Adalet Bakanlığı'nın DTP Milletvekili Fatma Kurtulan'ın soru onergesine verdiği cevapla oğrendik ki, 2009 yılının ilk 7 ayında 953 kadın oldurulmuş. Kayıtlara hic girmeyen, oldurulduğunu bile bilemediğimiz kadınların bu rakamların icinde olmadığını, ayrıca her gun işlenen yeni kadın cinayetlerinin yer almadığını duşunduğumuzde, sayı bundan cok daha yuksek. Adalet Bakanlığı'nın onceki yıllara ilişkin acıkladığı rakamlar, son donemin vahametini daha da ortaya seriyor. Zira, AKP'nin iktidara geldiği 2002'den 2009'a kadar gecen surede, yani son yedi yılda, kadın cinayetleri yuzde 1400 artmış. Rakamlar, her yıl itibariyle artış gosteriyor. 2002 yılında 66 kadın oldurulmuşken, 2003'de bu sayı 83'e, 2004'de 164, 2205'de 317, 2206'da 663, 2207'de 1011 ve 2008'de 806'ya cıkıyor.

Kadın cinayetleri ile ilgili tablonun bu olması, her gecen yıl kadın olumlerinin artması ve en son 2009'un ilk 7 ayında 953 gibi inanılması zor bir rakama ulaşması, başlı başına değerlendirilmesi gereken bir konu olarak karşımızda duruyor. Yasal duzenlemelerin yapıldığı, Medeni Kanun ve Turk Ceza Kanunu'nun değiştirildiği, 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'da duzenlemelere gidildiği, Kadının Statusu Genel Mudurluğu'nun kadına yonelik şiddete karşı projeler geliştirdiği yıllarda, erkek şiddetinin buyuk bir artışla devam etmiş olması, ilk bakışta anlaşılmaz bir durum gibi gorunurken, sadece yasal duzenlemelerin kadına yonelik şiddet sorununu cozmediği gerceğini de herkesin yuzune acıkca vuruyor. Bu yazıda, esasen bu durumu inceleyecek ve bu tablo uzerinden devletin yaptıklarına ve yapmadıklarına bakacak, yapması gerekenler konusunda fikir uretmeye calışacağız.

Gercekten de, 2009 yılında erkek şiddetinin ve kadın cinayetlerinin buyuk bir gundem teşkil ettiğini soylersek hic abartmış olmayız. 2009 yılının her ayında onlarca kadın olduruldu, bazen her gun sadece cinayet ve şiddet haberleri okuduk, izledik. Bir yandan medyanın, hukumetin, yargının tutumunu da takip ettik kuşkusuz. Soz konusu haberlerin veriliş tarzlarında kadınların uğradığı şiddet, hak edilen bir şiddetti ve her kadın cinayeti munferit bir vaka olarak değerlendirilmeliydi. Hukuk, mevcut erkek egemen sistemden bağımsız olmayan bir şekilde, haksız tahrik indirimleri ile katilleri mazur gostermeye calıştı. Coğunlukla kadınların katilleri ve azmettiricileri, cok komik cezalarla, kısa surede ozgurluklerine kavuştular.

Ulkenin doğusunda, batısında, her yerinde, durum hep aynı oldu. Bazen boşanmak istemekti, kadının sucu, bazen sevişmeyi reddetmek, bazen uğradığı şiddete artık dayanamamak, bazen calıştığı işyerindeki bir arkadaşı ile telefonda konuşmak. Ornekler arttırılabilir. Kadının Statusu Genel Mudurluğu'nun 2008'de yapmış olduğu araştırmaya gore, ulkemizde her 10 kadından 4'u şiddet gormektedir. Kırsal kesimlerde bu oran 5'e kadar yukselmektedir. Akademik araştırmalar, bu oranların daha yuksek olduğunu gostermekte ise de, resmi rakamları esas aldığımızda ve kadın nufusunun 36 milyon olduğunu kabul ettiğimizde, şiddete uğrayan yaklaşık 18 milyon kadın olduğunu anlamaktayız.

Kadına yonelik bilinen şiddet bicimleri oldukca ceşitli olduğundan, “kadına yonelik şiddet” tabirinin neleri kapsadığına ilişkin bazı ornekler vermek yararlı olabilir: Kadın intiharları, tore-namus cinayetleri, kız cocukların okutulmaması, cok eşli evlilik, oluru alınmadan tuplerinin bağlanabilmesi, erken ve zorla evlendirilme, 20-30 yaş buyuk erkeklerle 2. veya 3. eş olarak evlendirilme, Turkce bilmeyen kadınların sağlık gibi bazı kamu kuruluşlarının hizmetlerinden doğrudan yararlanamaması, cok cocuk doğurmaya zorlanma, kız cocuk doğurma veya cocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına ustlenmek zorunda kalma, maaşına, banka kartına ve takılarına el konması, gozaltında cıplak bırakılmak, bekaret kontrolu gibi taciz ve tecavuzlere uğrama, ailesi tarafından bekaret kontrolunden gecirilme, işyerinde cinsel taciz, ensestte kadının kimseye anlatmaması icin olumle tehdit edilmesi, silahlı catışma doneminde guvenlik kuvvetleri tarafından aranmakta olan kocasıyla ilişkisi olup olmadığını tespit icin vajinal muayeneden gecirilme, ailesi tarafından bir yere kapatılarak, yemeksiz ve/veya bağlı tutularak cezalandırılma, burun kesme ile cezalandırılma, kayınbaba ve evdeki diğer erkeklerle konuşamama, kadın ticareti, pornografi, yoksulluk, işsizlik, dini inanc ve geleneklere uymaya zorlanma, dini inanclarla dayatılan değer yargıları, sakat kadınlara yonelik hizmet ve destek oluşturmama, zorunlu ya da ekonomik gocle yerlerinden olan kadınlara yonelik destek oluşturulmaması, doğal afetlerden sonra ortaya cıkan şartlar… Kadınların hayatının tamamı şiddet gibi bir tablo cıkıyor bu sayılanlardan.

Buradan Nahide Opuz davasına gecmekte fayda var. Hatırlanacağı uzere, Nahide Opuz'un Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurması uzerine, Turkiye Cumhuriyeti devleti, kadınları aile ici şiddetten koruyamadığı ve kadına yonelik ayrımcılığı onlemekteki yetersizliği nedeniyle mahkum oldu. Nahide Opuz'un yaşadıklarının bu ulkedeki kadınlara hic yabancı olmadığını biliyoruz. Evliliği suresince surekli şiddet goren bir kadın.. Kadının şikayetleri sonucu hastane raporları olmasına karşın ceza almayan bir koca. Şikayetlerinden her seferinde kocasının baskılarıyla vazgecmek zorunda kalan Opuz'un annesi de, kocası tarafından oldurulur. Nahide Opuz'un eşi, butun bunlara karşın, kısa bir sure cezaevinde kalır ve tahliye edilir. Halen annesini oldurmesi sonucunda mahkemece verilen 15 yıllık hapis cezası Yargıtay aşamasındadır ve Huseyin Opuz cezaevinde değildir. Nahide Opuz ise, kocasından saklanmaya devam etmekte ve iki cocuğundan da bu sebeple ayrı kalmaktadır.

Nahide Opuz'un tum bu yaşadıkları sebebiyle, AİHM'e 2002 yılında yapmış olduğu başvuru sonucunda, devlet yukarıda belirttiğimiz nedenlerle mahkum edildi ve Nahide Opuz'a 36 bin 500 Euro odemekle cezalandırıldı. Karar, devletin, kadınları şiddet karşısında koruma yukumluluklerini hatırlatması acısından cok onemli. Sonrasında yetkililerin yapmış olduğu acıklamalar ve devamında gelen uygulamalar ise, dikkat cekici.

AİHM'nin kararı uzerine, Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf ve Guldal Akşit, “Vaka munferit. Karara itiraz edeceğiz. Turkiye'deki yasal duzenlemeler yeterli” derken; Başbakan Tayyip Erdoğan “AİHM'nin aile ici şiddetle ilgili Turkiye hakkında verdiği kararı utanc verici. Tekil bir olayı Turkiye geneline fatura etmek cok yanlış. Bu olaylar onlarda da var. Guvenlik gucleri bu işlerin uzerine gidiyor, yasalarımız ortada. ABD'de var, Japonya'da var” diyerek, aslında hukumet yetkililerinin kadına yonelik şiddet konusundaki yaklaşımlarını acıkca ortaya koymuştur.

Devlet ve hukumet yetkililerine gore, Turkiye'de bu konuda her turlu onlem alınmış, her turlu yasal duzenleme yapılmıştır! Ancak buna rağmen, yine de binde bir kadınlar oldurulmekte ve bu konuda yapılabilecek bir şey bulunmamaktadır. Bu acıklamadan sadece birkac ay sonra, Adalet Bakanlığı'nın bu yılın ilk yedi ayında 953 kadının oldurulduğu konusundaki resmi acıklaması, olayın munferit olmadığına ilişkin en iyi cevap gibiydi.

ŞİDDETE COZUM TUTANAKLARDA MI?

Son birkac ayda, kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Kavaf tarafından ceşitli acıklamalar yapıldı. Kavaf, kadına yonelik şiddetle ilgili yapılan ceşitli calışmalardan soz etti. Ancak munferit olaylar olarak ele alındığından, yapılan calışmaların da bu eksende olduğu hemen anlaşıldı. Bu onlemlerden biri de, şiddet sebebiyle karakola başvuran kadının ifadesini alan polis memurunun adının tutanağa yazılması doğrultusunda. İcişleri Bakanlığı ile Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında imzalanan protokole gore, şiddete uğrayan kadının ifadesini alan emniyet gorevlisi, artık forma kendi adını da yazacak. Boylece gorevli, şiddet mağdurunu evine gonderme kararı alırken, sorumluluğu da ustelenmiş olacak.

“Opuz davası ile ilgili olarak nerede boşluk var diye oturduk duşunduk” diyen Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, bu protokolu, Emniyet Genel Mudurluğu, Sosyal Hizmetler ve Cocuk Esirgeme Kurumu (SHCEK) ve Kadının Statusu Genel Mudurluğu'nun (KSGM) hazırladıklarını acıkladı. “Kadın şiddete uğradığı icin karakola geliyor, yardım istiyor. SHCEK veya belediyelerin konuk evlerinde misafir ediliyor veya uzlaştırılarak eve donuyor. Daha sonrasında daha buyuk şiddete uğrayarak geriye donduğu durumlar da oluyor. Bu kararın bir sorumlusunun olması gerekir” diyerek, konuyla ilgili duşuncelerini acıkca ifade etmiştir.

Bizzat devlet bakanının acıkladığı uzere, uygulama, aslında devlete sığınan kadını eve gonderme konusundaki sorumluluğu polis memuruna atarak, uzun vadede AİHM'den gelecek mahkumiyet sebebiyle odenecek para cezalarını da soz konusu polis memuruna rucû etmenin onunu acacak bir uygulamadır. Esasen şiddete uğrayan kadını kurtarmak değil, devleti uzerine duşen sorumluluktan kurtarmak duşunulmuştur. Devletin kadına yonelik şiddet sorununda almış olduğu son onlemler, işte boylesi bir amacı hedeflemektedir.

Yine aynı acıklamada, Bakan Kavaf, duzenlenecek formlarda kadına, evine donmek mi yoksa devlet kurumlarına başvurmak mı istediğinin sorulacağını; artık şiddet goren kadının eve gonderilmeyeceğini ifade etmiştir. Ancak Turkiye genelinde, sadece, kimi kaynaklara gore 52, kimisine gore ise 34 sığınma evi bulunduğu ve butun bu sığınma evlerinin yatak kapasitesinin 1200 olduğu duşunulduğunde, şiddete uğrayan 18 milyon kadının nasıl eve gonderilmeyeceği konusu, cozulmesi olanaksız bir matematik problemine donuşmektedir.

Sığınma evleri konusunda calışma yapılmaksızın, şiddete uğrayan kadınları resmen koruma gorevini devlet ustlenmeden, karakollardan kadınların evlerine donmemesini beklemek, sadece art niyetle acıklanabilir. Sığınma evi olmayan bir şehirde gidecek yeri olmayan bir kadın mecburen evine donecek, bu da, kayıtlara, “evime donmek istiyorum” diye gececektir. Bunun uzerinden de, devlet kurumları, kadınların yuzde şu kadarı devlet koruması istemedi ve kendi rızası ile evine dondu bicimde acıklamalar yapacaktır. Ne yazık ki, hukumet, kadına yonelik şiddet sorununu cozmekten tamamen vazgecmiş, bu konuda sorumluluktan nasıl sıyrılacağının hesaplarını yapmaktadır.


ERKEK YARGI GOREV BAŞINDA

Yargının durumuna baktığımızda ise, karşımıza ilk cıkan, haksız tahrik indirimleri olmaktadır. Mevcut davalarda faillere verilen cezalar ise, Turk Ceza Kanunu'nun 29. maddesinde yer alan “haksız tahrik” duzenlemesinden hareketle, indirilmektedir. Oysa 29. madde; “haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında” suc işleyen kimseye verilecek cezanın indirilmesinden soz etmektedir. Yani haksız tahrik nedeniyle cezanın hafifletilmesi icin; mağdurun, hukuka aykırı bir davranışının bulunması, bu davranış nedeniyle saldırganın ofke veya uzuntu duyması ve bu hiddet ve şiddetin etkisi ile suc işlemesi gerekmektedir. Dolayısıyla mahkemeler, haksız tahrik kararlarında, kadınların “boşanmak isteyerek”, “cocuğun velayetini almaya calışarak”, “sevişmeyi reddederek”, “beyaz tayt giyerek”, “cilveli saat sorarak”, “alışveriş yaparak”… haksız bir davranış icinde bulunduğuna ve katilini bu haksız davranışları ile hiddet ve şiddete suruklemiş olduğuna işaret etmektedir. Bu “hiddet ve şiddet altında”, karısını, sevgilisini, kızını, kardeşini olduren erkeklere verilen cezalar da indirilmektedir!

Avukat Meric Eyupoğlu'nun, bir haber sitesinde Ayşe Yılbaş davasını anlattığı bir yazısında, namus ve tore saikiyle işlenmiş cinayetlerle ilgili ceşitli mahkeme dosyaları uzerinde yapılmış bir incelemeden de soz etmek isteriz. Ulkenin pek cok ilini kapsayan mahkeme kararlarının incelenmesi sonucunda, mağdurlardan sadece bir tanesinin erkek olduğu anlaşılmıştır. Ancak erkek de, aynı saikle, “kız kardeşin namusu” nedeniyle oldurulmuştur. Saldırganların hepsi, kadınların tanıdığı, “yakını” erkeklerdir. Kocalar birinci sırada, sonra eski kocalar, babalar, ağabeyler ve sevgililer gelmektedir. Sadece tek bir dosyada, katiller daha uzak akrabadır. Eski kocanın erkek kardeşleri... Sadece tek bir olay, olum ile sonuclanmamıştır. Hukuki olarak en carpıcı olanı ise, 80 dosya arasında sadece iki dosyada haksız tahrik indirimi uygulanmamış olmasıdır.

Mahkeme kararlarının haksız tahrik indirimlerinin zemininde, cinsiyetci sistemin yer aldığı cok acıktır. Aksi halde 5 ve 7 yaşındaki cocuklarıyla gittikleri alışveriş merkezinde, yanlarından gecen bir gruba saat soran karısını, “cilveli saat sordun” diyerek, 15 yerinden bıcaklayan katil kocaya verilen ağırlaştırılmış muebbet hapis cezasının, “sanığın haksız tahrik altında cinayeti işlediği ve pişmanlık duyduğu gerekcesiyle” 20 yıla indirilmesinin acıklanabilmesine olanak bulunmamaktadır.

Erkek şiddetini, cinayet davalarına ilişkin kararlar dışında da meşrulaştıran kararlar soz konusu. Bunlardan biri de, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 22.02.2207 tarihli kararıdır. Kararda, zifaf gecesinde bakire cıkmadığı iddia edilen kadınla ilgili olarak, kadının kendisinde bulunması lazım gelen vasfa sahip olmaması sebebiyle kocanın evliliğin iptali davasının kabulune karar vermiştir. Yargıtay 1. Ceza Dairesi gectiğimiz yıl vermiş olduğu bir başka kararda da, tore cinayetlerinde aile meclisi tarafından karar alınıp alınmadığının ispatlanması istenmiş, bunun ispatlanamaması durumunda, tore saikiyle işlenmiş bir cinayetten soz edilemeyeceği ifade edilmiştir.

Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, gectiğimiz aylarda verdiği bir kararda, namus/tore bahaneli bir cinayeti “yoredeki inanışların bir sonucu olarak” değerlendirip, fail ve azmettiricilerine cezada indirime gitmiş. Hakim kararı, “aile olaya tepki vermeseydi toplum tarafından dışlanırdı” gerekcesine dayandırmıştır. Bu ve benzeri kararlardan cokca soz etmek mumkundur. Yargının bu tur kararlarıyla kadınlara ayrıca yargısal bir şiddet uyguladığından soz edip, literature yeni bir şiddet tanımı da eklemiş olabiliriz belki de.

Ote yandan oldurulen kadınlarla ilgili gorulen davaların pek coğunda, yaşadıkları şiddet sebebiyle devlete başvurmuş ve devletin korumadığı, koruyamadığı kadınlar olması da dikkat cekicidir. Hazro ilcesinde yaşayan 30 yaşındaki dort cocuk annesi Seher Haşimoğlu'nun oykusu de, boyle bir noktaya işaret eder. Eşinin kendisini dovduğu ve olum korkusu yaşadığını soyleyerek geldiği Diyarbakır merkezde savcılığa başvurup, koruma ister Seher. 2009 yılı Temmuz ayı sonlarında sığınma evine yerleştirilen Haşimoğlu, iddiaya gore, sığınma evi yonetimine dilekce verip 4 Ağustos'ta ayrılır. İki gun sonra, kocası Veysi Haşimoğlu, Hazro'da, Seher Haşimoğlu'nu oldurur. Sığınma evinden 15 gun gibi kısa bir surede neden ayrılmak istediği bile araştırılmayan genc kadının olumun kucağına atıldığını soylemek, pek abartı olmaz diye duşunmekteyiz. Calıştığı hastanenin onunde oldurulen stajyer doktor Ayşe Yılbaş'ın, defalarca Ailenin Korunmasına Dair Kanun'dan yararlanmak icin aile mahkemesine başvurmuş olduğunu bilmekteyiz.

YASAL DUZENLEMELER NASIL?

Gectiğimiz yıllarda yasal mevzuat anlamında pek cok yasada duzenlemeler ve değişiklikler yapılmış, teknik olarak yasalardan kadını aşağılayacağı madde ve soylemlerin cıkarılmış olduğunu bilmekteyiz. Bu duzenlemelerde, kadın orgutlerinin cok buyuk ve yoğun katkısı olduğundan da soz etmeliyiz elbette.

2005 yılında kabul edilen yeni Turk Ceza Kanunu'nda, kısaca ozetlememiz gerekirse, cinsel suclar, “Topluma Karşı Suclar” kısmının “Cinsel Butunluğe ve Edep Torelerine Karşı Suclar” başlığı altından cıkarılarak, “Kişilere Karşı Suclar” kısmına alınmıştır. “Edep”, “tore”, “ırz”, “namus”, “ahlak”, “ayıp”, “edebe aykırı davranış” gibi erkek egemen soylemler kanundan cıkarılmıştır. Cinsel suclarla ilgili tanımlar genişletilmiş, işyerinde cinsel taciz suc olarak tanımlanmış ve cinsel suclara verilen cezalar arttırılmıştır. Cocuklara yonelik cinsel istismara ilişkin duzenlemelerde, “cocuğun rızası” kavramı kaldırılarak, bu suclar, cinsel istismar sucu olarak, ayrı bir başlık altına alınmıştır. Evlilik ici tecavuz suc olarak duzenlenmiş, “namus cinayetleri”nde ceza indirimleri yapılmasına neden olan “haksız tahrik” maddesi değiştirilmiş ve tore cinayetleri ağırlaştırılmış, insan oldurme olarak duzenlenmiştir. Kadınların evli - bekar, bakire - bakire olmayan temelinde ayrımcılığa uğramalarına neden olan maddeler değiştirilmiştir.

Evlilik dışı yeni doğan cocuğun annesi tarafından oldurulmesi durumunda ceza indirimi ongoren madde kaldırılmıştır. Tecavuz ve kadın kacırma olaylarında, sucu işleyenin mağdurla evlenmesi durumunda sucluyu affederek ya da cezasını indirerek tecavuz ve kacırmayı meşrulaştıran maddeler kaldırılmıştır. Yeni Turk Ceza Kanunu, bu haliyle, şekli olarak cinsiyetci maddeleri kaldırılmış, kadını aşağılayan yonleri torpulenmiş bir metindir.

Ancak geldiğimiz noktada, toplumun her aşamasında var olan cinsiyetci yaklaşım ve anlayışın, yasaları yapanlar kadar, uygulayanlarda da var ve yaygın olması, yasaların yazıldığı gibi uygulanmamasına neden olmaktadır. Bu nedenledir ki, haksız tahrik indirimleri inanılmaz gerekcelerle uygulanmakta, tore ve namus cinayetlerinde azmettiriciler gormezden gelinmekte, şiddete uğrayan kadın karakol kapısından evine gonderilmektedir. Yargı, takdir yetkisini, coğunlukla kadın aleyhine kullanmakta bir sakınca gormemekte, belki de ataerkil devlet sistemde tam da kendisinden beklendiği gibi davranmaktadır.

YASALARIN NE KADAR YETERLİ OLDUĞU TARTIŞMALI

Bu sebeple de, yetkililerce yapılan “ulkemizde yasal duzenlemeler yeterli” acıklaması, kadına yonelik şiddet konusunda verilebilecek en kotu ve konuyu oteleyici yaklaşım bicimidir. Kaldı ki, yasal duzenlemelerin de yeterli olduğunu soylemek mumkun değildir. Neredeyse Cumhuriyetle yaşıt olan Medeni Kanun ve Ceza Kanununun değiştirilmesi, kadına yonelik şiddet konusunda yapılabilecek en ileri hukuki adımlar olarak kabul edilemeyecektir. Bu yasaların değiştirilmesi kadar normal bir durum yokken, değiştirilmesi icin neden bu kadar uzun zaman beklendiği tartışılmalıdır esas olarak.

Ailenin Korunmasına Dair Kanun, şiddete uğrayan kadınlar icin, gecici bir nefes alma, evliliklerin gozden gecirilmesi konusunda onemli sayılabilecek bir işlev ustlenmektedir. Ancak yasa, bu haliyle, somut ve mevcut bir şiddeti zorunlu unsur saymakta, şiddete uğrama tehlikesi ve ihtimalini yasa kapsamına almamaktadır. Bu nedenle, yasa kapsamına girebilmek icin, kadının, şiddete uğramayı beklemesi gerekmektedir bir anlamda. Yasanın, bu acıdan, genişletilmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Ote yandan, yasa gereğince kocası evden uzaklaştırılan kadının calışmadığını duşunduğumuzde, 6 aylık sure icinde kadının geciminin sağlanması sorununun da cozulmesi gerekmektedir. Yasanın mevcut halinde, koca tarafından odenecek nafakadan soz edilse de, evden uzaklaştırılan kocanın rızasıyla nafaka odemesi, ihtimal dahilinde olmayan bir durumdur. Bu sebeple, nafaka konusunda devletin sorumluluk ustlenmesi, devlet tarafından belirli bir nafakanın odenmesinin sağlanması gerekmektedir. Aksi takdirde, Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un eksik ve işlevini tam olarak yerine getiremeyen bir kanun olarak kalması kacınılmazdır.

PEKİ NE YAPILMALI?

Erkek şiddeti, kadın cinayetleri konusu ve bu durumla bağlantılı olarak kadınların korunması meselesi, temel bir devlet politikası olarak ele almadan cozulmesi olanaksız bir sorundur. Durumun vahameti, sayfalardır anlattığımız rakamlar, veriler ve olaylarla da sabittir.

Yaşadığımız her şiddette, yargı, medya, eğitim, sağlık kuruluşları tarafından her gun yuzlerce kez şiddetin yeniden uretiminde, her kadın cinayetinde devletin sorumluluğu var. O halde şiddetin ortadan kaldırılması ve şiddete uğrayan kadınların korunması ve olağan hayata kazandırılması icin de devletin sorumlulukları vardır. Ne merkezi ve yerel iktidarlar bu sorumluluktan kacabilir, ne de biz, şiddete karşı yalnızca sığınma evi talep ederek bu sorunun cozuleceğine inanabiliriz. Şiddetin her gun yeniden uretildiği koşullarda, yuzlerce, hatta binlerce sığınma evinin varlığı dahi, milyonlarca kadının uğradığı şiddete karşı bir cozum değildir.

ŞİDDETE KARŞI NASIL BİR KORUMA?

1- Şiddete ve yeniden uretilmesine karşı merkezi ve yerel bir mucadele:

Kadınların şiddete uğramasını beklemeden, toplumun ve yaşamın her alanında cinsiyetci, şiddeti meşrulaştıran ve olağanlaştıran uygulama ve duzenlemelerle, medyadan yargıya, eğitim sisteminden sağlık duzenine kadar mucadele edilmesi ve yaşamdan, kadına yonelik fiziksel, cinsel, psikolojik, sosyal her turlu şiddetin tek tek cıkarılmasıdır. Yine burada, ev ici şiddeti arttıran etkenlere karşı da merkezi ve yerel iktidarların sorumlulukları vardır. İşsizlik, aclık ve yoksulluğa karşı mucadele, kadınların toplumsal uretim sureclerine katılması icin eğitim ve iş olanaklarının yaratılmasının yanı sıra cocuk, hasta ve yaşlı bakımının, ev işlerinin toplumsallaştırılması, parasız eğitim, parasız sağlık hizmetleri, emekci ailelerin korunması vb. talepler, kadınların yaşadığı şiddetin ortadan kaldırılması mucadelesinde onemli taleplerdir.

2- Şiddete uğrayan kadınlar icin kamusal koruma:

Şiddete uğrayan kadınların yaşadıkları hayata, sadece caresizlik ve yalnızlıktan katlanmak zorunda olmadıkları bir kamusal koruma sağlanmalıdır. Kadınların, ulkenin her yanında ucretsiz, hemen yanı başında kolayca ulaşabileceği ve başvurabileceği danışma merkezleri, psikolojik ve hukuki destek alabilecekleri kurumlar ve sığınma evlerinin acılması zorunlu ve onemlidir. Yazımızın başında belirttiğimiz uzere, neredeyse bu ulkedeki kadın nufusunun yarısı şiddete uğramakta ve kadınlar kolaylıkla oldurulmektedir. Bu tablo karşısında, bu şiddeti yaşayan kadınların butun sorunlarının cozulebilmesi şarttır. Şiddet sebebiyle evini terk eden, kendisine muhtemelen cocuklarıyla yeni bir hayat kurmaya calışan kadının, psikolojik olarak kendini tamirinden başlayarak, barınma, iş, cocuklarının eğitimi ve bakımı, eğitim gorme olanaklarının sağlanması gereklidir.

Bu konuda kadın orgutlerin biriktirdiği deneyim değerli ve onemlidir. Devletin, sığınma evlerinin ve danışma merkezlerinin işletilmesini bu kurumlarla birlikte yurutmesi de onemli bir noktadır. Bir sure sonra nasıl bir sığınma evi tartışması yaşamamız da muhtemeldir. Bu sebeple, kadınların sadece birkac ay icinde yatıp kalkacakları kuru bir binadan ibaret değildir, anlatmaya calıştığımız. Kısaca, kadınların tek başlarına kuracakları yeni hayatın temellerini atabildikleri ve buradan ayrıldıklarında bu yeni hayata ozguvenli ve kendinden emin devam edebilmelerini sağlayacak mekanlardan soz etmekteyiz.

Tam da bu noktada, kadına yonelik şiddet konusunda one cıkarılması gereken bir diğer talep karşımıza cıkmaktadır. Daha once hic tartışmadığımız, ama tartışmaya başlamamız gereken bir nokta: Devletin kadınları koruma gorevi. Şimdiye kadar kadına yonelik şiddet, sadece aile ici şiddet olarak tanımlanıp değerlendirilirken, devletin bu konudaki gorevleri konusunda yaklaşımlar, sığınma evi talebinden oteye gidebilmiş değildi. Oysa artık meselenin geldiği nokta, durumun, sadece bu acıdan bakılamayacak kadar derin ve bir o kadar da yakıcı olduğunu gosteriyor. Karşımızda, kadınların olmesini seyreden, hatta seyretmek bir yana neredeyse destekleyen, azmettiren bir devlet aygıtı bulunmakta. Butun bu durum, kamusal koruma talebimizi dillendirmemize neden olmaktadır. Artık erkek şiddetini sadece ev ici şiddet olarak alıp değerlendirmenin olanağı bulunmamaktadır. Şiddetin bu kadar arttığı bir ulkede, devletin, olayın muhatabı değilmiş gibi bir koşede bırakılması, biz kadınlar acısından da kabul edilemezdir.

İşte bu sebeplerle, kadın hareketi acısından, kamusal koruma talebi, yeni donemde yukseltmesi gereken onemli ve temel mucadele taleplerden biri olmalıdır. Yukarıdaki bicimde cercevesini cizebileceğimiz temel bir devlet politikası olarak ele alınması zorunlu ve şiddete uğrayan her kadını korumakla yukumlu bir devlet olduğunun vurgulanması, oldurulen her kadının, karakoldan geri evine donmek zorunda kalan her kadının hesabının oncelikli olarak devletten sorulması ve tabii ki bu konuda aktif ve etkili bir mucadele…

İşci, emekci kadınlar icinde de yuruteceğimiz kadın calışmasında, once cıkarılması gereken bir sorundur erkek şiddeti. Artık bu sorun yokmuş ya da bizlerin sorunu değilmiş gibi davranmaktan vazgecmeli, devletin bu konudaki gorevlerini surekli hatırlatan bir mucadele hattı izlemeli ve mucadele verdiğimiz her alanda kadın dayanışmasını yukseltmeliyiz. Kadın emekcilerin evde yaşadığı şiddetin yanı sıra işveren ya da amirlerinden başlayarak, taciz, baskı ve aşağılamayla karşılaştığını, buna rağmen işini kaybetme, gorevde yukselme, beyanının inandırıcı olmayabileceği gibi kaygılarla bunların ustunun ortulduğunu biliyoruz. Yaşadığı şiddet, taciz ve her turlu engellemeye karşı kendisini yalnız hisseden kadın emekcilerin mucadeleye cekilmesinin mumkun olmayacağı ortadadır. Atolye, fabrika ve işyerlerinde faaliyetimiz, kadın emekcilerin evde ve işyerlerinde yaşadıkları, yaşayabilecekleri şiddet ve engellemeye karşı bir mucadeleyi de icermelidir. İşyerinde kadınların yaşadığı şiddetin ortadan kaldırılması icin işveren ve orgutlu sendikaların da sorumlulukları acığa cıkarılmalıdır.


Kaynak
__________________