Cevap:
Levh-i mahfuz,olmuşların ve olacakların, zamandaki butun anların ve mekandaki butun varlıkların, kısacası, her şeyin yazılı bulunduğu bir İlÂhî muhafaza levhası; İlahi ilmin aynası, kaderin defteri, kÂinatın programıdır.
Levh-i mahfuzun insandaki kucuk orneği, “hafıza”dır. Hafıza, başımızdan gecen olayları, gorduğumuz yerleri, tanıdığımız insanları, duyduğumuz sesleri, tattığımız tatları, hayatımız boyunca edindiğimiz butun intibaları, oğrendiğimiz butun bilgileri icine alır, ama yine de dolmaz.
Hafıza, zekanın hazinesi, tefekkurun sermayesi, benliğimizin tarihidir. Ruhumuza takılan en değerli cihazlardan biridir. Hafızasız bir zeka işimize yaramaz. Cunku biz, eskiden oğrendiklerimize dayanarak duşunuruz.
Hafızanın bir de ebedi hayatımıza bakan yonu vardır. Hafıza, bir senet, bir vesika, bir belgedir. Ahiretteki muhasebe vaktinde, dunyada işlediğimiz sevapları ve gunahları gostererek bize şahitlik eder.
Nasıl insanın başından gecen butun olaylar hafızasında yazılıyorsa, kÂinattaki butun olmuş, olan ve olacak olaylar da o buyuk hafızada yazılıdır. Her iki “levha”da da Rabbimizin “Hafîz” (koruyan, muhafaza eden) ismi tecelli eder.
Her şeyin levh-i mahfuzda yazılmış olduğu gerceğini bazı kimseler akıllarına sığıştıramazlar. “Yazılma” denilince “harf harf kaleme alınmayı” anlamak eksik olur. Genlerin dizilişi yazı yazmadan cok farklı. Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sozler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar.
İşte her şeyin ve her hadisenin, levh-i mahfuzun defterleri olan imam-ı mubîn ve kitab-ı mubînde yazılması bunların cok otesinde bir keyfiyetledir. Bu kaydın da harflerle, kelimelerle alakası yoktur.
AlaÂddin Başar (Prof. Dr.)
__________________