Sabır… Ne kadar sihirli bir kelime… Soylenişi bile insanın ruhunu serinletiyor; sabır…
Sabır… BelĂ‚lara, musîbetlere, hastalıklara, Ă‚fetlere… HĂ‚şĂ‚ “YĂ‚ Rabbi! Benden başkası mı yoktu?!” demeden…
CenĂ‚b-ı Hakk’ın, “...Gercekten Biz Eyyûb’u sabırlı (rızĂ‚ hĂ‚linde bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! DĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h’a yonelirdi.” (es-SĂ‚d, 44) buyurduğu Hazret-i Eyyub misĂ‚li…
Bir kul gibi niyaz ederek:
“YĂ‚ Rabbi! Peygamberlerini, buyuk dostlarını, velîlerini, bendelerini lĂ‚yık gorduğun bu rahatsızlığa beni de lĂ‚yık gordun. Sana şukurler olsun. AllĂ‚h’ım, onu benim icin hayırlı ve mubĂ‚rek kıl!.. Onun hakkını verebilmeyi nasip eyle!.. Sana gerektiği gibi sabredebilmeyi, lĂ‚yıkı vechile şukredebilmeyi nasib eyle!..
YĂ‚ Rabbi!.. Hastalıklar, kederler, musibetler, belĂ‚lar uzerimize gelmese, biz, gafletimiz icinde boğulur, seni ve sana kulluğumuzu unuturuz!.. YĂ‚ Rabbi!.. Bizi inkĂ‚ra, isyana goturen, gucumuzu aşan, belimizi buken, bize seni unutturan felĂ‚ketler verme!.. Bize, sana yaklaştıran, senin rızĂ‚nı kazanmamıza vesile olacak, başı hayır, ortası hayır, Ă‚kıbeti hayır guzellikler ver.
AllĂ‚h’ım, senden keder ve belĂ‚ istenmez. Bize bu dunyada da, Ă‚hiret hayatında da “guzellikler” ihsan eyle!..”
Sabır… Verilen nîmetlere boğulmadan, bolluğa dalmadan, kulluğu unutmadan… Cinlere, insanlara, hayvanlara, ruzgĂ‚rlara hukmeden, dunyanın gelmiş gecmiş en buyuk varlık sahibi kimselerinden Hazret-i Suleyman gibi…
Nîmetin şımartmadığı, şımartamayacağı bir kulluk şuuru ile sabır…
İbadetlere sabır, kulluğa sabır… Orucun meşakkatine, namazın devamlılığına, haccın rukunlerine, zekĂ‚t ve sadakanın hassasiyetlerine, cihĂ‚dın zorluklarına…
Sabır, Ă‚ilelerde sabır… Zevc veya zevcenin hatalarına, cocukları yetiştirip terbiye etmenin cilelerine; anneye, babaya, onların bazen cocukca isteklerine, duygularına, duşuncelerine yuksunmeden, “of” bile demeden…
Hazret-i YĂ‚kub misĂ‚li, evladının evlĂ‚dına yaptığını bile bile, kınamadan, kusmeden, sabr-ı cemîl ile, hĂ‚lini ve huznunu sadece AllĂ‚h’a takdim ederek:
“…Ben, sıkıntımı, keder ve huznumu sadece AllĂ‚h’a arz ediyorum…” (Yûsuf, 86
Sabır, nefsimizin bitmek tukenmek bilmeyen heveslerine, doymaz iştihalarına, azgın arzularına, karanlık gunah bataklıklarına, bir omur boyunca ensemizdeki şeytanın iğvalarına, dost gorunen duşman arkadaşlarımızın kandırmacalarına, dunyanın maskeli ve yaldızlı yuzune…
Sabır… VefĂ‚sızlara karşı vefĂ‚ya, unutulmaya karşı unutmamaya, gelmeyene gitmeye, isteyeni boş cevirmemeye, insanlara yuz ekşitmemeye, arkasından konuşmamaya, iftira atmamaya, yalan soylememeye, soz taşımamaya, yuz-goz hareketi yapmamaya…
Sabır, insanca yaşamaya, muslumanca yaşamaya… Dininden, inancından tĂ‚viz vermemeye, emr-i bi’l-mĂ‚rufa, nehy-i ani’l-munkere, hakkı ve sabrı tavsiye etmeye, insanların hepsinin terk ettiği bir sunneti ihyaya, unutulan bir farzı îfĂ‚ya…
Sabır, gecelerin gizlediği gozyaşlarına, kuytuların gizlediği infaklara, secdelerin şĂ‚hit olduğu teheccudlere, gozlerin şĂ‚hid olduğu kıraatlere, tilĂ‚vetlere…
Sabır… Allah icin katlanılan zulumlere, işkencelere, cilelere, yokluklara, darbelere, yalnızlıklara, kusluklere, hicretlere…
AllĂ‚h’ın her şeyi butun teferruatıyla bildiğinin, kulunu hicbir zaman unutmadığının, onun gucunun ustunde sorumluluklar yuklemediğinin, her şeyin en hayırlısını takdir ettiğinin farkında olarak sabır!..
“Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şuphesiz ki o, huşû sĂ‚hibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. Onlar ki kendilerinin hakîkaten Rab’lerine kavuşacaklarına ve O’na rucû edeceklerine inanırlar.” (el-Bakara, 45-46)
Bazen hareketsiz, bazen hic durmadan, bazen susarak, bazen konuşarak, bazen bakarak, bazen yuzunu cevirerek, bazen yukun altına girerek…
Sabır, amelle, tevekkulle… Sabır, gayretle, alınteriyle…Sabır, taviz vermeksizin direnerek… Sabır, kalbini gunah lekesiyle kirletmeden… Sabır, incitmeden ve cok daha zoru incinmeden…
Sabır… Bir kardelen ciceği misĂ‚li, nĂ‚rin, nĂ‚zik, ama kararlı… Ya da Nemrud’un ateşini gul bahcesine donduren Hazret-i İbrahim gibi, emredileni, sadece emredildiği icin ve emredildiği şekliyle yaptıktan sonra başa gelene boyun eğerek…
Zindanı mektebe, yatağı ibĂ‚dethĂ‚neye, surgunu hicrete, zahmet ve cileyi nîmete, idamı şehĂ‚dete ceviren sabır!.. “Kuru sabır” değil, sabır “kuru” değil!..
Sabır, sabır, sabır… Varlığa da, yokluğa da, cileye de nîmete de, ibĂ‚dete de sabır…
Sabır, imanla, ibadetle var olur, Kur’Ă‚n’la kuvvetlenir, gece ibadetiyle percinlenir.
Hazret-i MûsĂ‚’nın devrinde, Firavun’un karşısında meydan okuyan sihirbazların diliyle CenĂ‚b-ı Hak’tan sabır dileyelim:
“…Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve musluman olarak canımızı al!” (el-A’rĂ‚f, 126)
Ya da TĂ‚lut’un ordusunun CĂ‚lut ve askerleriyle karşı karşıya geldiklerinde ettikleri niyaz gibi:
“…Ey Rabbimiz! Uzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver ve kĂ‚fir kavme karşı bize yardım eyle!..” (el-Bakara, 250)
__________________