Hayat, Madde, Yeniden Diriliş, Allahın El-Hayy, El-Kayyûm, El-Muhyî Guzel İsimleri
Allah’ın (c.c.) varlığının delillerinden biri de yeryuzunde yaşamın olmasıdır. El- Hayy Allah’ın (c.c.) canlı olması anlamına gelmektedir. Canlı varlıklar yadsınmaz bir bicimde Allah’ın (c.c.) da canlı oluşuna işaret etmektedir.
Bilindiği uzere dunyada canlı varlıklar uc guruba ayrılır: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Bunlar icerisinde sadece insanlar yuce yaratıcıyı bilincli bir bicimde duşunebilmektedir. Bir başka boyutta yaşayan cinler de bizler gibi ebedi ahiret yurdunda ceza ve odul icin sınava tabi tutulmaktadır.
Yeryuzunde hayatın başlaması bilim adamlarının merak ettiği bir konudur. Yeryuzunde insan yaşamı nasıl başlamıştır? Materyalist felsefe bu soruyu evrim teorisiyle yanıtlamaya calışmaktadır. Onlara gore yaşam once tek hucreli bir canlıyla başlamış, ondan da değişik turler ve varlıklar evrim yolu ile gelişmiştir. Oysa evrime kanıt olacak ara varlıklar fosillerde bulunamamıştır. Fosil bilim her varlık turunun mustakil olarak yaratıldığını ispat edecek sayısız kanıtlara sahiptir. Ayrıca başlangıcta oluştuğu iddia edilen tek hucreli varlık, bakteri veya virus ile cansız madde arasında da hicbir ilgi kurulamamıştır. Organik maddelerden hucre elde etme deneyleri başarısızlıkla sonuclanmıştır. Yaşam icin cansız maddelere değil Allah’a (c.c.) borcluyuz.
Allah’ın (c.c.) hayat sahibi oluşu bizim diriliğimize benzemez. Nasıl bizim gormemiz O’nun gormesine benzemiyorsa diri oluşu da boyledir. İnsanlar diri olmalarına karşın hastalanırlar, uyurlar, yorgun ve halsiz duşerler. Bu sırada hayatları değişir. Olumle de hayatları sona erer. Ama Allah (c.c.) boyle şeylerden uzaktır. O bizim mahiyetini anlayamayacağımız bicimde mutlak diridir.
Hayatın kaynağı Allah (c.c.) olduğuna gore O’na inanmayanlar aslında oludurler. Her ne kadar diri olsalar da kalpleri hayat sahibi değildir. Cunku kalpler ancak O’nunla diridirler. Vucudun gıdası bitki ve hayvanlardan gelir. Kalbin azığı ise imanla ve ibadetle gelen nur, feyz ve rahmettir.
Yuce Allah (c.c.) el-Hayy guzel ismiyle varlık Âleminde tecelli etmiş, canlı varlıkları yaratmıştır. Yeryuzundeki canlı varlıklar bizzat canlı ve diri olmaları ile yuce yaratıcının varlığını; O’nun canlı ve diri ozelliklere sahip olduğunu kanıtlamaktadır.
El-Hayy (Allah [c.c.] diridir) guzel ismi ile uzerimize duşen gorev, yaşamımızın kaynağını Allah’tan (c.c.) bilerek O’na kul olmaktır. İman ve ibadetle kalpleri diri tutmak ve beslemektir.
Kuran-ı Kerim’de Allah’ın (c.c.) el-Kayyûm guzel ismi, el-Hayy guzel ismi ile birlikte gecer. Orneğin şu ayette olduğu gibi: “Allah O’ndan başka ilah yoktur. Diridir (Hayy), Kayyûm’dur (Bakara suresi, ayet 255).”
Allah’ın (c.c.) el-Kayyûm guzel isminin el- Hayy guzel ismi ile birlikte zikredilmesinin altında bir hikmet ve sır bulunmaktadır. El-Hayy Allah’ın (c.c.) canlı varlıklar uzerindeki hÂkimiyetini temsil etmektedir. Bu hÂkimiyetin en zirve noktasını teşkil etmektedir. Her canlı varlığın percemi Allah’ın (c.c.) elindedir. Allah (c.c.) diri oluşu ile canlı varlıklar uzerinde her an tecelli etmektedir. İnsan canı cıkınca olmekte, bedeni toprak olmaktadır. Demek ki el-Hayy guzel ismi ile Allah (c.c.) her canlı varlık uzerinde en birinci hakka sahip olduğu gibi canlı varlıklar da Allah’a (c.c.) karşı bu guzel isminin uzerindeki tecellisi ile hakkı odenmesinin olanağı olmayan buyuk bir borc altına girmişlerdir. Allah (c.c.) eceli gelenden bu guzel isminin tecellisini cekmekte ve boylece olum hemen gercekleşmektedir. İşte el-Kayyûm da cansız varlıklar icin boyle hayati bir anlama sahiptir. Allah (c.c.) el-Kayyûm guzel ismi ile butun evreni, maddeyi ayakta tutmaktadır. Bu ismin tecellisi bir an bile evren ve madde uzerinde cekilse her şey o anda yokluğa karışırdı. Yıldızlar ve gezegenler birbiriyle carpışır, madde elementlerine ayrılırdı. Onun icin el-Kayyûm guzel ismi cansız varlıklar uzerinde surekli tecelli etmektedir. Bir an bile kesintisi soz konusu değildir. Kıyamet bu guzel ismin evren ve madde uzerinden cekilmesi ile kopacaktır. Yıldızlar ve gezegenler birbirleri ile carpışacak, maddenin en kucuk yapı taşı atomlar ise elementlerine ayrılıp yokluğa karışacaklar.
Nasıl el-Hayy guzel ismi ile Allah (c.c.) her canlı varlık uzerinde en birinci hakka sahipse ve canlı varlıklar da Allah’a (c.c.) karşı bu guzel isminin uzerlerindeki tecellisi ile hakkının odenmesinin olanağı olmayan buyuk bir borc altına girmişlerse Allah (c.c.) el-Kayyûm guzel ismi ile de cansız varlıklar uzerinde en buyuk hakka sahip olmakta ve cansız varlıklar da Allah’a (c.c.) karşı bu guzel ismin uzerlerindeki tecellisi ile hakkının odenmesinin olanağı olmayan buyuk bir borc altına girmişlerdir. İşte bu buyuk borctan oturu yıldızlar ve gezegenler bildiğimiz donme hareketleri ile surekli zikir halindedirler. Madde de en kucuk yapı taşı olan atomlarındaki benzer kozmik yapıyla cekirdek ve elektronlarıyla bu zikre kendi ic bunyesinde devam etmektedir.
En buyuk zikri madde Âlemi yapmaktadır. Ondan sonra irade olayı arttıkca bu zikir olgusu azalmaktadır. Madde irade yonu ile tamamen Allah’a bağlıdır. En buyuk zikri bu yuzden o yapmaktadır. Sonra canlılardan sırasıyla bitkiler, hayvanlar ve insanlar gelir. İnsan dışındaki canlı varlıklar da kendi lisanları ve halleri ile zikirlerini yapmaktadırlar. Zaten bitkiler surekli bir şekilde secde halinde iken hayvanlar genellikle rukû vaziyetindedirler. Fakat bunların zikirleri duyu organlarından gizlenmiştir.
El-Kayyûm (Allah [c.c.] varlığının devamı icin kimseye muhtac değildir, her varlık varlığının devamı icin her an Allah’a [c.c.] muhtactır) guzel ismi ile kula duşen gorev, dunya ve icerisindeki her maddenin Allah’ın (c.c.) gucu ve kudretiyle ayakta durduğunu, her şeyin Allah’a (c.c.) muhtac olduğunu, Allah’ın (c.c.) hicbir şeye muhtac olmadığını bilmesidir.
Allah varlık Âlemini, canlı ve cansızları kendi guzel isim ve sıfatlarına tercuman olmak, onları akıl sahibi varlıklara tanıtmak uzere yaratmıştır. Allah’ın (c.c.) guzel isim ve sıfatlarının varlık Âlemine yansıması ayan-ı sabiteler (mebde-i taayyun: belirginleşme başlangıcı) yolu ile olmuştur. Ayan-ı sabiteler yokluk ile varlık arasında olan Âlemdedir. Bunlar eşyanın vucuda gelmeden once Allah’ın ilminde olan suretleridir. Allah (c.c.) butun evreni ve icerisindeki canlı ve cansız varlıkları yokluktan meydana getirmiştir. Yani onların herhangi bir malzemesi yoktur. Allah (c.c.) guzel isim ve sıfatlarını var kılmak icin yokluğa yonelmiş, bu arada Allah’ın (c.c.) bu guzel isim ve sıfatları yokluk aynasında bizim Âlem-i misal adını verdiğimiz bir ara yerde ruyadaki şekiller cinsinde, yani bir ceşit model, prototip (ilk ornek) olarak meydana gelmiş, oradan da bu evren ve icerisindeki canlı ve cansız varlıklar şekillenmiştir. Bu acıdan icerisinde yaşadığımız evren, canlı ve cansız varlıklar Allah’tan (c.c.) bir parca değillerdir. Bazı mutasavvıfların savunduğu vahdet-i vucut (vucut birliği) anlayışı İslam’a aykırı bir yoruma da neden olmuştur. Daha doğrusu aslında onlar, yani mutasavvıflar bununla madde Âlemine bir ezelilik ve ebedilik vermedikleri gibi ilahi bir anlam da yuklememişlerdir. Yaratıcı ile yaratılan arasındaki keskin cizgiye her zaman dikkat etmişlerdir. Fakat gecmişte ve ozellikle cağımızda art niyetli bazı kişiler, vahdet-i vucut anlayışını sapkın bir duşunce ile yorumlamışlardır. Onlar –hÂşÃ‚- bu anlayışla varlık Âlemi ile Allah’ı bir gorme duşuncesini savunmuşlardır. Oysa yuce Allah Kuran-ı Kerim’in değişik yerlerinde her şeyi yoktan var kıldığını beyan buyurmaktadır (Enam suresi, 101; Zariyat suresi 47). Evren ve icerisindeki canlı ve cansız varlıklar ezeli olmadığı gibi ebedi de değillerdir. Kim bunların ezeli ve ebedi olduğuna inanırsa itikadi bir yanlışlığa duşer, dinden cıkar. Ezeli ve ebedi olan Allah’tır. Allah guzel isim ve sıfatlarından bazılarını gorunur kılmak icin yokluktan bu varlık Âlemini meydana getirmiştir. Aslında var olan sadece Allah’tır. Yok olan da butun varlık Âlemidir. Ama bizler duyu organlarımızla Allah’ı algılayamamaktayız, oysa duyu organları ile algıladığımız bu Âlemi var sanmaktayız. Allah, El-MuteÂl (aşkın), El-Aliyy (yuce) olduğu icin bu madde Âleminde gorulmemektedir. Hadislerden anlaşılacağı uzere muminler cennette bir ikram olarak Allah’ın cemali ile muşerref olacaklardır.
El-Hayy ve El-Kayyûm guzel isimleri butun varlık Âlemini kapsadığı icin bu guzel isimlerin zikredilmesi de cok faziletlidir. Hatta bazı İslam buyukleri ve evliyaları bu iki guzel ismin ism-i a’zam (en buyuk isim, hurmetine duaların kabul edildiği isim) olduğunu bile iddia etmişlerdir. Bu guzel isimlerin zikri her turlu bela ve musibete kalkan, her turlu hastalığa şifa verme gibi manevi hediyelere de sahiptirler. Esma (Allah’ın guzel ismi ) ile yol alan tarikatlarda raziyye ve marziyye nefislerine ulaşanlara bu zikirler ders olarak verilir. Yani bu guzel isimler bir nefsi Allah’tan rızaya ve Allah’ın rızasına ulaştırırlar. Bunlar ise cok buyuk manevi makamlardır. Kısacası bu guzel isimlerin hem dunyevi hem de uhrevi buyuk hediyeleri olduğu gibi Allah rızasına ulaştırmaları da soz konusudur. Onun icin kitaplar bu guzel isimlerin zikredilmesinin faziletlerini saymakla bitiremezler. Cunku tum evren, canlı ve cansız varlılar her şeyleri ile yani yaratılış sırları ile bu guzel isimlerin golgesi altındadırlar. Kısacası Allah’ın her şeyi yaratmasındaki sır bu guzel isimlerde gizli olduğu icin rızası da bu isimlerde aranmıştır.
İnsanın tek başına, yalnız havas bilgileri ile zikre yonelmesi beraberinde buyuk itikadi yanlışlıklar ve sapmalar da getirebilecektir. Zikir ehil birisinin, murşid-i kÂmilin rehberliğinde cekilmedikce insana yarar kadar zarar da verebilir. Tabii bu sozunu ettiğimiz şey, laza-i Celal (Allah), kelime-i tevhit gibi zikirleri cokca cekme ile ilgilidir. Yoksa Esma-i Husna (Allah’ın guzel isimleri) icin gecerli değildir. Ama yine de Esma-i Husnada da ihtiyatlı olmak lazımdır. En azından tasavvuf kulturunu hazmetmek gerekir. Tasavvuf kulturunun de temelini her an tovbe ve istiğfar halinde olma, nefsini her halukarda kucuk gorme, nefisle daima mucadele etme ve Allah rızasını amac olarak gorme oluşturur. Cunku şeytanlar hicbir fırsatı kacırmaz. Kılavuzsuz yola cıkanları ceşitli tehlikeler bekleyebilir. Orneğin yaptığı zikirle dualarının kabul edildiğini goren birisi istidraca duşebilir. Benliği guclenip kendisinde olmayan ceşitli buyuklukler gorebilir, kibire ve ucuba kapılabilir. Cunku zikrin neticesi birtakım haller yaşanmaya başlayacaktır. Bunların bazısı Rahmani bazısı da şeytanidir. Bunları kişinin yalnız başına birbirinden ayırması imkÂnsızdır. Birbirlerine cok benzerler. Şeytanlar insana hep suret-i haktan yaklaşırlar. Kandırmak onların uzmanlık alanıdır. Kişi farkına varmadan şeytanın oyuncağı olabilir. Bunlar da insanı ebedi helake, pişmanlığa goturmeye yeter. Ayrıca vesveseye de duşebilir. Hele icinde bulunduğumuz cağda insanlar gerekli dini ve itikadi bilgilerden bile yoksunken onların ellerine verilecek boyle bir havas bilgisi Allah’ın (c.c.) guzel isimlerinin gereği ve amacı dışında zikredilmesine yol acacaktır. Onun icin zikir yoluna gireceklerin bir murşid-i kÂmilin himayesine girmesi en doğru yoldur. Nefis tezkiye olmadıkca zikir, ozellikle Esma-i Husna zikri ona yarardan ziyade zarar verebilecektir. Cunku boyle bir kişi Allah’ın guzel isimlerine hep nefis hesabıyla bakacaktır. Bu da onu manevi olarak zarara sokacaktır. HÂlbuki Esma-i Husna zikrini cekmenin temel amacı Allah’ı ovup yuceltme ve O’nun guzel ahlakıyla ahlaklanmadır. O’nun rızası dışında her şey nefis hesabınadır. Allah’ın rızası dışında kendisine bir hedef cizen ve bu konuda Esma-i Husnadan umut bekleyen kişi ise yoldan cıkmıştır. Nefis ve şeytanlar onu aldatmıştır. Allah bu durumlara duşmekten bizleri korusun. Evet, şu ayet-i kerime bu kişilere hitap etmektedir: “En guzel isimler Allah’ındır. O halde O’na en guzel isimlerle dua edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına carptırılacaklardır (Araf suresi,180).”
Allah’ın (c.c.) guzel isimleri ile dua etmek, yani uygun duşen guzel isimlerle Allah’a (c.c.) tevessul etmek, duanın kabul olmasında cok etkilidir. Tevessul etmek duada bu guzel isimleri vesile kılmaktır. Dualarda Allah’tan dunya ve ahrete dair butun guzellikler istenebilir. Allah (c.c.) kulunun sadece dunyalık istemesinden hoşnut olmaz: “Kim ahiret mahsulu isterse onun urunlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dunya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hic nasibi olmaz. (Şûr suresi, 20).” Bu acıdan duada ahireti ihmal etmek buyuk bir eksikliktir. Kuşkusuz bununla dunyalık istemenin doğru bir şey olmadığını iddia etmiyoruz. Demek istediğimiz şey, istediğimiz dunyalık ile ahirete donuk ve Allah’ın (c.c.) razı olacağı bir işi ve kazancı duşunmeliyiz.
Allah’ın guzel isimleri ile zikir yaparken sadece O’nun rızası amaclanır. Cunku zikrin temeli ilahi aşka dayanır. Aynı kelimenin arka arka soylenmesi bir aşk ifadesidir. Onun icin zikirde amac ve edep O’nun rızasını gerektirir. Zikir Allah rızası icin cekildiği zaman Allah ilgili zikrin dunyaya bakan maddi ve menevi hediyelerini de kuldan esirgemez. Fazla fazla verir.
Kalp saniyede halden hale girer. Değişkendir. Onu bir noktada tutmak zordur. Hele zikir sırasında bu daha cok olur. Nefis ve şeytan vesveseleri ile kalbi bulandırırlar, zikri dunyevi bir amac haline donuşturebilirler. O yuzden Nakşibendîler, lafza-ı Celal zikrini her tespih devredişinde (100 adetten sonra) ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ demektedirler. Boylece sapmış, sapacak, donek, renkten renge giren, girecek olan kalbe rotasını gosterirler. Kalp bu rotadan saptı mı zikir yarar değil insana zarar vermeye başlar. Bu durum Esma-i Husna zikrinde daha cok kendisini gosterir. Yani kalp Esma-i Husna zikrinde rotasını şaşırmaya daha musaittir. Esma-i Husna zikrini cekerken kalp O’nun rızası dışında başka yerlere takılabilir. Onu uyarmak ve doğru yola sevk etmek gerekir. Onun icin Esma-i Husna zikri cekerken ‘İlahi ente maksudi ve rızake matlubi (Allah’ım Sen maksadımsın, isteğim de Senin rızandır.)’ sozunu en azından başta ve sonda birer kere de olsa soylemek ve bu konuda kalbi uyarmak gerekir. Daha cok soylemek daha buyuk yararlar sağlar.
Maddeye ezeli ve ebedi bir anlayış yuklediğimizde materyalist bir duşunceye sahip oluruz. Dinin en onemli umdesi ahret gerceğidir. Butun evren ve icerisindeki her şey kıyamet gunu yıkılacaktır. Yok olacaktır. Allah (c.c.) nasıl ilk olarak yaratma gucune sahipse tekrar her şeyi yeniden yaratacaktır. Bu ona zor değildir. İlk olarak yaratan ikincisinde daha kolay yaratır. Gerci Allah icin kolay ve zor diye bir şey yoktur. O yaratmak istediği zaman sadece ‘Ol!’ emrini verir. Her şey O’nun ‘Ol’ emri ile yokluktan varlık sahnesine gelir (bk. Yasin suresi 82). Materyalist anlayış maddeye ezeli ve ebedi bir anlam verdiği icin bu gerceği kabul etmez. Oysa icerisinde yaşadığımız Âlem surekli bir şekilde bu gerceği, yani olumden sonra diriliş olgusunu ders olarak bizlere okutmaktadır. Bu ders nefislerimize verilmektedir. Nefis ancak yaşantı yolu ile eğitilebilir. İnsanların sohbetleri, kitaplar nefse pek tesir etmez. Nefsin entelektuel zek ile bir ilişkisi pek yoktur. Nefis tıpkı uc yaşındaki bir cocuk gibi deneyimlerden bir şeyler kapar. Nefis hayatın icerisinde yaşayarak derslerini alır. Yuce Allah bunun icin tekrar diriliş olgusunu sadece ilahi kitaplarına konu edinmemiş, ayrıca evren kitabında da bu konu değişik şekillerde işlenmiştir. Şoyle ki: Yuce Allah nefsin doğasına uykuyu ve uyanmayı koyarak ona her akşam ve sabah olumu ve dirilmeyi anlatmaktadır. Uyku adeta olumun kucuk kardeşi gibidir. Uyanma da tekrar dunyaya gelmek kadar anlamlıdır. Doğamızdaki bu uyku ve uyanma yanında dış dunyada gece ve gunduz de birer ayet olarak tekrar dirilme gunune işaret etmektedir. Gece, uyku gibi butun varlık Âleminin olumu hukmunde iken gunduz her şey hayat bulmaktadır. Nefis gece ve gunduz gercekleri ile ahret gerceğini hic tereddut etmeden kabullenir. İnkÂr edemez. Fakat işlediği gunahlar yuzunden ahretin gelmesini arzulamaz. Bunun icin ahret gerceğine gozlerini yumup materyalist bir felsefeye bağlı kalmak ister. Mevsimler ise daha gorsel olarak ve pek cok duyu organına hitap ederek varlık Âleminde olumun ve tekrar dirilişin bir şolenini sunarlar. Kışın olen tabiat, ilkbaharda tum canlılarda bir dirilişi gercekleştirir, ağaclar cicek ve yapraklarını acarlar, hayvanlar ve bocekler yavrularlar. Soğuk hava ısınır. Her taraf tekrar dirilişin şoleni ile canlanır.
Allah’ın El-Muhyî (oluleri dirilten) guzel ismi Kuran-ı Kerim’de sadece aşağıdaki iki ayrı ayette olmak uzere “muhyi’l-mevt (oluleri dirilten)” biciminde gecmektedir.
“İşte bir bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Olmuş toprağa nasıl da hayat veriyor? İşte Allah, muhakkak oluleri de boyle diriltecek. Cunku O her şeye kadirdir (Rûm suresi, 50).”, “O’nun ayetlerinden birisi de şudur: Sen yeri kupkuru gorursun. Fakat biz uzerine su indirince yer harekete gecip kabarır. İşte bu yere kim hayat veriyorsa oluleri de O diriltecektir. Cunku O her şeye kadirdir (Fussılet suresi, 39).”
Bitkiler Âlemindeki her yıl baharda gozlenen diriliş olayı yuce Allah’ın (c.c.) her şeye gucunun yettiğine ve oluleri de boyle dirilteceğine işaret etmektedir. El-Muhyi yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı uzere yuce Allah’ın (c.c.) olulere can vermesi anlamına gelir.
İnsanı ilk defa yaratıp can veren yuce Allah (c.c.), elbette oldukten sonra tekrar yaratıp can verecektir. Cunku bunun doğada gorulen ornekleri vardır. Orneğin vucudumuzda saniyede milyonlarca hucre olmekte, milyonlarcası da yeniden doğmaktadır.
21 Martta bazı uluslar tarafından kutlanan Nevruz Bayramının dinsel temelleri olabilir. Araştırılmalıdır. Yuce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de her kavme peygamber gonderdiğini belirtmektedir (Yunus suresi, 47, Fatır suresi 24 v.b). Bir hadis-i şerifte 124.000 peygamber gonderildiğinden soz edilmektedir. Yani kavimlerin gelenekleri ve buluşları olarak gorulen pek cok şeyin aslında peygamberlerin mucizeleri, hediyeleri, şeriatları olmasından kuşku duymak pek tabiidir. Bu sebeple eski kavimlerin durduk yerde bayram icat edemeyeceklerini, bayramların genellikle eski hak dinlerin bir kalıntısı olduğunu duşunmek son derece mantıklı ve bilimsel bir bakış acısıdır. Butun hak dinlerin hepsi insanları aynı iman esaslarına inanmaya cağırmışlardır. Tekrar diriliş (ahret) hak dinlerin temelini teşkil eden iman esasıdır. Pek tabii ki insanların imanlarının gelişmesi icin bahar mevsiminde dini bir bayram anlayışı ile diriliş olgusunun tabiatta da seyredilip kutlanması akıl ve mantığa uygun duşmektedir.
Dini bayramlar Allah’ın (c.c.) emri ile sabittir. Onda ekleme ve cıkarma olamaz. Ama geleneksel olarak kutlanan, insanların, toplumların, devletin de ceşitli acılardan teşvik ettiği bu Nevruz Bayramına dinsel acıdan yaklaşmak, o gunu dinin ve inancın istikametinde yorumlamak belki de bir ibadet kadar faziletli kılacak, farklı boyutlarla zenginleştirecek, onun daha anlamlı bir şekilde kutlanmasını sağlayacaktır.
El-Muhyî (oluleri dirilten) guzel ismi ile kula duşen gorev, doğada bitki Âleminde her yıl gozlenen olum ve diriliş olayından ders alarak Allah’ın (c.c.) olulere can vermesinde, curuyup yok olmuş bedenlerin yeniden şekillenip ruhların iade edilmesinde hicbir kuşkuya kapılmaması ve buna gore guzel amellerle ahirete hazırlık yapmasıdır.
Allah (c.c.) her birimizin imanını yakinleştirsin. Kıyamet gunune rızası istikametinde hazırlanmayı nasip eylesin. Kıyamet gunu bizleri yuzu gulenlerden kılsın. Âmin.
Muhsin İyi
__________________