İnsanların toplum icerisindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini duzenlemek gayesiyle ortaya konulan hukumlere ahlĂ‚k denilir. Dunyadaki butun sistemlerin ve rejimlerin temelinde, ferdî ve toplumsal ahlĂ‚k anlayışını gormek mumkundur.
AhlĂ‚k kuralları, herhangi bir insanın toplumun diğer ferdlerine karşı vazifelerini gundeme getirir. Tarih boyunca; uzerinde en cok durulan konulardan birisi de ahlĂ‚k felsefesidir. Şimdi “ahlĂ‚k nedir?” sualine cevap arayalım. AhlĂ‚k kelimesi Arapca olup, huy mĂ‚nĂ‚sına gelen hulk (veya hulûk) kelimesinin coğuludur. Hulk; din, tabiat ve seciye mĂ‚nĂ‚larına gelir. Nefs diye adlandırılan manevî ve bĂ‚tınî ozellikleri de ifade eder. Nitekim Kur’Ă‚n-ı Kerim’de, Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e hitaben: “Şuphesiz ki sen, yuce bir ahlĂ‚k (hulûkul aziym) uzere bulunmaktasın.”2 hukmu beyan buyurulmuştur.
AhlĂ‚kın ceşitli tarifleri vardır. İslĂ‚m Ă‚limleri arasında yaygın olan tarifi şudur: “AhlĂ‚k nefiste yerleşen bir melekedir ki, fiil ve davranışlar fikri bir zorlamaya ihtiyac olmadan, bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya cıkar.”3 Ahmet Rıfat; tarifte gecen “nefıste yerleşen meleke” kısmını izah ederken: “KĂ‚tibin birşey yazarken harf harf duşunmediği, saz calan kimsenin caldığı sazın ahengini nağme nağme duşunmediği gibi, ahlĂ‚ki fıilin de, kendiliğinden meydana gelmesi icab eder.”4 demiştir. Dolayısıyla ahlĂ‚kın muhim bir ozelliği, insan tabiatına iyice yerleşmiş olmasıdır.İslĂ‚mî ahlĂ‚kın temelinde vahiy vardır.
Kur’Ă‚n-ı Kerim’deki her emir ve nehiy, bir vazifeyi gundeme getirir. Dolayısıyla İslĂ‚mî ahlĂ‚kı bir “vazife ahlĂ‚kı” olarak nitelemek mumkundur. Bunun dışında butun fiillerin, salih bir niyet ve ihlasla edĂ‚ edilmesi esastır. Zira Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in: “Muhakkak ki, ameller niyetlere goredir.”5 buyurduğu bilinmektedir. Mesele bu acıdan ele alındığı zaman, İslĂ‚m ahlĂ‚kının diğer bir unsurun da niyet ve ihlĂ‚s olduğu kavranır. İslĂ‚m dinindeki iman ve ibadet esaslarıyla ahlĂ‚ki emirleri, kesin cizgilerle birbirinden ayırmak mumkun değildir. Nitekim Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in nasıl bir ahlĂ‚ka sahip olduğunu soran Hazreti Urve b. Hişam a, Hazreti Aişe (r.anha) validemiz şoyle cevap vermiştir: “Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ahlĂ‚kı Kur’Ă‚n’dan ibaretti.”6
İnsanların toplum icerisindeki davranışları ve birbirleriyle munasebetleri hususunda, muhtac olduğu ilimleri oğrenmeleri “farz-ı ayn” hukmundedir. İbn-i Abidin: “Kulun dinini icrĂ‚sı , Allah icin amelinin ihlĂ‚sı ve kullan ile muaşereti hususunda muhtac olduğu ilmi oğrenmesi İslĂ‚m’ın farzlarındandır.”7 diyerek, buna işaret etmiştir. Tahkiki mĂ‚nĂ‚da iman etmiş olan bir mu’min, gerek Allahû TeĂ‚la (Celle Celaluhu)’nın hukukuna, gerek insanların hukukuna, hassasiyetle riayet eder. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Mu’minlerin iman yonunden en mukemmel olanı ahlĂ‚kı en guzel olanıdır.”8 buyurmuştur
İman ile ahlĂ‚kı birbirinden ayırmak mumkun değildir. AhlĂ‚k ile birlikte ele alınması gereken bir kavram da edebdir. Edeb lafzı, edb kelimesinin ismidir. Edb ise, insanlar. ziyafete davet etmek mĂ‚nĂ‚sınadır. Bu itibarla edeb, insanların davet olunduğu butun hayır, fazilet ve mekĂ‚rim-i ahlĂ‚kı icine alır. Seyyid Şerif Curcani: “Edeb ma’ruftan ibarettir. İnsanı her turlu hata ve fenalıktan koruyan bir melekedir.”9 tarifini esas almıştır.
Kamus mutercimi Asım Efendi ise, edeb maddesinde şunları zikreder. Edeb; nezĂ‚ket, incelik ve usluluktur. İnsanlara karşı sozu ve hareketi ile yumuşak bir muamele ve guzel bir tavır uzere olmaktır. Butun hatalı davranışlardan kendisiyle korunulan şeyleri bilmektir. Kişinin benliğinde (tabiatında, seciyesinde) yerleşmiş bir meleke olup; ona sahip olanları, kotulenmeyi ve ayıplanmayı gerektirecek şeylerden korur. Âriflerin deyimi ile edeb `Dinin tesbit ve tayin ettiği ahlĂ‚kî sınırları korumak ve saygı gosterilmesi gereken yola girmektir.’ Bu ise insanın gonlunde yer etmiş olan guzel ahlĂ‚ktan ibarettir. İnsanı hakka goturen yolların hepsi edebtir.
Fıkıh Ă‚limlerine gore; Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sunnetine dayanan hareketler mĂ‚nĂ‚sına gelir. MevlĂ‚na CelĂ‚leddun-i Rûmi: “İnsanın edebten nasibi yoksa, o insan değildir. İnsanla hayvanı birbirinden ayıran en bĂ‚riz fark edebtir. Kur’Ă‚n-ı Kerim’i iyice tetkik edersen, butun Ă‚yetlerin mĂ‚nĂ‚sının edeb olduğunrı gorursun” diyerek, edebin onemini veciz bir şekilde ortaya koymuştur.
İnsanların toplum icerisindeki davranışlarını ve birbirleriyle munasebetlerini duzenlemek gayesiyle konulan hukumleri, tekrar gozden gecirmeliyiz!.. Bu hukumleri kim ve hangi yetkiye dayanarak koymuştur? Eğer tĂ‚gûtî guclerin koyduğu veya cevre kulturunun getirdiği hukumlere gore insanlarla ilişkilerimizi duzenliyorsak, bu dupeduz ahlĂ‚ksızlık ve edepsizliktir. İslĂ‚m dininin tesbit ve tayin ettiği ahlĂ‚ki hukumlere gore ilişkilerimizi surduruyorsak, ruhlar Ă‚leminde verdiğimiz misak’a sadakat gosteriyoruz demektir. Gerek nefsimize, gerek ailemize ve gerek icinde yaşadığımız cemiyete karşı olan vazifelerimizi, İslĂ‚m’ın tayin ettiği olculere gore edĂ‚ etmek borcundayız. İnsanların hevĂ‚ ve heveslerinden kaynaklanan ahlĂ‚k anlayışı, başlı-başına bir faciadır ve surekli değişir. Bu incelik asla unutulmamalıdır.
www.ismailaga.info
KAYNAKLAR
(1) İbn-i Manzur, Lisanû’I Araİı, Beyrut: 1355 c. XI, sh: 374 (“Hulûk” maddesi)
(2) Kalem Sûresi: 4.
(3) KĂ‚tip Celebi, Ke,sfu’z-Zunûıı, İst. 1947, c. 1, sh. 35. Ayrıca Seyyid Şerif Curcani, eı-Tarifat, İst. ty. Kaynak Yay., sh.101
(4) Ahmed Rifat, Tasvir-i AhlĂ‚k (Alılîık Sozluğu) İst. ty. Tercuman 1001 Temel Eser, sh.129.
(5) Salıih-i Buhari, İst.1401, K. İman: 41 c. I, sh.19.
(6) Sahih-i Muslim, İst. 1401, Cağrı Yay., c. 1 sh. 512-513 K.SelĂ‚it’il Musafirin:l8, Had. No:139 (746).
(7) İbn-i Abidin, Reddu’l-Muhtar, İst. 1982, Şamil Yay., c. I, sh. 40
(8) Sunen-i Ebû Davud, İst. 1401, Cağrı Yay., K. Sunne:14.
(9) Seyyid Şerif Curcani, a.g.e., sh.15.
__________________