Bu yazımızda uzay ortamını hangi tanecikler dolduruyor sorusuna cevap aramayacağız. Dikkatlerimizi Kuantum bilimi ile gundemin başına oturan “alan” kavramına yonelteceğiz. Boşluğun gercekten “boş” olup olmayacağını araştıracağız. Kozmolojinin ince bir sırrı ve maddenin en nihai noktası kabul edilen “esir konusunu “kuantum alanı” ışığında gundeme getireceğiz.
Ether (esir) kelimesinin eski cağlarca goğun maviliği anlamına geldiği; fezayı mavileştiren cevher – oz anlamında kullanıldığı rivayet edilir. On yedinci yuzyılda bu terim Descartes tarafından benimsenmişti. Descartes, esirin gokyuzunun boşluklarını doldurduğunu ve boş uzay denen şeyin bir basınclı dolgunluk olduğunu ileri surdu. Esirin, manyetizma gibi uzayda faaliyet gosteren cekme ve itme guclerinin aktarılmasında da aracı olduğunu ekliyordu.
Tabiatla ilgili teorileri daha ziyade gozleme bağlayan Newton’un aksine Descartes mantıksal analizden, metafizik ve dinî inanclardan destek alıyordu. Descartes’a gore esir mantıksal bir gereklilik, Newton’a gore ise deneysel bir hipotez idi.
Esire olan ilgi 19. yuzyıl başlarında birbirinden farklı metafizik varsayımlara dayalı iki farklı araştırma yaklaşımının sonucu olarak yeniden dirildi. Bunlardan biri Alman tabiat filozofu ve şair Johann Wolfgang Goethe (1749-1832) tarafından gosterildi. Doğa filozofları materyalist ve ateist goruşlere ve Newton fiziğindeki mekanik tabiat goruşlerine karşı tepki gosteriyorlardı. Bunlar, dunyaya bir makina olarak bakan klasik bilimsel goruşleri reddediyorlardı. Bunlardan birisi olan Lorenz Oken (1779-1851) maddenin, elektrik ve manyetik guclerin etkisi altındaki esirden kaynaklandığı goruşunu ileri surdu.
Micheal Faraday (1791-1867) 1846’da manyetizma ve ışık arasında bir ilgi olduğunu gosterecekti ve esirin hem manyetik kuvvetler ve hem de bir ışık ortamı olabileceği tahmininde bulundu. Esirin farklı turdeki kuvvetleri bağlayabileceği goruşunden etkilenmişti; 1851’de şunları yazıyordu:
“Eğer bir esir varsa sırf ışınların iletilmesinden başka yararları da olması gerektiği hic de ihtimal dışı değildir.[1]
Elektromanyetik alanlar teorisini geliştiren Maxwell (1831-1879), manyetik kuvvetlerin ve ışığın her ikisinin de esir icinde iletildiğini one suruyor; bu kuvvetlerin, uzayda elektrik ve manyetik yuklu kutlelerin cevresinde uretilen esir bukulmeleri olarak değerlendirileceğini ifade ediyordu.
Esirin cok farklı ve uzerinde calışılması zor bir konu olduğu aşikardı. Esir karşı evren (parelel evrenler) dediğimiz metafizik-soyut uzaylara ait soyut zaman kuresi ise ve ışıktan hızlı titreşiyorsa ve bu ortamın zamanı bizim de zamanımızı oluşturuyorsa bunu kolayca belirleyemeyecektik. Gerci uzay-zaman denen orgumuz, aslında ucu yer (mekan-uzay) bildiren ucu de zaman bildiren bir ortak sistem meydana getirdiğini artık biliyorduk. Ancak gerceğin bu kadar gizli olmasındaki asıl neden belki de duyularımızın fizik otesi dunyayı algılayamıyor olmasında yatıyordu. Cunku yarı fiziksel (ışın-kuant dunyası) varlıları tam olarak kavradığımızı dahi soyleyemiyoruz. Işığın her dalga boyunu goremiyoruz, her ses dalgasını duyamıyoruz. Gozumuzun ve kulağımızın duyarlı olabildiği frekanslar son derecede sınırlı bir alanı kapsıyor. Doğru durust maddeyi bile gorduğumuz soylenemezdi.
19. Yuzyılın sonlarında “esirin” nasıl anlaşıldığını yansıtması acısından 1883 yılında unlu Nature dergisinde yer alan ifadeler hayli ilginctir:
“Esir genelde bir akışkan ya da bir mayi olarak adlandırılmaktadır ve yine katılığı itibariyle bir jele benzetilmektedir; oysa bu adların hic biri uygun değillerdir; bunların hepsi molekuler gruplardır, dolayısıyla esir gibi değillerdir; eylemsizlik ozelliği olan surekli surtunmesiz bir ortamı basit olarak ve tek başına duşunelim, mefhumun muğlaklığı, bilgimizin şu anki durumunda munasip olduğundan daha fazla bir şey olmayacaktır.
Kusursuz devamlılığı olan, ince, sıkıştırılamayan, tum uzaya yayılan ve icinde yerleşik sıradan maddenin molekulleri arasında sızan ve kendi imkanları ile birini diğerine bağlayan bir ozdek fikrini idrak etmeye calışmalıyız. Ve onu cisimler arasındaki tum hareketlerin surup gittiği evrensel bir ortam olarak kabul etmeliyiz. O halde bu onun -- hareket ile enerjinin ileticisi olarak -- fonksiyonudur.”[2]
Evren ve Kuran Allah’ın iki ayrı kitabı. Kuran, “Kainat kitabının” izah ve tercumesi niteliğinde ve ondan Yaratıcısı hesabına bahsediyor ve yaratılışa ait sırlara değeri nisbetinde yer veriyor. Kuranı cağımızın anlayışına sunan ve tabiat ve evrene ait sırları yorumlayan Bediuzzaman bir ayette yer alan“su” terimini “esir” olarak yorumlar ve onun maddî yaratılışa menşe olduğunu ifade eder. “Arşı su uzerindeydi ayeti, şu madde-i esiriyeye işarettir ki; Cenab-ı Hakkın Arşı, su hukmunde olan esir maddesi uzerinde imiş; esir maddesi yaratıldıktan sonra, Saniin ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esiri halk ettikten sonra, cevahir-i ferde kalbetmiştir (İşarat-ul İ’caz)”. Bediuzzaman’ın bu konuyla alakalı diğer acıklamalarını konumuzun sonunda tartışacağız.
Evrendeki Birlik
19. yuzyıla kadar atomla ilgili bilgilerimiz oldukca sınırlı idi. Atom ici dunyanın ozellikleri ve Kuantum teorisi ile 20. yuzyıl, elektromanyetik dalgalardan ibaret enerji ve ışınların yuzyılı oldu.
Kopernik ve Newton gibi ilim adamlarının keşifleri karşısında pek cok insan şaşkınlığa duşmuştu. Ama onların kullandıkları kavramları anlamak o kadar zor olmuyordu. Halbuki, yeni olayları ve yuz yuze gelinen doğruları anlatabilmek icin artık yeni kavrayış ve duşunce tarzlarına ihtiyac hasıl olmuştur. Bu yeni anlayış ruzgÂrında felsefî, ruhî, manevî orijinli duşuncelerin goze carpması en dikkate değer nokta olmaktadır.
Newton sonrasında evren yasaları genelleştirilmiş ve butun yaratılışı kapsamıştı. Madde, uzayda koordinatlarla belirlenmiş, bir hız sınırı bulunan ve katı-sıvı-gaz gibi hallere donuşebilen bir bilardo topları yumağıydı. Her atom kendi sınırları icinde, bir komşu atomla ilgiliydi ve hareket halinde bulunan elektronları ortak olarak kullanmaktaydılar.
Kuantum fiziği, atomaltı dunyaya inerek, oradaki gercek durumu, icinde yaşadığımız kÂinatı oluşturan zerrelerin dunyasının bildiğimiz dunyadan cok farklı olduğunu keşfetti. Bu bilime gore birbirinden ayrı ve farklı duran atom parcacıkları, aslında birbiriyle alÂkalı ve bağlı; bolunmez dinamik bir butunluk icinde bulunur. Birbirinden cok uzak şeyler sebep-sonuc zinciri olmaksızın birbirine bağlıdır. Yuksek enerji fiziği deneylerindeki gelişmeler gosterdi ki, parcacık dunyası dinamik bir yapıya sahiptir. Parcacıklar değişmez ve sabit değiller; pek Âl başka parcacıklara donuşebilmektedir. Eski anlayışa gore maddenin temeli sayılan atom ve atom altı tanecikler, birbirinden bağımsız “sert nesne” ve “katı yapıtaşı” larıydılar. Materyalist duşunceye de temel teşkil eden bu anlayış maddenin derinliklerine inilince temelden değişikliğe uğramak zorunda kaldı. Cunku maddenin en alt seviyelerine indiğimizde karşımıza “temel yapı taşları” değil, butun parcaları arasında var olan karmaşık ilişkiler dokusu cıkıyordu. Sonucta, katı birimler bir bir erimiş ortada “sert nesneden” eser kalmamıştı. Bu anlayış ruzgarı ile maddeci duşunce ve determinist anlayış buyuk darbe yemişti.
Yine Kuantum mekaniğinin bulgularına gore aslında parcacık denen şey hareketten ibaret kalan bir şeydi. Parcacıklar enerjiden oluşturulabildikleri gibi, tamamen enerjiye de cevrilebilirlerdi. Boylece, icinde yaşadığımız dunyada "temel parcacık", "maddi oz" ya da " yalıtılmış nesne" gibi klÂsik kavramlar artık anlamsız hale geliyordu.
Evrenin birbirinden ayrı yalıtılmış nesnelerden oluştuğu goruşu gecerliliğini kaybedince zaman ile uzayın geleneksel anlamları ve bilinen sebep-sonuc ilişkisi gibi kavramlar da rafa kaldırıldı.
Yeni fizikle birlikte sadece madde ve parcacık anlayışı değil “boşluk” kavramı yepyeni bir kimliğe burundu. Bu yeni modern goruş “boşluğu” adeta “canlandırıyor” onu adeta evrenin “yaşama ortamı” ve “hayatî nefes yada enerji” konumuna yukseltiyordu.
“Yeni Cağın” bilim anlayışını oluşturan teorilerin birisi "İzafiyet teorisi" idi. "İzafiyet teoremi” bizim idrak alanımızı aşan “zaman” denen bir dorduncu boyutun varlığından soz eder ve zaman ile uzayın, aslında birbirinden ayrılamayacağını ve bazen de birbirlerine donuştuklerini anlatır. Bu konuda ilk tartışma Einstein ile başlamıştı. Sonraki yıllarda Kuantum teorisi ile İzafiyet teorisi bir araya getirildi. Bu birleştirme sonucu atom-altı parcacıklar kuvvet alanları ile acıklanmaya başlıyor, “Boşluk” dediğimiz cisimlerin cevresi de cok onemli bir dinamik değer olarak karşımıza cıkıyordu. Boşluk, maddeyi meydana getiren parcacıklarla ayrışamaz bir kozmik ağın bağlantılarıydı.
Kuantum dunyası gercekten cok buyuk bir duzen icinde işleyen kainatın, ihtimaller uzerine inşa edildiğini, katı olarak gozuken maddeler kendine ait hicbir boyutu olmayan şeylerden oluştuğunu soyluyordu. Bu ise dunyaya, ve tum evrensel olaylara bakışımızda farklılıklar getirmişti. Kuantum bize, icinde yaşadığımız dunyayı birbirinden yalıtılmış cok kucuk oğelere ayıramayacağımızı gosteriyordu. Kuant olarak nitelendirilen enerji -- ışın, dalga, tanecik -- ne varsa birbirinden ayrı ve bağımsız tanecikler değillerdi. Birbiriyle bağlantılı olup, biri diğerine muhtactı. Sanki her bir tanecik bir “kull’ olup, butune acılıyordu. Bu acılış da vasıta ve aracı mekanın dorduncu boyutu olan “tuneller” ongoruldu. Buna “Evrenin ucuncu duzlemi” de denir.
Kuantlar olceğinde her şey sanki birer ada gibi birbirinden bağımsızdır ama, bu sayısız adaların alttan okyanus tabanından birbirine kara bağlantıları mevcuttur. Boylece fert (cuz), tum olana (kulle) bağlanır. Tum parcalar aralarında munasebetlerin devam ettiği bir doku ve orgu butunluğu vardır. Bir şey her şeyle bağlı, bir şey neye muhtacsa her şey de aynı şeye muhtactı. Kuantum modeli, boylece kucuk-buyuk, basit-karmaşık, kozmik, atomik her şey, karşılıklı birbirine muhtac ve bir gerceğin ayrılmaz birer parcası halinde yeni bir evren modeli cıkardı. Yeni modelde “boşluk” kavramı eski klasik anlamını kaybediyor ve varlığın menşei ve faaliyet alanı konumuna yukseliyordu.
İzafiyet teorisi de Kuantum bulgularına destek veriyordu. Madde, hareket ve boşluk birbirinden ayrı ve bağımsız şeyler değildi. Birbirinden ayrılamaz bir butununun unsurlarıydı. Sadece madde ile boşluk değil, yuk ile akım; elektrik ile manyetik alan da bu butunluğe dahil olmuş ve birliğin cercevesi ve boyutu evreni icine alacak şekilde genişlemeye başlamıştı. Tum hareketler izafi olduğuna gore her turlu yuk, bir akım olarak da idrak edilebilmektedir. Nitekim elektrik alanı, aynı anda bir manyetik alan olabilmekte ve biri diğerinin yerine gecebilmektedir. Bu yuzden her iki alan, tek bir elektromanyetik alan halinde birleştirilmiştir.
Araştırmalar derinleştikce bu birlikteliğe yeni halkalar eklendi. Nihayet Kuantum alanının evrenin en onemli oteki kuvvetiyle, yani yercekimi kuvveti ile bağlantısı ortaya cıkarıldı. Modern fizik, maddeleri Mach ilkesine [3]
“Gunumuzde kozmoloji dalında meydana gelen gelişmeler, gunluk kural ve şartların evrenin uzak bolgeleri olmadan gecerli olamayacağını ve evrenin soz konusu uzak bolgelerinin ortadan kalkması halinde uzay ve geometri hakkında sahip olduğumuz butun fikirlerin gecersiz olacağını hızla ortaya cıkarmışlardır. Gunluk tecrubelerimiz, en kucuk detaylarına kadar evrenin buyuk olcekli nitelikleri ile o kadar icli dışlıdır ki, onların ikisini birbirlerinden ayrı olarak duşunmek bile imkansız bir hale gelmiştir.”[4]
KÂinatın parcalara ayrılamaz butunluğu, kozmozun birliği; birbirinden farklı ve zıt kuvvetlerin, enerji ve maddi unsurların aslında tek bir yapının değişik fazları ve dalgalanmaların ibaret ortaya cıkarılması gercekten bu keşiflerin en buyuk zaferi idi. Bu keşiflerin arkasında gorunen bir gercek de bu akıl almaz birliği tesis eden ve bozulmadan devamını sağlayan bir “Yaratıcı” nın varlığının bilim aynasında acıkca gorunmesiydi. Kuran ve tum semavi kitapların temeli olan tevhid inancı; Allahın varlığı ve birliği, kainat kitabının da en acık ve en temel gerceği olarak karşımıza cıkmıştı. En kucuklerin dunyasından en buyuklerin dunyasına kadar her şeyin birbiriyle bağıntısı; kozmozdan kuantuma evrenin yekpare yapısı ile gundeme gelen başka bir konu daha vardı: Bu butunluğun sağlandığı ve her şeyi birbirine bağlayan bir destek ortamının varlığı.
Kuantum Alanı
Yuzyıllardır suren “madde atomlardan mı, yoksa bazı temel surekliliklerden mi oluşur?“ tartışması, modern fiziğin geliştirdiği “Kuantum alanı” kavramı ile hic beklenmedik bicimde cevap bulmuştu. Cunku “alan”, uzayın her yerinde mevcut olan “surekli” bir yapıydı. Boş zannedilen alanın, parcacık yonu ile, “surekli olmayan”, yani “taneciksel” bir yapı ortaya koyabildiği goruldu. Cunku bildiğimiz elektromanyetik bir alan, “serbest alan” olarak belirebilir (hareket eden dalga - fotonlar). Ya da yuklu parcacıklar arasındaki kuvvet alanı olarak ortaya cıkabilir. İkinci durumda, kuvvet, etkileşen parcacıklar arasında gercekleşen bir “foton alış-verişi” şeklinde kendini gostermektedir. İki elektron arasında bildiğimiz elektriksel itme ise yine soz konusu foton alış-verişi nedeniyledir. Bu ilginc gelişme ve keşifler “boşluktan” “nesnel yada ışınsal varlıkların” doğması anlamına geliyor; alan dediğimiz cisimlerin cevresini varlığın menşei ve yeşerme ortamı ve hatta faaliyet alanı konumuna yukseltiyordu.
Kuantum elektrodinamiğinin en can alıcı ozelliği iki değişik ve zıt kavramı birleştirmiş olmasında gizlidir. Cunku elektromanyetik alan kavramı ile elektromanyetik dalgaların tane-parca belirişleri olan foton kavramını birleştirebilmiştir. Fotonlar aynı zamanda birer elektromanyetik dalga oldukları ve bu dalgalar da “titreşen alanlardan” meydana geldikleri icin, fotonlar, aynı zamanda birer elektromanyetik alanın belirişi halindedirler. İşte “Kuantum alanı” diye ortaya cıkan yeni kavram, kuant ya da foton denilen bicim alabilen bir alanın meydana gelmesidir. Bunun anlamı, butun atom-altı parcacıkları ve onların etkileşimleri, farklı bir “alan”a denk duşmesi ve alandan meydana gelmesidir.
İşte parcacık dediğimiz sert ve katı madde ya da cismi meydana getiren şey, bu boş dediğimiz alanın bolgesel yoğunlaşmalarından ibaret kalmaktadır. Yani gelip, giden ve bu arada da ozgun karakterlerini yitiren ve ait oldukları alanda kaybolan enerji yoğunlaşmaları halindedirler. Var bildiğimiz ne varsa her şey bu ortamda hic durulmayan bir hareketle ve buyuk bir enerji titreşimi yada zikri halinde var olmakta ve aynı anda da yok olmaktadır. Diğer bir ifade ile nesneler “boşlukların” gecici birer belirişleri gibidir. Boylece boşluk da fizik otesi ya da yarı-fiziki yapısı ile varlıklar icerisinde yerini alıyor, “boş” olmaktan kurtuluyordu. Bu demektir ki, Kuantum alanı “boş” bir boşluk” değil uzayın belirli bir yerinde var olan surekli bir “aracı” (ya da aktarıcı) rolune sahipti. Bicimsiz ve şekilsiz olan kuantum alanı butun bicimlerin tarlası ve ya da hamurunu teşkil ediyordu. Sahanın uzmanları, evren onunla “canlı” kalır, hatta evrenin “hayatî nefes” ya da “hayati enerji” sidir diyerek bu alanın olağanustu onemine dikkat cekiyorlardı.
Walter Thirring modern fizik dalında geliştirmiş olduğu alan kavramında şunları soylemektedir:
“Modern teorik fizik, maddenin ozu hakkındaki goruşlerimiz, farklı bir duruma getirmiştir. Boylece dikkatimizi gorunen varlıklardan (yani, parcacıklardan) temel bir varlığa, yani alana cevirmemize sebep olmuştur. Buna gore, maddenin var olması, yalnızca mukemmel olan durumda meydana gelen bir bozulmanın bir neticesidir. Neredeyse kucuk bir “leke” oluşmuştur demek geliyor icimden. Tabi buna bağlı olarak da temel parcacıklar arasında oluşan kuvvetleri acıklayan basit yasalar var olamayacaklardır. Yani duzen ve simetriyi, temel ve genel “alan” da aramalıyız.[5]
Albert Einstein'ın dediği gibi:
“Bundan dolayı maddeyi, alanın aşırı derecede yoğunlaştığı uzay bolgelerinden oluşan bir şey olarak algılayabiliriz. Soz konusu yeni fizik anlayışında hem alana ve hem de maddeye ayrı ayrı yer yoktur. Cunku burada “alan” tek gercekliktir.”[6]
Kuantum Alanı ve Esir
Kuantum alanı, varlıkların faaliyet alanı ve ilişki ağları ortamı ise ortamdaki etkileşmeler ne şekilde cereyan etmektedir? Kuantum alanı kavramına gore tum uzay kararlı bir dalga butunu ve birliği olup bu etkileşmeler “dalgalar” şeklinde olmaktadır. Bu anlayış bize “Sema, emvacı karardade (kararlı dalga) olmuş bir denizdir” sozuyle semayı (feza, uzay-zaman) dalgaları kararlı haldeki bir denize benzeten Peygamber sozunu hatırlatmaktadır.
Konunun başında da ifade ettiğimiz gibi Kozmozdaki sırları onun Yaratıcısı adına ele alan Bediuzzaman “Esir” ile ilgili hayli ilginc yaklaşım ve acıklamalarda bulunmaktadır.
Bediuzzaman esiri, “Ecram-ı ulviyenin cazibe ve dafia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin naşiri ve nakili, o fezayı dolduran bir madde” olarak ifade etmekte; onu “en ziyade mekana dağılmış hadsiz kesretli bir maddi madde” olarak değerlendirmektedir.
Bediuzzaman’ın, fezanın ‘esir’ ile dolu olduğunu ifade ettikten sonra “meyveler ağacını; cicekler cimenlerini; sumbuller tarlalarını; balıklar denizini bilbedeha gosterdiği gibi; şu yıldızlar dahi, bizzarure; menşe’lerini, tarlasını, denizini, cimengahını vucudun, aklın gozune sokuyorlar.”(Sozler, 569) ifadeleriyle de esirin varlıkların hem teşekkul hem de faaliyet alanı olduğunu belirtmektedir. Devamla, ulvi alemde, yani fizik otesi kanunlara gore calışan metafizik alemlerin muhtelif tabakalara ayrıldığını her birinin kendine has kanunlarını bulunduğunu boylece yedi farklı uzay-mekanın farklı işleyiş mekanizmaları olduğunu bahsettikten sonra “esir”in tum bu alemlerin ortamı ve alanı olduğuna dikkat ceker. “Madem Alem-i Ulvide muhtelif teşkilat var, muhtelif vaziyetlerde gorunuyor. Oyle ise, o ahkamların menşe’leri olan semavat, muhteliftir. İnsanda, cisimden başka nasıl akıl, kalb, ruh, hayal, hafızı gibi manevi vucudlar var... Elbette, insan-ı ekber olan alemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kainatta, alem-i cismaniyattan başka alemler var. Hem alem-i arzdan, ta Cennet alemine kadar her bir alemin birer seması vardır.”
Esirin her bir alemin dokusunu teşkil etmesiyle ve 7 alemin ayrı ayrı hukum kaidelerine gore yapılanmaya maruz kaldığını şu ifadelerle belirtiliyor: “Esir kalmakla beraber sair maddeler gibi muhtelif teşekkulata ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrubeten sabittir. Evet nasıl ki: Buhar, su, buz, gibi havai, mayi, camid uc nevi eşya, aynı maddeden oluyor. Oyle de: Madde-i Esiriyyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hicbir mani-i akli olmadığı gibi, hicbir itiraza medar olamaz.” (Lemalar, 67)
Evrenin sırlarını Kuranın ışığında keşfeden Bediuzzaman’ın ifadelerinde bu boşluğun sadece varlığın beliriş ortamı ve faaliyet alanı ile sınırlı kalmadığı onun “Nakillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle techiz” edildiği, ilahi arşlardan biri olduğunu anlamaktayız. Elbette ki esir ortamındaki faaliyetler, su ve toprak arşlarındakinden farklı olacaktır. Cunku esir, Cenab-ı Hakkın “en nazenin bir hulle-i icraatı” dır. Bu yuzden, tartıya ve olcuye girmeyenlerin, ruhani ve manevi varlıkların da yaşama ortamı ve faaliyet alanı olduğunu duşunebiliriz. Diğer taraftan, hava unsurunun manevi cephesi olan esir “bir huve olarak alem-i misal ve alem-i manaya bir anahtar” olmaktadır. Bu sebeple “mevcudata nazaran akıcı bir su gibi, mevcudatın aralarına nufuz etmiş bir madde” olarak esir, madde alemini mana alemlerine bağlayan, hem bu aleme hem de obur alemlere benzeyen ikisinin arasında bir yapıya sahip olacaktır.
Bediuzzaman’ın da dikkat cektiği gibi “ruha yakın” bir yapıda ve “vucudun en zayıf mertebesi” olan “esir”i anlaşılır kılmak kolay bir mesele değildir. Esir, ışınlarla, manyetik ve nukleer kuvvetlerle ve cekim ile fiziki ve kimyevi herhangi bir etkileşime girmiyorsa spektroskopik cihazların olcum alanının dışında kalıyorsa, somut ve ayrıntılı neticelere ulaşılamayacaktır. Enerjinin bile hala bircok ceşidi bize mechul durumda iken ışıktan da ote metafizik unsurları kolayca anlaşılır hale getirmek mumkun değildi. Onumuzde evrenin hala bilmediğimiz nice kanunları ve cozulmesi gereken sayısız sırları sırada keşif bekliyor.
“Kuantum alanın” ortaya koyduğu gorevler ve icrasına vesile olduğu faaliyetler, bu alanın “esir ortamına” tekabul edip etmediği sorusunu gundeme getirmiştir. Dikkatlerin uzerinde toplandığı nokta ise, bu alanla gelişen anlam derinliğinin oteden beri var olan esir ortamı anlayışına paralellik arz etmesidir. Bilimin ozellikle yeni fiziğin gittikce madde otesi unsurları gundemine sokması ve turlu turlu ince teknolojilerle bilinmeyenlerin sırları uzerindeki yoğun cabaları neticesinde gelecekte “kuantum alanı-esir” ilişkisi konusunda daha acık bir anlayışa ulaşabileceğimizi soyleyebiliriz.
________________________________________
1 E. Whittaker’in alıntısı, A. History of the Theories of Aether an Electricity, Nelson, London, 1951; 194.
2 O. Lodge, “The ether and its functions”, Nature, XXVII, 1883; 304 (Not geniş tartışmalar icin bkn:
3 Mach ilkesi: cismin evrende kendi başına sabit bir kutlesi yoktur ve kutle iki cisim arasındaki ilişkiye bağlıdır.
4 F. Hoyle, Frontiers of Astronomy, s.304
5 W. Thirring, “Urbausteine der Materie”, Almanach der Osterrichischen Akademie der Wissenschaften, cilt 118 (1968), s.160.
6 M. Capek The Philosophical Impact of Contemporary Physics, s.319
2004-10-19
Osman Cakmak
__________________