Mehdiyle İlgili Ayetler
Kuranda Mehdi İle İlgili Ayetler
Hz. Mehdiyle İlgili Ayetler
Kuran-ı Kerim, hangi renk ve ırktan olursa olsun tum insanları butun cirkinliklerden arındırmak ve doğru yola hidayet etmek icin Kadir-i Zul-CelĂ‚l tarafından en son elcisine gonderilen en son ilĂ‚hî kitaptır. Bunda hicbir Muslumanın kuşkusu soz konusu olamaz. Bu nedenle Kuran-ı Kerim nuzul vakti olan Asr-ı Saadetten kıyamete kadar insanoğlunun ihtiyac duyduğu tum itikadî, hukukî, kanunî ve ahlakî ihtiyaclarına cevap verecek butun materyalleri kendinde barındırmaktadır.
Kuran; Allahın ilmini iceren, Allahın kelamı,ağır sozu, ve aziz kitabıdır. Zaman zaman, hazarda veya seferde, gece veya gunduz, camide veya evde, carşıda veya savaş meydanında, bir sorunun cevabında veya bir gelişme uzerine; insanları bilgilendirmek, onlara yol gostermek, onları aydınlatmak, mujdelemek, uyarmak ve gonullerde olan hastalıklara şifa vermek icin inmiştir. Ne buyurmuşsa haktır hakikattir. Ne onunden, ne de arkasından hicbir batıl ona bulaşamaz. Gecmişte ve gelecekte hicbir ekol, hicbir duşunce ve ilim onun gerceklerini iptal edemez, onun yanlışını cıkaramaz. Onun ihtiva ettiği sozlerin diğer sozlere ustunluğu Allahın yaratıklarına olan ustunluğu gibidir. hak vahyi
Onun, muşfik ve uzman bir doktorun ceşitli hastalıklara tutulmuş bir hastaya verdiği recete gibi, hem gecici ilacları vardır, hem de daimi dermanları. O, Allahın rahmet sofrasıdır. O sofra başında oturan hic kimse eli boş kalkmaz. Bununla birlikte Yaratanın emriyle onun aslı lehv-i mahfuzda ve kitab-ı meknundakorunmuş ve saygın sahifelerde yuce ve temiz kılınmıştır ki, hakikatleri ve ilim cevherleri ehil olmayandan uzak kalsın. Cunku Ona temizlerden başkası dokunamaz. Onun bir zahiri vardır, bir de batını. Onun batının da bir batını vardır. Yuce Yaratıcı onun bir kısım ayetlerini muhkem kılarken, bir kısmını da muteşabih kılmıştır ki, kalplerinde eğrilik olanlar denenip tanınsın ve onda tevil arayanlar bilsinler ki, Onun tevilini ancak Allah ve ilimde kok salmış kişiler bilebilir.
Bu ilĂ‚hî kitapla azıcık aşinalığı olan herkes, onun ilĂ‚hî hukum ve esasları acıklarken, kendine ozgu bir yontem izlediğini ve birtakım değişmez prensiplere dayandığını bilmektedir.
Kimse, Kuran-ı Kerimin dinî esas ve hukumleri acıklarken onları genel cercevesiyle belirtmekle yetindiğini, ilgili teferruatın beyanını ise Hz. Resulullah (s.a.a)a havale ettiğini inkar edemez.
Orneğin, Kuran-ı Kerimde namaza, oruca, zekata, hacca, cihada, emr-i bil-marufa, humusa vs. gibi bircok şeye emredilmiş, ama bunlarla ilgili detaylı acıklamalar Allah Resulu'ne havale edilmiştir.
Keza, Kuran-ı Kerimde bircok yasaklardan bahsedilmiş, ama onlarla ilgili teferruatın, ozellikle de hukuksal ve cezaî yonlerinin acıklanması Allah Resulu tarafından yapılmıştır.
Yine Kuran-ı Kerimde devlet ve millet ilişkisinden, toplumsal yaşamın gereği olan hukukî ve ekonomik sistemden soz edilmiş, bunlarla ilgili detaylar yine Allah Resulunun sunnetine bırakılmıştır.
Aynı şekilde, Kuran-ı Kerimde kalu bela, berzah ve mead gibi bircok itikadî mevzular ana hatlarıyla vurgulanmış, bunlarla ilgili detaylı bilgiler Allah Resulu tarafından verilmiştir.
Butun bu konularda Allah Resulunun beyanı olmaksızın, Muslumanların İslĂ‚m dininin neye emrettiğini, neden sakındırdığını ve neye itikat etmeleri gerektiğini buyurduğunu anlamları imkansızdır.
Bizzat Kuran-ı Kerimin kendisi, Kuran ayetlerinin acıklamasını yapmayı Allah Resulunun başta gelen gorevlerinden saymıştır.
Allah Teala buyurmuştur ki: Sana da, insanlara indirileni acıklayasın diye Kur'Ă‚n'ı indirdik. Belki duşunurler.
Yine Allah Teala Resulunun Kuran ayetlerini tilavet etmekle birlikte insanları tezkiye ettiğini, onlara hikmeti ve bilmediklerini oğrettiğini beyan ederek buyurmuştur ki: Nitekim biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kotulukten arıtacak, size Kitab'ı ve hikmeti oğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir peygamber gonderdik.
Sonra Allah Teala Aziz Elcisinin butun konuşmalarının ilĂ‚hî menşeli olup vahiy olduğunu, onun kendi yanından bir şey soylemediğini garanti altına alarak buyurmuştur ki: Arkadaşınız (Muhammed) ne saptı, ne de yanlış yaptı. O, heva ve hevesine uyarak konuşmaz. Onun konuştukları kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
Yine buyurmuştur ki: Eğer o, bize karşı bazı sozler uydurmuş olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.
Buna gore Allah Resulu, sozuyle, eylemiyle ve taşıdığı butun ozellikleriyle ummet icin kamil bir ornek durumundadır. Ummetin her konuda onu baz alması ve onun butun acıklamalarına ve icraatına canı gonulden inanıp itaat etmesi gerekmektedir.
Allah Teala şoyle buyurmuştur: Andolsun ki, sizin icin, Allah'a ve ahiret gunune kavuşmayı umanlar ve Allah'ı cok anan kimseler icin Allah Resulunde guzel bir ornek vardır.
Yine buyurmuştur: Elci size neyi emrederse tutun ve sizi neden sakındırırsa sakının.
Yine buyurmuştur: Ey iman edenler, Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye cağırdığı za*man icabet edin...
Yine buyurmuştur: De ki: Eğer gercekten Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışla*sın. Allah affeden ve merhamet edendir.
Yine buyurmuştur: De ki: Allah'a itaat edin; Peygambere itaat edin. Eğer yuz cevirirseniz, bilin ki o peygamber, kendisine yukletilenden ve siz de kendinize yukletilenden sorumlu*sunuz. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz, Peygambere duşen, sa*dece apacık tebliğdir.
Bu acıklamalardan Allaahın kitabı bize yeter veya Acıkca Allahın kitabında olmayan bir konuyu kabul etmem sloganı ile yola cıkıp da Allah Resulunun, Kuran-ı Kerimde gecen genel mevzulara dair olan tefsir niteliğindeki sunnetini gormezlikten gelmenin, bizzat Kuranın kendisiyle celişmekle birlikte, İslĂ‚mın ruhuna da aykırı olduğu apacık ortaya cıkmıştır.
O hĂ‚lde itikadî konular da dahil olmak uzere İslĂ‚mî mevzuların tamamında Resulullahın sunnetini dikkate almak zorundayız. Nitekim Allah Resulu de, ummetinde bu gibi iddialarda bulunacak olanların var olacağını onceden gormuş ve onların yanlış yolda olduklarını ortaya koyarak şoyle buyurmuştur: Biliniz ki, kuşkusuz bana Kuran ve yanında onunla aynı olan bir şey verilmiştir. Uyanık olun ki, karnına duşkun olan biri gelecek ve makamına oturduğunda: Bizimle sizin aranızda yuce Allahın kitabı vardır; onda helĂ‚l bulduğumuzu helĂ‚l, haram bulduğumuzu da haram biliriz diyecektir. Biliniz ki, Allah Resulunun haram kıldığı, Allahın haram kıldığı gibidir.
Yine buyurmuştur: Yakındır ki, sizden birisi, makamına oturup arkasına yaslanmış iken, benden bir hadis ona nakledildiğinde, beni yalanlamaya kalkışıp da: Bizimle sizin aranızda Allahın kitabı vardır. Onda helĂ‚l bulduğumuzu helĂ‚l, haram bulduğumuzu da haram sayarız der. Bilin ki, Resulullahın da haram kıldığı Allahın haram kıldığı gibidir.
Allah Resulunun, sunnetinin yazılıp kaydedilmesi ve sonraki nesillere ulaştırılmasına dair olan teşvik ve emirleri de sunnetin İslĂ‚mî mevzuların ikinci temeli olduğunu acıkca ortaya koymaktadır.
Bakınız, Allah Resulu (s.a.a), Kureyşin: Bu da bir beşerdir, bizim gibi ofkelenir, bizim gibi duygusallığa kapılır ve birileri hakkında ofke ve rıza icerisinde bir şeyler soyler, ondan duyduğun her şeyi yazıp kaydetme uyarısı uzerine sozlerini yazmaktan vazgecen Abdullah bin Amire, yemin ederek ağzından haktan gayri bir sozun cıkmadığını ve cıkamayacağını belirterek, kendisinden duyduğu her şeyi yazmasını emrediyor.
Yine, kendisinden duyduğu hadisleri ezberlemediğinden şikĂ‚yet eden ashabının eline işaret ederek duyduğunu unutmaması icin onları yazmasını emrediyor.
Keza, kendisinden dinledikleri hadisleri yazma musaadesi isteyen ashabına yazma emri vererek onların hadis yazmalarına izin veriyor.
Sonra da: Allah, benim sozlerimi dinleyip, onları koruyarak duymayanlara ulaştıran kulu mutlu kılsın. Bircok fıkıh taşıyan var ki, kendinden daha bilgilisine onu ulaştırır. ve: Hazır olan sozumu hazır olmayana da ulaştırsın ki, şayet kendinden daha bilgilisine ulaştırabilir. buyurarak ummete sunnete de sarılmaları gerektiği mesajını veriyor.
Sonuc: Kuran-ı Kerimin ayetlerinin tefsirinde Allah Resulunun sunneti esas teşkil etmektedir. Mutlaka Kuran-ı Kerimde ana hatlarıyla yer alan mevzularda Allah Resulunun acıklayıcı sunnetine başvurmalı ve bu gibi ayetleri Allah Resulunun sunnetinin ışığında tefsir etmeliyiz. Zaten İslĂ‚m ummeti de boyle yapmış ve Allah Resulunun hayatı doneminde Kuran ayetlerini tefsir etmekte ona muracaat etmiştir.
Peki, Allah Resulunden sonraki donemlerde Kuranı tefsir etmekte oncelik hakkı olan başka kimseler var mıdır? Yoksa Allah Resulunden sonra Kuran-ı tefsir etmekte butun muminler eşit seviyede olup hepsi aynı mevkiye mi sahiptirler?
Bu hususta da yine Kuran-ı Kerimin kendisi ve Allah Resulunden gayrisi, bize yol gosterici ve aydınlatıcı olamaz.
Kuran-ı Kerime muracaat ettiğimizde, bize bilmediğimiz mevzular ve Kuranın tefsirinde muracaat edebileceğimiz merci olarak ilimde kok salmış ve zikir ehlini gosterdiğini goruyoruz. Allah Resulune muracaat ettiğimizde de Allah Resulunun zikir ehline ve ilimde kok salmışlara adres olarak ummeti icerisinden Ehl-i Beytini gosterdiğine şahit oluyoruz.
Evet, Hz. Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra ummete merci olarak Kuranla birlikte Ehl-i Beytini gostermiş ve buyurmuştur ki: Benden sonra aranızda iki değerli ve ağır emanet bırakıyorum; biri Allahın kitabı, diğeri de benim soyum olan Ehl-i Beytim! Bu ikisine sarılırsanız asla sapmazsınız. Bu ikisi Havuz (Havz-u Kevser) başında bana donunceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.
Yine buyurmuştur: Benim Ehl-i Beytim sizin aranızda Nuhun gemisine benzer; kim o gemiye bindiyse kurtuldu, kim de geri durduysa boğulup helĂ‚k oldu.
Yine buyurmuştur: Onlardan (Ehl-i Beytimden) one gecmeyin ki, helĂ‚k olursunuz; geri de kalmayın yine helĂ‚k olursunuz. Ve onlara bir şey oğretmeye kalkışmayın ki, onlar sizden daha bilgilidirler.
Yine buyurmuştur: Benim Ehl-i Beytim İsrailoğullarının Hıtta kapısına benzer kim o kapıdan girdiyse bağışlandı.
Yine buyurmuştur: Yıldızlar yer halkının boğulmaktan kurtulma vesilesidir; benim Ehl-i Beytim de ummetime ihtilĂ‚ftan kurtulma vesilesidir. Eğer Araptan bir kabile onlara karşı cıkarsa, ihtilĂ‚fa duşer ve Şeytanın taraftarı olurlar.
Yine buyurmuştur: Kim, benim hayatımla yaşamayı, benim olumumle olmeyi ve Rabbimin diktiği Adn cennetinde oturmayı arzuluyorsa, benden sonra Aliyi ve onu sevenleri sevmeli ve benden sonra Ehl-i Beytime iktida etmelidir. Cunku onlar benim balcığımdan yaratılmışlar, benim anlayış ve ilmimi almışlardır. Yazıklar olsun ummetimden onların fazlını inkar edenlere, onlar hakkında benim akrabalık bağımı kesenlere! Allah onlara şefaatimi ulaştırmasın.
Yine buyurmuştur: Kim, benim hayatımla yaşamayı, benim olumumle olmeyi ve Rabbimin bana vadettiği Huld cennetine girmeyi arzuluyorsa, benden sonra Aliyi, ondan sonra da zurreyitini sevmelidir. Cunku onlar, sizi hidayet kapısından cıkarmaz ve sapıklık kapısına da sokmazlar.
Yine buyurmuştur: Kim, benim hayatımla yaşamayı, benim olumumle olmeyi ve Rabbimin bana vadettiği cennete girmeyi arzuluyorsa, Ali bin Ebu Talibi sevmelidir. Cunku o sizi hidayetten cıkarmaz ve sapıklığa da sokmaz.
Yine buyurmuştur: Havuz başında bana donunceye kadar Ali Kuranla, Kuran da Ali iledir.
Yine buyurmuştur: Ali hak iledir, hak da Ali ile. Hak Ali ekseninde doner.
Yine Hz. Aliye hitaben buyurmuştur: Benden sonra ummetime ihtilĂ‚f ettikleri hususları acıklayacak olan, sensin.
Yine buyurmuştur: Ben Alidenim, Ali de benden; bana ait bir hususu, yalnızca ben ya da Ali ulaştırabilir.
Yine buyurmuştur: Bana iman edip beni tasdik edeni Ali bin Ebu Talibin velĂ‚yetini kabul etmeye tavsiye ediyorum. Kim, onun velĂ‚yetini kabul ederse, benim velĂ‚yetimi kabul eder; kim de benim velĂ‚yetimi kabul ederse, Allahın velĂ‚yetini kabul eder. Kim, onu severse, beni sever, kim de beni severse, Allahı sever. Kim, ona buğz ederse, bana buğz eder, kim de bana buğz ederse, Allah Azze ve Celleye buğz eder.
Yine buyurmuştur: Allahım, kim bana iman eder ve beni tasdik ederse, Ali bin Ebu Talibin velĂ‚yetini kabul etmelidir. Cunku onun velĂ‚yeti benim velĂ‚yetimdir; benim velĂ‚yetim ise, Allahın velĂ‚yetidir.
Yine buyurmuştur: Ey insanlar, fazilet, şeref ve menzilet Allah Resulunun ve zurriyetinin velĂ‚yetini kabul etmektedir. Oyleyse, batıl yollar sizi kapıp almasın.
Yine buyurmuştur: Ummetimin her nesli icerisinde Ehl-i Beytimden adil bir grup vardır ki, sapıkların bu dinde yaptıkları tahriflerine, batıl yolda gidenlerin uydurma yollarına ve cahillerin tevillerine karşı koyarlar. Bilin ki, imamlarınız, sizin Allaha olan elcilerinizdir. Oyleyse Allaha kimi elci gonderdiğinize bakınız.
Yine buyurmuştur: Benim Ehl-i Beytimi, bedende baş, başta da gozler yerine koyun. Baş ancak gozlerle yolunu bulur. ve...
Sonuc itibariyle İslĂ‚mî akidelerin tumunu butun ayrıntılarıyla Kuran-ı Kerimde aramak doğru değildir. İster itikadî bir mevzu olsun, ister gayri itikadî, eğer İslĂ‚mî bir mevzu ana hatlarıyla Kuranda yer alır ve Allah Resulunun sunnetinde ve keza Kuran-ı tefsir etmeye yetkili olduğu ispatlanan Ehl-i Beyt İmamlarının beyanlarında detayları acıklanırsa, butun Muslumanların o mevzua iman edip teslim olmaları gerekmektedir.
İşte Kuran-ı Kerimin bircok ayetinde ana cercevesiyle beyan edilmiş bulunan Mehdilik akidesi, yani Hz. Mehdiye iman olayı da bu İslĂ‚mî mevzulardan biridir. O hĂ‚lde hicbir kimsenin; Ben bu mevzuu butun detaylarıyla Kuranda bulmuyorum, dolaysıyla da ona inanmam demesi doğru olamaz, hatta boyle bir şey soyleyen bir kimse, bizzat Kuranı Kerim ile celişir ve onu reddetmiş sayılır.
Nitekim, Ehl-i Sunnetin onde gelen alimlerinden olan Muhammed bin Hazm el-Endulusî (H. 456/M. 1064) el-İhkam Li Usulil-Ahkam kitabında bu mevzua işaretle şoyle demiştir: Eğer bir kimse; Kuranda bulduğumuz dışında başka bir dinî gerceği kabul etmeyiz sozune bağlı kalırsa, butun ummetin icmaı ile kĂ‚fir sayılır.
Bu noktaları goz onunde bulundurarak şimdi Hz. Mehdi ve ashabıyla ilgili bazı ayetleri, Hz. Resulullah ve Ehl-i Beyt İmamlarından gelen tefsirleriyle birlikte zikrediyoruz:
1- Muşrikler hoşlanmasa da, dini (İslĂ‚mı), butun dinlere galip kılmak icin Peygamberini hidayet ve hak dinle gonderen Odur.
Bu tabir, Saf suresinin 9. ayetinde de aynen tekrarlanırken az bir farkla da Fetih suresinin 28. ayetinde yer almıştır. Fetih suresinin 28. ayeti şoyledir: Peygamberini hidayet ve hak din ile, butun dinlere galip kılmak icin gonderen Odur. Şahit olarak Allah yeter.
Gorulduğu uzere naklettiğimiz her uc ayette de Allah Teala İslĂ‚mdan ibaret olan dininin diğer dinlere karşı ustunluk ve zafer kazanacağını vadetmektedir.
Şimdi soru şudur: Acaba li yuzhirehu tabiriyle ifade edilen bu ustunluk ve zafer nasıl bir ustunluk ve zafer olacaktır? Acaba bu sadece fikir ve duşunce alanında olan bir ustunluk ve zafer mi olacak? Yoksa fiziksel olarak da ustunluk ve zafer sağlanacaktır? Her iki takdirde de bu nispî ve bolgesel bir ustunluk ve zafer mi olacak, yoksa cihanşumul bir ustunluk ve zafer mi sağlanacaktır? Bunu anlamak icin, bu ayetleri kendilerinden onceki ve sonraki ayetlerin ışığında değerlendirmekle birlikte, Allah Resulu ve Ehl-i Beyt İmamlarından bu ayetlerin tefsiri ile ilgili gelen acıklamaları da goz onunde bulundurmamızın gerektiği acıktır.
Ne ilginctir ki, hem Tevbe suresinde, hem de Saf suresinde bu ayetlerden bir onceki ayette, benzer tabirlerle, ilĂ‚hî dini kabullenmeyen guclerin ağızlarıyla Allahın dininden ibaret olan nurunu sondurmeye calıştıkları kaydedilmiş, sonra da Allah Tealanın onlara rağmen dinini butun dinlere galip kılacağı belirtilerek onların bu cabalarının havanda su dovmekten oteye gitmeyeceği vurgulanmıştır.
Allah Teala Tevbe suresinin 32. ayetinde şoyle buyurmuştur: Allah'ın nurunu ağızlarıyla sondurmek isterler. Oysa kĂ‚firler hoşlanmasa da, Allah nu*runu mutlaka tamamlamak ister.
Saf suresinin 8. ayetinde de şoyle buyurmuştur: Ağızlarıyla Allah'ın nurunu sondurmek isterler. KĂ‚firler hoşlanmasa dahi, Allah nurunu, tamamlayacaktır.
Fetih suresinin 27. ayetinde ise, Allah Teala Resulune Mekkenin fethine dair gostermiş olduğu ruyanın sadık bir ruya olduğunu ve bunun mutlaka gercekleşeceğini, ancak Muslumanların bilmediği bir hikmetten dolayı onun bir sure ertelendiğini belirtmektedir.
Allah Teala mezkur ayette şoyle buyuruyor: Andolsun ki Allah, Peygamberine gercek olarak doğru bir ruya gosterdi. Allah dilerse, guven icinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saclarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediği*nizi bildi de, sizin icin bundan başka, yakın zamanda bir zafer karar verdi.
Acıktır ki, her uc ayetten once olan ayetleri mulĂ‚haza ettiğimizde bu ayetlerde sozu edilen zaferin, fikir ve duşunce alanından ote bir zafer ve ustunluk olduğu anlaşılmaktadır. Zira kendilerinden onceki ayetlerde fikir ve duşunce otesi bir ustunluk ve zaferden bahsedildiği acıktır. Tevbe ve Saf suresinde din duşmanlarının Allahın dininden ibaret olan nurunu sondurme cabalarından bahsetmektedir. Bu sondurme cabası duşunce ve fikir alanında zafer ve ustunluk kazanmadan ote, onu kokten yok etme hareketidir. O hĂ‚lde buna mukabil kazanılan zafer ve ustunluk de duşunce alanındaki bir ustunluk ve zafer değil, onları kokten silip yok eden tam anlamda bir ustunluk ve zafer olur. Fetih suresinde de durum aynıdır. Orada Allah Teala Resulu ve ona tĂ‚bi olan muminlerin hicbir korkuları olmaksızın emniyet icerisinde bir fetih gercekleştireceklerini vurgulamaktadır. Bunun fikir ve duşunceden ote bir fetih olduğu ortadadır. O hĂ‚lde, ister maksat nispî ve bolgesel bir ustunluk ve zafer olsun, ister cihanşumul, bu ayetlerden sonra gelen ayette vadedilen ustunluk ve zafer fikir ve duşunce otesi bir ustunluk ve zaferdir. Bu ise, karşıt dinlerin tamamen yok olup gideceği anlamına gelen bir ustunluk ve zaferden gayrisi olamaz.
Kaldı ki, zuhur kelimesinin lugatteki anlamı da fikir otesi bir galibiyettir. Arap lugatinin en meşhur kaynaklarından biri olan el-Kamus kitabında şoyle gecer: Zahere bihi ve aleyhi ona galip geldi anlamını ifade eder. Keza, Kuranî terimlerin anlamını beyan eden Mufredat-ı Ragıb kitabında da: Zahere aleyhi, ona galip oldu, demektir. der.
Kuran-ı Kerimin bircok ayetinde de bu kelime fikir otesi bir galibiyet ve ustunluk anlamında kullanılmıştır. Orneğin:
Nasıl olabilir ki?! Oysa ustun gelselerdi (yezheru aleykum), ne bir yakınlık, ne de bir ahit gozetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken, sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; cokları fasıktır*lar.
Ey kavmim, bugun memlekette hukumranlık sizindir, galip olanlar sizsiniz. Ama Allah'ın baskını bize catınca, O'na karşı bize kim yardım eder?
İsrailoğullarının bir kısmı boylece inanmış, bir kısmı da inkĂ‚r etmişti; ama biz, inrı duşmanlarına karşı destek*ledik de ustun geldiler.
Bu ayetlerde zuhur kelimesinin fikir otesi bir ustunluk anlamında kullanıldığı acıktır.
O hĂ‚lde zuhur kelimesinden ilk olarak akla gelen, fikir otesi bir galibiyet ve ustunluktur. Allah Teala da mezkur ayetlerde Muslumanlara fikir otesi bir galibiyet ve ustunluğun vaadini vermektedir.
Ehl-i Sunnetin onde gelen mufessirlerinden Fahr-ı Razî bahis mevzuu ettiğimiz Tevbe suresinin 33. ayetinin tefsirinde şoyle der: Bil ki, bir şeyin başka bir şeye ustunluğu bazen delil ve burhan acısından, bazen coğunluk acısından, bazen de galebe ve istila acısından olur. Ote yandan Allah Teala İslĂ‚m dininin diğer dinlere ustunluk sağlayacağını muştulamıştır. Muştu ise, ancak var olmayıp gelecekte gercekleşecek bir şeye nispet olur. İslĂ‚m dininin diğer dinlere olan delil ve burhan acısından ustunluğu ise vaki olup malum olduğundan, muştusu verilen bu ustunluğun galebe ve istila ustunluğu olduğunu kabullenmek gerekir.
Bu ayetlerde vadedilen ustunluk ve galibiyeti Sadr-ı İslĂ‚mda gercekleşen sınırlı ve nispî ustunluk ve galibiyete da yorumlamak mumkun değildir. Zira bu bizzat mezkur ayetlerin kendi muhtevasıyla celişmektedir. Cunku bu ayetlerde İslĂ‚m dininin butun dinlere ustun geleceği belirtilmektedir. Malumdur ki, butun dinler kavramı yeryuzunde olan dinlerin tamamını kapsamına almaktadır. O hĂ‚lde İslĂ‚m dini cihanşumul bir galibiyete ulaşacaktır. Bu ise sadr-i İslĂ‚mdan şimdiye kadar gercekleşmediğine gore mutlaka bir gun gercekleşecektir. Zira Allahın vaadinde hilĂ‚f olmaz. İşte bundan dolayıdır ki, bu ayetlerin tefsiri ile ilgili gelen hadislerde de bu vaadin İmam Mehdiinin eliyle gercekleşeceği vurgulanarak bu ayetlerin o hazretin donemini muştuladığı belirtilmiştir.
Katade, dini butun dinlere ustun kılmak icin... ayetinin tefsirinde demiştir ki: Bundan maksat; Yahudilik, Sabiîlik, Hrıstiyanlık, Mecusîler ve Muşriklik muteşekkil beş dindir. Butun bu dinler İslĂ‚m dinine girecek, ama İslĂ‚m dini bu dinlerin hicbirine girmeyecektir. Şuphesiz Allahın meşiyet ve kesin iradesi bu doğrultudadır. Yani, muşriklerin hoşuna gitmese bile dinini butun dinlere galip kılacaktır.
Yine Said bin Mansur, İbn-i Munzir ve Beyhaki suneninde mezkur ayetle ilgili olarak Cabir bin Abdullahın şoyle dediğini nakletmişlerdir: Bu vaat, İslĂ‚m şeriatına girmemiş olan Yahudi, Hıristiyan ve herhangi bir şeriat sahibi tek bir kişi bile kalmadığında gercekleşecektir.
Bu mana Ebu Hureyreden de nakledilmiştir. Fahr-ı Razî der ki: Ebu Hureyreden rivayet edilmiştir ki, o şoyle demiştir: Bu, Allah Tealanın İslĂ‚m dinini butun dinlerden ustun kılacağına dair bir vaadidir. Bu vaat, tam olarak İsanın zuhur ettiğinde gercekleşecektir. Suddî ise şoyle demiştir: Bu, Mehdinin zuhur ettiğinde gercekleşecektir. O zaman İslĂ‚m dinine girmeyen, ya da harac odemeyen tek bir kişi bile kalmayacaktır.
İbn-i Kesir de kendi tefsirinde bu ayetle ilgili olarak şoyle der: İslĂ‚m dini butun dinlere galip gelecektir. Nitekim sahih hadiste Allah Resulu: Doğularıyla batılarıyla yerkurenin tamamı benim icin duruldu. Ummetimin hukumdarlığı da benim icin ondan durulen her yere ulaşacaktır... buyurmuştur.
Ahmed bin Hanbel, Allah Resulunden şoyle buyurduğunu nakletmiştir: Yakında yerkurenin doğuları ve batıları sizin icin fethedilecektir. Onun calışanlarından Allahtan cekinen ve emaneti eda edeni haric geri kalanı cehennem ehli olacaktır.
Yine Temim-i Darîden naklen Allah Resulunun şoyle buyurduğunu nakletmiştir: Bu iş gece ve gunduzun ulaştığı her yere ulaşacaktır. Allahın izniyle bu dinin girmediği hicbir ev veya cadır kalmayacaktır. İnsanlar ya bu dinle izzet bulacak ya da zelil olacaklar. Allah İslĂ‚mı aziz kılacak, kufru de zelil edecektir.
Yine Mikdad bin Esvedden naklen Allah Resulunun şoyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Yeryuzunde hicbir ev veya cadır kalmayacaktır ki, İslĂ‚m ona girmesin. İslĂ‚m onlara ya izzet ye de zillet getirecektir. Ya onları aziz kılıp İslĂ‚m ehli yapacak, ya da onları zelil kılıp İslĂ‚mın hukmune baş eğdirecektir.
İbn-i Cezzî de bu ayetle ilgili olarak şoyle demiştir: İslĂ‚m dinini ustun kılmanın anlamı onu Ă‚lemin doğu ve batısını kapsayacak şekilde butun dinlerin ustune cıkarıp hepsinden guclu kılmaktır.
Buyuk Şafiî alimlerinden Ebu Abdullah Muhammed bin Yusuf Gencî el-Beyan Fî Ahbar-i Sahibiz-Zaman adlı kitabının 103. sayfasında şoyle yazıyor: Said b. Cubeyr, bu ayetten Fatımatuz-Zehra selĂ‚mullahi aleyhanın neslinden olan Hz. Mehdinin kastedildiğini soylemiştir.
Ehl-i Beyt İmamları da bu ayetlerin İmam Mehdi (a.s)ın donemini muştularını vurgulamışlardır.
Orneğin; Şeyh Saduk, Ebu Basirden şu hadisi rivayet eder:
Hz. İmam Sadık, Muşrikler hoşlanmasa da, dini (İslĂ‚mı), butun dinlere galip kılmak icin Peygamberini hidayet ve hak dinle gonderen Odur.ayeti ile ilgili olarak şoyle buyurmuşlardır: Allaha andolsun ki, bu ayette zikredilen vaat henuz gercekleşmiş değildir; Kaim (Kıyam edecek olan Hz. Mehdi) zuhur edinceye kadar da bu gercekleşmeyecektir. Kaim zuhur ettiğinde onun kıyam ve zuhurundan rahatsızlık duymayacak olan hic bir kĂ‚fir ve muşrik kalmayacaktır. KĂ‚fir veya muşrik olan bir kimse, taşın icine de girecek olsa, o taş dile gelecek ve Ey mumin! İcimde bir kĂ‚fir var, beni kır ve onu oldur. diyecektir.
Yine Şeyh Saduk kendi senediyle Abdurrahman bin Saidden naklen Hz. İmam Huseyin (a.s)ın şoyle buyurduğunu nakletmiştir: Bizden on iki hidayet eden imam vardır. Onların ilki Ali bin Ebu Talib, sonuncusu ise evlĂ‚tlarımın dokuzuncusudur. O hak ile kıyam edecek, Allah yeryuzunu olumunden sonra onunla diriltecek ve muşrikler hoş gormese de onun eliyle hak dini tum dinlere ustun kılacaktır.
Yine Şeyh Saduk kendi senediyle Muhammed bin Muslim Sekafîden naklen İmam Muhammed BĂ‚kır (a.s)ın şoyle buyurduğunu rivayet eder: Kaim bizdendir. Duşmanlarının korkusu ve ilĂ‚hî yardım ile mueyyettir. Yeryuzu onun icin durulecek ve yer altı hazineleri onun icin ortaya cıkacaktır. Onun hukumdarlığı doğu ve batının tamamına ulaşacaktır. Allah onun eliyle muşrikler hoş gormese de dinini butun dinlere ustun kılacaktır. Boylece yeryuzunde onarılmayan bir harabe kalmayacaktır. İsa bin Meryem nazil olup onun arkasında namaz kılacaktır...
Ayyaşî kendi senediyle İmran bin Meysemden, Abaye bin Ribîden şoyle nakleder: Emirul-Muminin Ali (a.s) Allah Tealanın; Muşrikler hoşlanmasa da, dini (İslĂ‚mı), butun dinlere galip kılmak icin Peygamberini hidayet ve hak dinle gonderen Odur. ayeti hakkında şoyle buyurduğunu duydum: Ali oradakilere: Acaba bu galebe ve ustunluk gercekleşmiş mi? diye sordu.
Oradakiler: Evet. dediler.
Bunun uzerine Hz. Ali (a.s) şoyle buyurdu: Hayır, canım elinde olan Allaha andolsun ki bu, ancak yeryuzunde sabah ve akşam Allahın birliği ve Muhammedin Onun kulu ve resulu olduğu nidasının yukselmediği hicbir bayındır yer kalmadığı zaman gercekleşecektir.
Yine Ayyaşî kendi senediyle Ebul-Mikdamın Hz. İmam Muhammed BĂ‚kır (a.s)ın bu ayetle ilgili olarak şoyle buyurduğunu nakletmiştir: O zaman Muhammedin peygamberliğini ikrar etmeyen kimse kalmayacaktır.
Yine Ayyaşî kendi senediyle İbn-i Abbasın Allah Tealanın; muşrikler hoş gormese de dinini butun dinlere ustun kılacaktır ayetiyle ilgili olarak şoyle dediğini nakletmiştir: Bu, İslĂ‚ma boyun eğmeyen bir Yahudi, bir Hıristiyan veya başka bir şeriat sahibi kalıncaya kadar gercekleşmeyecektir. Oyle olacak ki, koyun ve kurt, sığır ve aslan, insan ve yılan barış icerisinde olacaklar. İslĂ‚mı kabul etmeyenlere harac koyulacak, hac kırılacak. İşte Allah Tealanın; muşrikler hoş gormese de, dinini butun dinlere ustun kılacaktır ayetinin anlamı budur. Bu Kaimin kıyam ettiğinde gercekleşecektir.
Sonuc: Şimdiye kadar yaptığımız acıklamalar ve Allah Resulu ve Ehl-i Beyt İmamlarından Ehl-i Sunnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarında bahis mevzuu bu ayetlerin tefsiri hakkında gelen beyanlar, bu ayetlerin ahir zamanda İmam Mehdi (a.s)ın onderliğinde gercekleşecek olan İslĂ‚m dininin mutlak zafer ve egemenliğini muştuladıklarını acıkca gozler onune sermiştir. Oyle ki, eğer Kuran-ı Kerimde bu hususta başka bir ayet bile olmasaydı, sadece bu ayetler bu mevzuu ispatlamaya yeterli idi. Ancak Kuran-ı Kerimin beyanı sadece bunlarla sınırlı değil, bu mevzuu beyan eden daha bircok ayet vardır.