Not:Okumanız Biraz Surecek Ancak Bu Yazıyı Kesin Okuyun Ebedi Ahiretiniz İcin Cok Buyuk Faydası Olacak Emin Olun...[Ebedi Hayatınızı Kurtarmaya Bir Katkıda Bulunacaktır Bu Yazı İNŞALLAH İCİNİZDEN BİR SES COK UZUN DERSE BİLE ALDIRMAYIN OKUYUN LUTFEN...]
---------------------------------------------------------------
Eğer insanlar gercekleri acık ve cesur bir ortamda eşit şartlar altında paylaşabilselerdi; yuzlerinden başka, gıyaplarında başka olmasalardı, savaşlar cıkmayacaktı; kavgalara, uzuntulere yer kalmayacaktı. Tum felaketlerin, hatta ebedî kahroluşların ardında, gıybet tohumlarını bulacaksınız. Tum kotulukler, gıybeti de beraberlerinde taşırlar.
Gıybet nedir? Gıybet bicimlerini nasıl sınıflandırabiliriz? Gıybet neden ve ne kadar kotudur?
Burada oylesine gizli, iğrenc ve vebadan hızlı yayılma gucu olan bir hastalıktan soz ediyoruz ki, ondan kurtulmak ancak ısrarlı bir savaşın, derin bir ictenliğin eseri olabilir. Gıybet tuzağında tum iyiliklerinin yok olup olmadığını merak eden, konuşmalarını gozlemlemeli ve gıybet bicimleri uzerinde cok duşunmelidir.
Aşağıdaki tanımları, temel kaynaklardaki ipuclarına dayanarak yapılandırdık. Konuyu ele alan metinlerde tam olarak bu şekilde oluşturulmuş bir sınıflama mevcut değildir; ama bizim sınıflamamızın icerikleri kaynaklarda vardır:
•Alenî sade gıybet: Sevgili Peygamber(a.s.m.) gıybeti “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tanımlamış;(1) “Din kardeşinin yuzune karşı soylemediğin şeyi ardından soylemen gıybettir”(2) demiştir. Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan birşeyi soylemek, alenî gıybetin ta kendisidir. Futbolcuların oynama stilleri uzerinde konuşanları dinleyin; sanatcıların ozel hayatlarına burunlarını sokan magazin tutkunlarının neler anlattıklarına bakın. Komşularınız, eşiniz, dostunuz ve hatta kendi evladınız hakkında gıyaplarında konuşurken hangi uslubu kullandığınıza bakın. Coğu insan, değil gıybet ettiklerini, başkalarından bahsettiklerini bile fark etmiyorlar. Siz isimleri gecen insanların yerinde olsaydınız, kendinizden o şekilde soz edilmesinden hoşlanır mıydınız? Eğer hakkında konuştuğunuz kişi huzurda olsaydı, cumlelerinizi, hatta o andaki duruşunuzu değiştirme ihtiyacı duyar mıydınız? Eğer oyleyse -doğruları soylemeniz şartıyla- yaptığınızın adı gıybettir ve bu, gıybetin en sade formudur.
•İftiralı gıybet: Peygamber (a.s.m.) devam eder: “Eğer soylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun.”(3) İftira, kusurların en cirkinidir. Eğer gıybet ederken kullandığımız bilgi bizzat kendi gozlemimize ait değilse, başkasından duymuşsak, dilden dile kesinlikle değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir.
Başkasından -veya dostlarımızdan- duyduğumuz bilgiyi aktardığımızda, sozlerimizin gıybeti aşarak iftiralı gıybete donuşme ihtimali en az %80’dir. Cunku insanların %80’i duyduklarının doğruluğunu tahkik etmezler; duygularını ve tercihlerini dolaştırdıkları soze katarlar; ustelik hafızaları bozuktur, bilgi dilden dile dolaşırken kırk farklı kimliğe burunur. Bu konuda surekli hassas davranmayanların ise defalarca iftira atma ihtimalleri %100’dur.
•Gizli gıybet: Coğu zaman yaptığımız, kalbimizden gecirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir. Gıybetin ne kadar kotu olduğunun vurgulandığı Ă‚yette, Kur’Ă‚n şoyle der: “Ey iman edenler, zandan cok kacının; cunku zannın bir kısmı gunahtır. Birbirinizin gizli yonlerini araştırmayın.”(4) Butun zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hĂ‚lini almaktan kendini kurtaramaz. Hazret-i Gazalî, bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamış; ‘bir kimsenin ayıbını insanın kendi kendine soylemesini’ bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, ‘gozu ile kotu birşeyi gormeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ şeklinde tarif etmiştir.(5)
Şefkatli Yaratıcımız, kendisine karşı işlediğimiz suclardan pişman olduğumuzda bizi bağışlayacağını soyluyor; ama kul hakkıyla şehit bile olsak, affımızı vaad etmiyor. Allah, kullarının haklarını kendi hakkından onemli tutmuştur. Haksız suizandan kul hakkı doğar. Gıybet temelde insanlara karşı işlenen bir suctur ve onun affedilmesi yetkisi, gıybet edilen insanlardadır. Bu yuzden masumun ahlĂ‚kı, onuru hakkında delil olmaksızın kotu zanda bulunur da icimizdeki kotu zannı doğru kabul edersek, ağır bir bedel odeyeceğiz.(6)
Peygamber (a.s.m.) der ki, “Bir kimse kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, o kimse olmeden o kusuru işler.” Başkalarının hoşlanmadığımız ozelliklerinin hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz? Kimlerin hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini bilmeksizin, kimi kusurlu gozuken yonlerinin gizli bile olsa gıybetini yapmaya ne hakkımız var!
Değerli bir insan bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu Teknik Universitesi fizik bolumunu kazanmış; bolume kayıt kuyruğunda yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır okulu bitiremediğini oğrenmiştir. İcinden, “Vay dangalak, bir okul dokuz yılda bitirilemez mi?” diye gecirmiş ve kendisi de o okuldan ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir. Başımıza gelenlere bakalım; orada acık veya gizli gıybetleri yapılmış insanların haklarının iadesini gorebilecek miyiz?
•MunafıkĂ‚ne/ikiyuzlu gıybet: Gıybetin en utanc verici bicimidir ki, İmam Gazalî buna ‘munafıkĂ‚ne gıybet’ demiştir.(7) Gıybeti yapan şoyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor,” “İnşaallah duzelir, daha iyi olur.” Bu gibi sozlerle gorunurde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye calışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir. Dinleyenin ikiyuzluluğu de şu şekildedir: “Boşver gitsin, gıybet oluyor.” Bunlara benzer sozleri soylerken, aslında gıybeti gercekten engellemek istemiyor; gorunurde aksini savunsa da, icten ice o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor.
•Soz taşımalı gıybet: İnsanların sozlerini muhataplarına ara bozmaya yol acacak şekilde taşımak bicimindeki gıybettir. Şoyle der Peygamber(a.s.m.): “(Arabozucu) soz taşıyan cennete giremeyecektir.”(8) Kur’Ă‚n bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”(9)
Hasan-ı Basrî şoyle der: “Başkalarının sozunu sana ileten, getiren, muhakkak senin sozunu de başkalarına iletir. ...Zira onun yaptığı hem gıybet, hem zulum ve hıyanet, hem de aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir.”(10) Elbette başkalarının sozlerini nakletme hakkımız var. Ama, “Sevgili arkadaşım veya aziz hocam şoyle demişti...” gibi bir dostluk ifadesiyle başlayacak isim zikrini, ancak sozun sahibinin guzel ve duyduğunda hoşuna gidecek olumlu sozleri takip edebilir. Yoksa, “Adam senin -veya filancanın- hakkında dedi ki...” şeklinde başlayıp, sozun sahibini uzecek bir cumle soyleyen, kendisini felaketler arasından felaket beğenmeye hazırlansın.
•Kitlesel gıybet: Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet turleri tek tek bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları hakkında da olabilir. Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi icin o topluluğun tumunden affedilme dilemesi gerekir. Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Yukarda gecen Ă‚yetin “...Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız...”(11) şeklindeki bolumu, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle sucun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.
Filan partilileri, falan spor takımını tutanları, filan cemaat, din veya mezhep mensuplarını veya filan ırka, milliyete mensup insanları kucumseyen, onlarla alay eden gıybetcilerin ebedî Ă‚lemde odeyecekleri tazminat inanılmaz ağır olacaktır. Bu acıdan orneğin yalnızca bir Temel fıkrasını anlatan, eğer bu fıkra Karadenizlileri rencide etmişse, tumune bunun manevî tazminatını odemeye mahkûm olacağını iyi bilmelidir. Eğer bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatacaksak, “Acaba merhumu gıyabında rencide eder miyiz?” diye korkmalıyız. Birkac kişiyi on saniye guldurmek uğrunda şerefimizi ateşe veremeyiz. En dehşetli akıbetler alay edenler icin hazırlanmıştır ki, Kur’Ă‚n onlar hakkında, onların “vay hĂ‚line!” buyurur Humeze sûresinde.
İnanc sistemimizi aşağılayan, kitlesel gıybetler ve iftiralar yapan sozler medyada hemen her gun yayınlanıyor. Bu saldırıların her birini ruhumuzdan kanlar fışkırtan paslı mızraklar olarak algılıyoruz. Onurumuza yapılan bu saldırılar coğu zaman uykularımızı kacırıyor. Okul kapılarında ağlaşan gencecik evlatlarımızı gordukce caresizlik cığlıkları koparıyoruz. İnsanlık onuruna saygı duyan herkes, bu kitlesel gıybet ve iftiralar altında inliyor.
Turkiye’de bir siyasetci bir diğer siyasetciye ‘... onbaşı’ diyerek, onbaşılığı aşağıladı. Bir -veya iki- onbaşı rencide olduğu icin manevî tazminat davası actı ve kazandı. Tum onbaşılar da aynı davayı acabilir ve aynı tazminatı kazanabilirlerdi. Hatta eğer Turkiye’de insanlar haklarını korumak icin dava acma cesaretine ve alışkanlığına sahip olsalardı, o tur sozleri soyleyenlerin tum servetleri tek bir cumle yuzunden eriyip gidebilirdi. İnsan adaleti bu onurlu sonucu gerektiriyorsa, ebedî adaletin bu hesabı soracağından kimsenin şuphesi olmamalıdır.
•Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet: Gıybeti yapan, sadece onu soyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken gucu yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde mudahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır. Gıybet bu yonuyle—gizli bicimi haric—ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikap edebileceği fuhuş gibidir.
Sevgili Peygamberin(a.s.m.) “Kim ki yanında Musluman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gucu yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dunya ve ahirette zelil kılar”(12) şeklindeki sozu, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Hatta bu hadis, gıybeti yapandan cok, yanında gıybet yapıldığı halde derhal mudahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit ediyor. Anlıyoruz ki, huzurlarında yapılan—haksız—gıybete kucucuk korkuları yuzunden mudahale etmeyenler, onurlu bir hayat surduremeyecekler.
Gıybetin Kotuluğu
•En iğrenc suctur: Kur’Ă‚n şoyle der: “...Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından cekiştirmesin. Sizden biriniz olu kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrenip tiksindiniz...”(13) “Arkadan cekiştirip duran, kaş-goz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hĂ‚line!”(14) Zina, cinayet dahil başka hicbir suc, iğrendirici bir fiile gıybet kadar benzetilmemiştir.
Bediuzzaman, gıybet hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Gıybet ...nazar-ı Kur’Ă‚n’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fenĂ‚ ve alcaktırlar.”(15) “İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur’Ă‚n tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin ta kendisi tanınmıştır.”(16) “Gıybet, aklen, kalben ve insĂ‚niyeten ve vicdĂ‚nen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur.”(17) “Gıybet, ehl-i adĂ‚vet ve hased ve inadın en cok istimal ettikleri alcak bir silĂ‚htır.”(18)
•Zarar potansiyeli korkunctur: Gıybetin en korkutucu taraflarından birisi, yol acabileceği felaketlerin potansiyel buyukluğudur. Gıybet fani bedene değil, Yaratıcının bakileştirdiği kalbe ve ruha saldırır. Cinayeti işlemek nisbeten zordur, failini bulmak ve cezalandırmak mumkun ve nisbeten kolaydır. Oysa gıybeti işlemek kaş goz işareti kadar kolaydır; bir kere ağızdan cıktı mı mantar gibi coğalır, milyonlarca kopyası insanlar arasında dalga dalga yayılma ve inanılmaz fitnelere, katliamlara yol acma potansiyeline sahiptir.
Gıybetin insanlar tarafından kaynağında tespit edilip cezalandırılması, akışıp ilerlemesinin, hatta iftiraya donuşmesinin durdurulması neredeyse imkĂ‚nsızdır. Katilin de kendince bir şerefi vardır; ama gıybetcinin mikrop kadar onuru olamaz. Cephede duşman kurşunuyla şehit olan askerin hĂ‚li tarifsiz bir yuceliktir. Oysa gıybet, babanın cocuğunu veya cocuğun annesini oldurmesini andırır olcude esef verici bir cinayet hĂ‚line donuşebilir.
Sozler isimli eserde, Peygamberin (a.s.m.) kimi hadislerindeki abartı gibi gozuken benzetmelerin, tehlikenin potansiyel buyukluğunu kastettiği vurgulanır: “Şu nevi ehĂ‚dîsteki kulliyet ise, imkĂ‚n itibariyledir. MeselĂ‚: ‘Gıybet, katil gibidir.’(19) Demek gıybette oyle bir ferd bulunur ki, katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.”(20)
•Ebedî hayatı yok eder: Peygamber (a.s.m.) der ki: “Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.” Yangın yok edicidir. Daha dun bir gecekonduyu alevler sarmış;21 demir parmaklıklı pencere ile alevlerin kuşattığı kapı arasında sıkışan zavallı bir anne ve iki masum yavrusu, tum servetleri olan evlerinin icerisinde yanıp kul olmuştu. İşinden geriye, kalıntıların başına donen babanın hĂ‚lini duşundukce hĂ‚lĂ‚ titriyorum—bu felakete dayanılamaz.
İşte gıybetcilerin başına gelecek olan manevî felaket bu zavallı insanların yaşadıklarından da beter olacaktır. Bir omur hayır icerisinde yaşadığını sanıp da ebedî huzura giden insanın, soylediği veya rıza ile dinlediği gıybetler yuzunden tum manevî hasenatının alevlerle yanıp kul olduğunu gormesinin ne buyuk şok olduğunu tahmin edebilirsiniz. Gıybetin verdiği alcakca zevk uğrunda boylesi bir felakete razı olmayı hangi vicdan kabul edebilir?
Hazret-i Rehberimiz (a.s.m.) şoyle der: “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca cıkardığında, demirden tırnaklarla yuzlerini ve gozlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e dedim ki: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şoyle dedi: ‘Bunlar gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.’”(22) Gıybet, insanları işte boyle bir geleceğe hazırlıyor.
Gıybetin ebedî hayata yonelik zararları bir yana, sosyal, siyasal ve ekonomik hayata, kişisel huzura, sağlığa ve yeteneklere, kısaca topyekûn insan kaderine yonelik sonuclarını birkac sayfaya sığdırabilmemiz imkĂ‚nsız. Uzerinde duşunduğunuzde siz de bu sonucları keşfedebilirsiniz.
Huzurunda gıybet yapılan nasıl davranmalıdır? Gıybetten nasıl kurtulabiliriz? Hangi zaaflarımız bizi bu salgın vebanın tuzağına duşuruyor? Hangi şartlarda soylenenler gıybet değildir? Gıybetin din ve hizmet adına meşrulaştırılması nasıl bir tehlikedir?
Savaşa şimdi başlamalıyız. Ben gıybetle savaş başlattığımda, diğer kişilerle veya gruplarla ilgili ağzımdan cıkan neredeyse hemen her sozun, gıybetin bir formuna uyduğunu fark etmiştim. Bu sinsi duşmanla bilincli bir savaş başlatıp hassasiyetleri hucrelerine işleyinceye kadar surdurmeyenler, amellerini ateşe verecek yangınlardan kurtulamayacaklar.
Bu savaşı başlattığımda, eroin krizine tutulmuş gibi, sozlerin ortasında uyanıyor, konuşamama krizine yakalanıyordum. Cunku kriterlerim acısından baktığımda, neredeyse ne soylesem ve ne dinlesem gıybet olduğunu goruyordum. Gıybete savaş actığınızda, yaptığınızın buyukluğu nedeniyle ilĂ‚hî rahmetin şefkati kalbinize oylesine yayılıyor ki, “Ben bu vakte kadar nerelerdeydim?” diyorsunuz. Gıybet esaretinden bir kere kurtuldunuz mu, ozgurluğunuzun ruhunuza yaşatacağı coşkuya paha bicemeyeceksiniz.
Gıybet dinleyen ne yapmalı?
Engel olmazsak, bizimle konuşurken gıybet yapanla suc ortağıyız. Cunku gıybetin devam edebilmesi, bizim en azından dinliyor goruntusu verebilmemize bağlıdır. Başkalarının gıybetine bilincli kulak misafiri olan da gıybetin suc ortağıdır.
İlk yapmamız gereken, “Kim ki yanında Musluman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gucu yeterken ona yardım etmezse, Allah onu dunya ve ahirette zelil kılar”23 hadis-i şerifini hatırlamak olmalıdır. Bu soz sadece bizimle konuşanın yaptığı gıybeti değil; cevremizde, radyoda veya televizyonda yapılırken dinlediğimiz gıybetleri de kapsamaktadır. O anda kendimizi gıybeti yapılan kişinin yerine koymalı, bizden gıyabımızda bu şekilde soz edildiğinde rahatsız olup olmayacağımızı sormalıyız. Onuru zedelenen kişinin uzulmesi gerekiyorsa uzulmeli, hakkını savunması gerekiyorsa savunmalıyız.
Hatta kendi hakkımızı feda edebiliriz, ama başkasının hakkını korumak namus borcumuzdur. Once kalbimizde derin bir rahatsızlık oluşmalı, gıybeti dinlemeye tahammul edemez hĂ‚le gelmeliyiz. Gıybeti yapılan kişi kişisel dostumuzsa, mutlaka sozel olarak mudahale etmeli, onurunu savunmalı 24 ve gıybeti suclamalıyız. Susturmanın bize zararı buyuk olacaksa, ‘rahatsızlığımızı hissettirmek şartıyla’ oradan hemen uzaklaşmalıyız. Radyo veya televizyonda yapılıyorsa, hemen kapatmalıyız. Bunları yapamıyorsak, dinlememeye calışmalıyız. Dahası, gıybeti dinlediğimiz icin Allah’tan af dilemeli, 25 gıybeti yapılan kişiye dua etmeli, ve duyduklarımızın etkisinde kalarak suizan etmemeye ozen gostermeliyiz. Dahası, uyarıp duzeltemediğimiz gıybetciden, elimizden geldiğince uzaklaşmalıyız.
Gıybet eden ne yapmalı?
Yaşayan veya olen bir insanın veya insanlar topluluğunun gıyaplarında onları uzecek doğruları soylemiş olabiliriz. Eğer yaşıyor(lar)sa, helalleşmenin bir yolunu aramalıyız. Biliyoruz ki, şehit bile olsak, kul hakkını odemek zorundayız. Eğer vefat edenin gıybeti yapılmışsa, helallik dilemek ne yazık ki imkĂ‚nsız. O zaman onun icin omur boyu dua etmekten, onun adına iyilik yapmaktan başka care kalamaz. Zalimleri aşağılamak dışında, tarihteki insanları eleştirirken, haksızlık yapmamaya dikkat etmeli; herkesin hakkının ve onurunun Allah tarafından sonsuza dek korunacağını unutmamalıyız.
Bugunden başlayarak, gıybetlerini bilmeden yapabileceğimiz ihtimaliyle, tum tanıdığımız insanlarla ilk karşılaşmamızda mutlaka helalleşmeli, hatta helalleşmeyi periyodik bir alışkanlık hĂ‚line getirmeliyiz. Aksi halde burada birkac gunde tamamlayabileceğimiz helalleşme faslını ihmal etmemiz, haşir meydanında binlerce yıl beklememize mal olabilir.
Gıybetini yaptığımız kişilere ismen dua etmeli, onların affı ve tum hayatlarının rahmetle ve ihsanla kuşatılması icin, ısrarlı ve vazgecmeden gizli dualarda bulunmalıyız. Tum bunları yaparken, —bilhassa vefat edenlerin ve toplulukların—bir daha gıybetlerini yapmamak icin de ilĂ‚hî yardım dileğimizi ihmal etmemeliyiz. Cunku, bu tur gıybetlerde helalleşmek pratik olarak neredeyse imkĂ‚nsız gibidir.
Gıybet edilen ne yapmalı?
Hakkımızda yapılan gıybetler bir şekilde bize ulaşır. Ya başkaları bize aktarır, ya soz dolaştırılırken kulak misafiri oluruz, ya da kalbimizde gıybetimizi yapana karşı bir soğukluk ve sevgisizlik ilhamı alarak ondan uzaklaşma eğilimine gireriz. Toplumsal bolunmelerin ve kitleler arasında bağlılığın azalmasının ardında, kitlesel gıybetlerin ne denli etkili olduğunu hatırlamalıyız.
Şayet ‘size’ gıybet yapana kufur, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, gıybetlerinin bedelini buyuk olcude dunyada almış olursunuz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mucadele eder de gıybetcinin bu hasletten kurtulmasına uğraşırsanız, buyuk mukafatları hak edersiniz. Hasan-ı Basrî, kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma gondermiş ve “Duydum ki sen ibadetini bana hediye gondermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim”26 diye de bir not eklemiştir.
Gıybetinizi yapanlarla savaşmadığınızda, karşılarına ilĂ‚hî adalet cıkıyor ki, tevbe etmeyenleri kuşatan ilĂ‚hî ceza kimsenin intikamına benzemez. Hatalarını duzeltmedikleri surece, ayıpladıkları şey başlarına gelinceye ve ustelik ebedî hayatta bedelini odeyinceye kadar kurtulamazlar. Ancak kul kişisel hakkını affedip, muhatabı icin hidayet dilerse, elde edeceği mukafat, aksi halde kazanacağından cok daha değerli olacaktır.
İnsan, kendine yapılan gıybete ne oranda affedici olması gerekiyorsa, başkasına yapılan gıybete o oranda acımasız ve zemmedici olmalıdır. Ayrıca, şayet bir insanın ismi ve eserleri bir topluluğa mal olmuşsa, o insana veya eserine yapılan gıybet, aynı zamanda taraftarlarına yapılmıştır. Orneğin peygamberlerin gıybetini yapan, inananlarının da gıybetlerini yapmış olur. Bir babayı haksız yere aşağılayan, cocuğunu da aşağılamış sayılır. Bu durumda, bize yapılan gıybetin yakın dostlarımıza duşen hissesini affedemeyiz. Kader başkasına ait hisselerin bedelini tahsil edecektir.
Gıybetten nasıl korunuruz? Başkalarının gıybetimizi yapma sebeplerini nasıl yok ederiz? İnsanlar nicin gıybet yapıyorlar?
• Gıybet yapmamak: Gıybet edenin gıybeti yapılacaktır. Dilimizi gıybete karşı dişlerimizin ardına hapsedersek, başkalarının gıybetlerini dahi onleyebiliriz. Dilini tutanla alay etmeye kalkanın kalbine, gizli bir elem ve hatta korku ilham edilecektir. En guvenlisi susmaktır; ovmeyeceğimiz kimsenin gıyabında konuşmamaktır.
• Ovunmemek ve başkalarını kucumsememek: İnsanlar başkalarının ovunmelerini veya huzurlarında kuculmeyi kabullenemezler. Aramızdaki eşitliği bozduğumuzda, izzetlerini korumak icin bizi aşağılama ihtiyacı duyacaklardır. Başarılarımızı, hizmetlerimizi gizleyemeyiz, gizlememeliyiz; tecrubelerimiz dostlarımıza model olacak ve onları heyecanlandıracaktır. Ama anlatırken kendimizi onlardan buyuk goruyorsak, icimizde onlara yonelik bir kucumseme varsa, bu duygu algılanacak; bu durum vucut dilimize ve konuşmamıza da yansıyacaktır.27 Âlimin ilmine saygı gostermeli; ama cocukla da cocuklaşabilmeliyiz.
• Kıskanmamak/kıskandırmamak: Kıskandığımız insanın guzel vasıflarını reddederiz; goreceği zarardan mutluluk duyarız. Kıskandırmanın inceliklerini burada sıralamak zor; en basit formulu şudur: Kimseyle rekabet etmeyen, başarıyı sonuclar olarak değil, niyetler ve gayretler olarak goren insan kıskanamaz ve haklı şekilde kıskandıramaz. “Kıskandırmayayım” diye hizmetlerini gizlemek ve hicbir şey yapmıyormuş gibi bir izlenim vermeye cabalamak, ihsana nankorluktur; insanları başarılı modellerden mahrum etmektir, insanlara pısırık bir ornek sunmaktır. Kıskanclığın olmadığı yerde sadece takdir, sevgi, saygı ve muhtemelen gıpta vardır. Temiz bir ruh, kardeşine dua edip destek olduğunda, iyiliğine ortak olacağını bilir ve kıskanmaz.
• İkiyuzlu olmamak: İnsanlar cıkarlarının veya korkularının etkisi altında ikiyuzlu davranmaya kalkışabilirler. İkiyuzlu olmayanın gıybetini yapmaktan korkarsınız; ikiyuzlunun gıybeti ise cok kolay ve pervasızdır. Dahası, ikiyuzlu olmayanın kendisi de kolaylıkla gıybet yapamaz. Cıkarlarını duşunerek iki yuzlu davrananlar, cıkarlarından mahrum olmakla cezalandırılacaklar. Basit korkuları nedeniyle ikiyuzluluğe teslim olanlar, dayanılmaz korkularla yuzleşecekler.
İki yuzluluk, hic bir başarının, hic bir kazanımın, hic bir mutluluğun yolu olmamıştır. İkiyuzluluk insanda ne şeref bırakır, ne irade ve ne de cesaret... Bir insanın yuzune gulup onu takdir eden, gıyabında sozu gectiğinde aynı şeyi yapmıyorsa ikiyuzludur. İnsanlara ikiyuzluluk yapan şuphe etmesin ki, ruhu Yaratıcısına da ikiyuzluluk yapıyordur.
• Kendini temize cıkarmamak: Kişisel kusurlarını reddeden insan, kusur işlediğinde sucu başkasına atacak; en azından, “Onun yuzunden yaptım” diyecektir. Boyle insanlar, başkalarını ofkelendirecek, uzecek ve haklarında gıybet yapılmasına yol acacaklardır. Kusurumuz varsa derhal kabul etmeli; başkasının sucu varsa bile, başkalarını suclamakla vakit gecirmemelidir. Cunku, hakkın dağıtılmadığı yerde, suclunun kim olduğunun bilinmesinin hicbir pratik faydası yoktur.
• Eğlence icin aşağılamamak: Kimi insanlar Firavun gururuna sahiptirler. Ben merkezlidirler ve kişisel cıkarlarından başka odakları yoktur. Onların tek zevkleri başkalarını eğlence icin aşağılayıp durmaktır ve bu onların hastalığıdır. Bu tur insanları insan yerine koyup muhatap olanlar, aynı geleceği paylaşacaklardır.
• Uzuntu veya ofkeye teslim olmamak: Kimi zaman da kişinin işlediği kusura uzulduğumuz icin, iyilik zannıyla gıybetini yaparız. Bazen de bu kusur nedeniyle ofkeleniriz ve kalbimiz bu duyguların etkisi altında onu manen cezalandırmak icin aşağılamak ister; dilimizi tutamayız. Uzuntu, ofke veya infialin dostlarımızı Ă‚nında harcamamıza yol acmaması gerekir. Zira gun gelir, haksızlık yaptığımızı algılar, pişman oluruz.
• Alışkanlığa direnmek: Hayatımız boyunca yaşadığımız aşağılanmalar, gıybeti ruhumuza sindirmiş ve bizim icin guclu bir alışkanlığa donuşturmuş olabilir. Ailede, mahallede, okulda, askerde, işte ve her yerde surekli kucumsenmişsek, insan onurunu korumanın değerini idrak etmemiz zordur. Bu tur alışkanlıkları teşhis etmeli ve karşımıza almalıyız.
• Gıybet salgınına karşı korunmak: Onemli bir nokta da gıybetin icinde yaşadığımız toplumun hemen tum bireylerine veba gibi bulaşmasıdır. TV ve gazeteler her gun gıybetle siftah yaparsa, her sabah işler gıybet seanslarıyla başlarsa, en icten dostlarımız gıybetin icerisine olumune saplanmışlarsa, virusu kapmadan gunun akşamına ulaşmak son derece zordur. Gıybetten ancak konuşma ozurlunun kurtulabileceğini bilmeli ve gıybet karşısında cok katı ve dikkatli olmalıyız.
• Failleri gizlemek: Gıybetten korunmanın susmaktan sonra gelen en kestirme yoludur. Kotuluğu sahibinden soyutlayarak zemmedersek gıybet yapmış olmayız. “Adamın birisi surekli yalan soyluyordu, bir tanıdığım surekli burnunu karıştırıyordu...” Bunlar şukur ki gıybete bir şartla girmezler: Sizi dinleyenler o kişinin kim olduğunu tahmin edemiyorlarsa gıybet değildir; ama vasıflarından tanımaları hĂ‚linde ismini soylemeseniz de gıybete girer. Kişinin kendisi kendini tahmin etse sorun değil, birisi burnunu karıştırıyorsa, bunu herkes de yapabilir. Ancak isimler mechul olduğunda bile, iftira, aşağılama gibi şeyler her hĂ‚lukĂ‚rda yasaktır.
Dil emanetini korumanın sanıldığı kadar kolay olmayacağını anlıyoruz. Hayatımızı bir universiteye donuşturmeli, gıybetin inanılmaz inceliklerini kavrayabilecek akıl ve vicdan keskinliğine kavuşabilmek icin, oğrendiklerimizi tum iletişimlerimize uyarlamalıyız. Birisinden gıyabında soz edeceğimizde, aklımızdan gecen cumle ağzımızdan cıkmadan once kendimizi onun yerine koymalı, onu hissetmeli ve rencide olacağını hissettiğimiz anda susmayı tercih etmeliyiz. En iyisi, cok az konuşmalıyız.
Gıybetin caiz olduğu durumlar nelerdir?
Bazı ozel şartlarda gıybet edilebilir. Ancak, bunun icin soylenenlerin en basit formda, yani yalnızca doğrudan ibaret olmaları; “garazsız ve sırf hak ve maslahat icin” 28 Soylenmiş olmaları; aşağıdaki şartlardan birine dahil bulunmaları zorunludur.29
a) Şikayet icin: Şikayet ederek kotuluğunu aktardığınız kişi, o kotuluğu—en azından sizin zannınıza gore—duzeltebilecek kişidir. Komşunuzun cocuğu bahcenizi kirletiyor ve ailesine gidip, cocuklarına engel olmalarını rica ediyorsunuz. İş arkadaşınız size haksızlık yapıyor; işverene gidip, hakkınızın korunmasını istiyorsunuz. Şunlara dikkat edeceğiz:
• Ortada birisinin kotuluğu olmalıdır. Bu kotuluk, sahibinin gizli ve ozel hayatıyla ilgili değil, alenîdir; size veya başkalarına acıkca zarar veriyor. Eğer sizin veya başkasının hakkını gasp niteliğinde bir kotuluk değilse, kimseyi hicbir şartta başkasına şikayete hakkınız yoktur. Orneğin komşunuz ozel hayatında gizli gizli alkol alıyor. Bunun kusur olduğunu bildiği icin de gizliyor; muhtemelen pişman ve kurtulmak istiyor, biz bilmiyoruz. Boyle gizli bir yanını keşfettiğimizde, onu duzeltebilecek birisine bile olsa şikayet edemeyiz. Cunku o zaman gizli kusuru acığa cıkarma sucunu işleriz ki, bu vahim bir suctur.
• Sadece şikayet ediyorsunuz. Ofkenizi de icine katıp, hakaret etmiyorsunuz; ki, ofke nedeniyle şikayetinizi abartıp soze asılsız anlamlar da katıyorsanız, o zaman iftira veya hakaret olacaktır. Ancak doğruyu soylemek şartıyla hakaret olmaz: Birşeyinizi caldığından eminseniz, ‘şu hırsız adam,’ kufrettiyse ‘şu ahlĂ‚ksız kişi’ diyerek soze başlamanız hakkınızdır. Cunku bunu yapmıştır; bu sıfatı kazanmıştır.
• Şikayeti aktardığınız kişi, herhangi birisi veya dertleştiğiniz bir arkadaşınız değil, tam olarak o sorunu giderebileceğini duşunduğunuz kişidir. Bir komşunun size eziyetini diğer komşu gideremezse şikayeti ona yapamazsınız. Hatta varsayalım, gercekten hakkınızı koruyabilecek birisini buldunuz; şikayetinizi ilgisiz olan umumun huzurunda umumla birlikte ona değil, yalnızca ona aktarmalısınız.
• Kardeşini kardeşine, akrabasını akrabasına, arkadaşını arkadaşına, eşini dostuna şikayet eden kişiler cok dikkatli olmalıdırlar. Şikayet ettiğimiz kişi coğu zaman bize yapılan haksızlığı durdurabilecek durumda değildir. Onun yapacağı, coğu zaman, ya hakkımızda suizan etmek, bizden aldığı sozu başkalarına taşımak veya şikayetlerimizden kurtulmak icin bizden kacmak olacaktır. Başkasından hakkımızı alalım derken, ilgisiz insanlara konuyu aktardığımız icin hoş olmayan bir yonumuzu bildirmiş olacağız; bu yuzden manevî gucumuz zayıflayacak, ustelik bu yolla intikam aldığımızdan ilĂ‚hî huzurdaki hakkımızdan da mahrum kalacağız.
• “Şikayet etmeyeyim de haksızlığı icime mi gizleyeyim?” diyebilirsiniz. Gizlememelisiniz. Ama haksızlıkla savaşın doğru bicimi, insanların yuzune kuzu, gıyaplarına aslan kesilmek değildir. Haksızlıkla ikiyuzluluk yoluyla savaşılamaz. İnsan onuru, haksızın huzuruna karşı yanlışı cesaretle ve alenen dile getirmeyi gerektirir. Gizliden, sozunun arkasında duramayacak ve iftiraları da katacak şekilde şikayetlerle haksızlıkla savaşılamaz; olsa olsa fitnelerin kapısı acılır. Adaleti iyi işleyen sağlam ve hızlı bir hukuk devletinde hakkı gasp edilen hemen mahkemeye gidebilir ve hakkını alabilirdi.
b) Danışma/istişare: Birbirimize danışma ve fikir almak gerektiğinde yapılan, kimi durumlarda gıybet değildir. Netleştirelim:
• Birisiyle ortaklık yapacaksınız/birlikte bir iş yapacaksınız veya birisi tanıdığınız biriyle ortaklık planlıyor. Ortak olunacak kişiyi iyi tanıyan birisine gidip onun ozelliklerini sormanız veya size sorulduğunda soylemeniz gıybet değildir. Ortaklığın her turlu bicimini dikkate alabilirsiniz: Ortak işyeri acacaklar, evlenecekler, birlikte ev, arsa satın alacaklar, borc alıp verecekler, aynı odayı paylaşacaklar, bir projeyi boluşecekler, oradan alışveriş yapacaklar, birbirlerine birşey emanet edecekler...
• İncelik şudur: Ortaklıklarda birbirinizin ozel hayatlarına girersiniz, toplumsal boyutun otesindeki yonlerinizi paylaşırsınız. Ozel hayatınız ortaklık yapacağınız kişinin ozel hayatından etkilenir. Orneğin birisinin dolandırıcı olması, ondan yapacağınız alışveriş kararınızı etkiler. Bir kişinin gizli ve ozel hayatı beni hic etkilemeyecekse, o zaman ortaklık ilişkisi icerisinde olduğumu savunamam. Orneğin kalabalık bir işyerinde calışıyorsam, dairemdeki benimle doğrudan ilgisiz diğer arkadaşların ozel yanları hakkında kimseye danışamam ve bana bu gerekceyle sorulursa cevap veremem. Aynı kurumda calışıyor olmamız, ortak olduğumuz anlamına gelmez.
• Analiz yapmalısınız: Size birisi hakkında fikir soran kişi en samimi kardeşiniz bile olsa, once nicin sorduğunu oğrenmelisiniz. Coğu zaman, ortalıkta dolaşan bir dedikodu yuzunden merak ettiklerini, yani fitne ve fesat seline kapıldıkları icin sorduklarını fark edeceksiniz. O anda ağzınızı acıp konuşursanız, ne yazık ki kardeşinizle birlikte camur seline kapılmış, manevî cehenneme suruklenmiş olacaksınız. Sorma gerekcesinde, ‘ortaklık’ diyebileceğiniz kadar onemli, ciddi bir yon varsa, o zaman cevap vermelisiniz.
• Şartları oluşmuşsa istişareye doğru cevap vermek zorunluluktur. Eğer size sorulan kişinin bildiğiniz bir kusuru varsa, sevdiğiniz kişi, orneğin evladınız olduğu icin gercekleri gizlemişseniz; bu yuzden ilerde oluşacak tum sorunların defterinize yazılacağından, suskunluğunuzun bedelini odeyeceğinizden korkmakta haklı olacaksınız. Susmak ne kadar onemliyse, gerekli olduğunda konuşmak da o kadar onemlidir.30
• İstişarede vereceğimiz veya soracağımız bilgi konuyla ilgili olmak zorundadır. Orneğin: “Onunla ortak olma, zira ahlĂ‚ksız bir kişidir; zaten anne babası da ahlĂ‚ksızdı” derseniz, doğru da soyleseniz, gıybet yaparsınız. Danışan kişi onu mu, anne babasını mı sordu? Eğer anne babasıyla ortaklık yapacaksa, o zaman cocukları hakkında hic konuşmamanız gerekirdi. Kimsenin sucu yakınlarını lekelemez ve insanı bir yakınının kotu yanıyla anmak zalimliktir; alcaklıktır, ***********liktir, en iğrenc şeytanlıktır.31 Lût peygamber (a.s.), asilerle işbirliği yapan eşine nisbet edilemez. Hangi kotu akrabanız yuzunden size camur atılmasına vicdanınız razı olabilir? Ancak, cok dikkatle bir istisnayı dikkate almamız gerekir: Şayet tanımladığımız kişinin yakın cevresinin bu olumsuz durumlarının bu ortaklığı etkileyeceği duşuncesindeysek, bunları vurgulamamız da gereklidir. Fakat gerekmiyorsa, bunları isim isim acıklayarak değil, isimlerden soyutlayarak aktarmalıyız.
• Vereceğimiz bilgi, ofkemiz veya onyargımız nedeniyle gercek sınırını aşar da gercek dışı boyutlar da icerirse, o zaman iftiralı gıybet olacaktır. Hele tahmine veya başkalarından duyduğumuz sozlere dayanıyorsa, doğru da cıksalar, buyuk suc olduğu kanaatindeyim. Zira, Musluman sadece doğru olanı soylemekle değil, eğer kullanacaksa duyduğunu tahkik etmekle de sorumludur. Varsayalım ki verdiğimiz bilgi doğru olsun; ama tahkik etmediğimiz bir bilgi ise, tahkik gorevini ihmal ettiğimiz icin bence sorumluluktan kurtulamayız.
c) Tarif icin: Bazı durumlarda, kimi insanları tarif etmek gerektiğinde, rahatsız edebilecek ozelliğini zikretmekten başka care bulamayabiliriz: ‘cuce, topal, kor, sağır, dilsiz, kulağı kesik, kambur...’ Acalım:
• İlk şart zorunluluktur: Adını bilmiyoruz veya bizi dinleyen kişi adını bilmiyor; dolayısıyla onu bilinen veya gozlemlenebilecek bir kişisel ozelliğiyle tanımlamak zorundayız. Dinleyen kişi, adamı soyleyeceğimiz vasfıyla tanımıyorsa, ‘filanca kor kişi’ demek de gıybettir. Cok okunan kitaplara imza atan, Evrenin Kısa Tarihi isimli kitabın yazarı Stephen Hawking ismini hemen herkes biliyor. Kendisini—tum saygımla ornek veriyorum—‘şu tekerlekli sandalyeye mahkûm, vucudu şoyle boyle bicimli yazar’ şeklinde tanımlama hakkımız yoktur.
• Ayrıca, ‘kor, sağır, cuce’ gibi, iceriğinde kucumseme yatan kelimelerle tanımlamakta gıybet ihtimali yuksektir. Bunların yerine, ‘gorme, işitme ozurlu, cok kısa boylu vb.’ gibi, saygıyı hissettiren anlatımlar tercih edilmelidir. Varsayın, gorme ozurlu bir erkek olsaydınız; gıyabınızda ‘şu kor herif’ şeklinde mi, ‘şu gorme ozurlu beyefendi’ şeklinde mi tanımlanmaktan hoşnut olurdunuz?
• Bazı durumlarda, kişilerin zĂ‚tlarından cok vasıfları belirgin olabilir ve onları vasıflarını kullanarak tanımlamak zorunda kalabilirsiniz. ‘Yuzunde tiki olan, kekeme, icine kapanık, mahallenin maskotu...’ gibi vasıflar doğru olabilir. Ancak bu tur vasıfların iceriğinde olumsuz anlamlar yer alır ve insanlar coğunlukla bunları olumsuz algılayarak rahatsızlık duyarlar.
d) Acıktan gunah işleyenler: Nihayet son bir durum, bazı insanları, yapıcı eleştiride bulunmak, kotu ve cirkin yanlarını soylemek ozel şartlarda gıybet olmadığı gibi, bazı şartlarda kimi insanların aşağılanacak şekilde gıybetlerinin yapılması gereklidir de. Sevgili Peygamber (a.s.m.) şoyle buyurur: “Uc grup vardır ki, gıybetlerini yapman sana haram değildir: gunahı acıkca işlemekten sıkılmayan, zalim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid’atcı.”32 “Haya ortusunu atan kimsenin arkasından konuşmak gıybet değildir.”33 “Ne fĂ‚sık, ne de mucĂ‚hir (gunahı acıktan işleyen) kimse icin soylenen gıybet sayılmaz...”34
• Gıybeti caiz olan bu kişiyi Bediuzzaman şoyle tanımlar: “O gıybet edilen adam fasık-ı mutecĂ‚hirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmu ile telezzuz ediyor...”35 Fısk, yani ahlĂ‚ksızlık, cirkin işleri, kusurları, dince yasaklanan şeyleri alenî yapıyor mu? Alenen ve pervasızca işlediği kumarı ve sarhoşluğu savunuyor; cinsel sapkınlıklarını umuma neşrediyor mu? Birinci kriter, kişinin bu kusuru alenî işlemesi ve diğeri de bunları yapmaktan utanmamasıdır. Bir adım daha ileride ucuncu kriter, bunları anlatmaktan ve bilinmelerine şahit olmaktan zevk almasıdır. Yani, zaten kendi kotuluklerini anlatmaktan gurur duyan adamı gıyabında bu aşağılık eylemleri nedeniyle tahkir etmek suc değildir. Kişinin bu tur kotulukleri gizli yapması, bunlardan utandığını, bilinmesinden zevk almayacağını gosterir. Gizli iseler ifşa edilemezler. Gizlenen bir kişisel kusuru acığa cıkarmak onu işlemekten daha kotudur.36
• İkinci onemli nokta, kişinin zalim olması hĂ‚lidir. Zulumde başkasının hakkının gaspı, başkalarına işkence etmek gibi faktorler vardır ki, bunların aleyhinde olmak ve bunlara engel olmaya calışmak, bunların aleyhinde kamuoyu ve propaganda yapma gayretinde bulunmak, aynı zamanda bir gorevdir. Sozu gecen zalim idareci, bir ulkenin yoneticisi olabileceği gibi, bir mahallenin muhtarı, bir şirketin patronu ve bir ailenin babası da olabilir.37
• Bu tur insanların aşağılanması, insanların onlardan uzak durmalarına katkı sağlayabilir. Ancak ozellikle ahirzamanda bu tur gıybetlerin fonksiyonları değişebilir ki, korkunc bir tehlikedir. Bediuzzaman, “BĂ‚tılı tasvir safi zihinleri idlaldir” demiştir. Orneğin, ‘ahlĂ‚ksız eşcinsel adam...’ sozu, kişiyi aşağılıyor; ama zaafı olanlara tuzak kuruyor. Hayretle goreceksiniz: Gazeteler, sapıklıkları sayfalarına taşırken, bunları iğrenclikler ve ahlĂ‚ksızlıklar olarak takdim ettiler. Bu sayede, hem toplum onlara itiraz etmedi; hem de bilinmeyen ve insanların aklından hic gecmeyen bu tur aşağılıklar bilinir oldu ve yaygınlaştı. “Aşağılayalım” derken boyle bir tahribata da hizmet etmemeliyiz.38
e) Eleştirmek icin: Kural olarak, eleştiri rahatsız edici ise gıybet sınıfına dahildir. Dolayısıyla, sıradan insanları gıyaplarında eleştirme hakkımız da yoktur. Ancak kamusal hayat sozkonusu olduğunda, yukarıdaki dort duruma ek olarak bir kriteri daha dikkate alacağız:
• Kamusal kişilikleri, aşağılama ve hakaret olmaksızın ve iftira atmaksızın, onları rahatsız edecek olsa da, eleştirme hakkımız vardır. Yazarlar, sanatcılar, bilim adamları, siyasetciler ve topluma model olarak sunulan herkes burada istisnaî konumdalar. Bu kişiler toplumla ortaklık konumunda olan kişilerdir; fikirleri ve tutumları tum toplumu etkiler, şekillendirir, yonlendirir.
• Bu kişilerin zĂ‚tlarını ve gizledikleri ozel hayatlarını değil, yaydıkları eser ve tutumlarını eleştirebiliriz. Goruşlerine katılmadığımızı ve farklı duşunduğumuzu soyleyebiliriz. Biz Allah’tan vahiy almadık ve dolayısıyla, samimi inancımızı da soylesek, farklı duşunen ve inanan başkalarını aşağılama uslubuyla eleştirmeye hakkımız olamaz.39
• Toplumun inanc ve değerler sistemini etkileyen kamusal kişiliklerin gizledikleri ozel hayatlarını kurcalayamayız. Yaydıkları fikirleri bize cok aykırı gelebilir. Sosyal coğunluğun ve yuksek Ă‚limlerin yuksek coğunlukla katıldıkları durumlar dışında, yalnızca bizim cemaatimize, din, mezhep veya partimize uymuyor diye kimseyi aşağılayamayız: “Sapıttı, bĂ‚tıl yola girdi, kĂ‚fir oldu, dinini sattı, bizi saptırıyor, sahtekĂ‚rdır...” gibi utanc verici hukumlerin altından kimse kalkamaz. Coğu zaman eleştiri ile hakareti birbirine karıştırıyoruz. Aşağılayıp gecmek eleştirmek değildir, zihinsel tembelliktir, pervasızlıktır.
Sonuc: Goruyoruz ki gıybet konusunda hepimiz kendimizi eğitmeliyiz. Gıybetten korunmayı bize ancak biz oğretebiliriz. Bu bir yetenektir, bir kişiliktir, bir alışkanlıktır. Okumakla oğrenmiş olmayız, uygulayarak alışkanlık ve tutum hĂ‚line getirebildiğimiz olcude başarılı oluruz. Sadece empati yapalım; kendimizi gıyabında konuştuğumuz insanların yerlerine koyalım. Ya onların gecmişini aynen yaşamış olsaydık, acaba onlardan farklı mı davranacaktık? İnsanların hata yapabileceklerini ve her hatanın eleştiriyi hak etmeyebileceğini goreceğiz. Başkalarını ayaklarımız altına aldığımız surece, başımızı ayakların altından kurtaramayacağımızı unutmayacağız.
Kaynak: http://www.sorularlaislamiyet.com/ar...yle-savas.html [Not Kaynaklar Bolumu Linkte Bu Yazıyı yazan Hangi Kaynak ve dipnottan yararlandıgını orada alt kısımda belirtmistir Saygılarımla...][Sorularla İslamiyet]
__________________