Durmak gerek. Zira durmayınca, “tevakkuf etmeyince”, arada bir “vakfe” yapmayınca hakikate “vÂkıf” olamazsınız. Durmayınca durulamazsınız. Durulacak yer Allah’ın huzurudur.

Yunus Emre’nin “Dur erte namazına” nakaratlı bir salÂtnÂmesi var. “Erte” veya “irte namazı” sabah namazı demektir. Bu şiirinde Yunus’un “kıl erte namazını” yerine “dur erte namazına” ifadesini tercih etmesi hayli manidardır.

Turkcenin eski metinlerinde de, halk arasında da “namaza durmak” tabiri cok kullanılır. Bu oyle lÂf olsun diye soylenmiş bir soz değildir. Ecdadın, her sahada olduğu gibi dili tasarruf ederken de dinin en ince cizgilerini gozetmekteki titizliğini, ibadet şuurundaki derinliğini gosteren muhim bir misaldir. Oyleyse şu “namaza durmak” ifadesi uzerinde biraz durup duşunmelidir.

Durmak, durulmaktır

Kur’an-ı Kerim’de muslumanın alÂmet-i farîkası olarak namazın maksadına uygun kılınması “yusallûne” veya “sallû” fiillerinden ziyade, mesela Bakara Suresi’nin başında olduğu gibi “yukîmûne’s-salÂte” ibaresiyle verilir. “Namazı ikÂme ederler” demektir.

“İkÂme etmek”, lugatte kaldırıp dikmek, duzeltip doğrultmak, kıymetlendirmek, ara vermeden devam ettirmek, bir şeyi dikkatle ve itina ile yapmak, bir yerde veya bir şeyde karar kılmak, oradan oraya taşınmaktan vazgecmek, durmak.. manalarına gelir. Boyle cok manalı kelimelerin secilmesi Kur’an-ı Kerim’in i’cÂzındandır. Tek başına “ikÂme” lafzı, cok sayıdaki manalarından her birinin bir vechesini karşılaması neticesinde “namaz”ı hakkıyla izah etmektedir. Nitekim mealen umumiyetle “namazı dosdoğru kılarlar” cumlesiyle karşılanan “yukîmûne’s-salÂte” ifadesi, “ikÂme”nin manalarından hareketle mufessirlerce uzun uzun tefsir edilmiş, namazın her bir mana ile irtibatına dikkat cekilmiştir.

İşte “namaza durmak”, “salÂtı ikÂme”nin neredeyse butun nuanslarını karşılayacak şekilde bir tercumesidir ki “durmak” fiilinin mana zenginliğinden istifade edilmiştir. “Namaza durma”yı bugun akla gelen ilk manasıyla sadece “namaz kılmaya başlamak, namaz icin kıyam etmek” diye anlayarak bunun harc-ı alem bir soz olduğunu, bir takım incelikleri ifade icin bil-iltizam kullanılmadığını duşunmek hatadır. Zira daha Kur’an-ı Kerim’in bugun bilebildiğimiz en eski Turkce mealinde (ki buyuk Âlim Molla FenÂrî olması kuvvetle muhtemel Muhammed bin Hamza isimli bir zatın 1424’te istinsah edilmiş bir “satır-arası” mealidir) Bakara Suresi’nin başındaki bahse konu ibare “namazı durudurlar, yani dÂyim kılurlar” şeklinde karşılanmıştır.

“Durudurmak” yahut “durutmak” bugunku “durmak” fiilinin 15. asır Turkcesindeki telaffuzudur ve “durmakta ısrar etmek” ile “durulmak”, yani duru, saf, temiz, berrak, rakît hale gelmek gibi birbiriyle irtibatlı iki mana daha taşır. Zira durmayınca, durmakta devam etmeyince durulmak mumkun değildir. Boylece sanki devamlılığa itina ile mÂsivÂdan arınan, letafet kesbeden muminin, namazını mirac eyleyebileceği anlatılmaktadır.

“FahşÃ‚”dan korunmak icin

“Durmak” kelimesinin tıpkı “ikÂme etmek” gibi her biri namazla alakalı, “kıyam etmek, ayağa kalkmak, bağlanmak, kendini vermek, mulÂzemet eylemek..” vb. bircok manası vardır Turkcede. Fakat şuphesiz bunlar icinde en baskın olanı, diğerlerini de kapsayan “tevakkuf etmek, hareketsiz kalmak, bir muddet duraklamak” manasıdır. Zannımız odur ki bu mana, namazın bugun en fazla ihtiyac hissettiğimiz bir fonksiyonuna işarettir.

MeÂric Suresi’nin 19. ayetinde beşerî bir zaaf olarak “helû’”dan bahsedilir ki farklı davranışları bir arada barındırdığı icin tarifi hayli zor ve karmaşıktır. Nitekim mufessirler umumiyetle muteakip iki ayetteki acıklamayı, yani insanın “kendisine bir kotuluk dokunduğu zaman sızlanması”nı ve “bir hayır dokunduğu zaman da bencillik etmesi”ni “helû’”un iki tezahuru olarak zikretmekle yetinirler. Helû’, bir taraftan hırsla ve “durmaksızın” bir şeyler tedarik eyleme iştihasını, bir taraftan acgozluluğun denÂetini, bir taraftan da istikbal korkusunu bunyesinde taşıyan; temelinde telaş, acelecilik ve cabukluk manasını bulunduran bir “huy”dur. Neticede dunyalık icin insanın kendini ve asıl vazifesini unutturan yahut ihmal ettiren bir “koşuşturma”yı yansıtır.

Calib-i dikkattir, mezkur surenin bahsettiğimiz ayetlerinden hemen sonra “namazlarını ikÂme edenlerin bu kotu huydan istisna olduğu” (MeÂric, 22-23) beyan buyurulmuştur. Helû’, beşerî ihtiyaclar icin Allah TealÂ’nın tayin ettiği hududu tecavuz olduğundan “fahşÃ‚” hukmundedir. Bu sebeple yine Kur’an-ı Kerim’de başka bir ayette (Ankebût, 45) “Namazın fahşÃ‚ ve munkerden alıkoyacağı” bildirilmiştir. Peki bu nasıl olmaktadır?

Dunya dedikleri bir golgelikse..

Adına ister modernizm, ister aydınlanma, ister “cağdaş uygarlık” deyin, bugun dunyada butun insanlığı habis bir ur gibi sararak felakete surukleyen bir anlayış var. Tuketmeyi, kazanmayı, sahip olmayı, bunun icin durup dinlenmeden koşturmayı gerektiren bir anlayış bu. İlerleme ideolojisinin sorgulanmayan dogmalarıyla ve teknolojideki gelişmelerle korleşen kalabalıklar bu anlayışa toz kondurmuyor.

Temelde, muteÂlî bir varlığın insana rehberliğini reddeden, beşer aklını tek ve mutlak referans goren Batı “uygarlığı”, once “dunyayı cennete cevirme” vaadiyle ve bunun illuzyonlarıyla itibar buluyor. Sonra “insanî” değil ama “beşerî” olmanın, nefsaniyeti esas almanın neticesi “evrensel bir nitelik” arzetmesini faikiyet hucceti gibi sunuyor insanlığa. Fıtratımızdaki ebedilik arzusunu muslumanlar gibi Allah’a rÂm olarak, O’nun varlığında kendini eriterek değil, adeta ilÂhlaşmaya calışarak karşılama isteği, surekli “gelişme” yahut “ilerleme”yi getiriyor yedeğinde. Ama hep bir rekabet, husumet, bencillik ve gozu donmuşluk mecraında akarak...

Uzun soze gerek yok. Butun cazibesine rağmen modernizmin inşa ettiği insan tipi ortada: Nesneleşmiş, dunyaya mahkûm edilmiş, nefes nefese koşuşturmaktan “Peki ya sonra?” diye sormaya fırsat bulamayan, hic durmadan calışmak, kazanmak ve tuketmek zorunda olan bir makine! İnsanın izzetini kaybetmesi bir yana, nihayet kısa bir sure “golgeleneceği ağacın altı”na, menzilini unutturacak kadar emek vermesinin ne manası var? Mutemadiyen hareket ederek, telaş ve endişe ile oradan oraya koşturarak, kendini cağın hızına kaptırıp suruklenerek bu hengÂmenin manasızlığını anlamak mumkun değildir. Durmak gerek. Zira durmayınca, tevakkuf etmeyince, arada bir “vakfe” yapmayınca hakikate “vÂkıf” olamazsınız. Durmayınca durulamazsınız. Durulacak yer Allah’ın huzurudur.

Namaz “muslumanın duruşu”dur

Namazın belli aralıklarla gunun beş vaktine serpiştirilmesinin bir hikmeti de budur ve akıntıya kapılıp kendimizi kaybetmememiz icin ihsan buyurulmuş buyuk bir nimettir. Bunun icin Efendimiz s.a.v. “En faziletli amel vaktinde kılınan namazdır.” hadislerinde “vakt”i bilhassa zikretmiştir. Hususen durmak icin belirlenmiş vakitleri, duramayışımızı sebep gostererek zayi’ etmek akıl almaz bir gaflettir!

Hatta namazdaki “duruş”un sıhhati icin farzların hemen oncesinde bir “ikÂme” daha vardır. Halk arasında “kÂmet getirmek” şeklinde adlandırılan bu “hazırlık vakfe”si de bir “ikÂmet”tir. Gonlumuzde kalmış son dunyevî kırıntılar da nihayet bu hazırlık duruşu esnasında terk edilmeli, mucerret halde tekbir ile Huzur’a varılmalıdır. Bu, yalan dunyada sıkıştığımız, bunaldığımız, dunya ile kıstırılıp kuşatıldığımız anlarda kurtulmanın, barikatları aşmanın bir temrinidir aynı zamanda. Durarak, baş dondurucu bir deveranın yorungesinden cıkıyor, “felÂh”a eriyoruz. “FelÂh”, hususen “bir cemberi, bir fasit daireyi kırarak kurtulmak” manasınadır ve bu sebeple hem ezanda hem de ikÂmette “hayye ale’l-felÂh” daveti seslendirilmektedir.

“Dunya” ile “denî” (alcak, aşağı) kelimeleri aynı kokten gelir. Musluman namaza durarak, namaz icin durarak, denî olan alemden arşa irtifa eder, Âlemlerin Rabbi’ne mulaki olur. Zaten vakıf olunması gereken, gunde beş kez de olsa hatırlanması gereken Mutlak Hakikat de O değil midir?

Peki “durma”dan, “durulma”dan namaz kılınamaz mı? Şeklen kılınabilir elbet. Ama durmadığımız, durulmadığımız icin namazda değil, dunyadayız demektir. Mirac tahakkuk etmez. Yukarılara cıkmayınca da aşağıdaki meşgalelerin kaydından kurtulamaz insan.

Modern telakki neyi ne kadar tuketeceğimiz, nasıl yapacağımız hususunda bizim olculerimizi esas almıyor. Hızla donen bir carkın hegemonyası, durup akletmemize, olculeri hatırlamamıza, “Bunun icin mi bu dunyadayız?” muhasebesine mani oluyor. Beşeri nefsinden yakalayan Batı uygarlığı gozleri kamaştırıyor, zihinleri karıştırıyor. Cok kişi dunya telaşının insanı surekli meşgul eden tahakkumunu nasıl kırarız diye soruyor umitsizce.

En pratik care, gunde beş kere, ne olursa olsun vakti gecirmeden namaza durmak, namaz icin durmak, namaz ile durmak, namazda olsun durmak ve bu “duruş”u son nefese kadar devam ettirmek!
__________________