Bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirĂ‚yet eder. MeselĂ‚ mu’minler icin, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve mustesnĂ‚ kılan, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Munevvere” hĂ‚line getirip butun ummete sevdiren husus da, onun, Gonuller SultĂ‚nı Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-’ın muhabbetiyle sırılsıklam yıkanmış mubĂ‚rek bir mekĂ‚n oluşudur. Gercekten “Medîne-i Munevvere”nin, mu’minlerin gonlunde hicbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Peygamber Efendimiz’i hatırlatmasındandır.
İşte bunun gibi AllĂ‚h’ı sevmek de, O’nun en cok sevdiği Peygamber Efendimiz’i sevmeyi ve O’na tĂ‚bî olmayı gerektirir. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak:
“(Rasûlum!) De ki, siz gercekten AllĂ‚h’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, AllĂ‚h da sizi sevsin…” (Âl-i İmrĂ‚n, 31) buyurmuştur.
YĂ‚ni Allah Rasûlu’ne tĂ‚bî olma husûsunda gayret gostermek, kişiyi Allah tarafından sevilen kullardan olma şerefine nĂ‚il eder. Allah ve Rasûlu’ne muhabbet ve itaat netîcesinde mu’minde; Yaratan’dan oturu yaratılanlara şefkat, merhamet, kendi imkĂ‚nlarını din kardeşleriyle paylaşabilme, affedebilme, HĂ‚lık’ın nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakabilme gibi guzel hasletler, rûhĂ‚nî bir zevk ve lezzet hĂ‚line gelir.
Nitekim ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in hakîkatine yaklaşabilmek icin, O’nun rûhĂ‚niyeti etrĂ‚fında Ă‚deta pervĂ‚ne olup O’nda fĂ‚nî olmayı dunyĂ‚nın en buyuk nîmeti bilmiş ve bu sûretle ilĂ‚hî lutuflara nĂ‚il olmuşlardır. TĂ‚rih boyunca Peygamber Efendimiz’in usve-i hasenesinden, yĂ‚ni ornek şahsiyetinden lĂ‚yıkıyla nasîb alan mu’minler de, fıtratlarındaki ilĂ‚hî neşveleri olgunlaştırarak îman ve ahlĂ‚k bakımından zirveleşmişler, insanlığa hidĂ‚yet meş’aleleri olmuşlardır.
Hasta ve gĂ‚fil kalblerin en muessir dermĂ‚nı, RasûlullĂ‚h’a olan muhabbet ve O yuksek karaktere hayranlık netîcesinde meydana gelen “sunnete ittibĂ‚”dır.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cok sevdiği ummetiyle cennette de berĂ‚ber olmayı arzuladığından, CenĂ‚b-ı Hakk’ın emrettiği her husûsa ummetinin de dikkatle riĂ‚yet etmesini isterdi. Rabbimiz, Ă‚yet-i kerîmede, Rasûlu’nun ummetine olan duşkunluğunu şoyle beyan buyurmaktadır:
“ŞĂ‚nım hakkı icin size icinizden oyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya duşmeniz O’na cok ağır gelir, O size cok duşkundur, ustunuze titrer, mu’minlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” (et-Tevbe, 128)
Biz ummetine boylesine duşkun olan Efendimiz’le Kevser Havuzu’nun başında buluşabilmek icin O’nun tavsiyelerine cĂ‚n u gonulden kulak vermemiz îcĂ‚b etmektedir. İşte Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-’ın titizlikle icĂ‚bet etmemizi istediği muhim tavsiyelerinden birkacı:
a. AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyurur:
Rabbim bana susma hĂ‚limin tefekkur olmasını emretti, (ben de size tavsiye ederim.)1
CenĂ‚b-ı Hak, butun mahlûkĂ‚ta onların husûsiyetlerine gore bir tefekkur hĂ‚li ihsĂ‚n etmiştir. İnsanların ve cinlerin dışındaki mahlûkĂ‚tın tefekkurune “sevk-i tabiî” denir. O tefekkur, bedenî hayatın devĂ‚mı icindir. Hayvana, karnını doyurması, kendini koruması ve teselsulu gibi hususlarda yardımcı olur. İnsana ise tefekkur, rûhĂ‚nî yapısını guclendirip CenĂ‚b-ı Hakk’a yakın ve guzel bir kul olabilmesi icin lutfedilmiştir. HĂ‚l boyleyken, insanın tefekkur nîmetini dunyevî ve nefsĂ‚nî menfaatleri uğrunda ziyĂ‚n etmesi ne fecî bir husrandır!
İnsan, hayatı boyunca tefekkur ve duygu derinliğinde ne kadar yukselir ve dirĂ‚yet kazanırsa, ilĂ‚hî muhabbetten o kadar nasip alabilir ve olum otesindeki saĂ‚deti de o nisbette artar.
Tefekkur, insanoğlunu beşerî kemĂ‚lĂ‚tta zirvelere goturecek en buyuk vĂ‚sıtalardan biridir. HidĂ‚yet rehberimiz Kur’Ă‚n-ı Kerîm, insanı ilk Ă‚yetinden son Ă‚yetine kadar derin derin tefekkure dĂ‚vet ederek insanın yaratılışındaki hikmetleri, kĂ‚inattaki hĂ‚rikulĂ‚de nizĂ‚mı ve Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in eşsiz bir beyan mûcizesi olduğunu duşunmeye sevk eder. “Akıl etmiyor musunuz?”, “Tefekkur etmez misiniz?”, “İbret almaz mısınız?” gibi ifĂ‚delerle insanları îkĂ‚z eder. Dolayısıyla insanlık haysiyetine lĂ‚yık bir şekilde yaşamak isteyen herkes, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’in rehberliğinde bir tefekkur iklîmine girmeye muhtactır.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Onlar, AllĂ‚h’ın, gokleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi, ancak hak ile ve belirlenmiş bir sure icin yarattığını, hic kendi kendilerine tefekkur etmediler mi?..” (er-Rûm, 8)
“Biz ilk yaratmada Ă‚cizlik mi gosterdik? Hayır! Doğrusu onlar, yeniden yaratılış (olumden sonra dirilme) husûsunda şuphe icindedirler. Andolsun ki insanı Biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 15-16)
AllĂ‚h Rasûlu -sallallĂ‚hu aleyhi ve sellem-, nubuvvetine yakın zamanlarda uzlete cekilmeyi cok arzu ederdi. O’nun bu uzletlerindeki ibĂ‚deti; tefekkur etmek, atası İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- gibi goklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve KĂ‚be’yi seyretmek şeklindeydi.2
O gunlerde varlıklar Ă‚lemi ve onun hikmet sĂ‚hibi Yaratıcı’sı hakkında sık sık tefekkur eden RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, daha sonraki hayatında da dĂ‚imĂ‚ duşunceli ve tefekkur hĂ‚linde idi. Zarûret olmaksızın konuşmazdı. Sukûnet hĂ‚li uzun surerdi. Bir soze başlayınca, onu yarım bırakmaz, tamamlardı. Bircok mĂ‚nĂ‚ları birkac kelimede toplar, kısa ve oz ifĂ‚de buyururdu.3 Ummetini de her fırsatta AllĂ‚h’ın yarattıkları uzerinde tefekkure dĂ‚vet eder4, tefekkurun mustesnĂ‚ bir ibĂ‚det olduğunu ifĂ‚de buyururdu.5
Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in kalbî rikkatine ve tefekkur ufkuna dĂ‚ir bir misĂ‚li şoyle nakleder:
“Bir gece RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bana:
«–Ey Âişe! İzin verirsen bu geceyi Rabbime ibĂ‚det ederek gecireyim.» dedi. Ben de:
«–VallĂ‚hi Sen’inle berĂ‚ber olmayı cok severim, ancak Sen’i sevindiren şeyi daha cok severim.» dedim.
Sonra kalktı, guzelce abdest aldı ve namaza durdu. Ağlıyordu… O kadar ağladı ki, elbisesi, mubĂ‚rek sakalları, hattĂ‚ secde ettiği yer sırılsıklam ıslandı. O, bu hĂ‚ldeyken BilĂ‚l namaza cağırmaya geldi. Ağladığını gorunce:
«–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Allah TeĂ‚lĂ‚ sizin gecmiş ve gelecek gunahlarınızı bağışladığı hĂ‚lde nicin ağlıyorsunuz?» dedi.
Bunun uzerine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
«– AllĂ‚h’a cok şukreden bir kul olmayayım mı? VallĂ‚hi bu gece bana oyle Ă‚yetler indirildi ki, onu okuyup da uzerinde tefekkur etmeyenlere yazıklar olsun!» dedi ve ardından şu Ă‚yetleri okudu:
«Şuphesiz ki goklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gunduzun birbiri ardınca gelişinde, akl-ı selîm sahipleri icin (AllĂ‚h’ın birliğini gosteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları uzerine yatarken (her an) AllĂ‚h’ı zikrederler; goklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkur ederler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbîh ederiz; bizi cehennem azĂ‚bından koru! (derler).» (Âl-i İmrĂ‚n, 190-191)” (İbn-i HibbĂ‚n, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-MeĂ‚nî, IV,157)
Bu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil olduğu gece AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, gokteki yıldızları imrendirecek inci tĂ‚neleri gibi gozyaşları ile sabaha kadar ağlamıştı. Mu’minlerin, ilĂ‚hî kudret ve azamet tecellîlerini tefekkur ile dokecekleri gozyaşları da, AllĂ‚h’ın lutfu ile, fĂ‚nî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının aydınlığı, Ă‚hiretteki cennet bahcelerinin şebnemleri olacaktır.
b. Nebevî tavsiyelerine devamla Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
Rabbim bana konuşma hĂ‚limin zikir olmasını emretti, (size de tavsiye ederim.)
Sevenler, sevdiklerini, duydukları muhabbetin şiddeti nisbetinde yĂ‚d etme ihtiyĂ‚cı hissederler. Diğer taraftan o yĂ‚d ediş de sevilene karşı duyulan muhabbeti artırır. ÎmĂ‚nın lezzetinden nasîb alanlar, bu istikĂ‚mette merhale kat ettikce CenĂ‚b-ı Hakk’a muhabbetleri kadar O’nu zikredişleri de artar.
AllĂ‚h’ı zikretmek, hic şuphesiz ki “AllĂ‚h” lafzını sĂ‚dece kelime olarak tekrarlamak değil, O’nu bir şuur ve idrĂ‚k hĂ‚linde, tahassus merkezi olan kalbe yerleştirmektir. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Şunu iyi biliniz ki, kalbler ancak AllĂ‚h’ı zikretmekle mutmain olur, huzur bulur.” (er-Ra’d, 28)
Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-’nın bildirdiğine gore RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, her Ă‚nında AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’yı zikir hĂ‚lindeydi.6 CenĂ‚b-ı Hak bizim de aynı hĂ‚l uzere olmamızı isteyerek şoyle buyurmaktadır:
“…Rabbini cok cok zikret ve akşam-sabah tesbîh et!” (Âl-i İmrĂ‚n, 41)
“(O korkulu zamanda) namazı kıldıktan sonra, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız uzerinde, hep AllĂ‚h’ı zikredin...” (en-NisĂ‚, 103)
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ bu Ă‚yette, savaş gibi korku, tehlike ve bĂ‚direlerle dolu bir anda dahî zikirden gĂ‚fil kalınmaması gerektiğini, her hĂ‚lukĂ‚rda kalblerin kendisiyle beraber olmasını emretmektedir.
İnsanın gaflete duşmemesi icin zikir şarttır. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak:
“AllĂ‚h’ı unutan ve bu yuzden AllĂ‚h’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! İşte onlar fĂ‚sıklardır.” (el-Haşr, 19) buyurur.
Yine Yuce Rabbimiz, Hazret-i MûsĂ‚ ve HĂ‚run -aleyhimesselĂ‚m-’ı Firavun’a gonderirken:
“Sen ve kardeşin, birlikte Ă‚yetlerimi goturun ve Ben’im zikrimden uzaklaşmayın!” (TĂ‚hĂ‚, 42) buyurmuştur.
Kalbi “YĂ‚ Rabbî!” demekte olan birinin ağzından yanlış bir soz cıkamaz, haksızlık yapamaz, mahlûkĂ‚ta şefkatsiz davranamaz. ZîrĂ‚ zikreden kimse, AllĂ‚h’ın RahmĂ‚n ve Rahîm esmĂ‚sının tecellîlerine mazhar olur.
Zikirle meşgul olan ve kalbi AllĂ‚h ile birlikte bulunan kimsenin ibĂ‚det hayĂ‚tı da zirveleşir. Nitekim Peygamber Efendimiz:
“Rabbini zikreden bir kimse ile etmeyenin farkı, diriyle olunun farkı gibidir.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, DeavĂ‚t, 66)
c. Ucuncu tavsiye olarak AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyurur:
Rabbim bana, bakışımın ibret olmasını emretti, (ben de size tavsiye ederim.)
CenĂ‚b-ı Hak, eşyĂ‚ya ve hĂ‚diselere ibret nazarıyla bakan kullarını medhetmekte, Ă‚yetlerini boyle kulları icin acıkladığını bildirmektedir. Âyet-i kerîmelerde insanlar, cevrelerindeki varlıklardan ve hĂ‚diselerden ibret almaya sevk edilerek şoyle buyrulur:
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, goğun nasıl yukseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryuzunun nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (el-ĞĂ‚şiye, 17-20)
“Yeryuzunde dolaşıp kendilerinden oncekilerin sonlarının nasıl olduğunu gormezler mi?..” (Muhammed, 10)
İlim ve irfĂ‚nın en muhimi, varlıkların hĂ‚l lisĂ‚nına Ă‚şinĂ‚ olabilmektir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, bu devresini “piştim” ve “yandım” şeklinde tavsif eder. Mesnevî’sinde butun varlıklarla konuşur, onların hĂ‚l lisĂ‚nına tercumĂ‚n olur. Bunlardan biri de gul ile konuşmasıdır. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, gul ile Ă‚deta şoyle hasbihĂ‚l eder:
“Gul, o guzel kokuyu diken ile hoş gecindiği icin kazandı. Bu hakîkati gulden de işit. Bak, o ne diyor:
Dikenle beraber bulunduğum icin neden gama duşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gulmeyi, o kotu huylu dikenin beraberliğine katlandığım icin elde ettim. Onun vesîlesiyle, Ă‚leme guzellikler ve hoş kokular sunma imkĂ‚nına kavuştum. (İşte sen de benim gibi ol.)”
Yûnus Emre Hazretleri, sarı cicekle konuşur, onun dilinden kĂ‚inĂ‚tın hikmetlerini ve esrĂ‚rını anlar ve anlatır.
SĂ‚dî-i ŞîrĂ‚zî:
“Akıl sĂ‚hipleri nazarında yeşil ağacların her bir yaprağı, insanı mĂ‚rifetullĂ‚ha ulaştıran bir kitaptır. GĂ‚filler icin ise, butun ağaclar bir yaprak bile değildir.” der.
***
VelhĂ‚sıl, tefekkur, zikir ve bakışın ibret olması gibi ulvî hasletler, insanın, ic Ă‚lemini tezkiye ve tasfiye ederek olgunlaşması icin zarûrîdir. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, CenĂ‚b-ı Hakk’ın kendisine bu hususları bilhassa emrettiğini bildirmiş ve ummetinin de bu mevzularda dikkatli olmasını istemiştir.
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri ne guzel buyurur:
“Peygamber Efendimiz’in sunnetine tĂ‚bî olma nîmetine nĂ‚il olan kimse ne kadar bahtiyardır. Bugun O’nun dîninin hak olduğuna inanarak yapılan kucuk bir iş bile buyuk işler mesĂ‚besinde kabûl edilir…” (MektûbĂ‚t-ı RabbĂ‚nî, 44. Mektûb)
Rabbimiz, biz kullarını Habîb-i Ekrem’inin sunnetine lĂ‚yıkıyla ittibĂ‚ eden bahtiyarlar zumresine ilhĂ‚k eylesin!
Muhterem okuyucularımız!
Hayatı, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yuce tavsiyeleri istikĂ‚metinde yaşamak, iki dunyamızı da bayrama donuşturme vesîlesidir. Cunku insanoğlu icin gercek bayram, O Âlemler Sultanı’nın yuce ahlĂ‚kına sarılmakla mumkundur. Bu Ă‚lemdeki fĂ‚nî ıztırapları ebedî huzur, acı gozyaşlarını sonsuz tebessum ve icli feryatları da birer cennet sadĂ‚sı eyleyebilecek bayram ilĂ‚cı, ancak Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yuce olculerinde; şefkat, merhamet ve şefaatinde gizlidir.
İdrĂ‚k ettiğimiz bayramlar, her şeyden once işte bu yuce hakîkatler etrafında yaşanmalı ki, gercek ve sonsuz bayramlara nĂ‚il olabilelim. Bu hakîkatler icinde, tefekkur var, zikir var, Ă‚lemi ibretle temĂ‚şĂ‚ var, kısacası Hazret-i Peygamber’in yuce ahlĂ‚kına burunmek var; diğergĂ‚mlık var, paylaşmak var...
Ramazan, bir takvĂ‚ mektebi, bayram ise onun rûhĂ‚nî bir şehĂ‚detnĂ‚mesidir. Bayramlar, aslĂ‚ tĂ‚til ve eğlence gibi şahsî ve ferdî mutluluk gunleri değildir. BilĂ‚kis butun toplumu kucaklayıcı ibĂ‚det gunleridir. Bu gunlerin en guzel şekilde değerlendirilmesi de ancak şu guzel hasletlerle mumkundur:
1. AkrabĂ‚ları ziyĂ‚ret etmek,
2. Bol bol hayır ve hasenatta bulunmak,
3. Kur’Ă‚n-ı Kerîm tilĂ‚vetleriyle gecmişlerimizin ruhlarını şĂ‚d etmek,
4. Toplumdaki gariplerin, muzdariplerin, hastaların, dul, yetim ve oksuzlerin, fakir-fukarĂ‚nın dertlerini paylaşmak,
5. Tebessumu unutmuş, gonlu kırık kimsesizlerin yuzunu guldurmeye calışmak.
Unutmamalı ki, CenĂ‚b-ı Hak insanları birbirine muhtac hĂ‚lde yaratmıştır. Toplumda gucluler-kuvvetliler olduğu gibi, zayıflar, sakatlar ve muhtaclar da dĂ‚imĂ‚ mevcuttur. Kendimize sormalıyız: “CenĂ‚b-ı Hak bu insanları niye muhtac olarak yarattı?” CevĂ‚bıysa mĂ‚lum: “Muhtac olanlar, muhtac olmayanlar icin ilĂ‚hî bir emĂ‚nettir.” Bu mes’ûliyeti bizzat CenĂ‚b-ı Hak veriyor. Buna gore varlıklılar, yoksulların yerinde; yoksullar da, varlıklı kimselerin yerinde olabilirdi. O hĂ‚lde durumu iyi olanlar, muhtacların noksanlarını telĂ‚fî etme mes’ûliyetini tam olarak idrĂ‚k etmelidirler. Cunku bu dunyĂ‚ hayatı, sonsuzluğun yanında cok kısa bir fasıldır. Belki o muhtaclar, sabır ve şukurleri neticesinde Ă‚hirette cok buyuk nîmetlere gark olacaklardır.
Bir gun RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Nefsim kudret elinde bulunan AllĂ‚h’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz muddetce cennete giremezsiniz.” buyurmuşlardı.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Hepimiz merhametliyiz.” dediler.
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ise:
“–(Benim kastettiğim) merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhamet değildir. Bilakis butun mahlûkĂ‚ta şĂ‚mil olan merhamettir, (evet) butun mahlûkĂ‚ta şĂ‚mil merhamet!..” buyurdular. (HĂ‚kim, IV, 185/7310)
Bu hadîs-i şerîfin de işĂ‚ret buyurduğu hakîkate gore insan tek başına, ferdî olarak bayram yapamaz. YĂ‚ni tek başına bir bayram namazı, tek başına bir bayramlaşma tasavvur olunamayacağı gibi, sırf kendi şahsının veya kendi Ă‚ilesinin mutluluğuna hasredilmiş bir bayram da duşunulemez. Cunku bu, kulu bayramın gercek feyz ve bereketine aslĂ‚ kavuşturamaz.
Onun icin her bayramda ve bilhassa bu bayramda toplumdan yukselen sessiz feryatları daha derinden duymamız gerekiyor. Hic şuphesiz bunların başında da, yalnızlığa terk edilmiş hasta ve yaşlılar, sokakların insafına bırakılmış cocuklar, menfî medyanın zehirli telkinleriyle gayr-i meşrû yollara suruklenen, alkol ve narkotik batağında eriyen daha hayatın bahĂ‚rındaki gencler, dînî ve millî duygularını kaybeden korpe dimağlar gelmektedir.
Butun bunları hatırlayıp asıl mahrumlar ve muhtaclar olan boyle insanlarımıza yureğimizin uzandığı olcude idrĂ‚k edeceğimiz bayram, gercek bir bayram huviyetine kavuşmuş olur. ZîrĂ‚ butun muslumanlar bir bedenin uzuvları gibidir. Dolayısıyla kaybettiğimiz her insan, sanki bu bedenden koparılmış bir parca hukmundedir. Nitekim Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, mu’minlerin bu hĂ‚let-i rûhiye icinde olmasını arzu ederek şoyle buyurmuşlardır:
“Mu’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vucûda benzerler. Vucûdun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (BuhĂ‚rî, Edeb 27; Muslim, Birr 66)
Duşunmeliyiz ki, toplumumuzdaki gĂ‚filleri uyandıracak, garipleri ve muzdaripleri ihyĂ‚ edip gonullerini surûra gark edecek, insanlığı İslĂ‚m’ın guleryuzuyle tebessum ettirecek hakîkî bayram, hangi rûhî hamleye muhtactır?
Acaba bu bayram, Filistin, Lubnan ve Irak’taki kardeşlerimizle nasıl bayramlaşmalıyız? Onlara gidecek bayram tebriğimiz nasıl olmalı?
Bu bayram, kanadı kırık bir kuş gibi muzdarip olan mazlumlara, yetimlere, muhtaclara yureğimiz ve duĂ‚larımız ne kadar uzanabilecek? Onların yuzlerinde bizlere hakîkî bayram neşesi olacak, gonullerimize bahar ferahlığı bahşedecek bir tebessume vesîle olabilecek miyiz?
HĂ‚sılı Ramazan gecelerinden sonra kavuşulan bayram geceleri, bu suallerin bereketli netîcelerine kavuşmak icin her zaman ele gecmeyen fırsat demleridir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini, sevĂ‚bını AllĂ‚h’tan umarak ibĂ‚detle ihyĂ‚ edenlerin kalbi, -butun kalblerin olduğu gunde- olmeyecektir.” (İbn-i MĂ‚ce, SıyĂ‚m, 68)
Bu cihetle, Ramazan geceleri gibi bayram geceleri de ganîmet bilinmelidir. Unutulmamalıdır ki esas bayram; mu’minlerin takvĂ‚ imtihanından muvaffakıyetle Hakk’ın huzûruna cıktıkları gundur. Nitekim Hak dostları:
“Gercek bayram yeni elbise giyene değil, AllĂ‚h’ın azĂ‚bından emîn olanadır.” demişlerdir.
Ne saĂ‚det bayramları bu incelik, guzellik, derinlik ve hakîkatler ışığında Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yuce ahlĂ‚kına uygun olarak yaşayabilenlere!
Cenab-ı Hak, bu Ramazan ve bayramda mazlum muslumanların acı ve ıztıraplarını daha derinden duyabilmeyi, gonullerimizi onları kuşatan bir dergĂ‚h yapabilmeyi ve hem maddî yardımlarımızla hem de duĂ‚larımızla onların yaralarını sarabilmeyi nasîb eylesin! Âhirete acılacak kapımızı, saĂ‚det tecellîleriyle gelen ebedî bir bayram kılsın. Ramazan ve bayram gunlerini, vatanımıza, milletimize, İslĂ‚m dunyĂ‚sına saĂ‚det ve huzur kaynağı eylesin!
Âmin!..
Dipnotlar: 1) Yazımız boyunca devam edecek olan hadîs-i şerîf icin bkz: İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252, hadis no: 5838 (Rezin tahric etmiştir.). 2) Bkz. Aynî, Umdetu’l-KĂ‚rî, I, 61; XXIV, 128. 3) Bkz. İbn-i Sa’d, I, 422. 4) Bkz. Deylemî, II, 56. 5) Bkz. Ali el-Muttakî, Kenzu’l-UmmĂ‚l, XVI, 121. 6) Bkz. Muslim, Hayz, 117.
__________________