Once O'nun nuru yaratıldı. Sonra insan...
İnsan Âdem'di; Âdem ise kainatın lugĂ‚tı...
Yaradan meleklerine emir verdi. Âdem (as) bu ulu fermandan sonra, cennet kadehleriyle hayat şarabını icti yudum yudum. Yaratıldığında yapayalnızdı... Başını kaldırdı, cennetin kapısında gozlerini kamaştıran nuru gordu. Oluk oluk ışık aktı gozlerinden kalbine... Sordu Rabbi'ne Âdem (as): 'Ya Rabbi bu nur nedir?'
Bu senin zurriyetinden bir peygamberin nurudur ki, O'nun ismi goklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer O olmasaydı, Seni yaratmazdım!
Nur, O'nun nuruydu; Habibi'nin nuru. Anladı Âdem (as), anladı ve tasdik etti. KĂ‚inat ağacının cekirdeği de O'ydu, meyvesi de; başı da O'ydu, sonu da...
Aradan asırlar gecti.
İnsanlar Âdem (as)'den sonra gonderilen butun peygamberlerin getirdiği hakikatı unutmuş, yanlış yollara sapmıştı. Dunya'nın sevgiye acıktığı bir zamanda, Mekke'den bir guneş doğdu. Butun ham meyveler bu guneşle olgunluğa erecekti. KĂ‚inat heyecanlıydı. Yıldızlar kıpır kıpır. Toprağın sinesi kut kut atıyordu... Bir pazartesi gecesi doğumların en kutlusu vuku buldu. Butun gok ehli secdeye kapandı...
Gariplik bir tohumdu ve Yaradan onu insanların ozune yerleştirdi. Bu tohumda aşkının tadını gizledi. O once dostlarını halktan ayırdı, garip bıraktı, sonra onların gonullerini baştan sona kendisiyle doldurdu. O'nunla dolup taşan Ă‚şıklar; tahkiki imana ulaştı ve kĂ‚inata meydan okudu. Aşkın neşvesiyle kendinden gecenler icin, 'Sath-ı arz bir mescid oldu; Mekke bir mihrab, Medine bir minber ...' Allah (cc) Rasulunu gariplerine imam kıldı.
Gariplik, insanın kendini keşfettiği, yaradılışın sırlarına erdiği ilĂ‚hî bir dergĂ‚htı. Bu dergĂ‚hın sĂ‚likleri, olumun oldurulemeyeceği gerceğini anlayarak insanlığı bu durumdan haberdĂ‚r ettiler. Şeytanın desiselerine karşı, Yuce Dîvan'a dayanıp: 'Sus! KĂ‚inat mescid-i kebirinde Kur'an kĂ‚inatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet soz odur ve ona derler. Hak olup, Hak'tan gelip, Hak diyen ve hakikati gosteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.' hakikatini neşrederek bekaya erdiler.
Gariplik, yureğe Hakk'ı yerleştiren, kulu Hakk'a bağlayan uhrevî bir zincir, vuslat arzusuyla kavrulan gonulleri Rableriyle buluşturan şifalı bir iksirdir. Vefa, sadakat, sabır hep gariplik dergĂ‚hında kemale erdi. Gariplik; kalbi, masivadan temizlemenin, benlikten gecmenin, nefsi tanımanın recetesidir.
'Sen cık aradan hanesini sahibine ver.
Bî şek gelir Allah evine sen savulunca.' mısralarında ifade edilen kalb hanesini gercek sahibine teslim etmenin tĂ‚ kendisidir gariplik. Gonullere dikilecek fidanların cimlenme mekĂ‚nıydı o. Sevginin beşiği, kırık gonullerin yoldaşı, en mahrem sırların nigehbĂ‚nıdır gariplik.
En buyuk garip, Allah Rasulu (sas)'ydu. O'nun butun hayatı gariplikle gecti. Doğduğunda babası yoktu, daha buyumeden annesi de gocup gitti. O da peygamberler gibi yapayalnız kaldı. Yalnızlığında oturdu sonsuzluk tahtına. Gok ehlinden Hz. Cebrail, yer ehlinden Hz. Ebubekir'le dost olmadan once Hira yalnızlık mektebinde cile cekti. Aynı zamanda cahiliyenin gunahlarından incinen mubarek ruhları, bu yalnızlıkta inşirah buldu.
Garip Nebi, ashabına once sevmeyi oğretti. Rabb'inden aldığı dersle insana saygı duymayı, musamahayı tahsil ettirdi. Curumeye yuz tutmuş insan tohumu, O'nun Rabbanî ikliminde yeniden catladı, filiz verdi. Vahyin bereketiyle neşv u nema buldu.
Sevdi ashabını, sevginin mahalli olan kalb ayna olunca yansıdı muhataplarına, ashabı da O'nu ve getirdiği her şeyi sevdi. Dunya donmeye başladığından beri boyle sevda gormemişti. Cunku O; kalblerin habibi, akılların muallimi, nefislerin terbiyecisi, ruhların sultanıydı. Dostlarına garipliğin sırlarını anlattı Yuce Nebi. Bu yola cıkmanın ve bu yolda kazanmanın şartının; anadan, yĂ‚rdan, evlĂ‚ttan, maldan, candan gecmek olduğunu oğretti. Ashab-ı Kiram da dostlarından ve vatanlarından ayrıldılar; garip kalmayı, Efendileri gibi Âlemlerin Sultanı'na sığınmayı tercih ettiler . Hakk'ın rızasına vasıl olmak icin; dunyanın aldatıcılığından firar edip, Rablerine sığındılar. Dunyanın dort tarafına yuce hakikati boyle ulaştırdılar. Bazıları Ebu Zer (ra) gibi yalnız yaşadılar, yalnız vefat ettiler.
Aradan asırlar gecti.
Dunya O'nun ve ashabının Ă‚şıklarıyla can buldu. Âşıkları da Efendileri gibi yapayalnızdı. Bu yalnızlıkla kemale erdiler. Nur-u Muhammedî'nin aşkıyla eşyanın hakikatine erdiler. Var olan butun mahlûkatı ulfet perdesinden kurtarıp gozler onune serdiler. Eşya yırtıldı, ulfet sıyrıldı. Alış-verişlerde guller alındı, guller satıldı; gulden teraziler kuruldu. Sultanlar ve hukumdĂ‚rlar bile kulluklarını unutmadı; hakikat karşısında bel kırdı, el-pence divan durdu. HĂ‚l boyle olunca her şey; taş, toprak, deniz, dağ.. butun mevcudat, O'nun getirdiği aşk ile ayrı bir mĂ‚nĂ‚ kazandı. Toprak kutsaldı başak da; başak kutsaldı, buğday da; buğday kutsaldı, ekmek de... Yapraklar dil oldu, diller Rablerinin zikriyle cezbeye durdu. Her şey pencere oldu... Butun pencereler Hakk'a acıldı. KĂ‚inat aynasında Rabbi'nin tecellilerini temaşa eden insan, kĂ‚inatı avucuna aldı. Yıldızlar sırdaş, bulutlar yoldaş oldu.
MevlĂ‚nĂ‚, Şems'ten sonraki yalnızlığının ateşiyle pişirdi Mesnevisini. Yunus, yalnızlığında yoğurdu gonullerin hamurunu. Geylani Hazretleri kucuk bir cocukken yalnız cıktı yolculuğuna. Daha nice gonul dostu yalnızlıkla erdi menzile.
Aradan asırlar gecti. Gul renkli kitaplar Barla dağlarında yalnızlığın doruğunda kaleme alındı. Katran ağacı, Gelincik Dağı, Eğirdir Golu şahitti bu yalnızlığa. 'Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevi dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir.' diyen Bediuzzaman, dunyadaki yalnızlığından başka olumunden sonraki yalnızlığını da ilĂ‚n etmişti. Ve şimdi mechul bir diyarda talebelerinin hasret dolu fatihalarıyla yapayalnız yatıyor.
Aradan yıllar gecti.
Yalnızlık, gariplik yolunun kutlu yolcuları tukenmemişti. Bu, ilĂ‚hî bir kanundu. Mahşere kadar ne bu kutlu yolculuk bitecek; ne de bu kutlu yolcuların cilesi tukenecekti.
Yalnızlık ve gariplik Allah dostlarının kaderiydi.
Hak yolunun yalnızlarına biri daha eklenmişti.
Bir gun yalnızlığın gonullu talibi olmuş Hak dostu, cok uzaklara gitmiş; sevenlerine, otelere nazar eden bir cift yaşlı goz hayali bırakmıştı.
Yalnızlığı oğretmişti sevenlerine, neden yalnız kalınması gerektiğini... Kursuden, hep sevmeyi, yaşatmak icin yaşamayı, gerekirse Hubeyb (ra) gibi bu yolda feda olmayı oğretmişti. Tomurcukları kırağı vurmasın diye uykuyu bolup, yapayalnız dua etmeyi, halktan uzaklaşıp gecelerin yalnız saatlerinde seccademizi ıslatmayı da oğretmişti. Tende curuyup yok olma yerine, canda ve ozde derinleşmeyi, ruhumuzun ilhamlarını başka gonullere boşaltmayı, Hak'tan kopmadan halkın icinde kendi yalnızlığımızda daima muhasebe icinde olmayı da oğretmişti.
Başlangıctan bu yana butun guzellikler gariplerin sırtında yukseliyordu.
Gariplere mujdeler olsun!
Nurgul OZCAN
Kaynak : Sızıntı Dergisi
__________________