Sabah kalkar kalkmaz salona gectim, pencereyi actım...
İstanbul sıcak bir gune hazırlanıyordu.
Her zamanki gibi kuşlar ağacların dallarından havalandı yine.
Bahcıvan cicekleri suluyordu.
Kendi kendime duşundum.
Yaşama karşı, demokrasiye, ozgurluklere karşı bir umursamazlık vardı ulkemde. Uctan uca bir duşunce, ozlem, ic sıkıntısı, huzursuzluk, mutluluk, sevinc ve huzun.
Aklıma Mardin’in Bilge koyunde yapılan katliam geldi nedense. Bir gun once gazetelerde okumuştum.
16 kadın, 22 erkeğin oldurulduğu o vahşet goruntulerini anımsadım.
22 bilim insanının hazırladığı raporda, katliamı; aşiret yapısı, cıkar ve guc catışmasıyla, sistemin sorunlarının tetiklediği yazılıydı.
Birey buharlaşmış gibi, goz kırpmadan insan olduruyordu.
Bir başka haber daha gozume carptı.
Son iki gun icinde ucu İstanbul, biri Diyarbakır’da dort kadın oldurulmuştu.
İstanbul’daki cinayetlerin failleri belliydi: Kocaları...
Diyarbakır’da işlenen cinayetin katili henuz bulunmamıştı...
Dort kadın oldurulmuş, geriye 15 cocuk annesiz kalmıştı...
İstanbul’da oldurulen kadınlar Guneydoğu kokenliydi.
Uc kadının kocaları da cinayeti “kıskanclık” yuzunden işlediklerini soyluyordu.
Feodal yapının kırılmadığı toplumlarda hep kadınlar oldurulurdu. Cinayetlerin adına da “namus cinayeti” denilirdi. Kadına yonelik şiddet ve baskı Turkiye’de giderek artıyordu...
70 yaşını aşmış dedeler 16 yaşında yoksul bir ailenin kızıyla evleniyor, ardından televizyon televizyon dolaşıp, “Peygamber efendimiz de 16 yaşındaki bir kızla evlendi” diyebiliyordu.

***

Gazete haberlerinde oyle huzunlu oykuler var ki... Her biri film senaryosu olacak oykuler bunlar.
Hangi birini anlatayım...
16 yaşındaki Munevver Karabulut cinayetini mi, Huseyin Uzmez olayını, 73 yaşındaki Halis Toprak’ı mı, HakkÂri’de polisin olduresiye dovduğu o cocuğu mu, berdeli mi, adına “tore cinayeti” denilen vahşeti mi?
Karanlıklarımı, sevincle kaplayan ince guzelliğini arıyorum yeryuzunun...
İnsanların birbirini sevmesini, barışı, dostluğu, kardeşliği...
Gece goğunde değil, mavilerin icinden doğmuş bir yıldızı arıyorum, dertleşmek icin.
İki gunde dort kadın olduruldu ve 15 cocuk annesiz kaldı.
Yalova’da 34 yaşındaki sevgilisinin kaburga kemiklerini kıran adam, evinin yolunu tutarken kadın sokak ortasında yatıyor, cevreden gelenlerin yardımıyla hastaneye kaldırılıyordu.
Turkiye’nin artık alışılagelmiş goruntuleriydi bunlar.
16 yaşındaki Munevver Karabulut’un acılı annesi ve babası...
Onları televizyon kanallarında izledikce icim acıyor.
Katil hÂl bulunamadı!
Peki, ya demir parmaklıklar ardında yatanlar!
Guler Zere, Erol Avar, Aynur Epil, A. Samet Celik, Gazi Dağ...
Ulkemin hapishanelerinde daha onlarca olumcul hastalığa yakalanmış tutuklu ve hukumluler var.
Tedavileri doğru durust yapılmadığı icin olumu bekliyorlar.
Remzi Aydın tekerlekli sandalyeye tutsak...
Manduh Kılıc karaciğer hastası.
İnsan yaşamına onem verilmeyen toplumlarda, cağdaşlıktan ve uygarlıktan soz edilir mi?
Sizce nedir demokrasi ve ozgurluk?
70 yaşını devirmiş dedelerin, 16-17 yaşındaki kızlarla evlenip, “Peygamber efendimiz de kendisinden cok kucuk yaşta bir hanımla evlendi” diyebilmesi midir?

***

Kadına şiddet, adına tore denilen o vahşet...
Bilge koyu katliamını unutup gittik...
Guneydoğu ya da Kurt sorununu tartışan Turkiye, oralardaki guclu aşiret geleneğini, feodal yapıyı, “koru korune mutlak itaati” gormuyor nedense!
Bir TV’de kadınlarımız “Kurt sorunu”nu tartışırken “aile meclisi”, “şeyhler” ve “aşiret reisleri”nin aldığı olum kararlarına hic değinmediler...

Hic şaşırmadım!
__________________