Şerefli Kochisar'da doğdu. Cocukluğu Sivrihisar'da gecti. Medrese eğitimini istanbul'da tamamladı. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa'da Kadılık ve Muderrislik yaptı. Bursa'da Uftade Hazretleri'nin muridi ve halifesiydi. İstanbulda halka şeyh, sultanlara murşid oldu. Uskudar'da vefat etti. Kulliyesi icinde bulunan bu turbeye defnedildi. Eserleri,Sohbetleri, Şiirleri, Vaaz ve nasihatları ile padişahtan herkese yol gosterdi. Devrini idrak ettiği sekiz padişahtan bilhassa Sultan III. Murad ve I. Ahmed'in saygısını kazandı.
Yedisi Turkce, otuz kadar eser yazdı. Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine goctu.
Sevenleri icin şu duası meşhurdur: "Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve turbemizin onunden gectiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir omurlerinde fakirlik cekmesin, imanlarını kurtarmadıkca gocmesin."
Cihan PĂ‚dişĂ‚hlarına Yon Veren Eşsiz Bir MĂ‚neviyat Sultanı
AZÎZ MAHMÛD HUDÂYÎ HAZRETLERİ
(1541-1628)
Osman Nuri TOPBAŞ
Osmanlı devri İstanbul velîlerinin buyuklerindendir. Asıl adı Mahmûd'dur. "HudĂ‚yî" ismi ve "Azîz" sıfatı kendisine sonradan verilmiştir. Cuneyd-i BağdĂ‚dî Hazretleri'nin neslinden olup, "seyyid"dir. Bunu ilĂ‚hîlerinin birinde:
Ceddim u pîrim sultan
Sensin yĂ‚ ResûlallĂ‚h
diyerek kendisi de ifÂde eder.
Kochisar'da doğmuş, cocukluğu Sivrihisar'da gecmiştir.
O, bir asra yakın omur surmuş ve sekiz pĂ‚dişĂ‚h devrini idrĂ‚k etmiş bir gonul sultanıdır. Asrında, gerek eserleri, gerekse sohbet, irşĂ‚d, vaaz ve nasîhatleri ile ummet icin bir feyiz kaynağı olmuştur.
İlim, tasavvuf ve edebiyat sahalarında parlak bir huviyete sahip bulunan HudĂ‚yî Hazretleri, mĂ‚neviyat rehberleri arasında mustesnĂ‚ bir mevkii hĂ‚izdir. O, kuruluş yıllarında Şeyh Edebali Hazretleri'nin yapmış olduğu kıymetli irşĂ‚d, hizmet ve faĂ‚liyeti, aynı aşk, vecd ve heyecanla yurutebilen nĂ‚dir bir mĂ‚nevî şahsiyettir. AllĂ‚h rızĂ‚sı istikĂ‚metinde ihlĂ‚s, samîmiyyet ve gayret uzere hareket eden HudĂ‚yî Hazretleri, sahip olduğu zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî liyĂ‚kat sebebiyle de hem pĂ‚dişĂ‚hların hem de butun teb'anın sevdiği bir Hakk dostu olarak tebĂ‚ruz etmiştir.
Osmanlı'nın yukselişten yavaş yavaş duraklamaya doğru seyir takip eden bir devrinde yaşayan HudĂ‚yî Hazretleri, bir yandan sultanlarını Ă‚dil, gayretli ve mĂ‚neviyat bakımından zinde olmaları icin buyuk himmetler sarfetmiş, bir yandan da birtakım kargaşadan bunalan devlet ricĂ‚linin ve halkın gonul yaralarını Ă‚detĂ‚ hĂ‚zık bir hekim gibi sarmasını bilmiştir. Bundan dolayı hemen herkes, onun sohbet, irşĂ‚d ve hizmet sofrasına koşarak ferahlamış; dergĂ‚hı, bir seĂ‚det ve gonul mekĂ‚nı olmuştur.
Gercekten onun devri, seĂ‚detle felĂ‚ketin birbirini takip ettiği cileli bir zamana rastlamaktadır. ZîrĂ‚ siyĂ‚sî bakımdan gittikce artan ve ictimĂ‚î bunyeyi de son derece sarsan calkantılar, bu devirde gorulmeye başlamıştır. Askerdeki disiplin ve nizamın sarsılıp bozulmasının fecî bir surette II. Genc Osman'ı katletme derecesine ulaştığı ve IV. MurĂ‚d'ın tahtının onunde sadrazamı HĂ‚fızlarının tahta bile bulaşmış olduğu duşunulurse, o gunlerin siyĂ‚sî ahvĂ‚li daha iyi anlaşılır.
İşte boyle calkantılı bir devirde İslĂ‚m tasavvufunun tesellî edici nefhasıyla Hakk'ın ve hakîkatin sesine cağıran HudĂ‚yî Hazretleri, dergĂ‚hına diğerlerine nazaran cok farklı bir huviyet kazandırmıştır. Oyle ki, devlet idĂ‚resinde azl ve nefyedilen kimselerin ve cemiyette zuhûr eden anarşinin onunden kacanların yegĂ‚ne sığındıkları yer, onun dergĂ‚h-ı şerîfi olmuştur. Nitekim Halil Paşa, DilĂ‚ver Paşa ve Ali Paşa gibi zevĂ‚t, başları her dara duştukce bu dergĂ‚ha sığınmışlardır. Bu yonuyle HudĂ‚yî Hazretleri'nin dergĂ‚h-ı şerîfi, kimsenin zarar ve ziyĂ‚nının erişemeyeceği, gunumuz tĂ‚biriyle bir nevî dokunulmazlığı olan emîn bir mekĂ‚n huviyetine burunmuştur. Denilebilir ki, o zamanlar Osmanlı mulkunde bu mekĂ‚ndan başka hicbir dergĂ‚h, bu kadar nĂ‚il-i hurmet ve ihtirĂ‚m değildi.
Burada Azîz Mahmûd HudĂ‚yî Hazretleri'nin boyle bir makama hĂ‚iz oluşu ve sahip bulunduğu mustesnĂ‚ liyĂ‚kati elde edişinin nasıl tahakkuk ettiği uzerinde hĂ‚ssaten ve dikkatle durmak gerekir. ZîrĂ‚ onu bu kemĂ‚le ulaştıran metod, aynı yolda yuruyenlere mustesnĂ‚ bir numûne-i imtisĂ‚ldir.
HudĂ‚yî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsîli yanında tasavvufî bir alĂ‚ka ile gonul Ă‚lemini de az-cok yoğurmuştu. Gayret ve calışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası NĂ‚zırzĂ‚de'nin muîdi olmuştu. Sonraki yıllarda hocası NĂ‚zırzĂ‚de ile birlikte muhtelif kadılık vazîfelerinde bulundu. Son olarak da Bursa'ya tĂ‚yin edildiler. Hocası başkadı, kendisi de FerhĂ‚diye medresesinde muderrisliğin yanında CĂ‚mi-i Atîk mahkemesinde kadı nĂ‚ibi oldu.
Onun kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da tasavvufa sulûk edip mĂ‚rifetullĂ‚ha nĂ‚il olması da işte bu zamana rastlar. Şoyle ki:
Her turlu ilmî liyĂ‚kat ve makamına rağmen HudĂ‚yî Hazretleri, o zamanlar Bursa kadılığı vazîfesini yuruten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi. Birgun karşısına o gune kadar hic rastlamadığı turden pek farklı bir dĂ‚vĂ‚ cıktı. İki gozunden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikĂ‚yetle mahkemeye murĂ‚caat etmişti. Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd'a şunları soyledi:
"-Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir turlu fakirlikten dolayı gidemez. Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu. HattĂ‚: "-Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım!" dedi. Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi. Beş altı gun sonra da ortaya cıkıp hacca gidip geldiğini soyledi. Hic boyle birşey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!.."
Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikĂ‚yetin tahkîki icin kadının kocasını cağırttı ve ona hanımının soylediklerinin doğru olup olmadığını sordu. Adam cevaben:
"-Kadı Efendi! Hanımımın soyledikleri de doğrudur, benim soylediklerim de. Bilesiniz ki ben gercekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım. HattĂ‚ o mubĂ‚rek beldelerde bazı Bursalı hacılarla da goruştum ve kendilerine getirmeleri icin birtakım hediyeler emĂ‚net ettim.." dedi.
Kadı Mahmûd Efendi, şaşırdı:
"-Bu nasıl olur efendi?!." diye sordu.
Adamcağız da anlatmaya başladı:
"-Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince, buyuk bir uzuntuyle Eskici Mehmed Dede'ye gittim. O da, benim elimi tutarak gozumu yummamı istedi. Gozumu actığımda ise KĂ‚be'deydim!.." dedi.
Boyle bir mĂ‚nevî hĂ‚diseye ilk defa şĂ‚hid olan Kadı Efendi, bunun mumkun olamayacağını soyleyerek adamın ifĂ‚delerini kabul etmedi.
Bunun uzerine hĂ‚lĂ‚ mukaddes topraklardaki rûhĂ‚niyet ve mĂ‚neviyat iklîminin taze hissiyĂ‚tı icinde olan adamcağız, saf, fakat mĂ‚nidar bir cevapla haykırdı:
"-Kadı efendi! AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚'nın duşmanı olan şeytan bir anda butun dunyĂ‚yı dolaşıyor da, AllĂ‚h dostu olan has bir kul nicin bir anda KĂ‚be'ye gidemesin?" dedi.
Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gĂ‚yet mĂ‚nidar bularak kararı Bursalı hacıların donuşune tehir etti. Bursalı hacılar donduğunde de yaptığı tahkîkat neticesinde mes'eleyi olduğu gibi oğrendi ve buyuk bir hayret ve şaşkınlık icerisinde dĂ‚vĂ‚yı iptal etmek zorunda kaldı.
Fakat, yureğine muammalı bir kor duşmuş, zihni karmakarışık olmuştu. Rûh ve irĂ‚de cağlayanı, sarhoş bir halde akmaya başladı. Ne yapacağını duşunurken gonlune damlayan bir ilhĂ‚mla derhal Eskici Mehmed Dede'ye koştu. Hakîkat ve esrĂ‚r deryĂ‚sına dalabilmek icin ona intisĂ‚b etmek istedi. Ancak Eskici Dede:
"-Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil, zamanın murşid-i kĂ‚mili Muhammed UftĂ‚de Hazretlerindendir." dedi.
Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sĂ‚ikle UftĂ‚de Hazretleri'nin dergĂ‚hına yoneldi. Fakat hikmet-i ilĂ‚hî olarak dergĂ‚ha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı. O da, atından indi ve yuruyerek dergĂ‚ha vardı. Pîr'in onunde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi.
Meşhûr Bursa kadısı Mahmûd Efendi'yi şaşaalı kaftanlar icinde goren Hazret-i Pîr, gelişen ahvĂ‚lden mĂ‚nen haberdardı. Ancak Kadı Efendi'nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice olcmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:
"-Gidin Kadı Efendi! Sizin şohrete boğulmuş, mal ve makĂ‚m debdebesi icinde şaşaalı bir hayĂ‚tınız var. Bu kapı ise, yokluk kapısıdır. Zaten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?" dedi ve dergĂ‚hın kapısına doğru yurudu.
Bir yandan şeyhin mĂ‚nevî cĂ‚zibesi, diğer yandan da gorduğu acık kerĂ‚metler karşısında hayret vĂ‚dîlerinde dolaşan Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrak etmişti. Kararı kesindi. ZîrĂ‚ nefs engelini aşıp vĂ‚sıl-ı ilĂ‚llĂ‚h olabilmesi icin vakit gecirmeden artık boyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi. Hemen şeyhin arkasından koşup boyun buktu ve:
"-Efendim! İrĂ‚desiz ve şaşkın bir vaziyetteyim. AdetĂ‚ dipsiz bir ucuruma duşer gibiyim. Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız. Bu bîcĂ‚reyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!" dedi.
Bunun uzerine tebessum eden UftĂ‚de Hazretleri, talebelik icin kadılık ve muderrisliği bırakması, elindeki butun mal ve mulku fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek icin sıkı bir riyĂ‚zĂ‚ta girmesi gibi uc buyuk şart koştu. Cunku nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi. Kadı Mahmûd Efendi'nin can u gonulden teslim olması ile de onu murîdlerinin arasına dĂ‚hil eyledi1.
Sonra da Kadı Mahmûd'un kalbindeki kesĂ‚fetin temizlenmesi icin, yĂ‚ni kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucûbu imhĂ‚ etmek icin sırtındaki kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu. Ayrıca dergĂ‚hın helĂ‚ temizleyiciliği vazîfesini yapmasını istedi.
UftĂ‚de Hazretleri'nin huzûruna tam bir teslîmiyyet ve hĂ‚lisiyyet icinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, ustadının emirlerine can u gonulden tĂ‚bî oldu. NefsĂ‚niyetini besleyen butun dunyevî alĂ‚kalardan el cekti. Kendisini samîmiyetle murşidinin talimatlarına rĂ‚m ederek kısa zamanda buyuk mesĂ‚feler aldı. Oyle ki, O'nu sırtındaki suslu kaftanıyla ciğer satarken goren ahĂ‚lînin:
"-Bizim kadı efendi, delirmiş gĂ‚libĂ‚!"
"-Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!." şeklindeki sozlerine dahî aldırmadan ustadının verdiği vazîfeleri şevkle îfĂ‚ya calıştı.
Boylece yuce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı. Şeyhinin gozunde ve gonlunde gittikce kadr u kıymet sahibi oldu.
Nefsindeki son varlık emĂ‚resini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:
Bir gun Kadı Mahmûd, helĂ‚ temizlemekle meşgulken, dışardan kulağına kadar gelen bir nidĂ‚ duydu:
"-Ey Ă‚hĂ‚li! Duyduk-duymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!.."
O an gonlunu zayıf bulan nefsi, birden buyuk bir vesvese fırtınası kopardı:
"-Demek yerime yeni bir kadı geliyor!. Âh bîcĂ‚re Mahmûd, sen boylesine şerefli bir mesleği bıraktın da, tuttun helĂ‚ temizleyiciliği yapıyorsun! Soyle bakalım, bunca yıldır ne kazandın!" dedi.
Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi, buyuk bir ic urperişiyle hocasını hatırladı. ZîrĂ‚ ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dĂ‚ir soz vermişti. Derhal tevbe ve istiğfĂ‚r ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde mudĂ‚hale ve mukĂ‚bele etti:
"-Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dĂ‚ir ustĂ‚dına soz vermedin miydi? Nerede şimdi sozun? Soyle bu hĂ‚lin nedir?.."
Ancak Kadı Mahmûd, bu hĂ‚le o kadar uzulmuştu ki, nefsinin iğfĂ‚line karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gonlundeki pişmanlık ve teessuru teskîn etmedi. Hic duşunmeden elindeki supurgeyi bir tarafa fırlattı ve nefsine cezĂ‚ olarak helĂ‚ taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi. Tam bu esnĂ‚da UftĂ‚de Hazretleri kapıda gorundu. Kadı Mahmûd'a mutebessim bir cehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edĂ‚yla, hitab etti:
"-EvlĂ‚dım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mubĂ‚rek bir sunnet-i seniyyedir." dedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mĂ‚nî oldu.
Sonra şoyle buyurdu:
"-EvlĂ‚dım Mahmûd! Seyr u sulûk yolunda verdiğim hizmetlerin gĂ‚yesi, işte bu mertebeyi gecebilmen icindi. Muvaffak kılan AllĂ‚h'a hamdolsun! Gayri bundan boyle vazîfen benim abdest suyumu hazırlayıp dokuvermendir!.."
Kadı Mahmûd, bu vazîfeyi de kemĂ‚l-i gayretle îfĂ‚ya calıştı. Hic aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı.
Bir kış gunuydu. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı. Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Buyuk bir uzuntuye gark oldu ve gozlerinden yaşlar damladı. Gayr-i irĂ‚dî bir şekilde su testisini goğsunun uzerine bastırarak "AllĂ‚h" lafzını soylemekten başka bir şey yapamadı. O esnĂ‚da hocası kapıda gorundu. Kendisinden abdest suyunu getirip dokmesini istedi. O da caresiz ve irĂ‚desiz bir şekilde bu emre baş kesti ve buyuk bir endişe icinde suyu hocasının ellerine dokmeye başladı. Su, mubĂ‚rek ellerine değer değmez UftĂ‚de Hazretleri, yavaşca başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hĂ‚line nazar ederek tebessumle:
"-Su biraz fazla ısınmış evlĂ‚dım!" dedi.
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
"-Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!.." dedi.
UftÂde Hazretleri de:
"-EvlĂ‚dım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gonul ateşiyle ısınmış!.." cevabını verdi.
ZîrĂ‚ HudĂ‚yi Hazretleri, girdiği sıkı bir riyĂ‚zĂ‚tla nefsinin terbiyesi yolunda helĂ‚llerden istifĂ‚deyi bile asgarîye indirmiş ve gonlunu tamamen Hakk'a rĂ‚m ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu. Neticede bu guzel hĂ‚lin bereketlerine nĂ‚il olmuş, ayrıca dirilerden cok olulerle goruşup konuşur bir hĂ‚le gelmişti. Bir defasında dergĂ‚hın yolu uzerinde daha evvel vefĂ‚t etmiş bulunan bir muezzine rastlayıp ona selĂ‚m verdikten sonra bunu ustĂ‚dına arzetti. Hazret-i UftĂ‚de de:
"-EvlĂ‚dım! Yapmış olduğun riyĂ‚zĂ‚t sayesinde ruhunu iyice kemĂ‚le erdirip kuvvetlendirmişsin. Biz dahî riyĂ‚zĂ‚tımız zamanında aynı hĂ‚l icinde idik." buyurdular.
__________________