-Dunya MevlĂ‚nĂ‚ Yılı MunĂ‚sebetiyle-

Hak dostları, îmĂ‚nı aşkla yaşayan Peygamber vĂ‚risleridir. Onlar, Kur’Ă‚n ve sunnetten feyz alarak, gonullerini guzel ahlĂ‚k ve davranış mukemmelliğine erdiren bahtiyarlardır. Hazret-i Peygamber ve O’nun guzîde ashĂ‚bını goremeyenler icin, tĂ‚bî olunacak ornek şahsiyetlerdir.

Hak dostları, fĂ‚nî vucutları toprak altına girdikten sonra bile mĂ‚zî olmazlar. ZîrĂ‚ kĂ‚mil mu’minlerin gonulleri, toprak altında curuyup yok olmaz. Bu sebepledir ki, onların gonul mahsûlu eserleri de ebedîleşir. Nitekim dunyĂ‚daki hizmetlerini berzah Ă‚leminde de devĂ‚m ettiren nice Hak dostu, bugun hĂ‚lĂ‚ aramızda yaşıyor, bizleri irşĂ‚d ediyor. Bizler oldukten sonra da onlar irşadlarıyla gonullerde yaşamaya devĂ‚m edecekler. Onların irşĂ‚d omurleri; Hakk’a yakınlıkları nisbetinde, devirleri ve diyarları aşıyor. Yine onların ihlĂ‚s ile buyurdukları hikmetli sozleri ve kaleme aldıkları gonul eserleri, Ă‚deta istikbĂ‚le gonderilmiş, muhĂ‚tabı mechul mektuplar mesĂ‚besindedir. Bu mektuplar, kendilerinden asırlar sonra keşfedilen mekĂ‚nlara kadar ulaşmaktadır.

Nitekim gunumuzun Amerika kıtasında insan rûhuna dĂ‚ir en cok alĂ‚ka goren eserler arasında Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’nın Mesnevî’sinin de bulunduğu mĂ‚lumdur. Ayrıca MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin doğumunun 800’uncu senesi munĂ‚sebetiyle 2007 yılının UNESCO tarafından MevlĂ‚nĂ‚’yı anma yılı îlĂ‚n edilmesi de, bu husustaki dikkat cekici gelişmelerden bir diğeridir. Demek ki o buyuk Hak dostunun asırlar once insanlığa ihlĂ‚s ile yazdığı irşad mektubu, bugun butun dunyĂ‚da akis buluyor ve heyecan uyandırıyor. ZîrĂ‚ Mesnevî, insanın ic dunyĂ‚sına ayna tutarak kendini tanımasına ve problemlerini cozmesine yardımcı oluyor. Asrımızın materyalist zihniyetinin sultası altında ezilen insanların ruh dunyasını huzur ve sukûna kavuşturuyor, hidĂ‚yetlere vesîle oluyor.

CenĂ‚b-ı Hak, velî kullarına muhtelif tecellîler nasîb etmiştir. Bu yuzden Hak dostları, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde nĂ‚il oldukları Hakk’a muhabbet, Hakk’a tĂ‚zîm ve Hakk’ı gonullerinde tanıyabilme tecellîlerine gore farklı hĂ‚llerle insanlığa irşad meş’alesi olurlar.

BĂ‚zı Hak dostları, azamet-i ilĂ‚hiyye karşısında hayret vĂ‚dîlerine duşmuş; sessiz, sozsuz ve dilsiz bir şekilde, sukûtun munzevîliği icinde yaşamışlardır. FĂ‚nî omurlerini, rûhĂ‚nî bir sukûtun şi’riyyeti icinde gecirmişlerdir. Boyleleri hakkında İbn-i AbbĂ‚s

-radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle buyurur:

“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚’nın oyle belĂ‚gat sĂ‚hibi kulları vardır ki, onları Hakk’a muhabbet ve tĂ‚zîm, sukûta burundurmuştur!”

EhlullĂ‚h’ın bir kısmı da vardır ki, gĂ‚yet az konuşmayı tercih ederler. BahĂ‚eddin Nakşibend Hazretleri gibi, onlar da Ă‚rifĂ‚ne bir idrĂ‚ke sĂ‚hip olanlara, umûmiyetle hĂ‚l lisĂ‚nıyla irşadda bulunmaya memur kılınmışlardır. Nitekim Nakşibend Hazretleri’nin, mĂ‚nevî terbiyede hĂ‚l lisĂ‚nını sehl-i mumtenî1 uslûbuyla hulĂ‚sa eden şu beyti pek mĂ‚nidardır:

Âlem buğday ben saman,

Âlem yahşî ben yaman!.. (herkes tam, ben kusurlu)

Şuphesiz ki Nakşibend Hazretleri’nin en guzîde eseri, kendi sohbetlerinde hĂ‚l in’ikĂ‚sı yoluyla yetiştirdiği mĂ‚nevî şahsiyetlerdir. O şahsiyetler, asırlar boyu onun kalbinin satırlarındaki hikmetleri okumuş, bunları gonullerden gonullere sohbet yoluyla intikal ettirmiş ve hĂ‚len de ettirmektedirler.

Nakşibend Hazretleri’nin sozden ziyĂ‚de sukûtu tercih etmesinin temelinde, rûhĂ‚niyetinden mustefîd olduğu Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-’ın hĂ‚li ve şu tĂ‚limĂ‚tı vardır:

“Ne soylediğini, ne zaman soylediğini ve kime soylediğini iyi duşun.”

Buna mukĂ‚bil ayrı bir tecellî olarak CenĂ‚b-ı Hak, Yûnus Emre misĂ‚li bĂ‚zı velî kullarını da aşk-ı ilĂ‚hî bulbulu eylemiştir.

Kimini de Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ gibi gonlunden ve dilinden hikmetler fışkıran bir mĂ‚nĂ‚ menbaı kılmıştır.

Bilhassa MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, hĂ‚l lisĂ‚nına ilĂ‚veten, bir de sozlu beyĂ‚na memur edilmiştir. Bu yuzden o Hak Ă‚şığı, kalemiyle, kelĂ‚mıyla, gonul eserleriyle ve feyizli sohbetleriyle, hakîkati arayan, Hakk’a teşne gonulleri asırlardan beri ihyĂ‚ etmeye devĂ‚m edegelmektedir.

Rabbimizin kelĂ‚m sıfatının kesif tecellîlerine nĂ‚il olan MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, bu yonuyle Ă‚deta Hak dostlarının sozcusu mevkiindedir. YĂ‚ni CenĂ‚b-ı Hakk’ın lutfettiği ilim, irfan, sır ve hikmetleri, kendisine verilen mustesnĂ‚ bir beyan ve îzah salĂ‚hiyetiyle kelimelere aksettirmiştir. LĂ‚kin bu ifĂ‚deler de ancak kendisine verilen musĂ‚ade nisbetindedir. Bu bakımdan MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin vĂ‚kıf olduğu ilĂ‚hî sır ve hikmetler, sırf kelĂ‚ma aksettirdiklerinden ibĂ‚ret zannedilmemelidir. Kim bilir, o buyuk Hak Ă‚şığının deryĂ‚ misĂ‚li gonul Ă‚leminin derinliklerinde, nazarlardan gizli kalmış daha nice kıymetli mĂ‚nĂ‚ incileri mevcuttur.

Butun Hak dostları gibi MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin feyiz kaynağı da şuphesiz ki Kur’Ă‚n ve Sunnet’tir. O, bir rubĂ‚îsinde bu hakîkati butun cihĂ‚na şoyle îlĂ‚n eder:

“Canım var oldukca ben Kur’Ă‚n’ın kolesiyim. Ben Hazret-i Muhammed MuhtĂ‚r -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve

sellem-’in yolunun toprağıyım. Eğer bir kimse, benim sozumden bundan başka (bu istikĂ‚metin dışında) en ufak bir şey bile nakledecek olursa, o kimseden de, onun sozunden de incinirim, tiksinirim.”

Bu beyĂ‚nıyla Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ kendisini acıkca; “Kur’Ă‚n’ın kulu, kolesi; Hazret-i Peygamber’in nurlu yolunun toprağı” olarak takdîm etmektedir. Bu sebepledir ki O, Kur’Ă‚n ve Sunnet’ten aldığı feyz ve ilham ile gonulleri sırĂ‚t-ı mustakîme yonlendiren hikmetler menbaı bir Ă‚lim ve sırlar tercumĂ‚nı bir Ă‚rif olmuştur.

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde, Hazret-i Lokman

-aleyhisselĂ‚m-’ın, oğluna şu tavsiyelerde bulunduğunu bildirir:

“Yavrucuğum! Âlim kimselerle beraber ol ve onlardan ayrılmamaya calış. Hikmet ehlinin sozlerini dinle! ZîrĂ‚ Allah TeĂ‚lĂ‚, bol yağmurla toprağa hayat verdiği gibi, hikmet nûruyla da kalblere hayat bahşeder.” (Heysemî, I, 125)

İşte Ă‚rifler sultĂ‚nı Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚’dan, İslĂ‚m ahlĂ‚kına dĂ‚ir, Kur’Ă‚n ve Sunnet olculerinin şerhi mĂ‚hiyetindeki hikmetli ifĂ‚deler:

SABIR VE TAHAMMULDE EDEB

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“RahmĂ‚n’ın (has) kulları onlardır ki, yeryuzunde tevĂ‚zû ile yururler ve kendini bilmez kimseler onlara lĂ‚f attığında (incitmeksizin) «SelĂ‚m!» derler (gecerler).” (el-FurkĂ‚n, 63)

Bu Ă‚yet-i kerîmenin feyziyle Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚

-kuddise sirruh- şoyle buyurur:

“CĂ‚hil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.”

“Kargalar otmeye başlayınca bulbuller susar.”

“Bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammul gosterebilmektir.”

[Cilelere tahammul, kalbleri kemĂ‚le erdirir. ZîrĂ‚ tahammul, cileler dunyasında en buyuk imtihan edebidir. Oyle ki, bu haslet, bir îmĂ‚n olcusudur. Nitekim Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ buyurur:

“Aklım kalbime sordu, din nedir? Kalbim de aklımın kulağına eğildi ve fısıldayarak: «Dîn edebden ibĂ‚rettir!» dedi.”

Edebin kaynağı da Hazret-i Peygamber’dir. SahĂ‚be-i kiram, O’nun bĂ‚kire bir kızdan daha hayĂ‚lı olduğunu ifĂ‚de etmişlerdir.]

“Gulun guzel kokulu olması, onun dikenlere katlanmasındandır. ZîrĂ‚ gulun dostu dikendir.”

[Hakk’a teşne gonuller icin kĂ‚inĂ‚t binbir turlu sessiz ve sozsuz misallerle muzeyyendir. Dikene katlanan gul, ciceklerin şĂ‚hı olmuştur. ZîrĂ‚ saĂ‚detler, cefĂ‚lara katlanmanın neticesindedir. Nefsin suflî arzularına ve hayatın ağır imtihanlarına tahammul, iki cihan saĂ‚detinin kapısıdır.

İptilĂ‚lar, musîbetler, cĂ‚resizlikler, kulu Rabbine dondurur. DĂ‚imĂ‚; “Aman yĂ‚ Rabbî!” dedirtir. Bu hĂ‚lin zıddına her derdine cĂ‚re bulan veya dert ve kederden Ă‚zĂ‚de olan insanların nefsi kabarık olur. Hayatta cĂ‚resizliği tatmayan insanın nefsi “azgın bir aygıra” doner.

İnsanlar, aştıkları engeller nisbetinde rûhen mukĂ‚vemet kazanırlar. Sıkıntı ve ıztıraplar, mĂ‚nevî terbiyede en muhim terakkî vĂ‚sıtasıdır. Hak TeĂ‚lĂ‚ bu sebeple en cok peygamberlerini cile cemberinden gecirmiştir. İnsanoğlu da, verilen nîmetler mukĂ‚bilinde imtihana tĂ‚bî tutulacaktır. CenĂ‚b-ı Hak bu dunyĂ‚da kuluna ne ikrĂ‚m ettiyse, ondan imtihan edecek ve Ă‚hirette de hesĂ‚ba cekecektir.]

Yine Hazret-i MevlÂn buyurur:

“(Eğer huzur istiyorsan hayĂ‚tın dengesini iyi kavra!) Korler carşısında ayna satma, sağırlar carşısında gazel atma.”

[Bir mu’minin fĂ‚rikası, basîretli ve firĂ‚setli olmasıdır. MuhĂ‚tabını sîmĂ‚sından ve hĂ‚linden tanıyarak onun seviyesine gore hitĂ‚b etmesidir. Nitekim Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- da:

“İnsanlara anlayacakları şekilde (yani akıl ve idrak seviyelerine gore) konuşunuz.” (BuhĂ‚rî, İlim, 49) buyurmuştur. Bu, insanlara, kendi aklınızın erdiği kadar değil, onların akıllarının kavrayacağı derecede soz soyleyin, demektir. İnsanların idrak seviyesini anlamak icin de MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin şu ifĂ‚deleri kĂ‚fî bir dusturdur:

“Bir insanın nasıl gulduğunden terbiyesini, neye gulduğunden ise zekĂ‚sını ve seviyesini anla!”]

a

ALLÂH’A YAKLAŞMAYA VESÎLE ARAYIN!

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Ey îmĂ‚n edenler! Allah’tan korkun ve sĂ‚dıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)

“Ey îmĂ‚n edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesîle (yol) arayın ve yolunda cihĂ‚d edin ki kurtuluşa eresiniz.” (el-MĂ‚ide, 35)

Gonul feyzini Kur’Ă‚n-ı Kerîm’den alan Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh- buyurur ki:

“İnsana, meşgul olduğu ve aradığı şeye bakılarak değer verilir.”

“Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.”

“Kılavuzun hareket etmedikce hareket etme. Başsız hareket eden, kuyruk olur.”

“Hak dostu bir kişiye bende olmak, padişahların başlarına tac olmaktan iyidir.”

[Cihan Sultanı Yavuz Selim Han, buyuk futûhĂ‚tından İstanbul’a donerken, fĂ‚nîlerin alkış ve iltifatları karşısında nefsinin kendine bir pay cıkarmasından urkmuş, nefis terbiyesinin zarûretini ifĂ‚de sadedinde şu beyti soylemiştir:

PĂ‚dişĂ‚h-ı Ă‚lem olmak bir kuru kavga imiş,

Bir velîye bende olmak cumleden Ă‚lĂ‚ imiş…]

Hazret-i MevlÂn buyurur:

“Gonlun yitirdiği hikmet kumaşı, gonul ehlinin katında ele gecer.”

“Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gonul sahibine ulaştın mı inci olursun.”

“Kuş, ancak kendi cinsinden kuşlarla ucar.”

“AllĂ‚h ile oturup kalkmak isteyen kişi, velîler huzûrunda otursun. Velîlerin huzûrundan kesilirsen, helĂ‚k oldun gittin demektir.”

“(SĂ‚lih) insanlarla dost ol (ki sĂ‚dıklar kervanı coğalsın). Cunku bu kervan ne kadar kalabalık ve cemaati cok olursa, yol kesenlerin (isyankĂ‚rların) beli o kadar kırılır.”

[İnsan kelimesi, bir rivĂ‚yete gore «uns» kelimesiyle, yĂ‚ni unsiyetle alĂ‚kalıdır. Bu da onun dostluk ve ulfet kurma meyli ile donatıldığını ifĂ‚de eder. İşte bu temĂ‚yulu, Rabbimizin emrine uyarak sĂ‚lih ve sĂ‚dık insanlar icin kullanmak zarûrîdir. ZîrĂ‚ insan; şeytan ve nefs olmak uzere iki ateşin ortasında ve onların tasallutu altındadır. İmam ŞĂ‚fî -rahmetullĂ‚hi aleyh- ne guzel soyler:

“Kendini hak ile meşgûl etmezsen, bĂ‚tıl seni işgĂ‚l eder.”

Bu yuzden insanın Hakk’a kulluk haysiyet ve şerefini muhĂ‚faza edebilmesi icin, kendilerinden kalben feyz alabileceği sĂ‚lih mu’minlerle berĂ‚ber olması îcĂ‚b eder. İnsan dĂ‚imĂ‚ rehbere muhtactır. Bu zarûretten dolayıdır ki, CenĂ‚b-ı Hak ilk insanı, ilk peygamber olarak gondermiştir.

Şeyh SĂ‚dî-i ŞîrĂ‚zî, ulfet ve dostluk edilen kimselerin mĂ‚nevî hĂ‚llerinin kişiye sirĂ‚yetini şu misĂ‚lle ne guzel îzĂ‚h eder:

“AshĂ‚b-ı Kehf’in kopeği, sĂ‚dıklarla berĂ‚ber olduğu icin buyuk bir şeref kazandı, nĂ‚mı Kur’Ă‚n-ı Kerîm’e ve tĂ‚rihe gecti. Nûh ve Lût peygamberlerin karıları ise fĂ‚sıklarla berĂ‚ber oldukları icin kufre dûcĂ‚r oldular.”

Gorulduğu gibi, gĂ‚fillerle ve fĂ‚sıklarla berĂ‚berlik, zamanla onların duşunce tarzına yaklaşmaya sebebiyet verir. Bu “zihnî akrabĂ‚lık” bir muddet sonra “kalbî akrabĂ‚lığa” doner ki bu da, kulu mĂ‚nen helĂ‚k ve husrĂ‚na surukler.]

a

NEFİS TEZKİYESİ

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Temizlenen, Rabbinin adını anıp O’na kulluk eden kimse şuphesiz kurtuluşa ermiştir.” (el-A’lĂ‚, 14-15)

“Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de fucur ve takvĂ‚sını ilhĂ‚m edene yemin ederim ki, nefsini kotuluklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kotuluklere gomen de ziyan etmiştir.” (eş-Şems, 7-10)

Bu Ă‚yet-i kerîmelerin feyziyle Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚

-kuddise sirruh- buyurur ki:

“Ey Hak yolcusu! Gerceği oğrenmek istiyorsan; MûsĂ‚ da, Firavun da olmediler; bugun senin icinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, senin gonlunde savaşlarına devam ediyorlar! Bu sebeple birbirine duşman bu iki kişiyi kendinde araman gerekir!”

“İnsan bir ormana benzer. Nasıl ki ormanda binlerce domuz, kurt, temiz ve pis huylu hayvan varsa, insanda da her turlu (rûh&#238 guzellik ve (nefsĂ‚n&#238 cirkinlik vardır.”

“Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Cunku o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen asıl gonlunu beslemeye bak! Yucelere gidecek ve şereflenecek olan odur.”

“Bedenine yağlı ballı şeyleri az ver. Cunku onu gereğinden fazla besleyen, nefsĂ‚nî arzulara duşuyor ve sonunda rezil olup gidiyor.”

“Rûha mĂ‚nevî gıdĂ‚lar ver. Olgun duşunuş, ince anlayış ve rûhî gıdĂ‚lar sun da, gideceği yere guclu, kuvvetli gitsin.”

“Sen suflî ve nefsĂ‚nî huylarından sıyrılıp olduğun, yĂ‚ni Hakk’a teslîm olduğun vakit, sırlar denizi seni başının ustunde taşır.”

“Hicbir ayna, tekrar demir olmadı. Hicbir ekmek, varıp harmanda buğday olmadı. Hicbir uzum artık koruk olmadı. Hicbir olmuş meyve, yeniden turfanda hĂ‚le gelmedi. Piş, olgunlaş da bozulmaktan kurtul!”

“Gunduz gibi ışık sacmak istiyorsan, geceye benzeyen nefsini yakmalısın.”

[CenĂ‚b-ı Hak omur nîmetini bir defaya mahsus olarak lutfetmiştir, tekrarı yoktur. Bu yuzden omur sermĂ‚yemizi dikkatli kullanıp Hakk’a yakınlığa medĂ‚r olacak mĂ‚nevî olgunluğa erişmemiz îcĂ‚b eder. ZîrĂ‚ dunyĂ‚ hayatında sadece mĂ‚nevî kemĂ‚le erebilen insanların kayıp ve firesi az olur. Rûhî olgunluktan mahrum bir şekilde nefsinin arzularına rĂ‚m olma gafleti, insanı iki cihan bedbahtı eder. Cunku mĂ‚nevî terbiye ve tezkiye ile dizginlenmemiş bir nefs, azgın bir ata benzer. Azgın bir at, sĂ‚hibini menzil-i maksûda ulaştırmak yerine, ucurumlardan yuvarlayarak onun helĂ‚kine sebep olur. Fakat bir binek atı iyi terbiye edilip, guzelce gemlenmişse, sĂ‚hibini en tehlikeli yollarda bile selĂ‚metle taşıyıp goturur.]

a

KALBİN KANSERİ: İHTİRAS

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“…Altın ve gumuşu yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azĂ‚bı mujdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gun (onlara denilir ki): «İşte bu kendiniz icin biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azĂ‚bını) tadın!»” (et-Tevbe, 34-35)

Bu Ă‚yet-i kerîmelerden ilhamla Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚

-kuddise sirruh- şoyle buyurur:

“Ne kadar zengin olursan ol, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.”

“Nice balık vardır ki su icinde her şeyden eminken boğazının hırsı yuzunden oltaya tutulmuştur.”

“Dunya nedir? Dunya, Hak’tan gĂ‚fil olmaktır.”

“(İmtihan mekĂ‚nı olan) dunya, (suflî arzuların) bir mıknatısı gibidir, butun samanları ceker; ancak ozlu buğday (yĂ‚ni ic Ă‚lemi aşk, sır ve hikmetlerle dolu mu’min), onun cekişinden kurtulur.”

“Nefsin tuzağı dunya malıdır; dunya malı kimini sarhoş eder, aldatır. Dunyaya gonul verenlerin kalb gozu, bu yuzden kordur. Cunku onlar balcıktaki acı ve tuzlu suyu icerler. (RûhĂ‚nî Ă‚lemin saĂ‚detini tatmadıkları icin sefĂ‚letlerini saĂ‚det zannederler.)”

“Ac gozluluk ve dunya nîmetlerini elde etme hırsı, insanı hakkı olmayan şeylere el uzatmaya zorlar.”

[DunyĂ‚ ihtirĂ‚sı, en buyuk gaflet sebeplerinden biridir. İhtiras; kalbi hak ile bĂ‚tıl, helĂ‚l ile haram, doğru ile yanlış gibi hususlarda Ă‚deta Ă‚mĂ‚ hĂ‚le getirir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, dunyĂ‚ ihtirasının nasıl kalb gozunu kor ettiğini muşahhas bir misĂ‚l ile şoyle ifĂ‚de eder:

“Kopek bile kendisine atılan bir kemiği veya ekmeği koklamadan yemez.”

YĂ‚ni gozunu hırs burumuş bir insanın dunyĂ‚ nîmetleri karşısındaki tavrında bir kopekteki kadar bile bir dikkat, hassĂ‚siyet ve sakınma gorulmez. DunyĂ‚ hırsı bu derece fecî bir mĂ‚nevî felĂ‚kettir.

Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- da bizleri îkaz sadedinde insanoğlunun dunyĂ‚ya karşı ne buyuk bir zaaf icinde olduğunu şoyle ifĂ‚de buyurur:

“Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir ucuncusunu ister. Âdemoğlunun icini/karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 10; Muslim, ZekĂ‚t, 116)

Bir misal vermek îcĂ‚b ederse, dunya ihtirasına yenik duşenler, kendilerine butun dunya bile verilse, -tĂ‚bir cĂ‚izse- “Acaba Ay’da ve Merih’te de birer parsel elde edebilir miyim?” kaygısı icinde yaşarlar. Maalesef gunumuzde, materyalist dunyanın zebûnu olmuş curuk ruhların ihtirasları, nice toplumların helĂ‚kine rağmen bitip tukenmek bilmiyor. Bugunku dunyĂ‚nın hazin manzarası işte budur.

SahĂ‚be-i kirĂ‚mdan Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh-’a Ă‚it şu hikmetli sozler de, onun dunyĂ‚ nîmetlerine bakış tarzını ne guzel hulĂ‚sa etmektedir:

“Bir malda uc ortak vardır. Birincisi mal sĂ‚hibi, yĂ‚ni sen, ikincisi kaderdir. O, hayır mı, yoksa felĂ‚ket ve olum gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Ucuncusu mîrascıdır. O da bir an once başını yere koymanı (yĂ‚ni olmeni) bekler, olunce malını alır goturur, sen de hesĂ‚bını verirsin. Eğer gucun yeterse sen bu uc ortağın en Ă‚cizi olma.

AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚: «Sevdiğiniz şeylerden infĂ‚k etmedikce birre (hayrın kemĂ‚line) eremezsiniz…» buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (Ă‚hirette karşıma cıkması icin) onu kendimden once gonderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)

VelhĂ‚sıl dunyĂ‚ nîmetleri ilĂ‚hî bir emĂ‚nettir. Ne vakte kadar kulun tasarrufunda kalacağı mechuldur. Her an kaybedilmesi muhtemeldir. Kader ise surprizlere acık bir mechuldur. Onun ne getireceği belli değildir. En kacınılmaz gercek olan olum de, kader takviminde mechul bir zamana bağlanmıştır. O hĂ‚lde ebedî saĂ‚det ve selĂ‚met icin, eldeki nîmetleri Allah yolunda kullanmak ve her an olume hazır olmak îcĂ‚b eder.]

a

KALBİN DEVÂSI, İKİ CİHAN SAÂDETİ: İNFAK

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Herhangi birinize olum gelip de: «Rabbim! Beni yakın bir sureye kadar geciktirsen de sadaka verip sĂ‚lihlerden olsam!» demesinden once, size verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcayın.” (el-MunĂ‚fikûn, 10)

Bu Ă‚yet-i kerîmeden ilhamla Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚

-kuddise sirruh- şoyle buyurur:

“Fakr u zarûret icinde boğulan gonuller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinleyerek ve o derde dermĂ‚n olarak o dumanlı eve bir pencere ac ki, onun dumanı cekilsin ve senin de kalbin rakikleşip rûhun incelsin!..”

“Sende ne var, sen ne elde ettin? Denizin dibinden nasıl bir inci cıkardın? Olum gununde bu ortaya cıkacak ve kesinlik kazanacaktır.”

“Dostların ziyaretine eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmektir.”

“Ecel, verileni almadan once, verilmesi gerekenleri vermek gerekir.”

[Bu hususta merhum Necip FĂ‚zıl’ın şu beyti ne kadar mĂ‚nidardır:

Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir!

Mezarda gecer akca neyse, onu biriktir!..]

a

VelhĂ‚sıl butun bu hikmetli nasihatler, gonullerimizin ihyĂ‚sı icin bir Ă‚b-ı hayat mesĂ‚besindedir. ZîrĂ‚ bu hikmet hazîneleri, gonlumuzun ebedî sermĂ‚yesidir.

Rabbimiz hikmete teşne bir gonul iklîminde yaşayabilmeyi; hakîkat ve esrĂ‚ra Ă‚şinĂ‚ olabilmeyi; Kur’Ă‚n, kĂ‚inĂ‚t ve insanı “oku” tĂ‚limĂ‚tı gereğince lĂ‚yıkıyla okuyabilmeyi cumlemize muyesser eylesin!

Âmin!

Dipnot: 1) Sehl-i Mumtenî: En zor mĂ‚nĂ‚ları kolayca ve rahatca ifĂ‚de etmek.
__________________