Bilgisiz Dindarlık
ilimsiz musluman
İslÂm, hayatın her alanına temas eden kapsamlı bir din olması hasebiyle kula, ferdi ve ictimai bir takım sorumluluklar yukleyerek, bunları gereği gibi yerine getirebilmesi icin ilimle, bilgiyle donanmayı telkin eder. Cunku bilmek, İslÂm'ın ustun değerlerini hayata hakim kılabilmenin vazgecilmez unsurudur.

Musluman, ancak ilmin ışığında olculu ve emin adımlar atabilir. Gunahı-sevabı, iyiyi-kotuyu, doğruyu-yanlışı hep ilmin kılavuzluğunda oğrenir. Allah'tan korkusu ilmi nispetindedir. Tefekkurde derinleşmesinin sebebi de ilimdir.

Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadıklarını haber veren yuce dinimiz, ilk mesajına “oku emriyle başlar. Bu emrin şuuru ile yetişen bir muminin dindarlığı, bilgisi nispetince genişler, o nispette sıhhat kazanır.

Kılavuzu zan olanın...

Cehaleti muminin azılı duşmanı telakki eden dinimizin; “Sakın cahillerden olma! (En'am, 35) uyarısı, en az muşfik bir annenin cocuğunu ateşten sakındırması kadar dikkat celbedicidir . Cunku cehalet, gecenin zifiri karanlığına benzer. Karanlıkta yola cıkan kişinin tek hareket noktası zannı olduğu icin, doğru yolu bulması cok zordur.

Kur'an-ı Kerim, kesin bilgiden yoksun olduklarından dolayı zanlarıyla hareket eden cahil Yahudiler hakkında bakın ne buyuruyor: “Onların icinde, Kitab (Tevrat)'ı bilmeyenler (okuma yazması olmayanlar) vardır. Bildikleri sadece bir suru asılsız şeylerdir ve (kesin bilgileri olmadıklarından dolayı) ancak zanda bulunurlar. (Bakara, 78)

Bu da gosteriyor ki; dini, zan ve taklit eksenli yaşamaya calışan bir zihniyetten sahih amellerin tezahur etmesini beklemek, gozu kapalı atılan okun hedefe varmasını beklemekten farksızdır. Cunku bilincsizce yapılan amelin, bid'at ve hurafelerle ameli ifsada goturmesi kacınılmaz bir olgudur. Nitekim Omer b. Abdulaziz, bu noktaya işaretle demiştir ki; “İlimsiz olarak amel yapanın bozduğu şeyler, yaptığı iyiliklerden cok fazladır.

Hz. Omer r.a. carşı-pazarı teftişleri sırasında, ticaret işlerinde İslÂm'ın hukumlerini bilmeyenleri tespit ettiğinde, onları ticaretten alıkoyar ve şoyle derdi: “Bizim carşı-pazarımızda ancak fıkhî bilgi sahibi olan ticaret yapabilir, bilgi sahibi olmayalar faize duşerler.

Alim ve abid farkı

Bu noktada Sevgili Peygamberimiz s.a.v ., bilen (alim) kişinin, ibadet eden (abid) kişiye nazaran daha ustun derecelere sahip olduğuna dikkati cekerek, sebebini şoyle acıklamı ştır: “Cunku şeytan insanlar arasına bid'atlar (yani dinde olmayan şeyler) yerleştirir, alim kişi (ilmi sayesinde) bunları gorur ve giderir. Abid ise ibadetine kapanmıştır, (bilgisi olmadığı icin) o bid'ati tanıyamaz.

Anlatıldığına gore Abdulkadir GeylÂnî k.s. mihrapta oturmuş, zikir ve murakabeyle meşgul iken gaipten bir ses ona: “Ey Abdulkadir kulum! Ben senden butun amel yukumluluklerini kaldırdım! diye seslenir. Abdulkadir GeylÂnî k.s. bu sozu duyar duymaz elindeki tesbihini sesin geldiği yone doğru fırlatarak: “Defol lÂnetlenmiş şeytan! diye haykırır. Yakayı bu kadar kolay ele vermesine şaşıran şeytan: “Ben bu şekilde nice abidleri , nice zahidleri yoldan cıkardım. Ama sen bir an olsun tereddut gosterip tuzağa duşmedin. Nasıl beni bu kadar kolay tanıdın ? diye sorunca, Abdulkadir GeylÂnî şeytana şu ibretli cevabı verir: “Seni iki şeyle tanıdım. Birincisi Akaid ilmi. Bu ilimle biliyorum ki, Allah bir yonden hitap etmez. O, her yerdedir. Oysa senin sesin bir yonden geldi. İkincisi Fıkıh ilmidir. Buna gore de, peygamberler dahil hic kimseden amel mecburiyeti kaldırılmamıştır

Bu kıssa, kendisine gerekli olan ilmi elde etmenin her musluman icin kacınılmaz oluşunu ortaya koyan carpıcı bir ornektir ve cahilce işlenen amele şeytanın daha kolay tuzak kuracağını gosterir.

Bu sebeptendir ki; cehaletin kucağında bocalayan bir asrı İslÂm medeniyetiyle dirilten Sevgili Peygamberimiz s.a.v ., ilim oğrenmenin kadın erkek her musluman uzerine farz olduğunu bildirerek, ilimden bir konu oğrenmeyi bin rekÂt nafile namaz kılmaktan daha hayırlı gormuş ve ayaklarını bu uğurda tozlandıranın vucudunu Cenab-ı Hakk'ın cehenneme haram kılacağını mujdelemiştir.

Kitap cok ama...

Bu şuurla yetişen Sahabe-i Guzin (Allah onların hepsinden razı olsun) oğrenmeyi hayatlarının vazgecilmez dusturu haline getirerek, ilim mirasını sonraki kuşaklara aktarmada en buyuk rolu ustlenmişlerdir. Aynı bilincle bu kıymetli mirası onlardan alan bir sonraki nesil (TÂbiûn), bulundukları bolgeleri ilmin beşiği haline getirmekle, yaşadıkları cağın karanlık dunyasına adeta nurdan kandiller serpiştirmişlerdir.

O donemlerde okuyup oğrenmek şimdiye nazaran kat be kat zordu. Zira ne bugunku gibi sayısız kitap, ne de bunları coğaltmaya imkan sağlayacak teknoloji mevcuttu. İnsanlar bir mesele oğrenmek icin onca cile ve zorluğa goğus gererek at veya deve sırtında aylarca yol katederler , oğrendiklerini kemik ve deri parcalarına yazarlardı.

Buyuk İslÂm alimlerinden Şa'bî'nin bir gun ilim meraklılarına bir hadis-i şerif naklettikten sonra şoyle dediği nakledilir: “Buyurun, hicbir sıkıntı cekmeden alın bunu... Bu ilimle uğraşanlar Kûfe'den Medine'ye kadar yol alırlardı.

Bu noktadan hareketle biz muslumanlara duşen gorev, o kıymetli insanlarla aramızdaki farkın ne olduğunu, okumayı emreden bir dinin mensupları olarak bu emri ne derece yerine getirmeye calıştığımızı, onumuze cıkan meselelerin cozumunde ilme mi yoksa zanna ve tahmine mi başvurduğumuzu uzun uzun muhasebe etmek olacaktır.


semerkand dergisi