Nakkaş-ı Ezelî, gozumuzun onunde, kışın beyaz sahifesini cevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını acıp, rû-yi arzın sahifesinde uc yuz binden ziyade envÂı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i suret uzere yazar; birbiri icinde birbirine karışmaz.
Beraber yazar; birbirine mÂni olmaz. Teşkilce, suretce birbirinden ayrı, hic şaşırtmaz; yanlış yazmaz. Evet, en buyuk bir ağacın ruh programını bir nokta gibi en kucuk bir cekirdekte derc edip, muhafaza eden Zat-ı Hakîm-i Hafîz, vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder, denilir mi? Ve kure-i arzı bir sapan taşı gibi ceviren Zat-ı Kadîr, ahirete giden misafirlerinin yolunda, nasıl bu arzı kaldıracak veya dağıtacak, denilir mi?

Hem hicten, yeniden butun zîhayatın ordularını butun cesedlerinin taburlarında kemÂl-i intizamla zerratı emr-i kun feyekûn ile kaydedip yerleştiren, ordular icad eden Zat-ı ZulcelÂl, tabur misal cesedin nizamı altına girmekle, birbiriyle tanışan zerrat-ı esasiye ve ecza-i asliyesini bir sayha ile nasıl toplayabilir, denilir mi?

Hem, bu bahar haşrine benzeyen, dunyanın her devrinde, her asrında, hatta gece-gunduzun tebdilinde, hatta cevv-i havada bulutların icad ve ifnÂsında haşre numune ve misal ve emare olacak ne kadar nakışlar yaptığını gozunle goruyorsun. Hatta, eğer hayalen bin sene evvel kendini farz etsen, sonra zamanın iki cenahı olan mazi ile mustakbeli birbirine karşılaştırsan, asırlar, gunler adedince misal-i haşir ve kıyametin numunelerini goreceksin. Sonra, bu kadar numune ve misalleri muşahede ettiğin hÂlde, haşr-i cismanîyi akıldan uzak gorup istib’Âd etmekle inkÂr etsen, ne kadar divanelik olduğunu sen de anlarsın.

Sozler, Onuncu Soz, Dokuzuncu Hakikat, s. 102

LÛ*GAT*CE:

ahsen-i suret: en guzel şekilde.

emr-i kun feyekûn: “Ol” emri. [“Allah bir şeyi dilediği zaman, onun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir” (Yasin Suresi 82. ayete atfen)]

envÂ’: nev’ler, turler.

Nakkaş-ı Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ezelî nakşedici, Allah.

rû-yi arz: yeryuzu.
__________________