Allah, “cuz’î irade” denilen, secme ve yapıp yapmama gucunu insana vermiştir. İnsanın bu guce sahip olduğunu bilmek ve inanmak iman dairesindendir.
İnsanın, her şe*yini, nefsini Cenab-ı Allah’a verip sorumluluktan kurtulması soz konusu değildir. Onun karşısına cuz’î irade cıkar ve “Mes’ul ve mukellefsin!” der. Yani insan yaptıklarından sorumludur.
Sonra insanın, yaptığı iyi, guzel işler ve kemÂlÂt ile mağrur olmaması icin karşısına kader cıkar. “Haddini bil, yapan sen değilsin!” der. Elde ettiğin başarının, yaptığın iyi işlerin şartlarını, ortamını yaratan sen değilsin. Seni ve iyi olanı yaratan, bir araya getirip secme ve yapma gucu veren Allah’tır, der.
Boylece kader, nefsi gurur yapmaktan, cuz’î irade de sorumsuz davranmaktan kurtarır. İnsan sorumludur, fakat hicbir şeyin yaratıcısı değildir. Ona secme, tercih etme ve yapıp yapmama gucu verilmiştir. Onune cıkan ve her an değişebilen şartlar ise ilÂhi takdir iledir. Her an yeni bir imtihanla kişinin tercihleri, ne yapıp ettiği ortaya konulur.
Allah, iyiyi kotuyu, hayrı şerri, aklı fikri yaratmış ve insanı hayra yonlendirmiştir. Kotuyu isteyen ise insandır ve kotuye yonelme tercihi ona bırakılmıştır. Bu nedenle insan yaptığı kotuluklerden sorumludur.
Kader meselesini yanlış yorumlayarak insanı teklif ve mesuliyetten kurtarmak mumkun değildir. Bu mesele insanın gu*rurdan, ovunmeden, hayatı, her şeyi kendine ait zannetmesinden korunması icin ele alınmıştır. İnsan kendisine verilen cuz’î irade ile mahkeme edilebilir, hakkında hukum verilebilir bir guce sahiptir.
“Kisb-i şer şerdir; halk-ı şer şer değildir.” denilmiştir. Yani “şerri yaratmak şer değil, şerri kazanmak şerdir.” Yılanı yaratmak şer değildir. Yılana sokulmak şerdir. Şerli işi yapmak şerdir.
Hırsızlık yapan kişinin muvaffakiyetini, yaptığı işi başarmasını Allah yaratır. La*kin bu iş Allah’ın rızasına uygun değildir. Yaratmak Allah’a, hırsızlığı iste*mek kula ait olduğundan, “Sen hırsızsın” diyerek yapan sorumlu tutulur. İlÂhi kader ise, insanların yaptığı şerden ve cirkinliklerden munezzehtir. Cun*ku kader sebeplere bakar ve ilÂhi adalet tecelli eder.
İnsanlar ise ic yuzu idrak etmeye calışmaksızın gorunurdeki sebeplerle hukum verir ve bunun karşılığında karanlığa, cıkmaza duşerler. Zaman zaman Allah’ı itham etme hatasına duşerler. Affa, mağfirete sığınacaklarına, kendi kendilerine zulmederler.
Diyelim ki, sen hırsız değilsin ama hakim seni hırsızlık sucuyla bir sure hapse mahkûm etti. Sen, “Allah bana zulmetti” diye*mezsin. Hakim, gorunur delillere bakıp hata etmiş olabilir, ama Allah Teal sana zulmetmedi. Kimse bilmiyor, senin gunah defterinde yetmiş ceşit suc var. Onlardan birini cekti. O suca bir ceza vermek lazım geliyordu. Seni o sucla mahkum etti. Sen de, hakimin zul*mettiğini zannettin. Peki, Allah insanı her gunahı icin mahkûm edecek olsaydı hali ne olurdu?
Ey Allah yoluna talip olan kişi! Allah TealÂ’ya, “Bana adaletinle muamele et.” deme! “Allahım, bana affınla, mağfiretinle muamele et.” de. Aksi halde senden dunyanın sucu cıkar.
Kısaca: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat kotuluklere ve tahribata eli gayet uzun ve iyilikte eli gayet kısa, cuz’î irade namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, iyiliklerin meyvesi olan cenne*te eli yetişsin ve bir ciceği olan sonsuz saadete eli uzansın. Diğer eline is*tiğfarı ver ki, onun eli kotuluklerden kısalsın ve o mel’un ağacın bir meyvesi olan cehennem zakkumuna yetişmesin... Demek dua ve tevekkul hayra yonelmeye buyuk bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tovbe dahi şerre meyli keser.
(Bediuzzaman Said Nursî Hazretleri’nin, Sozler’inden istifade edilmiştir.)
__________________