Dunyada ic ice buhranlar yaşanıyor. İnsanlık huzursuz ve hep hafakanla oturup kalkıyor. Yarınlar hakkında kimsenin olumlu bir duşuncesi yok. HĂ‚diseler boz bulanık, herkes feverĂ‚n icinde, emeller de simsiyah. Zalim zulmuyle dunyanın cehresini karartıyor, mazlum acz icinde yeisle kıvranıyor; imdada koşacaklardan henuz haber yok; «medet» diye bağıranların da ne istedikleri belli değil. Bir suru kanlı el ve kirli yuz, bir suru de insanlara karşı merhametsiz ve Hak’tan utanmaz yuzsuz.. ve daha bir suru mesĂ‚vî... Biz, bunları mırıldanıp duralım; Ramazan, bir kez daha ufukta sessiz bir dolunay gibi belirme yolunda. Ziyası şimdiden ufkumuzu aydınlatıyor gibi ve muvakkaten dahi olsa iclerimizde bir inşirah var.
İnsanlar duygularıyla, duşunceleriyle ne kadar kirlenirlerse kirlensinler, hemen her Ramazan o buyulu ziyasıyla ne yapar yapar mutlaka onlara bir yudum ışık sunar; arındırır sinelerini isten-pastan.. istidatları olcusunde nurlandırır cok kimseyi ve kendine benzetir. Siler ufuklarımızdan sisi-dumanı. Akar gonullerimize o uhrevî tat ve neşvesiyle. Maytaplar gibi ışık olur dokulur başımızdan aşağı; dindirir hafakanlarımızı, yumuşatır o haşin ve hırcın duşuncelerimizi.
O hemen her gelişinde, gokten inen bir sekîne gibi, o semĂ‚vî renk, cĂ‚zibe ve şîvesiyle iner aramıza ve duyurur buyusunu ruhlarımıza. Biz onu, o bir aylık misafirliği ile her gelişinde o kadar tılsımlı buluruz ki, geldiği gibi hep taptaze kalır aramızda ve giderken de bir hasret ve hicran bırakır icimize.. bekleriz bir sene boyu yeniden donup geleceği gunleri. VĂ‚kıa, orucuyla, iftarıyla, sahuruyla, teravihiyle ona karşı her zaman bir alışkanlık, bir ulfet de soz konusudur; bu itibarla da, bir mĂ‚nĂ‚da gelişine cok hayret edilmez, gidişinde de şaşkınlık yaşanmaz. Ancak onun sadece vicdanlar tarafından duyulup sezilebilen oyle bir semĂ‚vî yanı vardır ki, nefislerimizi arındıran, gonullerimize safvet calan, hislerimizi bileyen ve her gelişinde bize yepyeni bir şîve ile cok farklı şeyler anlatan işte bu yonu ile o, hicbir zaman solmaz, renk atmaz, matlaşmaz ve mihmandarlarını bıktırmaz; aksine hemen her zaman bir bahar edasıyla gelir tullenir, sonra da icimizde bir hazan duygusu bırakır oyle ceker gider.
Evet o, hemen her sene, goklerin bir sırrı ve buyusu olarak gelip başımıza boşalırken, onceki gelişlerinden cok farklı bir derinlikle kendini hissettirir. Biz de her defasında onu daha farklı, daha fusunlu bulur ve aşk olcusunde severiz. Aslında o gelirken, aylarla gunlerle oynaya oynaya, mevsimden mevsime atlaya atlaya hep bir farklılık sergileyerek gelir; gelir ve gonullerimizde mevsimlerin havası, rengi ve deseni ile tullenir: Bazen Ramazan o semĂ‚vî sıcaklığını karın-kışın bağrına boşaltır; bazen yaz gunlerinin hararetiyle butunleşerek bize iradelerimizin hakkını vermeyi hatırlatır ve bir mĂ‚nĂ‚da azmimizi biler, basiretlerimize kalbî ve ruhî hayat ufkunu gosterir; bazen şebnemler gibi bahar cicekleri uzerine konar ve bize diriliş şiirleri soyler; bazen de hazanın kasvetini semĂ‚vî neşvesiyle delerek bizi dunyevîliğin darlıklarından uhrevîliğin ferah-fezĂ‚ iklimlerine alır goturur.
Biz, ayın-guneşin tulû ve gurûbu gibi, muneccim hesabıyla onun da ne zaman geleceğini biliriz; ne var ki o, her gelişinde ve gelip misafir oluşunda bize bir suru surpriz yaşatır: Hayatımızı bir baştan bir başa değiştirir, yememize-icmemize, yatıp kalkmamıza mudahale eder, kabiliyetlerimiz olcusunde bizi ruhĂ‚nîlere benzetir ve edip eylediği butun bu işlerle gonullerimizde gokler otesinin vefasını seslendirir.
Hemen her sene Ramazan’ın gelmesiyle, Ă‚deta gokler yere inmiş gibi olur: Sokaklardaki ışıklar, şerefeleri cepecevre saran lambalar, minareler arasındaki mahyalar, şurada-burada parlayıp sonen maytaplar bize yer yer semanın yıldızlarını, meteorlarını hatırlattıkları gibi; olabildiğine incelen, incelip butun butun saflaşan ve melekler gibi masumlaşan mu’minlerin camilerdeki o derin hĂ‚lleri, gece hayatları, imsak ve iftarları da gonullerimizde ruhĂ‚nîlerle beraber bulunduğumuz hissini uyarır. Oyle ki, kalb ve ruh ufkuna acık olan bir mu’min, her sahurda ayrı bir şolen yaşar, her iftarda ayrı bir heyecanla kopurur, her teravihi ayrı bir ruhĂ‚nî zevkle eda eder ve cok defa gorup duyduklarıyla kendini Ă‚deta bir ruya Ă‚leminde sanır. Her zaman gufranla tullenen bu mubarek ay, atmosferinde yaşayanlara bunları vaadettiği gibi, dinle-diyanetle şoyle-boyle munasebeti olan hemen herkesin uzerinde farklı tesirler icra eder: O kendine has buyusuyle mu’min gonullerin hudutlarını değiştirir, onların tabiatlarına kendi boyasını calar, yurekten inananlara acık-kapalı otelerin esrarını hissettirir ve insanlara cismĂ‚niyetlerinin ustunde farklı varlıklar olma yollarını acar. Onun gelişiyle, insanî hisler surekli mĂ‚verĂ‚îlik mırıldanır. Oteler duygusu en enfes kokular gibi hemen her tarafa siner. Bir ay boyu, bu kutlu zaman bize, hic duymadığımız en derin sukûtî şiirlerini inşad eder ve iman, ibadet –bunlar bu sukûtî şiirin temel unsurlarıdır– el ele vererek basiretlerimize ilimlerin alanını aşkın ve temĂ‚şĂ‚sına doyum olmayan ne buyulu ufuklar acar.
Guneşin hemen her zaman değişik dalga boyundaki şuaları topyekun eşya ile bir ceşit munasebet icinde bulunduğu gibi, Ramazan ayında da gokler otesi Ă‚lemler, arzla, arzlılarla ve hususiyle de mu’min gonullerle her an farklı tesirler ortaya koyar; melekûtî Ă‚lemler, guneşin ziyasının kat kat ustunde her tarafa bir ruh, bir mĂ‚nĂ‚, bir fusun neşreder; hakka acık gonullere kendi derinliklerini duyurur ve kendi ledunnîliklerini aşılar. Bu sayede Ă‚deta dunya-ukbĂ‚ yan yana gelir; birinden diğerine ibadet u taat, ondan da berikine hayır ve bereket akar durur. Bu durum insanda oyle derin hulyalar ve hisler uyarır ki, dunyada hicbir şey o kadar guzel ve o kadar buyulu olamaz. Bazen mĂ‚bedlerdeki sesler kandillerden boşalan ışıklara karışarak başlarımızdan aşağıya boşalırken hemen hepimizde gonullerimizi hoplatan, gozlerimizi kamaştıran oyle bir hĂ‚l hĂ‚sıl olur ki, icinde bulunduğumuz bu tılsımlı atmosferden asla ayrılmak istemeyiz. Ayrılsak da gonlumuz hep orada olup bitenlerle carpar.
Biz Ramazan’da her gunu bir bayram neşvesi icinde duyar, ev-iş-mĂ‚bed arası gel-gitlerimizde hep onun sıcaklığını hisseder, uhrevîliklere acılma hulyalarına dalar; yer yer mĂ‚bede koşar, Rabbimize karşı uzaklığımızı aşmaya gayret gosterir, dua ve niyazla hayır temayullerimizi guclendirir, tevbe ve istiğfarla da mĂ‚nevî kirlerden arınmaya calışırız; gece-gunduz Hak karşısında her duruşumuzu ayrı bir tasfiye faslı olarak değerlendirir ve Ă‚deta yaşamanın rengini değiştiririz. Boylece hayatımız bilinmez bir bilmece olmaktan cıkar; teneffus edilen, duyulan ve bir haz olup icimize akan, tadına doyamayacağımız bir guzelliğe donuşur. Hele ezan ve temcitlerin o gurul gurul sesi, cĂ‚milerin buyuleyen mĂ‚nevî havası, kadın-erkek, genc-ihtiyar herkesin iştirak ettiği teravihlerin hususî şîvesi Ramazan’ı «sehl-i mumteni» oyle bir nefĂ‚sete ulaştırır ki, onu tam duyup yaşayanlar, yeryuzunde bulundukları hĂ‚lde gok sakinleri ile aynı safı paylaşıyormuşcasına cok farklı mulĂ‚hazalara dalar ve kendilerinden gecerler.
Ramazan’da bazen mĂ‚bedleri –bu biraz da şahısların derunîliğine bağlıdır– oyle derin bir uhrevîlik sarar ki, insan orada minarelerden yukselen sesleri BilĂ‚l’in dudaklarından dokuluyor gibi dinler; imamı tam bir nĂ‚ib ve halife pĂ‚yesiyle mumtaz gorur; sağındaki-solundaki insanları da Peygamber gormuş kutlular gibi tahayyul eder, iliklerine kadar heyecan duyar, gozyaşlarıyla boşalır ve kendini Cennet’in bir adım berisinde gibi sanır.
Gerci ben, şimdilerde boyle bir heyecan ve bu olcudeki engin mulĂ‚hazalardan uzak bulunuyorum. Bulunduğum yerde benim bildiğim turden hicbir mĂ‚bed yok, muhit oldukca soğuk, uhrevîlik yanları itibarıyla da insanlar bir hayli donuk. Burada minarelerin o buyulu sesini asla duyamazsınız; namazgĂ‚hlar ve mĂ‚bedler bizdeki gibi renkli ve canlı değil; dahası Ă‚deta insanlar birbirinden kopuk. Bu itibarla da ben, kilometrelerce uzaklarda da olsam, o bizim her zaman uhrevîlikle tullenen camilerimizi, onları lebĂ‚leb dolduran Hakk’ın sĂ‚dık kullarını, onlardaki haşyet, saygı ve mehĂ‚beti duşunerek bu bir damla Ramazan’ın bizcesiyle teselli olmaya calışıyorum. Duyuyor gibiyim dış revaklara kadar taşan cemaatin o dupduru soluklarını; tervîha fasıllarındaki salĂ‚t u selĂ‚mları, bunları mırıldanan seslerdeki ictenlik ve samimiyeti. Bazen, yaşadığım o eski gunlerden hayal hĂ‚neme yerleşmiş resimler yeniden butunuyle canlanıyor; bu esnada ben de, gozlerimi kapayıp duygularımı dinliyor; kendimi ya bir şadırvan başında, ya melekler gibi saf bağlamış o pırıl pırıl insanlar arasında, ya bir kursude, ya da bir mihrapta tahayyul ediyor ve paylaşmaya calışıyorum orada olup bitenleri.. calışıyor ve bazen mĂ‚bedden, bazen de minarelerden yukselen o saf ve dupduru seslerden, sozlerden, oradaki değişik goruntulerden ve buyuleyen manzaralardan payımı almak icin Ă‚deta aynı heyecanı yaşıyorum.
Sağ kaldığım surece de, mĂ‚nevî letĂ‚fet ve nefĂ‚seti tasavvurları aşkın o gunleri, o geceleri her zaman duşunecek; hayali cihan değer o «eyyĂ‚mullah»ın his, heyecan ve aşk u şevkiyle, şu anda bulunduğum yer itibarıyla bir hayli karanlık ve oldukca sessiz, kimsesiz şu hasret ve hicran demlerini ya da gurbet dakikalarını aydınlatmaya calışacak ve hangi mĂ‚nĂ‚da olursa olsun mutemĂ‚diyen heyecanla kopurup durmuş o nurlu zaman diliminin bir gun mutlaka donup geleceğini hep bekleyeceğim.
alıntıdır
__________________