Onu Cennet ile mujdeleyin!


OsmĂ‚n bin Maz'ûn (r.a.) hazretlerinin bir oğlu vefĂ‚t etdi. Ondan dolayı uzuntusu cok olup, mahzûn oldu. Evinde oturdu. Evinde bir mescid binĂ‚ etdi. Orada ibĂ‚det ederdi.
Resûlullah (s.a.v.) hazretleri işitip, buyurdu ki,
-Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet ile mujdeleyin!
Sonra onu, Resûlullahın (s.a.v.) yanına goturduler.
Resûlullah (s.a.v.) ona buyurdular ki;
- Bil, yĂ‚ OsmĂ‚n ki, muhakkak Cehennemin yedi kapısı vardır. Ve Cennetin sekiz kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gitdiğinde, oğlunu orada gorup, Allahu teĂ‚lĂ‚dan sana şefĂ‚'at eder hĂ‚lde olduğunu gormeğe rĂ‚zı olmaz mısın!
OsmĂ‚n bin Maz'ûn 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh',
- YĂ‚ Resûlallah; rĂ‚zı oldum, dedi.
SuĂ‚l edildi ki, yĂ‚ Resûlallah!
- Bizim oğullarımız da boyle olur mu?
Buyurdular ki,
- Evet olur, kıyĂ‚mete kadar ummetimden sabr eden ve sevĂ‚b istiyen herkese de boyledir!


MAĞARADAKİ YILAN

Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ 's.a.v' Allahu teĂ‚lĂ‚nın emri ile Mekke-i mukerremeden hicret etmek dilediği zemĂ‚n,
- Benim ile bu yolda kim yol arkadaşı olur. CĂ‚nına ve başına kim kıyar, dediği zemĂ‚n, herkesden once hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahu anh' ileri atılıp,
- Anam ve babam, mal ve cĂ‚nım, cumlesi yoluna fedĂ‚ olsun; yĂ‚ Resûlallah. Bu şerefli hizmete ben kulunu kabûl eyle diye ilticĂ‚ ve tazarru' edince, hazret-i Fahr-i EnbiyĂ‚ 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem' kabûl buyurdu. Gece ile berĂ‚ber, ay ve zuhĂ‚l yıldızı gibi yola cıkdılar. Sıddîk 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh' o Resûl-i Rabbil Ă‚lemîn hazretlerini sakınıp, kĂ‚h ardına, kĂ‚h onune, kĂ‚h sağına ve kĂ‚h soluna gecer ve kĂ‚h, mubĂ‚rek ayağı parmakları uzerine basardı. DuşmĂ‚nlar izlemesin diye.

Bu esnĂ‚da Habîb-i HudĂ‚ hazret-i Muhammed MustafĂ‚ 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem' buyurdular ki,
- YĂ‚ EbĂ‚ Bekr, ne ızdırĂ‚b cekersin. Kendi nefsin icin mi korkarsın.
CevÂb buyurdular ki,
- HĂ‚şĂ‚, summe hĂ‚şĂ‚ ki, Ebû Bekr bu yolda kendi cĂ‚nını sakınıp, kayırsın.Ve lĂ‚kin, yĂ‚ Resûlallah! MubĂ‚rek cesedinin bir kılına halel gelir diye, korkarım ki, benim gibi binlerce kimsenin başı duşse yeridir. Sen din serĂ‚yının mi'mĂ‚rısın.
Resûlullah 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem',
- Uzulme, Allahu teÂl bizimledir!' buyurdu.
Mağaraya geldiler. Ebû Bekr 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh' dedi ki,
- YĂ‚ Resûlallah! Bir mikdĂ‚r sabr edin. O mağaraya ben kulun gireyim. Yılan, akreb cinsinden nesne var ise, zararı Ebû Bekre olsun!
Resûlullah 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem' izin verdi. Mağara icine girince, ne kadar mahlûkat var ise, tĂ‚rûmĂ‚r olup, herbiri deliğine girdi. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh' sırtından mubĂ‚rek gomleğini cıkarıp, parca-parca edip, parcalar ile, o deliklerin temĂ‚mını tıkadı. O deliklerden biri acık kaldı. Ona parca yetişmedi. O deliğe de, ayağının tabanını iyice tıkadı. O buyuk sultĂ‚na, şimdi se'Ă‚det ile, iceri buyurun diye hitĂ‚b eyledi. İki cihĂ‚n serveri de, Besmele soyliyerek, mağara icine girdi. SabĂ‚ha kadar orada kaldılar. SabĂ‚h oldu. Hazret-i Ebû Bekrin 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh' gomleğini arkasında goremeyince, sebebini sordular. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk 'radıyallahu teĂ‚lĂ‚ anh',
- YĂ‚ Resûlallah! Yolunda, gomleğimi yırtıp, akrep ve yılan deliklerini tıkayıp, şerlerini def' eyledim; dedikde,
Resûl-i ekrem 'sallallahu aleyhi ve sellem',
- Allahım! Ebû Bekri, kıyĂ‚met gunu, benim derecemde, benimle berĂ‚ber bulundur!, buyurdu.
Bu esnĂ‚da Fahr-i Ă‚lem 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem', hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın 'radıyallahu anh' mubĂ‚rek yuzlerinde değişiklik gorup, suĂ‚l etdikde, meydĂ‚na gelen hĂ‚diseyi anlatdı.
- Mağarada olan delikleri birbir tıkayıp, lĂ‚kin, cubbe parcası bir deliğe yetmedi. O delik de acık kalmasın diye tabanımı dayamışdım. Bir yılan, birkac def'a tabanımı sokdu. Ayağımı delikden cekmeğe korkdum ki, o yılan delikden dışarı cıkıp, zĂ‚t-ı şerîfine bir elem verip, ızdırĂ‚b eder, diye cevĂ‚b verdi.
Resûlullah 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem'
- Onunla benim aramı ac, bırak cıksın buyurdu.
O an Ebû Bekr-i Sıddîk 'radıyallahu anh' mubĂ‚rek ayağını delikden cekdi. İceriden gorunuşu huzn ve gam veren zehirli bir yılan cıkdı. Fahr-i Ă‚lem 'sallallahu teĂ‚lĂ‚ aleyhi ve sellem':
- Ey utanmaz yılan! Benim mağara arkadaşımı ve esrĂ‚rıma vĂ‚kıf olanı, Allahu teĂ‚lĂ‚dan korkup, benden hayĂ‚ etmedin mi, ayağını sokarak eziyyet etdin, diyerek hitĂ‚b edip, azarlayınca,
Yılan cevĂ‚ba kĂ‚dir olup, dedi ki,
- YĂ‚ Habîbi rahmĂ‚n! Ey insanların ve cinnin Peygamberi! Senin Ă‚şıkın sĂ‚dece insanlar değildir. Belki hayvĂ‚n zumresinden kuşlar, yılanlar, karıncalar, cemĂ‚line Ă‚şıkdır. HattĂ‚ ben kulun, bircok yaşlı, gozu nemli, kendi cinsimiz olan buyuklerimizden yuksek vasflarınızı dinleyip, ışık sacan yuzunuzu gormeğe muştak ve hayrĂ‚n ve kendinden gecmiş, şaşkın şeklde ağlıyarak, mĂ‚l ve mulkunu terk edip, Ă‚şık divĂ‚nen olmuşdum. Bu mağarayı şereflendireceğini oğrenmişdim. Onun icin nice zemĂ‚ndan berî, bu sıkıntılı mağarada gece-gunduz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Boylece, sizin buraya teşrîfiniz ile, ayrılık acısına ve icimdeki derde merhem edeyim. Cunki, en mes'ûd bir zemĂ‚nda, bu karanlık mağarada, arkadaşın [mağaraya girince], sabĂ‚h guneşi gibi zĂ‚hir olup, devlet guneşim doğdu. AmmĂ‚ ne var ki, arkadaşın yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve hayĂ‚ ben kulundan kalkıp, zarûrî olarak, bu kustahlık benden vĂ‚kı' oldu; diye ozr dileyince,
Seyyid-us-sekaleyn, dunyĂ‚ ve Ă‚hıretde bulunanların şefĂ‚'atcisi, yılanın kustĂ‚hĂ‚ne ozrunu kabûl etdi. Hazret-i Ebû Bekrin yarasına, mubĂ‚rek ağızlarının suyundan surdu. O Ă‚nda acısı şifĂ‚ buldu.

Kaynak: Menakıb-i Cihar Yar-i GuzinKABİRDE KONUŞAN GENC

Takva sahibi olmak, hayatın her doneminde guzel. Ama fırsatlar cağı genclikte bir başka guzel. Guce, kuvvete, guzelliğe rağmen gunahlardan sakınanların mukafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım otede.

Hz. Omer'in (R.A.) halifeliği doneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genc vardı. Hz. Omer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulu'nun (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kacırmaz, namazdan cıkar cıkmaz evine doner ve ihtiyar babasının hizmetini gorurdu.

Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının onunden geciyordu. Kadın her defasında gencin yoluna cıkarak cirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genc, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu.

Yine bir gun yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına cıktı. Bu sefer butun maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genc, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu TealĂ‚ Hazretleri'ni hatırladı ve korkuyla dilinden şu ayet dokuldu:

'Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerceği gorurler.' (A'raf/201)

Hemen ardından da bayılarak duştu. Kadın hizmetcisini cağırdı. Genci tutarak evinin onune getirip koydular. Sonra da kapıyı calarak babasına haber verdiler. Babası dışarı cıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının onunde buldu. Komşulardan bir kacı genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir muddet baygın kalan genc kendine gelince, babası:

- Evladım neyin var ne oldu? diye sordu. Oğlu:

- Bir şeyim yok. dedi. Babası:

- Allah aşkına soyle! deyince, oğlu başından gecenleri anlattı. Babası:

- Hangi ayeti okumuştun? diye sordu. Genc, ayeti okudu ve tekrar kendinden gecti. Bir de baktılar ki genc ruhunu teslim etmiş. Bunun uzerine genci yıkadılar ve gece vakti goturup goz yaşlarıyla defnettiler. Sabah olunca olay Hz. Omer'e bildirildi. Hz. Omer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve:

- Bana niye haber vermedin? diye sordu. Gencin babası:

- Ey Mu'minlerin Emiri, vakit geceydi. dedi. Hz. Omer:

- Bizi onun kabrine goturun. dedi. Hz. Omer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hz. Omer (R.A):

- Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi. Kabirdeki genc konuşup:

- Ya Omer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi. diye cevap verdi.UC SUÂL VE BİR CEVAP


MevlĂ‚nĂ‚ CelĂ‚leddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. SuĂ‚l sormak istediklerini bildirdiler. MevlĂ‚nĂ‚ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye havĂ‚le etti. Bunun uzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî hazretleri mescidde, talebelere bir kerpicle teyemmum nasıl yapılacağını gosteriyordu. Gelen felsefeciler uc suĂ‚l sormak istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İclerinden birini başkan sectiler. Hepsinin adına o soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama gorunmez, goster de inanalım."
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Obur sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını soylersiniz, sonra da ateşle ona azĂ‚b edilecek dersiniz hic ateş ateşe azĂ‚b eder mi?" dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Peki oburunu de sor!" buyurdu.
O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezĂ‚sını cekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar, karışmayın!" dedi.
Bunun uzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu. Soru sormaya gelen felsefeci, derhĂ‚l zamĂ‚nın kĂ‚dısına gidip, dĂ‚vĂ‚cı oldu.
Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma kerpic vurdu." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sÂdece cevap verdim." buyurdu.
KĂ‚dı bu işin acıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şoyle anlattı:
"Efendim, bana Allahu teĂ‚lĂ‚yı goster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını gostersin de gorelim."
O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gosteremem." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"İşte Allahu teĂ‚lĂ‚ da vardır, fakat gorunmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azĂ‚b edileceğini sordu. Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. HĂ‚lbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum. Nicin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dunyĂ‚da kucuk bir mesele icin hak aranırsa, o sonsuz olan Ă‚hiret hayĂ‚tında nicin hak aranmasın?" buyurdu.


Felsefeci, bu guzel cevaplar karşısında mahcûb olup, soz soyleyemez hĂ‚le duştu.

__________________