Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlum!) De ki: Eğer AllĂ‚h’ı seviyorsanız bana tĂ‚bî olun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 31)
***
Ali RĂ‚mitenî Hazretleri şoyle buyurmuşlardır:
“Muhabbetin şartı, sevdiğine tĂ‚bî olmaktır.”
Yani bir kimse, muhabbeti olcusunde, sevdiğinin hĂ‚liyle hĂ‚llenir. Bu muhabbet sebebiyle onun sevdiklerini sever, sevmediklerinden de uzak durur. YegĂ‚ne gĂ‚yesi, zĂ‚hiren ve bĂ‚tınen sevdiği kimse gibi yaşamaya calışmaktır. Şayet yaşamıyorsa, bu kimse muhabbetinde samimî değildir.
Peki bizler, zĂ‚hir ve bĂ‚tın itibariyle ne kadar Peygamber Efendimiz’e benziyoruz?
İcinde bulunduğumuz “Kutlu Doğum” mevsiminde kendimizi bir muhĂ‚sebeye cekelim:
MeselĂ‚ Efendimiz’in hayatında aslĂ‚ gurur ve kibir yoktu. O -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin zirvesinde olduğu hĂ‚lde, zaruret îcĂ‚bı bir fazîletini ifĂ‚de etmesi gerektiğinde dahî dĂ‚imĂ‚ “لَا فَخْرَ / Ovunme yok.”[1] buyururlardı.
Yine Efendimiz’in hayatında haset yoktu. İlĂ‚hî taksîme dĂ‚imĂ‚ rızĂ‚ hĂ‚lindeydi. Mu’minleri de bu hususta şoyle îkaz buyururlardı:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 44/4903)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt donmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey AllĂ‚h’ın kulları, kardeş olunuz.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 57)
Yine Efendimiz’in hayatında insanın zayıflık ve liyĂ‚katsizliğinin bir ifĂ‚desi olan ofke de yoktu. O -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, şahsı icin aslĂ‚ ofkelenmedi.
Aklı baştan gideren ofkeyi sabırla yenebilme dirĂ‚yetini gosterenler icin de şoyle buyurdu:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 76)
“Gereğini yerine getirmeye gucu yettiği hĂ‚lde, ofkesini yenen kimsenin kalbini Allah, emniyet ve îmanla doldurur.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 3; Tirmizî, Birr, 74)
Yine Efendimiz’in hayatında riyĂ‚ yoktu. DĂ‚imĂ‚ istikĂ‚met uzere yaşadı. CenĂ‚b-ı Hakk’ın kendisi hakkında; “(Sen) doğru yol uzerindesin.” (YĂ‚sîn, 4) şehĂ‚deti olduğu hĂ‚lde, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” (Hûd, 112) Ă‚yet-i kerîmesi gelince, kalbî rikkati sebebiyle duyduğu endişeden, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in sac ve sakalına aklar duştu. (Bkz. Tirmizî, Tefsîr-i Sûre, 56/3297)
Yine Efendimiz’in hayatında cimrilik yoktu. CenĂ‚b-ı Hakk’ın lûtfettiği nîmetleri, hicbir zaman kendisi icin biriktirmedi. O Ă‚deta kıyısı olmayan bir comertlik denizi hĂ‚linde yaşadı. Mu’minleri de şoyle uyardı:
“Gercek mu’minde şu iki haslet aslĂ‚ bir araya gelmez: Cimrilik ve kotu ahlĂ‚k!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)
Nitekim, “Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’in Ă‚ile efrĂ‚dı Medine’ye geldiği gunden beri, vefĂ‚t ettiği gune kadar, uc gun arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Muslim, Zuhd, 20) buyuran Âişe validemiz diğer bir rivĂ‚yette sozlerini şoyle tamamlamaktadır:
“Dilesek doyabilirdik. (Yani bu aclık, yokluktan değildi. Ganîmetler ve benzeri imkĂ‚nlar her zaman vardı.) Fakat Hazret-i Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- (“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infĂ‚k etmedikce aslĂ‚ «birr»e (yani hayrın kemĂ‚l noktasına, dolayısıyla da Hakk’ın yakınlığına) eremezsiniz! Her ne infĂ‚k ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.”[2] Ă‚yetinin tecellisine nĂ‚il olabilmek icin, mu’min kardeşlerini kendine tercih makamında) îsĂ‚rda bulunurdu. (Boylece elimize geceni bu şuur ve idrĂ‚k ile hemen infĂ‚k ederdik.)” (Beyhakî, Şuabu’l-îmĂ‚n, III/62 [1396])
Yine Efendimiz’in hayatında israf yoktu. CenĂ‚b-ı Hakk’ın ihsĂ‚n ettiği her nîmeti, israfa duşmeden yine O’nun yolunda sarf etti.
Yine Efendimiz’in hayatında ayıp ve kusur araştırmak demek olan tecessus aslĂ‚ yoktu. Bu sebeple dĂ‚imĂ‚ kendi ayak uclarına bakarak yururler, meraklı gozlerle etrafı suzmezlerdi. Bu hususta da şoyle buyururlardı:
“Muslumanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine duşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlĂ‚kını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 37)
Yine Efendimiz’in hayatında yalan yoktu. Hazret-i Âişe VĂ‚lidemiz’in haber verdiği uzere:
“Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-’e, yalandan daha kotu ve cirkin gelen bir huy yoktu. AshĂ‚bından birinin herhangi bir hususta azıcık yalan soylediğini duysa, onun tevbe ettiğini oğreninceye kadar kendisini o sahĂ‚bîden uzak tutar, fazla goruşmek istemezdi.” (İbn-i Sa’d, I, 378)
Yine Efendimiz’in hayatında gıybet yoktu. Bir musluman kardeşinin arkasından, duyduğunda uzuleceği veya utanacağı bir kusurunu ifĂ‚de eden sozler, O’nun mubĂ‚rek ağızlarından hicbir zaman sĂ‚dır olmamıştır.
VelhĂ‚sıl, kulu CenĂ‚b-ı Hak’tan uzaklaştıracak hicbir kotu vasıf, Efendimiz’in hayatında yoktu.
Peki, ne vardı Efendimiz’in hayatında?
O’nun hayatında dĂ‚imĂ‚ guzel ahlĂ‚k vardı. Zira O’nun murebbîsi bizzat CenĂ‚b-ı Hak’tı. Bu hakîkati şoyle ifĂ‚de buyurmuşlardır:
“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de pek guzel yaptı.” (Suyûtî, I, 12)
KıyĂ‚met gununde mu’min kulun terazisinde guzel ahlĂ‚ktan daha ağır bir şey bulunmayacağını da beyan etmişlerdir. (Bkz. Tirmizî, Birr, 62/2002)
Yine Efendimiz’in hayatında dĂ‚imĂ‚ tefekkur vardı. Yeryuzunu seyrederken, gokyuzunu temĂ‚şĂ‚ ederken dĂ‚imĂ‚ ilĂ‚hî azamet ve kudret akışlarının tefekkurunde yoğunlaşır, CenĂ‚b-ı Hakk’ın yuce kudreti karşısında kendi hicliğinin idrĂ‚kiyle Allah TeĂ‚lĂ‚’yı butun eksik ve noksan sıfatlardan tenzih ederdi.
Yine Efendimiz’in hayatında merhamet vardı. Engin merhameti sebebiyle, butun insanların hidayetine vesîle olabilmek icin cırpındı. Taşlanmayı goze alarak TĂ‚if’e gitti. Orada kendisine revĂ‚ gorulen zulum karşısında dahî, TĂ‚if halkına merhametle duĂ‚ buyurdu. Şu ifadeleriyle de mu’min gonulleri bu merhamete dĂ‚vet etti:
“Siz yeryuzundekilere merhamet edin ki, gokyuzundekiler de size merhamet etsin.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 58)
Yine Efendimiz’in hayatında comertlik vardı. Hem de oyle bir comertlik ki, O -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, ancak etrafındaki acları doyurdukca, muhtacların ihtiyaclarını giderdikce, onların gonullerini huzurla doldurdukca huzur buldu. Onların rahata ermesiyle rahata kavuştu.
Bir muhtacın ihtiyacını gidermenin, mu’minin bir vicdan vazifesi olduğunu bildirdi. Bizleri de şu beyanlarıyla comertliğe teşvik etti:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ CevĂ‚d’dır, yani comert ve ihsan sahibidir, bu sebeple comertliği sever.” (Suyûtî, I, 60)
“Comertlik, dalları dunyaya uzanan Cennet ağaclarından bir ağactır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu Cennet’e goturur.” (Beyhakî, Şuabu’l-ÎmĂ‚n, VII, 435)
Yine Efendimiz’in hayatında hak-şinaslık vardı. DĂ‚imĂ‚ hak uzere yaşadı. Hakkı tevzî etti. Bir hırsızlık hĂ‚disesinde, cezĂ‚nın tatbik edilmemesi icin ricĂ‚da bulunmak uzere gelen kişiye Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, en sevgili kızını misĂ‚l vererek:
“AllĂ‚h’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı FĂ‚tıma hırsızlık yapsaydı, elbette onun da elini keserdim.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 54; Muslim, Hudûd, 8, 9)
Hicbir golgenin bulunmadığı kıyĂ‚met gunu Arş-ı ÂlĂ‚’nın altında golgelenecek olan yedi sınıftan birinin de, “Âdil devlet başkanları”[3] yani adĂ‚letle hukmedenlerin olduğunu haber verdi.
Yine Efendimiz’in hayatında tevĂ‚zu vardı. Herkese karşı alcak gonullu idi. Bizlere de CenĂ‚b-ı Hakk’ın emrini şoyle haber verdi:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bana; «O kadar mutevĂ‚zı olun ki, kimse kimseye boburlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin!» diye emretti.” (Muslim, Cennet, 64)
Yine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- el-Emîn ve es-SĂ‚dık’tı. Kendisine:
“–Ey AllĂ‚h’ın Rasûlu! Muslumanların en fazîletlisi kimdir?” diye soran Ebû MûsĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh-’a şu cevabı vermişlerdi:
“–Dilinden ve elinden muslumanların emniyette olduğu kimse.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n 4, 5, Rikāk 26; Muslim, ÎmĂ‚n 64, 65)
Yine Efendimiz’in hayatında baştan sona edep ve hayĂ‚ vardı. Rûhun ve gonlun susu olan edep, O’nun butun soz ve davranışlarına yansıyordu. Yurumesi, oturması-kalkması, konuşması, velhĂ‚sıl her hĂ‚li bir edep numûnesi idi. Ayrıca sahĂ‚be-i kirĂ‚mın ifĂ‚desine gore Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ortusune burunmuş bĂ‚kire bir genc kızdan daha fazla hayĂ‚ sahibi idi.
Yine Efendimiz’in hayatında sabır vardı. Değişen şartlar altında aslĂ‚ muvĂ‚zenesi bozulmadı. İptilĂ‚lar karşısında bunalmadı, tahammul gosterdi. DĂ‚imĂ‚ Rabbine sığındı.
Sabrın ceşitlerini ve fazîletlerini bir hadîs-i şerîflerinde bizlere şoyle bildirmiştir:
“Sabır uctur:
Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve gunah işlememekte sabır…” (Suyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)
VelhĂ‚sıl bu fĂ‚nî cihanda saĂ‚det ve huzurun yegĂ‚ne recetesi, Efendimiz’e tĂ‚bî olmaktır. Nitekim ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Allah Rasûlu’nun her hĂ‚line rĂ‚m olmak sûretiyle hakikî saĂ‚deti buldu ve CenĂ‚b-ı Hakk’ın taltifine mazhar oldu.
Rabbimiz bizleri de, Habîb’inin guzel hĂ‚lleriyle hĂ‚llendirsin. Fazîlet deryası olan hayatını daha yakından tanımayı nasîb ve muyesser kılsın. Gonullerimizi O’nun muhabbet şebnemleriyle tezyîn eylesin.
Âmîn!..
Dipnotlar:
[1] Bkz. Tirmizî, MenĂ‚kıb, 1; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 37; Ahmed, I, 5, 281.
[2] Âl-i İmrĂ‚n, 92.
[3] BuhĂ‚rî, Ezan 36, ZekĂ‚t 16.
Osman Nuri Topbaş
Genc Dergisi
Yıl: 2017 Ay: Mart
Sayı: 127
__________________