İnsanın dunyĂ‚ ve ukbĂ‚ saĂ‚deti, hayatında ruh ve beden Ă‚hengini temin edebilmesiyle mumkundur. Bedenin maddî gıdĂ‚ya ihtiyacı olduğu gibi, rûhun da mĂ‚nevî gıdĂ‚ya ihtiyacı vardır. Rûhun en feyizli gıdĂ‚sı ise “hikmet”tir. Hikmet ehlinin soz ve davranışlarını tefekkur etmek, tıpkı bereketli nisan yağmurlarının toprağa bahar aşısı yapması gibi, ruhların da Ă‚b-ı hayat katreleriyle ihyĂ‚ olmasına vesîledir. Bu hakîkati Hazret-i Ali (r.a.) ne guzel ifĂ‚de buyurur:
“Nukteli ve hikmetli soz ve davranışlarla ruhlarınızı dinlendirin. Zira bedenlerin yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.”
“İnsanları, duşundurucu hikmetli sozlerle îkaz edin ki, kalpleri huzur bulsun.”
Boş ve mĂ‚lĂ‚yĂ‚nî sozler, insanı rûhĂ‚niyetten uzaklaştırdığı gibi, hikmetli sozler de ruhlara huzur ve ferahlık verir. Gundelik hayatın med-cezirleri / iniş-cıkışları icinde bunalan akıl ve kalp, hikmetli sozlerle uyanır, huzur bulur, hakîkatlere karşı Ă‚gĂ‚h hĂ‚le gelir.
Hikmete vukuf bakımından insanlığın zirvesinde yer alan peygamberlerin umûmî mĂ‚nĂ‚da uc vazifesi vardır:
1. AllĂ‚h’ın Ă‚yetlerinin tebliğ ve tatbiki, yani ilĂ‚hî emir ve nehiyleri beyĂ‚n edip uygulamak.
2. Tezkiye, yani insanların ic dunyasını mĂ‚nevî kirlerden ve gaflete dûcĂ‚r edecek şeylerden arındırmak.
Bunların neticesinde de;
3. Kitap ve hikmetin tĂ‚limi; yani kalpleri ilĂ‚hî hakîkatlere ve sırlara Ă‚şinĂ‚ kılmak…
Kur’Ă‚n-ı Kerîm, esĂ‚sen baştan sona bir hikmetler sergisidir. Hikmet, butun hĂ‚dise ve varlıklarda meknuz olan ilĂ‚hî mesajlar ve sırrî hakîkatlerdir. Dolayısıyla hikmetin mutlak menşei Allah TeĂ‚lĂ‚’dır. Peygamber Efendimiz (s.a.)’in butun soz ve davranışları da, O’nun Hak TeĂ‚lĂ‚’dan vahiy yoluyla telĂ‚kkî ettiği Kur’Ă‚n hikmetlerinin îzah ve şerhinden ibĂ‚rettir.
Efendimiz (s.a.)’deki ilĂ‚hî hikmetlere en yakından vĂ‚kıf olanlar, şuphesiz ki ashĂ‚b-ı kirĂ‚mdır. Nitekim Efendimiz (s.a.);
“AshĂ‚bım yıldızlar gibidir...” buyurmuştur.1 Hikmet nazarıyla bakıldığında, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de “yıldızların uc husûsiyeti”nden bahsedildiği gorulur:
1. SemĂ‚yı tezyîn etmek: Her sahĂ‚bî de, İslĂ‚m semĂ‚sında ve mu’minlerin gonul dunyasında ayrı bir guzellik sergilemiştir. CenĂ‚b-ı Hak, Kur’Ă‚n-ı Kerîm’de MuhĂ‚cirler ve EnsĂ‚r’ı medhetmiştir.
2. Şeytanları Taşlamak: Fizikî olarak bu taşlamanın nasıl gercekleştiği bizlere mechûldur; bunun keyfiyetini Allah bilir. Fakat sahĂ‚be-i kirĂ‚m da Kitap ve Sunnet’e ittibĂ‚ etmek, rûhĂ‚nî bir hayat yaşamak ve yeryuzunde AllĂ‚h’ın şĂ‚hidi olmakla, dĂ‚imĂ‚ şeytanı taşlamışlardır.
3. Yol Gostermek: Yıldızlar, bulundukları mevkiler sĂ‚yesinde yon tespitinde olcu teşkil ettikleri gibi, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m da kıyĂ‚mete kadar gelecek olan butun ummete ornek hayatlarıyla rehberlik ederek, toplumları yanlış fikirlerden ve hurĂ‚felerden kurtarmak icin yol gostermektedirler.
CenĂ‚b-ı Hak tarafından Efendimiz (s.a.)’in mubĂ‚rek kalbine bahşedilen hikmet, Efendimiz (s.a.)’den sahĂ‚be-i kirĂ‚ma, onlardan da Hak dostlarına, kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da intikal etmiştir. Peygamber vĂ‚risi Hak dostları da, nebevî hikmetlerin nûrunu zamanlara ve mekĂ‚nlara yansıtan mucellĂ‚ aynalar mesĂ‚besindedirler. Zira insanlığın yaratılış itibĂ‚rıyla îkaz, irşad ve terbiyeye ihtiyacı olduğu icin, bu ihtiyacın kıyĂ‚mete kadar giderilmesi husûsunda istîdatlı kullar halk etmek, AllĂ‚h’ın sonsuz merhametinin bir îcĂ‚bıdır. LĂ‚kin gerek peygamberler ve gerekse onların irşad vazîfesini devam ettiren velî kullar, hacmine ve derinliğine vĂ‚kıf olunamayan bir okyanus gibidirler. Herkes o okyanusun derinliğine istîdĂ‚dı nisbetinde dalabilir ve ondan nasiplenebilir.
Bununla beraber, her fiilinde hikmet sahibi olan CenĂ‚b-ı Hak, kĂ‚inattaki butun varlıkları farklılık uzere yaratmış, kullarına da maddî-mĂ‚nevî, apayrı husûsiyetler lûtfetmiştir. Bu bakımdan, kĂ‚inatta hic kimse ve hattĂ‚ hicbir varlık icin tam bir ikizlik soz konusu değildir. Zira birbirine mutlak sûrette eşit iki varlık yaratmak, onlardan birinin varlığını hikmetsiz kılardı. Allah TeĂ‚lĂ‚ ise boyle bir noksanlıktan munezzehtir. Dolayısıyla iki insan maddî bakımdan ne kadar birbirine benzese de, gonul dunyası, tefekkur, tahassus ve temĂ‚yulleri gibi sayısız husûsiyetleri bakımından mutlaka birbirinden farklıdır.
Aynı menbĂ‚dan, yani Kitap ve Sunnet’ten feyizlenen sayısız Hak dostu da, aynı ışığı rengĂ‚renk bir sûrette yansıtan bir kristalin farklı kesitleri gibi, mĂ‚nĂ‚ Ă‚leminde nĂ‚il oldukları tecellîlerin tezĂ‚huru bakımından farklılık arz ederler.
Bu meyanda CenĂ‚b-ı Hak, bĂ‚zı velî kullarını ŞĂ‚h-ı Nakşibend eyleyip mĂ‚nevî tasarruf ve mĂ‚rifetullah’ta eşsiz bir himmet deryĂ‚sı kılmış; kimini Mecnûn gibi aşk collerinde dolaştırmış; kimini hayret vĂ‚dilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilĂ‚hiyye karşısında dilsiz kılarak sukût ve hĂ‚l lisĂ‚nıyla irşĂ‚dın şi’riyyeti icinde yaşatmış, kimini Yûnus Emre gibi aşk-ı ilĂ‚hî bulbulu kılmış, kimini de Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ gibi, dilinden hikmet incileri dokulen, eşsiz bir mĂ‚nĂ‚ deryĂ‚sı eylemiştir.
Bilhassa MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, hĂ‚l lisĂ‚nına ilĂ‚veten, bir de sozlu beyĂ‚na memur kılınmıştır. Bu yuzden o Hak Ă‚şığı, kalemi, kelĂ‚mı, gonul eserleri ve feyizli sohbetleriyle; hakîkati arayan, Hakk’a teşne gonulleri asırlardan beri irşĂ‚d etmeye devam etmektedir.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri, CenĂ‚b-ı Hakk’ın lûtfettiği ilim, irfan, sır ve hikmetleri, kendisine verilen mustesnĂ‚ bir beyan ve îzah salĂ‚hiyetiyle kelimelere aksettirmiştir. Bu bakımdan o, Ă‚deta butun Hak dostlarındaki gonul feyzinin tercumĂ‚nı mevkiindedir.
MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nin “Şeb-i Arûs / Hakk’a vuslat”ının sene-i devriyesi munĂ‚sebetiyle, bu yazımızda onun gonul diyarındaki hikmetler dergĂ‚hına bir tefekkur ziyaretinde bulunmayı arzu ettik. İşte MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri’nden, Kur’Ă‚n ve Sunnet olculerinin şerhi mĂ‚hiyetindeki hikmetli ifĂ‚deler:
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “KıyĂ‚met gunu; alacalı okuzler, yani kotu duşunceli kĂ‚firler ve fĂ‚sıklar icin korkunc bir kurban bayramıdır. O gun, okuzlere olum, mu’minlere ise bayram gunudur!”
[Olumu bir bayram sevinciyle karşılayabilmek icin, canı ve malı bu dunyada Hakk’a kurban kılabilmek lĂ‚zımdır. FĂ‚nî hayatında canını ve malını Hakk’a kurban edemeyen, ilĂ‚hî hakîkatlere rĂ‚m olamayan, kulluk vazifelerini îfĂ‚ hususunda tembellik gosteren, haramlara koşan nefsinin boynunu vuramayan gĂ‚filler icin kıyĂ‚met, korkunc bir kurban edilme gunu olacaktır.
Zira olum, herkesin karşısına, yaşadığı hayatın keyfiyetine uygun bir vasıfta cıkacaktır: Kimine bir bayram sabahı mutluluğu, kimine de kĂ‚buslarla dolu bir azap yolculuğu... Bu sebeple omurlerimizi, kulluk heyecanı ve Ă‚dĂ‚bı ile gecirmeye gayret edelim ki; Ă‚hiretimiz, ebedî bir bayram gunumuz olsun. Yani asıl bayram; mu’minlerin fĂ‚nî dunyadaki takvĂ‚ imtihanından muvaffakıyetle Hakk’ın huzûruna cıktıkları gundur. Nitekim Hak dostları:
“Gercek bayram yeni elbise giyene değil, AllĂ‚h’ın azĂ‚bından emîn olanadır.” buyurmuşlardır.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Ay, geceye sabrettiği icin apaydın oldu.”
“Gul, dikenin arkadaşlığına katlanıp sabrettiği icin, ona cok guzel bir rĂ‚yiha ve lĂ‚tif bir renk nasib oldu.”
[Cileyi yudumlamasını oğreten hikmetin başında “sabır” gelir. Cile, aşkın dostu ve yoldaşıdır. Cile ve iptilĂ‚lara tahammul, insanı olgunlaştırır.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Şems -kuddise sirruh- bana bir şey oğretti:
«Dunyada bir tek mu’min uşuyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin!»
Biliyorum ki yeryuzunde uşuyen mu’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”
[Cile cekenin hĂ‚linden, yine cile ceken anlar. Cilekeşin dostu, yine cilekeştir. Mu’min, mĂ‚temlerin civĂ‚rında, yalnızların yanıbaşında olmalıdır. Hadîs-i şerîflerde buyrulur:
“Mu’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vucuda benzerler. Vucudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 27; Muslim, Birr, 66)
“Komşusu acken tok yatan kimse (kĂ‚mil) mu’min değildir.” (HĂ‚kim, II, 15)]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Dostlarınızı sıkca ziyaret ediniz. Cunku uzerinde yurunmeyen yollar, diken ve calılarla kaplanır.”
[Enes bin MĂ‚lik (r.a.) şoyle der:
“Rasûlullah (s.a.), din kardeşlerinden birini uc gun goremezse, onu sorardı. Uzaktaysa onun icin duĂ‚ eder, evindeyse ziyaret eder, hasta ise şifa dilemeye giderdi.” (Heysemî, II, 295)
Din kardeşlerinin ziyaretleşmeleri, birbirlerini arayıp hĂ‚l-hatır sormaları, kucuk şeylerle de olsa hediyeleşmeleri, sıkıntı ve sevinclerini paylaşmaları; hem Hakk’ın rızĂ‚sına hem de kardeşlik, dostluk ve muhabbet bağlarının kuvvetlenmesine vesîle olur. Bunun zıddına, ihmĂ‚l edildiğinde ve yeterince emek verilmediğinde ise, kardeşlik gulistĂ‚nı tĂ‚rumĂ‚r olur; ihtilĂ‚f, ayrılık ve husûmet dikenleri ortalığı kaplamaya başlar.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Sağlık, sıhhat, Ă‚fiyet ve huzur cağında herkes dosttur. Ama dert cağında, gam vaktinde Allah’tan başka eş dost nerede!”
[Gercek dostluk, zor zamanların dostluğudur. Fakat pek cok insan, iyi gun dostudur. Gercek dostluk ise dostunun saĂ‚detini paylaşmaya gonullu olmak kadar, felĂ‚ket Ă‚nında ıztırĂ‚bını paylaşmaya da gonullu olmaktır. Yine gercek dostluk, yĂ‚r olup bĂ‚r olmamak, yani dostunun yukunu cekip ona yuk olmamaktır. Bolluk ve rahatlık zamanlarının dostluklarını sahici sanmak, buyuk bir hatĂ‚dır. Cunku pek cok insan, menfaatinin dostudur. Bu sebeple zorluklarla denenmemiş bir dostluktan emin olunamaz.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “İnsanlarla dost ol. Cunku kervan ne kadar kalabalık ve halkı cok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
[SĂ‚lih dostlar edinmek, mu’min icin tĂ‚lihlerin en buyuklerindendir. Zira nefis ve şeytan, kişiyi yalnız iken cok kolay aldatabilirken, sĂ‚lihlerle beraber olanlara kolay kolay yaklaşamaz. Bunun icindir ki hadîs-i şerîfte; “Toplulukta rahmet, ayrılıkta azap vardır.” buyrulmuştur. (MunĂ‚vî, III, 470)
Dolayısıyla hem sĂ‚lihlerle beraber olmak, hem de sĂ‚lihlerin bir ve beraber olması, toplumlardaki yozlaşmalardan ve mĂ‚nevî erozyonlardan korunabilmenin en guzel cĂ‚residir. Bunun aksine, sĂ‚lihlerden uzak durup fĂ‚sıklarla ulfet etmek de mĂ‚nevî hayata zehir serpmektir. Zira İmam GazĂ‚lî Hazretleri’nin buyurduğu gibi, fĂ‚sıklar ve gĂ‚fillerle zĂ‚hirî beraberlik, zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir muddet sonra kalbî beraberliğe donuşur. Bu ise, insanın adım adım helĂ‚ke suruklenmesidir. Bunun icindir ki diğer bir hadîs-i şerîfte de:
“Yalnızlık, kotu arkadaştan daha hayırlıdır; sĂ‚lih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir…” buyrulmuştur. (HĂ‚kim, III, 343; Beyhakî, Şuab, 256/4993)]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Bu seher benden ilham kesildi. Anladım ki vucuduma şupheli birkac lokma girdi. Bilgi de hikmet de helĂ‚l lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helĂ‚l lokmanın mahsûludur. Eğer bir lokmadan gaflet meydana gelirse, bil ki o lokma şupheli veya haramdır.”
“Nûr ve kemĂ‚li artıran lokma, helĂ‚l kazanctan elde edilen lokmadır.”
[Nitekim Hak dostlarından SufyĂ‚n-ı Sevrî -kuddise sirruh-:
“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helĂ‚lliği nisbetindedir.” buyurmuştur.
Yine bir gun kendisine:
“–Efendim! Namazı birinci safta kılmanın fazîletini anlatır mısınız?” dediklerinde de helĂ‚l lokmaya dikkat cekmiş ve:
“–Kardeşim! Sen ekmeğini nereden kazanıyorsun, ona bak! Kazancın helĂ‚l olduktan sonra, hangi safta dilersen namazını orada kıl; bu hususta sana gucluk yoktur.” cevabını vermiştir.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Ameli olmayan hikmetli soz, odunc alınmış suslu elbise gibidir; bunu boyle bil!..”
“HĂ‚l ile oğut veren, sozle oğut verenden iyidir.”
[Nitekim Efendimiz (s.a.) de insanlara tebliğ edeceği hakikatleri evvelĂ‚ ve bizzat kendi hayatında tatbik ederek en guzel bir fiilî kıstas, mukemmel bir numûne-i imtisal olmuştur. O’nun hĂ‚li kāline, ozu sozune mutĂ‚bık olduğundan, sozleri gonullerde tesir bereketine mazhar olmuştur. Zira ancak kalpten cıkan sozler muhĂ‚tabının kalbine kadar nufûz edebilir. Gonulden gelmeyen, yaşanmayan, sırf dilin soylediği sozler ise bir kulaktan girip diğerinden cıkar, hĂ‚l ve davranışlarda hayırlı bir tesir hĂ‚sıl edemez. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Yapmayacağınız şeyleri nicin soyluyorsunuz?!” (es-Saff, 2)]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Oyle bir abdest al ki, hic bozulmasın.”
[Bu dunyaya Hakk’a kulluk icin geldik. MĂ‚lûm olduğu uzere Kur’Ă‚n okumak ve namaz kılmak gibi kulluk tezĂ‚hurleri, abdestsiz olarak icrĂ‚ edilemez. Hic bozulmayacak olan abdest ise, mu’minin son nefesine kadar kulluk şuurunu muhĂ‚faza edebilmesidir.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Oyle bir namaz kıl ki, hic bitmesin.”
[Bir namazın kılınma suresi takrîben on-onbeş dakikadır. Sonrasında ise kalbin namazdaki gibi muhĂ‚faza edilmesi lĂ‚zımdır. Zira muhĂ‚faza edilemeyen kalp gaflete dalar; bir zaman sonra fahşĂ‚ ve munkere / hayĂ‚sızlık ve ahlĂ‚ksızlıklara doğru kayabilir. HĂ‚lbuki hakkıyla kılınan bir namaz, kulu fahşĂ‚ ve munkerden alıkoyar. Demek ki ibadetlerin makbûliyetinin alĂ‚meti, ibadetten sonraki hĂ‚lin de ibĂ‚detteki gibi olmasıdır. Bu yonuyle Hak Ă‚şıklarının namazı dĂ‚imîdir, onlar her nefes Hakk’ın huzûrunda oldukları şuuruyla yaşamaya gayret ederler.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Âşığa beş vakit namaz yetmez. Beş yuz bin vakit ister.”
“Gercek Ă‚şık, vuslatın bitmesini hic ister mi?”
[Namazın en buyuk lezzeti, CenĂ‚b-ı Hakk’a yaklaşmak ve O’nunla beraber olmaktır. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede; “Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyrulmuştur. İbadetlerin mĂ‚nevî zevki, maddî zevklerle kıyas edilemez. Nitekim tĂ‚cını-tahtını terk edip ilĂ‚hî aşk deryĂ‚sına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri buyurur ki:
“İlĂ‚hî muhabbetteki vecd ve istiğrĂ‚kımız muşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek icin butun hazinelerini de krallıklarını da fedĂ‚ ederlerdi.”
NefsĂ‚nî lezzetlerin alĂ‚meti, tadılınca arzu ve hevesin sonmesidir. MĂ‚nevî lezzetler ise tadıldıkca daha buyuk bir şevkle arzulanır. Dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hak’la gercek bir mulĂ‚kat hĂ‚linde kılınabilen bir namaza doyum olmaz. Bunun icindir ki Hak Ă‚şıkları namazdaki o vuslat hĂ‚linin bitmesini hic istemezler.]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Ey kardeş! Sen, tefekkur ile hayat bulmalısın… Eğer tefekkurun gul ise, sen gul bahcesindesin. Tefekkurun diken ise, kulhan kutuğusun!”
[Akıl ve kalp, surekli bir şeylerin tefekkuru hĂ‚lindedir. Fakat aklı ve kalbi dĂ‚imĂ‚ Hakk’ın rĂ‚zı olduğu hususların tefekkurune hizmetkĂ‚r kılmak gerekir. Zira makbul olan tefekkur, nefsĂ‚niyet bataklığından zehirlenen değil, rûhĂ‚niyet iklîminden feyizlenen tefekkurdur.
NefsĂ‚nî ve şeytĂ‚nî hususların tefekkuru, insanı gaflete surukler, nefsinin kolesi hĂ‚line getirir. RahmĂ‚nî ve rûhĂ‚nî hususların tefekkuru ise, kalplere rikkat verir, ibĂ‚detlerde huşûyu artırır, kulu nefsĂ‚nî ihtiraslardan muhĂ‚faza eder, sır ve hikmetler ikliminin seyyĂ‚hı eyler.
Nasıl ki bir arabanın deposunu benzin yerine suyla doldurmak, o arabanın motorunu ifsĂ‚d ederse, ruhları ihyĂ‚ edecek bir tefekkur iklîmine girebilmek icin aklı ve kalbi mĂ‚lĂ‚yĂ‚nî ile değil, hikmetle meşgûl etmek îcĂ‚b eder. Nitekim bayat ve bozuk malzemelerle doldurulan bir tencereden lezzetli bir yemeğin cıkması beklenemez. Bu sebeple, tefekkur dağarcığımız icin luzumlu şeylerle luzumsuz şeyleri iyi ayırt etmeliyiz. Nitekim kurtuluşa eren mu’minler hakkında Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Mu’minûn, 3)
Hadîs-i şerîfte de:
“Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, muslumanlığının guzel olmasındandır.” buyrulmuştur. (Tirmizî, Zuhd, 11)]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Dunya nimetlerle dolu olsa, fareyle yılan yine toprak yerler. Tahtanın icindeki kurt; «–Kimin boyle guzel helvası var!» der.”
“Eşek muşteri olup bir şey alacak olsa, elbette ham kavunu alırdı.”
“İnsana, aradığı şeye bakılarak değer verilir.”
[TemĂ‚yul ve yonelişleri, insanın aynasıdır. İnsan aradığı şeyi duşunup hayĂ‚l eder, duşunup hayĂ‚l ettiği şeyin arayışı icinde olur.
O hĂ‚lde dikkat: Neyi arıyoruz? Arayışlarımızın kıblesi dunyĂ‚ mı ukbĂ‚ mı? Hayallerimizin rotası nefsĂ‚niyet cizgisinde mi, rûhĂ‚niyet istikĂ‚metinde mi?.. Unutmayalım ki saĂ‚deti sefĂ‚let carşısında aramak, en buyuk ahmaklıktır!..]
Hz. MevlĂ‚nĂ‚ buyurur: “Tohum toprağa duşse onun icin «oldu» denebilir mi?..”
“Olum gununde tabutum goturulurken, bende, bu dunyanın dert ve gamı var sanma! Dunyadan ayrıldığıma uzuluyorum zannetme!”
“Sakın ola ki, olduğum icin bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına duşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!”
“Cenazemi gorup de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) buluşma, yani vuslat vaktimdir!”
“Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «elvedĂ‚, elvedĂ‚!» deme! Cunku mezar, oteki Ă‚lemin, cennetler mekĂ‚nının perdesidir!”
“Batmayı, gozden kaybolmayı gordun ya, bir de doğmayı gor! Duşun ki, Guneş’le Ay, batıp gozden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?”
“Bu hĂ‚l, sana; batmak, kaybolmak gibi gorunse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır!”
[Gercekten de insan, maddî yapısı itibĂ‚rıyla, once bir tabiat unsuru olarak toprakta, bir muddet baba sulbunde, sonra bir sure anne karnında, nihĂ‚yet anne-babanın kollarında, bir zaman da ebeveynin kalbinde bir omur surer. Ardından, dunya beşiğinden kabir beşiğine tevdî olunarak, mezar, kıyĂ‚met, cennet veya cehennem yolcuğuna cıkartılır.
Dolayısıyla olum bir yok oluş değil, yeniden dirilişin ilk adımıdır. Tıpkı ana rahmindeki bebeğin oradan irtibĂ‚tını keserek dunyaya doğması gibi, rûhun bu fĂ‚nî Ă‚lemden kurtulup ebedî bir hayatın sabahına doğmasıdır.
İnsanoğlu orada dunyada yaşadığı hayattan hesĂ‚ba cekilecek, bunun neticesine gore ya sonsuz bir saĂ‚dete kavuşacak ya da -Allah muhafaza buyursun- ebedî bir azĂ‚ba dûcĂ‚r kılınacaktır.
VelhĂ‚sıl mu’minin vazîfesi, dunyada olumden urperip kacmak yerine, ona hazırlanmak ve onu guzelleştirmeye calışmaktır. Duşunmek gerekir ki, yuz yirmi dort bin kusur peygamber, sahĂ‚be-i kirĂ‚m, sayısız evliyĂ‚ullah, olumu guzelleştirmeyi bildiler. Şimdi onlar, cennet bahcelerinden bir bahce olan kabirlerinde kıyameti beklemektedirler. Bizler de ebedî saĂ‚detimiz icin fĂ‚nî gunlerimizi Hakk’ın rızĂ‚sına uygun şekilde gecirmeli, kendimize guzel bir kabir hazırlamanın değil, kabre guzelce hazırlanmanın gayreti icinde olmalıyız.]
CenĂ‚b-ı Hak, ilĂ‚hî hikmet tecellîlerinden gonullerimize hisseler nasîb eylesin. Cumlemizi, dunyaya geliş ve ukbĂ‚ya gidişin hikmetinde derinleşebilen sĂ‚lih mu’minlerden kılsın.
Âmîn!..
Dipnot: 1. MubĂ‚rekfurî, Tuhfetu’l-Ahvezî, KĂ‚hire, ts., X, 226, no: 3807; İbn-i Abdi’l-Berr, CĂ‚miu BeyĂ‚ni’l-İlm, II, 91.
__________________