Amerikan Dışişleri'nin iftarında İslam'da kadının rolu one cıkarıldı
Yorucu bir Washington carşambasının sonunda ABD Dışişleri'ne yollanıyorum. Sebeb-i ziyaretim, Bakan Condoleezza Rice'ın iftar daveti. Guzel bir sonbahar akşamı. Dışarıda hava guzel.
Daha binanın girişinde icerideki havanın da dışarıdakini aratmayacağı kendini belli ediyor. Guvenlik tedbirleri fazla kasmadan uygulanıyor. Adım başı dizilmiş guleryuzlu gorevlilerce hoşamedi ediliyoruz. Ne de olsa Bayan Rice'ın konuklarıyız... Bir gorevli eşliğinde asansore bindirilip prestijli etkinliklerin mekanı olan sekizinci kata cıkarılıyoruz. İcinde hangi masada oturacağımızı yazan kartın bulunduğu kucuk bir zarf veriliyor elimize. Benim masa numaram 11. Yani anlayacağınız forvetim!..
İnsanlar iftar mekanı olan Benjamin Franklin salonuna girmeden, bitişiğindeki James Monroe salonundaki resepsiyonda birbiriyle kaynaşıyor. Oraya acılan Quincy Adams salonunun onune ise 'İbadet odası' levhası iliştirilmiş. Ortasına seccadeler dizilmiş. Yanıma yanaşan bir bey 'Acaba burada abdest alacak bir yer var mı?' diye soruyor. Bilmediğimi soyluyorum. Gidip gorevlilere sormaya karar veriyoruz.
Kendisi 15 yıl once Musluman olmuş, bir beyaz Amerikalı. Yurtdışıyla ilgilenen oldukca stratejik bir devlet kurumunda kilit bir gorevi var. Kapıdaki gorevlilere 'vudu'ya ihtiyacı olduğunu, o işi nerede yapabileceğini soruyor. (Vudu, Arapcada abdest manasına geliyor.) Gorevli bayanlar 'vudu da ne?' dercesine şaşkın şaşkın birbirlerinin yuzune bakıyor. Misafiri memnun etmek icin cırpınıyorlar; ama neden bahsettiğini anlayamadıklarından bir turlu nasıl yardımcı olacaklarını kestiremiyorlar. Amerikalı dostum ise meseleyi 'vudu' ile izah edip zavallı hanımları caresiz bırakmakta ısrarlı! İş daha fazla sarpa sarmadan ben 'Lavabo nerede?' diye sorarak devreye giriyorum. Hanımlar, onlarla aynı dili konuşan birini bulmanın sevincine gark oluyor. Birisi hemen onumuze duşup yolu gosteriyor. Amerikalı dostum 'Kendi devletimden utandım. İftar veriyorlar, namaz icin oda hazırlamışlar; ama aralarında vudunun ne demek olduğunu bilen tek kişi bile yok.' diyor. 'Vallahi ben iftar kelimesini oğrenmiş olmalarına şukrediyorum. Varsın vuduyu da bilmeyiversinler...' diyerek onu teskin etmeye calışıyorum...
Birazdan iftar vakti giriyor ve Baltimore'lu imam Bashar Arafat, James Monroe salonunda ezan okumaya başlıyor. Kalabalık, ayakta imama nazır şekilde saygıyla ezanı dinliyor. O ana kadar pusuda bekleyen garsonlar, icecek ve iftariyelik servisine başlıyor. Su, soda, meyve suyu, hurma, kuru incir, vesaire... Namaz kılanlar 'ibadet odası'na, kılmayanlar yemek salonuna geciyor. Ev sahibemiz Rice, Kuzey Kore nukleer krizinden dolayı ani bir Asya turuna cıkmış olduğundan, bu gorevi onun adına ABD Dışişleri'nin fiilen ikinci adamı olan Siyasi İşlerden Sorumlu Musteşar Yardımcısı Buyukelci Nick Burns ile Halkla İlişkilerden Sorumlu Musteşar Yardımcısı Karen Hughes ustlenmiş. Herkes masalarında adına tahsis edilmiş sandalyeleri bulup oturduktan sonra İmam Arafat kursuye cıkıyor. Guzel bir makamla Kur'an'dan orucla ilgili bazı ayetler okuyor ve İngilizce mealini veriyor. Ayetler oruc tutan kadın ve erkeklerin faziletlerinden, ahirette onlara hediyeler verileceğinden bahsediyor. Oruc tutan ve tutmayan, namaz kılan ve kılmayan, Musluman olan ve olmayan kadın ve erkekler, hep beraber, derin bir sessizlik ve huzur icinde Kur'an'ın ic ferahlatan kıraatını dinliyoruz.
Salonda Amerika'nın ve dunyanın farklı yerlerinden gelmiş hem geleneksel hem de modern giyimli, kimi acık kimi tesetturlu Musluman bayanların yoğunluğu dikkat cekiyor. Bizim Cankaya Koşku'nde boyle bir toplantı duzenlenemeyeceğini duşunerek hayıflanıyorum. Turkiye mi, Amerika mı bir 'İslam ulkesi' diye kendi kendime soruyorum. Turk basınından davet edilenler arasında gecenin 'kadınsı' ruhunu tek bozan benim! Diğer uc meslektaşım da bayan: Deniz Arslan, Evrim Bunn ve Yasemin Congar. ABD Dışişleri'nin geleneksel iftarının menusunde şunlar bulunuyordu: Sebzeli mercimek corbası, helal tavuk goğsu, ızgara helal kuzu fileto, polenta ucgeni, şeker bezelye ve baharatlı elma karamelası. Menunun ustunde Kur'an'dan kadın ve erkeklerin birbirini tamamladığına işaret eden bir ayetin meali de yer alıyordu.
Amerikan Devleti, Musluman erkeklerden umidini kesmiş!
İftar sırasında kursuye davet edilen ABD Dışişleri'nin fiilen ikinci adamı olan Siyasi İşlerden Sorumlu Musteşar Yardımcısı Buyukelci Nick Burns, Ramazan'la ilk olarak 1980'de tanıştığını, iftarın sadeliğine hayran olduğunu ifade ediyor. İslam dunyasındaki savaş ve sıkıntıların temelinde 'medeniyetler catışması' aramanın yanlışlığına dikkat cekiyor. Burns'e gore, sorunların ozunde 'aşırılık ile tolerans arasındaki ihtilaf' yatıyor. Burns, Amerika'daki Musluman topluluğuna kendilerine İslam'ı oğrettikleri icin teşekkur ediyor. 'Daha oğrenecek cok şeyimiz var.' da diyor. Burns'u takiben konuşan Halkla İlişkilerden Sorumlu Musteşar Yardımcısı Karen Hughes ise İslam'ı oğrenmek isteyen Amerikalıların nasıl mesafe kat edebileceğini ispat edercesine konuşuyor. Kadir Gecesi'nin 'bin aydan hayırlı olduğu' ayetini aktaran Hughes, hem Ramazan'ı hem de Kadir Gecesi'ni tebrik ediyor.
Hughes'dan Hz. Hatice ve Hz. Fatma orneği
Bu seneki iftar, 'Gecmişten Bugune Musluman Kadınlar'ı anma ve kutlama ana temasını taşıdığından, konuşması İslam tarihinde kadının rolune odaklı. 'İslam diğer kulturlerden uzun sure once kadına hukuki koruma ve statu vermişti.' diyen Hughes, Peygamber Efendimiz'in eşi Hz. Hatice'nin başarılı bir işkadını olduğuna, kızı Hz. Fatma'nın liderlik ozelliklerine değiniyor. Tarihten ve bugunden bircok olumlu ornek veriyor.
Bu arada Hughes'dan, bir Turk bayanın farkında olmadan ABD politikasında nasıl yeni ufuklar actığını oğreniyoruz. Hughes'un Almanya'da goruştuğu bu bayan, Turk toplumunun tecrid icinde yaşamasından yakınmış. Hughes da bizimkileri ziyaret etmek istemiş. Turk bayan 'hayır olmaz' demiş. Buna cok şaşıran Hughes, sebebini sormuş. O da 'Biz kendi devletimizden insanlarla bile goruşmuyoruz, sizinkiyle niye irtibat kuralım?' cevabını vermiş. Hughes, 'Peki Amerikan vatandaşlarıyla goruşmeye ne dersiniz?' diye hamle yapmış. 'Harika olur' karşılığını almış. Bu olaydan sonra Hughes, ABD hukumetinin 'vatandaşlar diyaloğu' projesini başlatmasına onayak olmuş. Amerikalı Muslumanlarla diğer Muslumanların diyaloğunun ve dinlerarası diyaloğun 'inanılmaz' neticeler verdiğine işaret eden Hughes, herkesi gonullu olmaya cağırıyor. (Bu arada icimden 'Bazı İslam karşıtı neoconları diyalog ve hoşgoruye kim ikna edecek?' sorusu geciyor.) Hughes, bayanların 'gelecek nesli yetiştirenler' olmaları hasebiyle de 'cok ozel bir rol' oynadığına işaret ediyor. Anlaşılan Amerikan devleti Musluman erkeklerden iyice umidini kesmiş! 'Yuvayı dişi kuş yapar' tabirini 'Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'ni dişi kuş yapar' şeklinde uyarlasak yeridir herhalde... 'Musluman erkeklerden hem Amerikalılar hem kadınlar cekiyor, dolayısıyla Musluman kadınlar doğal muttefikimiz olabilir' diye mi duşunuyorlar acaba?.. Yemek masasındaki bir grup Musluman erkekle İslam dunyasındaki bazı erkeklerin yaptıklarını cekiştiriyoruz (Kızmayın canım, eleştirilerden neocon erkekler de nasibini alıyor!). Sekiz kişilik masamızda bir Amerikalı buyukelcinin yanı sıra dunyadaki demokratikleşme projelerini destekleyen National Endowment for Democracy'den (NED) bir yetkili de var. Demokratikleştirme projesini masaya yatırıyoruz. Cıkan sonuc ozetle şu: Irak'ta cozum stratejisi yok, Afganistan'da durum hic parlak değil, Turkiye'de ise demokrasi artık buyuk olcude oturmuş durumda, tehlikeli bir kaza ihtimali bulunmuyor.
Yemek ve sohbet faslının ardından davetliler ev sahiplerine teşekkur icin sıraya diziliyor. Buyukelci Burns, etrafının hanımlarla sarılmış olmasından mutlu gorunuyor. Hatıra fotoğrafı cektiren cektirene. Elini sıkarken onu Dışişleri sozcusu olduğu zamanlara goturuyor, 'Yunan gazeteci Lambros'la rekabet etmeye calışan Turk gazetecilerden birisiyim' diye kendimi hatırlatıyorum. 'Lambros'la kimse rekabet edemez' esprisini yapıyor. Burns'un Lambros'la didişmeleri tatlı bir hatıra olarak gozumde canlanıyor. Bayan Karen Hughes'a da Turk gazetecisi olduğumu soylediğimde, gozlerinin ici parlayarak Turkiye'ye cok guzel bir ziyaret yaptığından bahsediyor. Oldukca sıcakkanlı ve hareketli. Ne de olsa Teksaslı. İnsanlarla hemen kaynaşıyor, kart alıp veriyor, iş bitiriyor...
ALİ H. ASLAN / WASHINGTON
ZAMAN