Peygamber Efendimiz'in hayat-ı seniyyeleri Ă‚deta bir yalvarış ve yakarış dantelası mahiyetindeydi; O, sabah kalktığında, akşamı idrak ettiğinde, abdeste yoneldiğinde, ezanı dinlediğinde, Hakk'a kurbet vesilesi sayılan her ibadetin icinde ve sonunda, yeme-icme, uyuma, yolculuğa cıkma, seferden donme, arzî ve semavî belĂ‚ ve musibetlere maruz kalma esnasında, hastalık ve rahatsızlıklara muptela olduğunda, keder ve sevinc vesilelerinin zuhuru hengĂ‚mında hep el acar, MevlĂ‚-yı MuteĂ‚l'e yonelir, tazarru ve niyazla iki buklum olur ve surekli O'na yalvarırdı. Kur'an-ı Kerîm'in sabah ve akşam vakitlerinde Allah'ı zikretme uzerinde hususiyle durmasından olsa gerek, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu vakitlere ozellikle onem verir, her sabahı ve her akşamı bereketli birer dua zamanı olarak değerlendirirdi.
Allah Rasûlu'nun bilhassa hemen her sabah namazından sonra tekrarladığı dualardan biri de sorunuza mevzu teşkil eden şu mealdeki dua idi: “Allahım, imanı bize sevdir ve onu kalblerimizde guzelleştir, gonullerimizi onunla donat; kufre, fıska ve isyana karşı icimizde tiksinti uyar ve bizi ruşde ermişlerden, doğru yolu bulmuşlardan eyle.”
Teennî Rahman'dan, Acele Şeytan'dan...
Aslında bu dua, HucurĂ‚t suresinin 7. ayet-i kerimesinden muktebestir (alınmıştır). Mufessirlere gore, soz konusu ayet, Benî Mustalik kabilesiyle alakalı bir haber uzerine gelişen hadiseler munasebetiyle nĂ‚zil olmuştu. Mustalik oğullarının zekat vermeye yanaşmadıkları ve Peygamber Efendimiz'le savaşmak icin hazırlık yaptıkları şeklinde bir haber ulaşmıştı mu'minlere. Bu haber karşısında cok heyecanlanan bazı sahabiler hemen saldırıya gecmek gerektiğini soylemiş ve Ă‚silerin cabucak cezalandırılmaları istikametinde goruş beyan etmişlerdi. Haddizatında o birkac sahabinin fevrîlikleri, Allah'ın dinine bağlılıklarından, kalblerindeki iman aşkından, kufre ve isyana karşı duydukları ofkeden dolayıydı. Mustalik oğullarının, Allah Rasûlu'nun emrine itaat etmediklerini ve zekat vermeye yanaşmadıklarını duyar duymaz, gonullerindeki din gayretiyle hemen ayağa kalkmış ve Rasûl-u Ekrem'e isyan eden bu kabileyle savaşmak uzere yola koyulma niyetlerini izhar etmişlerdi.
Fakat, Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) onların savaş isteklerini hemen kabul etmemiş, once durumun incelenip haberin doğru olup olmadığının tesbit edilmesi lazım geldiğini soylemiş ve bu vazife icin de Hazreti Halid'i gorevlendirmişti. Hazreti Halid (radiyallahu anh) gece vakti Benî Mustalik mahallesine varmış, gozculerini onların arasına gondermiş ve kendisi de etrafı kontrol etmişti. Gozculer geri donunce, Mustalik oğullarının İslam'a bağlı olduklarını, onların ezanlarını duyduklarını ve namazlarını gorduklerini haber vermişlerdi. Sabah olunca Hazreti Halid bizzat Mustalik oğullarına gitmiş; onların kat'iyen isyan etmediklerini, biatlarını koruduklarını, zekatı bir vazife bildiklerini ve onu îfĂ‚ etmeye gonulden razı olduklarını gormuştu. Şahit olduğu manzara karşısında cok memnun kalan Hazreti Halid durumu Rasûlullah'a iletince, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelu't-tehĂ‚yĂ‚) “Tedbirli davranmak Allah'tan, acele ise şeytandandır.” buyurmuştu. İşte, bu olayın akabinde hukmu kıyamete kadar kalacak ve benzer meselelerde muslumanlara hep ışık tutacak olan soz konusu ayet indirilmişti.
İcinizde Allah Rasûlu Var!...
Sorduğunuz duanın da menşei olan bu ilahî beyan meĂ‚len şoyledir:
“Hem duşunseniz ya, Allah'ın rasûlu sizin aranızda bulunmaktadır. Şayet o pek cok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu. Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalblerinizde guzelleştirdi; inkĂ‚rdan, fĂ‚sıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi. Zaten doğru yolda yuruyenler de Allah'ın bu lutuflarına mazhar olan kimselerdir.” (HucurĂ‚t, 49/7)
CenĂ‚b-ı Hak, herhangi bir teklifle gelen ve kendi fikrine gore hareket edilmesini dileyen kimselere aslında Ă‚şikar olan, cok muhim bir hakikati hatırlatıyor; onlara once “Duşunseniz ya, Allah'ın rasûlu sizin aranızda bulunmaktadır; bilin ki Allah'ın elcisi icinizdedir.” diyor. Her şeyi goren, her sesi işiten ve her şeyi bilen CenĂ‚b-ı Hak ile surekli irtibat halinde bulunan Rasûl-u Ekrem'in –o engin firaset ve basiretiyle her zaman tam isabet kaydedecek olsa da- yalnız başına adım atmadığını, her zaman vahiyle mueyyed olduğunu ve Allah'ın hıfz u inayeti altında bulunduğunu, dolayısıyla da kat'iyen ummetini tehlikeli yola sevketmeyeceğini, felakete suruklemeyeceğini ve asla onlara yanlış yaptırmayacağını belirtiyor. Birisi gizli bir iş yapsa, birisi bir yalan soylese, bir başkası bir sır taşısa ve bir diğeri bir entrika cevirse, bunların hepsini ve olup biten her şeyi CenĂ‚b-ı Hakk'ın gorup bildiğini ve dilediğinde Peygamberine haber verdiğini vurguluyor. Bazılarının bir anlık heyecanla bu hakikati hatırdan cıkartmış olmalarına binaen, onlara nasıl bir rehberin ardında olduklarını bir kere daha hatırlatıyor.
Daha sonra Allah TeĂ‚lĂ‚, “Şayet o pek cok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu.” diyerek, onlara kendi tekliflerinde ısrarcı davranmamalarını, herhangi bir meselede Rasûl-u Ekrem'in sectiği yolun mutlaka en selametli yol olacağını, O'na itaat ettikleri surece muhtemel pek cok sıkıntı ve beladan sağ salim kurtulacaklarını ve mutlaka sĂ‚hil-i selamete ulaşacaklarını ihtar ediyor. Allah Rasûlu'nun gosterdiği istikamette hareket etmenin onlar icin her zaman daha hayırlı, daha kolay ve daha zahmetsiz olacağını ve bu gerceğe rağmen, Rasûlullah'a ısrar eder de onu hayırlı olarak gordukleri hususlarda kendi goruşlerine uymaya zorlarlarsa, cok buyuk sıkıntılara duşeceklerini bildiriyor. Butun işlerinde CenĂ‚b-ı Hakk'ın ve O'nun elcisinin emirlerine gore adım atmalarını, teslim ve tevekkul uzere yaşamalarını ve neticede yuce Allah'ın takdirine razı olmalarını tembih ediyor.
İmanla Mamur Gonulller
Allah (Azze ve Celle) bu ikazların akabinde, AshĂ‚b-ı kirĂ‚mı tezkiye ediyor; aralarından birkac kişi fevrî davransa ve kendi fikirlerine uyulmasını dilese de, umum sahabenin teennî ile hareket ettiğini; coğunluğun Rasûl-u Ekrem'in emir ve işaretlerini bekleyerek hakikî mu'minlere yakışır bir tavır sergilediğini îmĂ‚ ediyor. Sahabe arasında bazı genclerin, munafıklar tarafından sıkca tekrar edilen “Eğer bizi dinleseydiniz başınıza bunlar gelmezdi” şeklindeki alaylı sozlerin de tesiriyle, muvakkaten kendi tekliflerine uyulmasını mantıklı gormuş, aceleci davranmış, yakışıksız mutalaalarda bulunarak sevimsiz beyanlarla Rasûl-u Ekrem'i uzmuş ve bir sure fikirlerinde ısrar ederek işi kendileri hakkında zorlaştırmış olabileceklerini, ama bunların sayısının cok az olduğunu, neredeyse butun AshĂ‚b-ı kirĂ‚mın kendilerine yakışan şekilde davrandıklarını belirtiyor. Sonra da onların imanın tadını almış, gonlu onunla mamur kılınmış, icine kufur, fısk ve isyana karşı tiksinti salınmış hĂ‚lis mu'minler olduklarını ve yurudukleri yolun doğruluğunu nazara veriyor. Dahası, gencliğin verdiği coşku ve imanın hasıl ettiği heyecanın da tesiriyle gecici bir sure hislerine mağlup olup Ă‚silerle savaşılması konusunda Allah Rasûlu'ne karşı farklı teklifler one suren kimselerin de, o ilk şok anından sonra tekrar sukûnete erdiklerini, ilahî bir nimet ve ihsan olarak kalblerine doldurulan iman sevgisi ve kufur, fısk, isyan turunden gunahlara karşı tiksinti hissi sayesinde ruşde ermiş, hakikati bulmuş sahabilerin arasına dahil olduklarını îmĂ‚en ifade ediyor.
Ayrıca, bu ayet-i kerimede sevginin ve imanın gereğine de vurguda bulunuluyor. Âdeta, sahabe-i guzin efendilerimize şoyle deniyor: Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize sevgili kıldı, dolayısıyla iman ettiniz; gonullerinizi saran o imanı zamanla daha bir guzelleştirdi, icinizi onunla donattı ve iman sizi Peygamberin etrafında hĂ‚lelenmeye, imanın gereğince salih ameller işlemeye sevketti, bu niyetle Allah Rasûlu'ne biat ettiniz. Madem, imanı sevdiniz ve onunla kalbinizin şenlendiğini hissettiniz, Rasûl-u Ekrem'i sevdiniz ve onun yolunda olacağınıza soz verdiniz, oyleyse o size ne teklif ederse etsin, ona itaat etmeli ve emre itaatteki inceliği kavra***** butun emirlerine bilĂ‚ kayd u şart inkıyadda bulunmalısınız. “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran, 3/31) ayet-i kerimesinde dile getirildiği uzere, Rasûlullah'a itaat etmelisiniz ki Allah da sizi sevsin, sizin hakkınızda sevmek fiilinin lazımını yerine getirsin.
Kufur, Fısk ve İsyan
Allah TebĂ‚reke ve TeĂ‚lĂ‚ imanın zikrinden sonra uc felaket sebebine dikkatleri cekiyor; “İnkĂ‚rdan, fĂ‚sıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi.” diyerek, kalbin kufur, fısk ve isyanı kerih bulmasını, onlardan iğrenmesini de ilahî bir nimet olarak zikrediyor.
Malum olduğu uzere; kufur, imanın zıddıdır; Allah'a inanmamak, hakkı kabul etmemek ve inkĂ‚r ile Allah'ın nimetlerini ortmek demektir. Haddizatında, bir kalbe imanın sevdirilmesi ve onunla gonlun mamur edilmesi kufurden iğrenmeyi gerektirir. İmanın tadını alan bir insan kufurden mutlaka tiksinir. Nitekim, İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m) şoyle buyurmuştur: “Şu uc haslet kimde bulunursa, o imanın tadını duyar: Allah'ı ve O'nun Rasûlu'nu her şeyden ve herkesten daha fazla sev*mek; sevdiğini yalnız Allah rızası icin sevmek ve Allah onu kufurden kurtardıktan sonra yeniden kufre duşmeyi ateşe atılmaktan daha kerih gormek.” Evet, imanın tadını alan bir insan Allah'ı ve Rasûlu'nu her şeyden artık sever, onları andığı zaman adeta burnunun kemikleri sızlar. Sevdiğini Allah icin sever; Allah'a kulluğundan, O'na yakınlığından, O'nun yolunda bir tebliğ adamı, bir munadî, bir muezzin olduğundan ve insanları Hakk'a ulaştırmaya gayret ettiğinden dolayı Hazreti ŞĂ‚h-ı GeylĂ‚nî, İmam-ı Rabbanî, Hazreti Bediuzzaman gibi kimselere karşı muhabbet besler. Diğer insanlara ve sĂ‚ir mahlukata karşı alĂ‚kası da hep CenĂ‚b-ı Hak'tan oturudur. Bir de, Allah, Cehenneme yuvarlanma sebebi olan kufurden kurtarıp imana erdirdikten sonra yeniden kufre ve kufrun sebeplerine donmeyi ateşe atılmak gibi cirkin gorur, boyle bir Ă‚kıbetin hayaliyle bile urperir ve tir tir titrer. Surcmemek, duşmemek ve butun butun kaybetmemek icin GaffĂ‚r u SettĂ‚r'a sığınır; kufre acılan kapılardan da hep uzak kalmaya calışır. Fısk ve isyan da kufre ve ebedî husrana acılan o kapılardandır ve imanın neşvesini kalbinde duyan bir insanın bu iki tehlikeli sahadan fersah fersah kacması gerekmektedir.
Fısk; Allah'ın emrini terk etmek, hak yoldan cıkmak ve buyuk gunahları işlemek veya kucuk gunahlarda devam etmek suretiyle Allah'a itaat dairesinden uzaklaşmak manalarına gelir. Dinin vaz'ettiği cercevede kalmayan, diyanetin belirlediği daire icinde hayatını surdurmeyen kimseye “fĂ‚sık” denir. Fıskın, zararlı olmak, soz dinlememek ve surekli kotuluk yapmak gibi anlamları da vardır; bundan dolayıdır ki, farklı rivĂ‚yetleri bulunan bir hadiste beş ceşit hayvan icin fĂ‚sık terimi kullanılmıştır. Deliklerinden cıkıp evin icinde cirit attıklarından ve etrafa zarar verdiklerinden dolayı “fevĂ‚sıku'l-buyût” olarak da anılan fareler bunlardandır. İsyan ise, itaatsizlik, ayaklanma ve başkaldırma demektir; Allah'ın emirlerine karşı gelme, O'na itaat etmeme ve gunah işleme manalarına gelmektedir.
Evet, ayet-i kerimede kufur imana, fısk ve isyan da imanın tezyinine, guzelleştirilmesine karşılık olarak getirilmiş gibidir. Bu itibarla, burada fusûk yalancılık demektir, doğruluk ve itaatten kavlen cıkmayı ifade eder; isyan ise, emri terk ile fiilen tĂ‚atten cıkmak mĂ‚nĂ‚sındadır.
Yetmiş Yaşındaki Yaramaz Cocuklar
Bahsini ettiğimiz Ă‚yet, “İşte doğru yolda olanlar, gercek ruşde erenler bunlardır.” ifadesiyle sona ermektedir. Demek ki, ruşde erenler, ancak imanı sevip onunla kalbini guzelleştiren, gonlunu iman şualarıyla ışıklandıran, kufru, fıskı ve isyanı iğrenc gorup onlardan sakınan ve hep imanın gosterdiği istikamette ilerleyip doğruluk ve itaatten hic ayrılmayan kimselerdir. Demek ki, ruşde ermek yaş ile olmamaktadır. Nice yetmiş yaşında insanlar vardır ki, henuz onbeş yaşını idrak etmemiş cocuklar gibi yaşamaktadırlar. Onlerini arkalarını bilmeyen, hevĂ‚-yı nefse uyup her gun tonla gunah işleyen bu yaramazların ne gozleri kontrol altındadır ne de kulakları.. ne dilleri gunahtan uzaktır ne de sĂ‚ir uzuvları... Ruşd, iyiyi-kotuyu ayırabilme, hak yolunda sağlam, sabırlı ve tam bir isabetle dosdoğru yurume demektir. Bu itibarla da, ruşde ermiş, kendini idrak etmiş ve doğru yolu bularak sırat-ı mustakime girmiş insan arıyorsanız, onları ancak imanı sevip gonlunu onunla zinetlendiren kufur, fısk ve isyandan da nefret eden kimseler arasında bulabilirsiniz.
Şayet, bir insan -inandığını iddia ettiği halde- kufre karşı teyakkuzda bulunmuyorsa, fısk u fucur deryasına yelken acmışsa, isyan vadilerinde dolaşıp duruyorsa, gozunu-kulağını, dilini-dudağını harama acık tutuyorsa... yaşı kac olursa olsun, ona rĂ‚şid demek, onun ruşde erdiğini soylemek cok zordur. Boyle biri hakkında verilecek hukum, olsa olsa sefih, bunak, aptal ve akılsız şeklinde olacaktır. Neden? Cunku, boyle biri, kalbini yaralıyor, dunyada iman evini yıkıyor ve ahiret hayatını dinamitliyor demektir. İşlediği gunahlarla Cennet saraylarını yıkan bir insana nasıl ruşde ermiş denebilir ki? Her bir gunahla oradaki kasırlarının bir tarafını cokerten ve Cennet otağını harap eden bir insanın iyiyi-kotuyu tefrik edebildiği soylenebilir mi?.. Hazreti Pir-i MugĂ‚n “Burada bir ‘elhamdulillah' dersin orada bir Cennet meyvesi yersin” demiyor mu? Oyleyse, burada bir namaz kılarsın, orada bir Cennet kasrı kurarsın... Burada bir gunah işlersin, orada kocaman bir sarayı yerle bir edersin... Evet, beyan-ı ilahîde bu hususa da işaret edilmiş ve ruşde ermenin dinamikleri bir bir sayılıp doğru yolda bulunuyor olmanın şartları belirtilmiştir.
İşte, omrunun hemen her anını tazarru ve niyaz ile değerlendiren Seyyidu'l-murselîn efendimiz, mezkur ayet-i kerimeden iktibas ettiği ifadeleri de dualaştırmış ve “Allahumme habbib ileyne'l-imĂ‚ne ve zeyyinhu fî kulûbina ve kerrih ileyne'l-kufra ve'l-fusûka ve'l-ısyĂ‚n vec'alnĂ‚ mine'r-raşidîn” yakarışıyla Allahu AzimuşşĂ‚n'a teveccuhte bulunmuştur.
Surekli Teveccuh
Peygamber Efendimiz bu duasında soz konusu ilahî beyanda uzerinde durulan onemli bir hususu da nazara vermiştir. CenĂ‚b-ı Allah, mu'minlerin kalblerinde iman meşalesini tutuşturanın, onları kufur, fasıklık ve isyan şerrinden kurtaranın ve ruşde ermiş, doğru yolu bulmuş kimselerden kılanın bizzat Kendisi olduğunu hatırlattığı gibi; Allah Rasûlu de “Allahım bizi ruşde erenlerden kıl” derken “ic'alnĂ‚” ifadesini kullanmış ve sırat-ı mustakimi bulmanın ancak CenĂ‚b-ı Hakk'ın ca'liyle mumkun olacağına dikkat cekmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de cok yer alan ve dualarımızda sıkca kullandığımız “ca'l” kelimesi surekli teveccuhun ve duada temadînin luzumuna işaret eden bir ifadedir. Cunku, Hazreti Adem'in hilafeti CenĂ‚b-ı Hakk'ın ca'liyle olduğu gibi, insanların dunyada iyi birer mu'min olmaları da yine O'nun ca'line, lutuf ve ihsanıyla oyle eylemesine bağlıdır. İşte, bu hakikat cok onemli bir tembihi ihtiva etmektedir. Bu kelimenin tercih edilmesinin manası şudur: Sizin bir kere bir lutfa mazhar olmanız, bir ihsanla serfiraz kılınmanız ve bir konuma ulaştırılmanız, o lutf u ihsanla gelen nimete sahip olduğunuz ve konumunuzu temelluk ettiğiniz manasına gelmez. Bir mevkiye ulaşmanız, orada kalmanız adına yeterli teminat sayılmaz. O nimet size ait değildir; birisi tarafından verilmiştir ve temĂ‚dîsi de liyakatınızı izhar etmenize bağlanmıştır. Dolayısıyla, onun verildiği gibi alınması da her an ihtimal dahilindedir.
Mesela, insana bahşedilmiş olan halifelik, yani yeryuzunde CenĂ‚b-ı Hakk'ın halifesi olma şeklindeki o yuce makam, insanın kendi malı değildir; ona emanettir ve her an onun elinden alınabilir. Nasıl ki, şeytan, ihraz ettiği konumu kendi malı gibi gormek suretiyle kibre kapıldı, aldandı ve tavrını iyi belirleyemediğinden dolayı baş aşağı gayyaya yuvarlandı; Hazreti Adem icin de oyle bir ihtimal mevzubahisti; yapması gerekli olan şeyi, yapması gerektiği yerde yapmasaydı hilafeti elinden alınırdı. Fakat, Hazreti Âdem, “Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer merhamet buyurup da kusurumuzu bağışlamazsan apacık husrana uğrayanlardan oluruz!” (A'rĂ‚f, 7/23) turunden sızlanışlarıyla kulluk edebine riayet etmişti. Halkına kızan, onlardan ayrılan, sonra gecenin, denizin, dalgaların ve balığın karanlıkları icinde “Ya Rabbî! YegĂ‚ne ilah Sensin, Senden başka mabud-u hakiki yoktur. Subhansın, butun noksanlardan munezzehsin, yucesin. Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!” (Enbiya, 21/87) şeklinde MevlĂ‚-yı MuteĂ‚l'e yakaran Hazreti Yunus, hĂ‚lis bir kula yakışan tavrı takınmış ve bu sayede Hak karşısındaki konumunu korumuştu.
Hem ayĂ‚t-u beyyinĂ‚tta zikredilen kelimeler hem Enbiya-i İzam efendilerimizin tavırları hem de Rasûl-u Ekrem Efendimiz'in ifadeleri bize hĂ‚l-i hazırdaki durumumuza guvenmememizi, “Bir kere bulduk, kurtulduk” şeklindeki mulahazalara asla duşmememizi ve her zaman tazarru ve niyazla CenĂ‚b-ı Hakk'a yonelip O'nun hıfz u inayetine sığınmamızı tembih etmektedir. Demek ki, insan-ı kĂ‚mil ufkuna yurume ve en azından mu'minlik vasfını yitirmeme ancak boyle surekli bir teveccuhle mumkun olmaktadır.
Evet, gercekten inanmış ve ruşde ermiş bir mu'min, her turlu gunahı cok kerih goren ve gunaha, hataya, hicbir ma'siyete asla bulaşmamaya calışan insandır. O, işleyeceği her gunahla, kendisine bahşedilen iman kristalinin kirleneceğine, hatta catlayacağına inanır. Bir yerde, herhangi bir şekilde surcup gunah işlediği ve isyan atmosferine kaydığı zaman ise, hic vakit kaybetmeden kalkıp tevbe ve istiğfarla yeniden arınır. Bu arınma ameliyesini de kesinlikle tehir etmez; cunku her an sırtındaki o Kafdağı'ndan daha ağır yukle, Rabbinin huzuruna gitmeyeceğine dair elinde bir senet yoktur. Gunaha bir dakika bile omur bağışlamanın kendi aleyhine olduğunu cok iyi bilir. Onun itikadına gore, hicbir gunaha bir an dahi olsa yaşama hakkı verilmemelidir. Zira o, tevbe ile cabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan halini alıp orada yuvalanabilir ve ureyip coğalabilir. Tevbesi geciktirilen her gunah yeni bir gunaha davetiye sayılır. Oyleyse, hakîkî bir mu'min, herhangi bir gunah işlese, mesela, gozune bir haram girse, haram bir lokma yese, bir yalan soylese... hemen o vebalden kurtulmanın bir yolunu aramalı, daha bir-iki dakika gecmeden alnını secdeye koymalı, tevbe ve istiğfarla yunup yıkanmalı ve yeniden her an CenĂ‚b-ı Hakk'ın huzuruna cıkmaya hazır hale gelmelidir.
Sevdir Bize Hep Sevdiklerini...
Hasılı, Rasûl-u Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in, kısaca meĂ‚lini verdiğim ve işaret ettiği hususlara değinmeye calıştığım ayet-i kerimeden muktebes olarak, her sabah tekrar ettiği bu duayı biz de sabah-akşam kendimize vird edinmeli ve hep onun hatıra getirdiği mulahazalarla Rabbimize yonelmeliyiz; Rahman u Rahim'e şu duygularla seslenmeliyiz:
Allah'ım imanı bize sevdir; canımızdan, kanımızdan, hayatımızdan daha cok sevelim onu. Rabbim iman esaslarıyla kalblerimizi donat; ZĂ‚t'ının sevgisini sal gonullerimize, Habîb-i Edîbinin muhabbetini doldur sinelerimize ve sevdiklerini sevdir bize. “Şaşırtma bizi, doğruyu soylet; neşeni duyur, hakikatı oğret. Sen duyurmazsan biz duyamayız, Sen soyletmezsen biz soyleyemeyiz; Sen sevdirmezsen biz sevemeyiz. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yĂ‚r et bize erdirdiklerini.” (M. Hamdi Yazır) Aşk u muhabbetle vicdanlarımızı oyle aydınlat ki, imanı icimizde cok renkli, cok gozalıcı ve pek muzeyyen bir şekilde gorelim; onu nazarlarımızı mĂ‚sivĂ‚dan cekip alan en suslu ve en ziynetli bir sevgili olarak hissedelim. Ruhlarımız imanla oyle kanatlansın ki, ne dunyanın cazibedar guzellikleri, ne ahiretin tarifi imkansız nimetleri, ne de Cennetlerin debdebesi bakışlarımızı dondurebilsin.
Değil mi ki, iman, bu hakikatların hepsinin ve butun nimetlerin cekirdeğidir; HĂ‚lık-ı KĂ‚inat ile munasebetlerimiz, Peygamber Efendimiz'le irtibatımız, CenĂ‚b-ı Hakk'ın teveccuhlerine, nazarlarına, dunyevî-uhrevî iltifatlarına mazhariyetimiz ve ahiretin guzelliklerine, Cennet nimetlerine, ebedi saadete ulaşmamız.. evet butun bunlar hep iman cekirdeğinin neşv u nemĂ‚ bulmasıyla gercekleşmektedir; oyleyse, iman sevgisi ve gonlun onunla tezyini dunyevî mutluluklardan da, Cennet'e nĂ‚il olmaktan da, Cehennem'den kurtulmaktan da once gelen bir lutf-u ilahîdir. İşte, bu gerceği idrak etmiş olarak yalvarıyorum Allahım, her guzelliğin ozu ve esası olan imanın neşvesini ruhlarımıza tam duyur ve gonullerimizi onunla doyur. İman esaslarını bize cok parlak ve pek cezbedici goster.
Rabbim, kufre ve bizi kufre surukleyecek butun gunahlara karşı icimizde tiksinti uyar. HĂ‚ssaten, iman, İslam, din ve diyanet dairesinden başımızı dışarıya cıkarıp fasıklar arasında yer alma ve emirlerine başkaldırıp Ă‚silerle aynı cukura yuvarlanma gibi kotu akıbetlerden bizi muhafaza buyur. İmanın tadını aldıktan sonra yeniden kufur yoluna girmeyi ve ebedî husrana yurumeyi ateşe atılmaktan daha fecî bir durum olarak algılayıp, oyle bir encĂ‚ma uğramamak icin iradelerimizin hakkını vermemizi nasip ve muyesser eyle. Bizi, hakkı hak bilip ona sarılan, batılın butlanını gorup ondan kacınan salih kullarından kıl... Âmin.
__________________