İnsanın doğumundan itibĂ‚ren eğitim ve oğretimine tesir eden pek cok Ă‚mil mevcuttur. İlk olarak insan, her hususta ornek ve rehber bir şahsiyete muhtactır. Cunku o, dil, dîn, ahlĂ‚kî vasıflar, alışkanlıklar vs. hayĂ‚tını şekillendiren butun fikir, inanış ve faĂ‚liyetlerini, hep kendisi icin sergilenen numûneler ve onlardan aldığı intibĂ‚larla oluşturur. BĂ‚zı kucuk istisnĂ‚lar olsa da, umûmiyetle bu, boyledir.
MeselĂ‚ bir cocuk, anne-babası hangi dili konuşuyorsa, oncelikle onu oğrenir. Daha sonra da ornek aldığı diğer numûneler ve misĂ‚llerle ikinci, ucuncu ve hattĂ‚ dorduncu dilleri oğrenebilir.
İnsanda fıtrî olarak mevcut bulunan taklit temĂ‚yulu, şahsiyeti şekillendiren en muhim Ă‚millerden biridir. Bu sebeple insanın eğitimi de ona musbet veya menfî numûneleri taklit ettirmekten başka bir şey değildir. Boylece insan, elinde buyuduğu anne, baba, Ă‚ile cevresi ve nihĂ‚yet yaşadığı muhitten ceşitli tesirler alır ve bunları taklitteki istîdĂ‚dı nisbetinde musbet veya menfî bir şahsiyet olarak cemiyete katılır.
Ancak insanın, konuştuğu dili ve benzeri zĂ‚hirî hususları oğrenmesi, ekseriyetle buyuk bir mesele teşkil etmezken; onun dînî, ahlĂ‚kî ve mĂ‚nevî Ă‚leminin şekillenmesinde buyuk ve ciddî engeller ortaya cıkar. Cunku ilĂ‚hî irĂ‚denin insana imtihan gĂ‚yesiyle vermiş olduğu ve insanı hic terk etmeyen, “nefs” ve “iblis” gibi iki buyuk engel, bu nevî fazîletleri taklit ve tatbîk husûsunda insanın coğu kere aksi yonde bir temĂ‚yul gostermesine sebebiyet verir. Bu bakımdan insanın mĂ‚nevî Ă‚lemi, kĂ‚mil ve ustun şahsiyetler olan peygamberler ve Hak dostları tarafından şekillendirilmelidir. Aksi takdirde insanoğlu, gaflet, dalĂ‚let ve isyĂ‚na suruklenmekten kendini koruma dirĂ‚yetini kolay kolay gosteremez. Boylece ebedî saĂ‚detinin hazîn bir husrĂ‚na donuşmesini engelleyemez.
Bu itibarla insanoğlu dĂ‚imĂ‚ ince rûhlu, zarif ve rakik kalpli rehberlere muhtactır. Yine bu yuzdendir ki insanlar, -musbet veya menfî- rehber kabûl ettikleri kimselere meftûn olur, hayran kaldıkları kişileri gucleri nisbetinde taklîde calışırlar. Bugun nefsĂ‚nî sefĂ‚het ve mĂ‚nevî sefĂ‚let icindeki birtakım kimseleri kendine ornek alarak onlar gibi olmak icin kendilerini ve ebedî saĂ‚detlerini tehlikeye atanların hĂ‚li, ne muthiş bir insanlık isrĂ‚fı ve iflĂ‚sıdır!.. Bu dehşet verici aldanış, aslında boş bırakılmış gonul tahtının doldurulması adına yanlış kimselere takdîm edilerek ziyĂ‚n edilmesinden başka bir şey değildir.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, insanın bu acĂ‚yip ve garip hĂ‚lini şu misĂ‚l ile dile getirir:
“Kuzunun kurttan kacmasına şaşılmaz. ZîrĂ‚ kurt, kuzunun duşmanı ve avcısıdır. LĂ‚kin hayret edilecek şey; kuzunun kurda gonul kaptırmasıdır!..”
İşte bu gecici imtihan Ă‚leminde kurda gonul kaptırarak ebedî bir felĂ‚kete dûcĂ‚r olmamak icin, CenĂ‚b-ı Hakk’ın biz kullarına “Usve-i Hasene” yĂ‚ni en guzel bir ornek şahsiyet olarak takdîm ettiği, Server-i Âlem, Seyyidu’l-Murselîn, Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e aşk ve muhabbetle tĂ‚bî olmalıyız. O’nu gonul tahtımızın yegĂ‚ne sultĂ‚nı ve hayĂ‚tımızın rehberi kılmalıyız. Cunku O’nu sevmek bize farz kılınmıştır.[1] Hak TeĂ‚lĂ‚, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’inde:
اَلنَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ
“Peygamber, mu’minler nazarında kendi canlarından daha once gelir…” (el-AhzĂ‚b, 6) buyurmuştur. O, bize kendi canlarımızdan daha yakın ve daha ileridir.
Hadîs-i şerîfte de RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’e muhabbet, hakîkî îmĂ‚nın şartı olarak zikredilmiştir:
“Nefsim kudret elinde olan AllĂ‚h’a yemin olsun ki; sizden biriniz, ben kendisine anasından, babasından, evlĂ‚dından ve butun insanlardan daha sevimli olmadıkca hakîkî mĂ‚nĂ‚da îmĂ‚n etmiş olamaz.” (BuhĂ‚rî, Îman, 8)
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise, îmĂ‚nın halĂ‚vetini ancak uc husûsiyeti taşıyan kimsenin tadabileceği bildirildikten sonra, “AllĂ‚h ve Rasûlu’nu her şeyden daha cok sevme”nin, bunların başında geldiği beyĂ‚n edilmiştir.[2]
AbdullĂ‚h bin HişĂ‚m’ın anlattığı şu rivĂ‚yet, RasûlullĂ‚h’a muhabbetin hangi seviyede olması gerektiğini gostermesi bakımından cok mĂ‚nidĂ‚rdır:
“Bir defĂ‚sında RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte bulunuyorduk. Rasûl-i Ekrem, orada bulunanlardan Hazret-i Omer’in elini avucunun icine almış oturuyordu. O sırada Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlallĂ‚h! Sen bana canımın dışında her şeyden daha sevgilisin!” diyerek RasûlullĂ‚h’a olan muhabbetini ifĂ‚de etti. Onun bu sozune karşılık RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Hayır, ben sana canından da sevgili olmalıyım!” buyurdu.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- hemen:
“–O hĂ‚lde Sen’i canımdan da cok seviyorum yĂ‚ RasûlallĂ‚h!” dedi. Bunun uzerine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–İşte şimdi oldu.” buyurdu . (BuhĂ‚rî, EymĂ‚n, 3)
Muhabbetin şartı ve ilk meyvesi, sevileni unutmamak; ona sozde, fiilde, hĂ‚lde ve fikirde muvĂ‚fakat etmektir. Peygamber Efendimiz’in muhabbetiyle dolu bir kalbe sĂ‚hip olabilmek icin; evveliyetle O’nun sunnet-i seniyyesini butun tafsîlĂ‚tıyla oğrenip bunları buyuk bir tĂ‚zîm ve duygu derinliği icinde hĂ‚l ve davranışlara aksettirmek îcĂ‚b eder.
Cunku O’nun hayĂ‚tı bilinmeden, kalpler O’nun sevgisiyle bezenmeden, makbûl bir İslĂ‚mî yaşayış mumkun değildir. Bunun gercekleşmesi, siyer-i nebevîye vukûfiyet netîcesinde, hassĂ‚siyet ve duygu derinliği kazanmaya bağlıdır. O’nu tanımadan gercek muhabbeti yaşamak, O’na karşı muhabbette kemĂ‚le ermeden hakîkî îmĂ‚na nĂ‚il olmak mumkun değildir. AllĂ‚h’ın sevgisine nĂ‚iliyet dahî O’na tĂ‚bî olmaya bağlıdır. (Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 31) RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, işte bu sebeple muhabbet uzerinde bu kadar titizlikle durmuş ve ısrarla sevgiye dĂ‚ir inceliklere temĂ‚s etme ihtiyĂ‚cı hissetmiştir.
Peygamberlerin serveri olan Hazret-i Muhammed Mustafa -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sîreti, engin bir deryĂ‚ mesĂ‚besindedir. O, -rivĂ‚yete gore- kendisinden evvel gelen 124 bin kusur peygamberin bilinen ve bilinmeyen butun fĂ‚rik vasıflarının tamĂ‚mının daha otesine sĂ‚hip olmuş, guzel ahlĂ‚k ve hasletlerin zirvesine ulaşmıştır. O, kendi devrine kadar insanlığın tefekkur ve yaşayış bakımından kaydettiği gelişmeye ilĂ‚veten, beşeriyetin kıyĂ‚mete kadar vĂ‚kî olabilecek ihtiyaclarını da karşılayacak numûne-i imtisĂ‚l bir şahsiyet olmak uzere “Âhir Zaman Nebîsi” olarak gonderilmiştir. O, “HĂ‚temu’n-Nebiyyîn”dir.
TĂ‚rihte hayĂ‚tının tamĂ‚mı en ince teferruĂ‚tına kadar tespit edilebilen tek Peygamber ve hattĂ‚ tek insan da, Hazret-i Muhammed MustafĂ‚ -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Peygamberler silsilesinin, insanlığı Hakk’a ve hayra tevcih husûsunda birer emsĂ‚l teşkil edebilecek davranış mukemmelliklerinden gunumuze ancak muayyen miktarda hĂ‚tıra intikĂ‚l edebilmiştir. HĂ‚lbuki Âhir Zaman Nebîsi -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in en basitinden en girift ve mukemmeline kadar butun fiilleri, sozleri ve ifĂ‚deye aksettiği kadarıyla gonul Ă‚lemi, anbean tĂ‚kib edilmiş ve tĂ‚rihe bir şeref levhası hĂ‚linde kaydedilmiştir. Ustelik bunlar, AllĂ‚h’ın buyuk bir lutfu olarak, asırlar otesinden kıyĂ‚mete kadar gelecek butun insanlığa intikĂ‚l etme mazhariyetine erdirilmiştir.
İşte İslĂ‚m ahlĂ‚kını nazarîlikten amelîliğe (teoriklikten pratikliğe) yukselten ve diğer ahlĂ‚kî sistemlerden ustun kılan da;
Peygamber Efendimiz’in mubĂ‚rek hayĂ‚tındaki olculerin, yĂ‚ni O’nun ornek hĂ‚l ve davranışlarının “ef’Ă‚l-i Peygamberî” adı altında titizlikle tespit edilerek, asırlar boyunca sağlam bir şekilde muhĂ‚faza edilip gunumuze kadar ulaşmış olmasıdır.
Bizler birer beşer olarak, hayĂ‚tın turlu iptilĂ‚, musîbet ve surprizleri karşısında, kendimizi fitnelerden koruyabilmek icin şukur, tevekkul, kadere rızĂ‚, belĂ‚lara sabır, azîmet, şecaat, fedĂ‚kĂ‚rlık, kanaat, gonul zenginliği, diğergĂ‚mlık, comertlik, tevĂ‚zû gibi yuksek ahlĂ‚kî vasıflara sĂ‚hip olabilmenin yanı sıra, hĂ‚diselerin med-cezirleri ve fırtınaları karşısında muvĂ‚zeneyi kaybetmemek mecbûriyetindeyiz. CenĂ‚b-ı Hakk’ın butun bu hususlarda mukemmel bir numûne olmak uzere beşeriyete armağan ettiği en buyuk murşid-i kĂ‚mil; zarif, temiz, nezih ve ornek hayĂ‚tı ile Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir.
CenĂ‚b-ı Hak, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’i insan topluluğu icinde acziyet bakımından en altta bulunan “yetim cocukluk”tan başlatarak, hayĂ‚tın butun kademelerinden gecirip kudret ve salĂ‚hiyet bakımından en ust noktaya, yĂ‚ni peygamberlik ve devlet reisliğine kadar yukseltmiştir. Efendimiz’in omru boyunca yaşadığı devreler, insan hayĂ‚tındaki her turlu med-cezir tecellîleri icin pek cok ideal davranış ornekleri sergiler. Bu sebeple O’nun hayĂ‚tı, -hangi kademe ve vaziyette bulunurlarsa bulunsunlar- butun insanlara kendi iktidar ve istîdĂ‚tları nisbetinde taklit edebilecekleri fiilî, muşahhas ve mukemmel bir ornek teşkil etmiştir. YĂ‚ni İslĂ‚m, her seviyedeki insanın rahatlıkla anlayabilmesi icin, AllĂ‚h Rasûlu’nun mubĂ‚rek hayĂ‚tında tatbîk sahasına konmuştur.
CenĂ‚b-ı Hakk’ın bu nihĂ‚yetsiz keremine mukĂ‚bil bizlere duşen vazîfe, rûhĂ‚niyet dolu bir gonulle, Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi’nin mubĂ‚rek ve nezih hayĂ‚tını, yĂ‚ni Siyer-i Nebî’yi en guzel şekilde oğrenmeye, yaşamaya ve oğretmeye gayret etmektir.
Şunu da ifĂ‚de etmeliyiz ki, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in bizlere yegĂ‚ne rehber ve ornek olduğunu bilmek kadar, O’nu ornek alıştaki olcumuzun nasıl olması gerektiğini bilmek de son derece muhim ve zarûrîdir. ZîrĂ‚ O’nun hĂ‚l ve davranışları iki kategori teşkil eder:
SÂdece kendisine mahsus olanlar.
MeselĂ‚, nĂ‚dirattan değil de dĂ‚imî bir sûrette ayakları şişinceye kadar geceleri namazla gecirmesi, savm-ı visĂ‚l (iftarsız oruc) tutması, Uhud Dağı kadar altını olsa -borcu icin ayırdığı hĂ‚ric- hepsini infĂ‚k etmesi, mîras bırakmaması, şahsı ve Ă‚ilesi icin zekĂ‚t ve sadaka kabûl etmeyi kıyĂ‚mete kadar menetmesi gibi…
Bu sebeple:
“Ben de ancak sizin gibi bir beşerim…” (BuhĂ‚rî, SalĂ‚t 31, AhkĂ‚m 20) buyurdukları hĂ‚lde îcĂ‚b ettiğinde:
“Ben herhangi biriniz gibi değilim; ben AllĂ‚h tarafından yedirilir, icirilirim…” buyurmuşlardır. (BuhĂ‚rî, Savm, 49; İ’tisĂ‚m, 5; Muslim, SıyĂ‚m, 57-61)
Mu’minler bu sahada O’nu izlemeye tĂ‚kat getiremez, O’nun maddî ve mĂ‚nevî olarak yaptıklarını yapamaz, hĂ‚li ile hĂ‚llenemezler. Peygamberlerde ummetlerine orneklik esas olmakla berĂ‚ber, bu tur husûsiyetleri, AllĂ‚h Rasûlu’nun şahsına munhasır olduğu icin, ummete ornekliğin dışında kalmaktadırlar.
Herkese şĂ‚mil olanlar.
Bizler, sĂ‚dece O’nun şahsına munhasır olan ulvî fazîletlerde O’nu ornek almakla mukellef değiliz. Zaten boylesi yuksek hĂ‚l ve davranışlar, bir nevî yıldızlardaki olculerdir ve bu tip davranışlar sergilemeye tĂ‚kat getiremeyiz. Ancak ikinci kısma giren hĂ‚l, davranış ve sozlerde ise, istîdĂ‚d ve gucumuz olcusunde bir omur O’nu taklit ve tĂ‚kib edip O’nun nûrlu izinde yurumekten mes’ûl ve mukellefiz.
Demek oluyor ki, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ictimĂ‚î kademeleşmenin her noktasındaki insanlar icin -beşeriyet îcap ve iktidĂ‚rıyla îfĂ‚ ettiği ameller cihetiyle- ideal bir ornektir. Bunda bile bĂ‚zı davranışların sunnet, bĂ‚zı davranışların ise ruhsat olduğuna dikkat etmek lĂ‚zımdır. Bu nukteyi kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚sıyla telĂ‚kkîde buyuk bir dirĂ‚yet gostermiş olan milletimiz, her bir ferdine “Mehmetcik” adını vererek, herkesi kendi kudret ve istîdĂ‚dı nisbetinde O’nun kucuk bir modeli olmaya yonlendirmeyi arzulamıştır.
Diğer taraftan Sîret-i Nebevî, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’i anlayıp maksatlarını kavrama ve onun rûhuna Ă‚şinĂ‚lık kesbetme noktasından da buyuk bir ehemmiyeti hĂ‚izdir. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmelerde:
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ اْلاَمِينُ عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِرِينَ بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّ مُبِينٍ
“Rûh-i Emîn (CebrĂ‚îl), o (Kur’Ă‚n’ı) uyaranlardan olman icin apacık bir Arap diliyle Sen’in kalbine indirmiştir.” (eş-ŞuarĂ‚, 193-195) buyrulmuş ve Kur’Ă‚n-ı Kerîm, -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yirmi uc senelik nebevî hayĂ‚tı ile fiilen mukemmel bir şekilde tefsîr edilmiştir. Nitekim Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz de; “Oʼnun ahlĂ‚kı KurʼĂ‚n idi.” buyurmuştur. (Muslim, MusĂ‚firîn, 139) Bu sebeple bir muslumanın Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini ve hayĂ‚tını guzel bir şekilde oğrenmeden Kur’Ă‚n-ı Kerîm’i lĂ‚yıkıyla anlayabilmesi mumkun değildir.[3]
Ayrıca bir muslumanın İslĂ‚m kulturune doğru bir şekilde vĂ‚kıf olabilmesi de, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in yirmi uc senelik nebevî hayĂ‚tından ilham alarak yaşayıp bunun netîcesinde duygu derinliğine ve kalbî kemĂ‚le ermesine bağlıdır. Gonul Ă‚lemi, AllĂ‚h Rasûlu’nden gelen feyizle, yĂ‚ni musbet enerji ile dolmak sûretiyle kemĂ‚le erer. ZîrĂ‚ İslĂ‚m prensip ve hukumlerinin en ince teferruĂ‚tına kadar sergilendiği yegĂ‚ne canlı tablo, Varlık Nûru -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nezih hayĂ‚tıdır.
İnsanları, İslĂ‚m’ın huzur ve saĂ‚det dolu hayat nizĂ‚mına dĂ‚vet eden tebliğci ve muallimlerin de, zihin ve kalp Ă‚hengi icinde tahsil edilecek bir siyer ilminden mustağnî kalmaları aslĂ‚ duşunulemez. ZîrĂ‚ RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz; eğitim, oğretim ve teblîğ bakımından da en muşahhas ve mukemmel bir ornektir.
HĂ‚sılı, durust ve emin olmak isteyen bir genc, AllĂ‚h’a dĂ‚veti kendisine yol olarak secip hikmet ve guzel oğutle teblîğde bulunan bir mubelliğ, devletini adĂ‚let ve fazîletle idĂ‚re etmek isteyen bir devlet başkanı, guzel muĂ‚melede ornek bir Ă‚ile reisi, cocuklarına ve hanımına karşı şefkat ve merhameti elden bırakmayan bir baba, sevk ve idĂ‚reyi iyi bilen kĂ‚biliyetli bir kumandan, kısaca; yaşı, kademesi ve seviyesi ne olursa olsun, her musluman icin en guzel ve şaşmaz zirve olculer, Siyer-i Nebî’de sergilenmektedir.[4] Bu sebeple, İslĂ‚m’ı butun yonleriyle anlayıp tatbîk edebilmek icin, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in hayĂ‚tını guzel bir şekilde oğrenmek zarûrîdir.
Şuphesiz ki, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in sîretini lĂ‚yıkıyla oğrenmek, oğretmek ve yaşamak, insanlığa mukemmel ve ideal bir hayat numûnesi bahşedecektir.
[1] Bkz. et-Tevbe, 24.
[2] Diğer iki hususiyet de, “sevdiğini Allah icin sevmek” ve “Allah kendisini kufur bataklığından kurtardıktan sonra tekrar kufre donmeyi, ateşe atılmak gibi cirkin ve tehlikeli gormek”tir. (Bkz. BuhĂ‚rî, Îman, 9, 14; Muslim, Îman, 67)
[3] Sozle ifĂ‚de edilen hakîkatler, fiilî misĂ‚llerle takviye edilmezse tatbîkatta hatĂ‚ya duşmekten kurtulunamaz. ZîrĂ‚ mucerred şeyleri herkes kendi tecrubelerine ve idrĂ‚k seviyesine gore kavrar. Muşahhas ornekler, o mucerred hakîkatin tatbîkatta alması lĂ‚zım gelen şekli munĂ‚kaşasız bir şekilde ortaya koyar. Bu sebepledir ki, insanlığa hak ve hayır telkîn etmek maksadıyla vaz edilmiş bulunan butun goruşler, fiilî ve muşahhas kıstaslara sĂ‚hip olmadıkları icin, bunların tatbîkinde pek cok farklılıklar husûle gelmiştir. İslĂ‚m duşuncesi bu yonden diğer hicbir duşunceyle mukĂ‚yese edilemeyecek bir zenginlik ve mukemmelliğe sĂ‚hiptir. Bunu sağlayan da, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in butun mucerred hakîkatleri, hayat ve davranışlarıyla muşahhaslaştırması ve bunların, sahĂ‚bîler tarafından butunuyle ilk elden tespit edilip bizlere ulaştırılmış olmasıdır.
[4] Bu gerceği, batılı bir mutefekkir, şu sozleriyle itiraf etmek mecbûriyetinde kalmıştır:
“Hic kimse Hazret-i Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa’ya nasîb olan butun başarılara rağmen Avrupalıların koymuş olduğu butun kanun ve nizamlar, İslĂ‚m kulturune gore eksiktir. Biz Avrupa milletleri, medenî imkĂ‚nlarımıza rağmen Hazret-i Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şuphe yok ki, hic kimse bu yarışta O’nu gecemeyecektir. Ve bu kitap (Kur’Ă‚n) da son derece pratik olduğundan ebediyyen tesirini kaybetmeyecek ve diğer milletleri etrĂ‚fında toplayacaktır.” (Johann Wolgang von Goethe)
Osman Nûri Topbaş
__________________