci var...
17 Aralık’ın ikinci onemli dilimini 25 Aralık’ta Başbakan’ın oğluna uzanan ifade sureci oluşturuyordu. Bu aşamadan sonra operasyon tersine dondu. Polisler, savcılar, hÂkimler gorevlerinden alındı, yerlerine yenileri atandı. Operasyonu başlatan savcılarla ilgili karşı soruşturmalar acıldı. Onlar da bir bakıma yolsuzlukların uzerine gitme sucu işlediler.
Başbakan 17 Aralık operasyonunun başlıca goğusleyicisi olduğunu ilan edip yıllarca koalisyonu birlikte yuruttukleri cemaate karşı savaş actı.
Bu savaşın gorunur gelecekte durması beklenemez. Aksine başta “seri tapeler”olmak uzere yeni savaş yontemleri cepheye surulecek.
17 Aralık surecinde hicbir tutuklu sanığın kalmamasıyla birlikte gecici zafer parti kanadının goruluyor.
Cunku parti operasyonun tum yargısal sureclerine hÂkim olacak bir mevzi edindi.
***​
Ergenekon soruşturmasında ise yukarıdaki tablonun tersi bir surec yaşandı.
2007’nin ortasında başlayıp 2008’de toplumu sarsacak gozaltılarla devam eden Ergenekon operasyonunda yargı zaman zaman hukumetin istemediği kararlar alma eğilimine girdi. Koalisyonun her iki kanadının da mutlak tutuklanmasından yana olduğu bazı kişiler serbest bırakılınca, bu kararı veren hÂkimler hedef haline geldi.
Hukumet zorlansa da bu hÂkimleri dosyadan uzaklaştırarak operasyonların istediği seyirde devam etmesini sağladı.
Prof. Mehmet Haberal, kendisini tutuklayan ve tutukluluk halinin devamı yonunde karar veren hÂkimler hakkında dava actı. Davayı kazandı. Bu hÂkim ve savcıların suc işlediği sabit hale geldi ve tazminata mahkûm edildiler. Eğer o karar uygulansaydı, buyuk olasılıkla başta Ergenekon davası olmak uzere toplumun gozu onunde seyreden pek cok soruşturmada seri tutuklamalar zorlaşacaktı. Tutukluluğa devam kararları azalacak, tahliyeler artacaktı.
Hukumet hemen onlemini aldı. HÂkim ve savcıların gorevleri nedeniyle tazminata mahkûm edilmeleri halinde bu bedeli kendilerinin değil, devletin odemesini kararlaştırdı.
Hukumetin sağladığı bu tutuklama hakkının sonucu olarak bugun yuzlerce kişi demir parmaklıkların ardında tutuluyor.
***​
Yukarıdaki iki celişkili durumun ardından haykırmak isteriz: Bunu hangi vicdan kabul eder?
Boyle bir ulkede hukukun, adaletin, vicdanıyla karar veren yargıcların olduğunu kim soyleyebilir?
HÂkimler ve savcıların değiştirilmesiyle birlikte 17 Aralık tutuklularının tumunun serbest bırakılması kararına, “Yargının işine biz karışmıyoruz” diyen Adalet Bakanı’na kim inanır?
Hukumet yandaşlarına her turlu ozgurluğun tepsiyle sunulduğu, muhaliflere her turlu zulmun reva gorulduğu boyle bir ulkede kendisine insanım diyen kim huzurlu olabilir?
İlkesel olarak biz de tutuksuz yargılamadan yanayız. Ama boylesine celişkili bir tablo karşısında insan, “yazıklar olsun” diye başlayıp butun ağır sozcukleri bitirmek istiyor...
Tek cıkış 30 Mart’ta insanların sandığa vicdanıyla gitmesi!