GURUR
‘Gurur’ sozlukte aldanma, yanılma, kendi durumunun farkına varmadan kibirlenmek anlamındadır.
Gurur’un ‘gaflet’ten farkı, kendi halinin farkına varmamanın yanında bir de kibir karışmış olmasıdır. Gururun kibirden farkı ise, bilmeden ve cehalete dayalı olarak kibirli olma halidir.
Gururlu kimseye ‘mağrur’ denir. Bunun icin Osmanlı toplumunda gururlu padişahları uyarı anlamında kullanılan ‘mağrur olma padişahım, senden buyuk Allah var’ atasozu gunumuze kadar gelmiştir.
Kur’an-ı Kerimde: “Dunya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan) sizi Allah hakkında aldatmasın.” [1]
“Siz kendi canlarınıza kotuluk ettiniz, beklediniz (hemen tevbe etmediniz), kuruntular sizi aldattı. Allah’ın emri (olan olum) gelinceye kadar (boyle davrandınız), cok aldatıcı sizi Allah (ın affı ile) ile aldattı.” [2] buyurulmaktadır.
Peygamber (s.a.v.) de: “Akıllı insan, kendi kendisini hesaba ceken, olumden sonrası icin calışandır. Ahmak (akılsız insan) da nefsinin arzusuna uyup Allah’tan umandır.” [3] buyurmuştur.
İlmin gerekliliği ve fazileti ile cehaletin kotuluğu hakkındaki butun ayet ve hadisler, aynı zamanda gururun kotuluğune de delildir. Cunku gurur, cehaletin bir turudur. Cehalet, bir şeyi olduğundan başka turlu gormek ve duşunmektir. Ancak cehalet geneldir. Gurur, genel cehaletin bir dalıdır. Her cehalet gurur değildir, ama her gurur cehalettir.
Gurur, nefsin arzusuna uygun olana razı olup onun yatışması, şeytanın aldatmasıyla arzulara yonelmesidir. Şimdi fasit bir şuphe ile nefsin arzu ettiği şeyin bu dunyada ya da ahirette kendisine hayırlı olduğuna inanan kimse mağrurdur. İnsanların coğu, nefislerine ‘iyi zan’ beslerler ama gercekte yanılgı icindedirler. O halde aşağıda izah edildiği bicimde her kesimden insanların coğu, mağrur (yanılgı icinde bulunuyor) dur.
KÂfirlerin, isyankarların ve fasıkların gururu, yanılgıların en buyuğudur. Dunya yaşamına aldanan bu insanlara gore peşin, veresiyeden iyidir. Dunya hayatı peşin, ahiret ise veresiyesidir. Demek ki ahiretten iyi olan dunyayı tercih etmek gerekir. Yine onlara gore yakîn (kesin bilgi), şek (kuşku)dan iyidir. Dunyanın lezzetleri yakîn (kesin), Âhiretin lezzetleri şek (kuşkulu) dur. Kuşkulu bir şey uğruna yakîni bırakamayız. Boyle diyerek dunyayı ahirete yeğlemişler: “Hayır, dunya hayatını tercih ediyorsunuz.” [4]
Âhireti verip dunyayı satın almışlardır:
“Onlar oyle kimselerdir ki, ahiret karşılığında dunyayı satın almışlardır. Artık onlardan ne azap hafifletilir, ne de onlara yardım edilir.” [5]
Onlar bu duşunceleri ile aldanmışlardır. Fakat ahiretin ebediliğini, dunyanın geciciliğini duşunen kimse, ahiret karşısında peşin dunyanın hic bir değerinin olmadığını, bir hic olduğunu anlar. Cunku akıllı insan, peşin bir para verir ki veresiye olarak iki veya daha cok para kazansın. ‘Peşin, veresiyeden iyidir, veresiye (iki kat veya daha cok para) icin bu parayı vermem’ demez. Cunku boyle diyen tuccarın, ticarethanesinin kepengini kapatması gerekir. Doktorun, bazı meyveleri ve nefis yemekleri yasakladığı hasta, ileride hastalığın acılarından kurtulmak icin derhal yiyecekleri bırakır. Yani veresiye (sağlık) icin peşini (lezzet) bırakır.
Ya sonraki on, şimdiki birden daha iyi ise, hangisi tercihe uygundur? İşte dunya lezzetlerine gore ahiret lezzetlerinin gerek kalite, gerek sureklilik bakımından durumu boyledir. Bire on ve daha fazla. “Sizin yanınızda bulunan tukenir, Allah’ın yanında bulunan kalıcıdır.”
“Ahiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” [6]
İnsan bu dunyada cok yaşasa yuzyıl yaşar. Bu sure bile, sonsuz olan ahiret hayatı karşısında oran olarak hicbir şey ifade etmez.
Âhiretin şek (kuşkulu olup kesin olmadığı) zannına gelince bu da buyuk bir yanılgıdır. Cunku ahiretin varlığı, peygamberlerin (a.s.) verdiği bilgiler ile sabittir. Peygamberlerin (a.s.) bu bilgileri, nakil ve oğrenim yoluyla değil, vahiy iledir. Onlara, eşyanın hakikati, olduğu gibi keşfedilmiş, normal insan beden gozuyle maddî şeyleri nasıl gorurse onlar da batın gozuyle eşyanın hakikatini gormuşlerdir. Ahiretin varlığına inanmayan, zanna dayalı yanlış bilgilerine ve batıl karşılaştırmalarına aldanmış kafirdir.
Muminlerin ibadet ve itaatsizleri, isyankar olanları da aldanmışlardır. Cunku onlar da sadece inanmanın, cehennem azabından kurtulmaya yeterli olduğunu sanırlar. ‘İman olduktan sonra gunah zarar vermez. Allah (c.c.) Gafûr’dur, bol rahmet sahibidir. O, kendisine ve ahiretin varlığına inananı bağışlar’ diyerek dunyaya yonelirler, dunya lezzetlerini, ebedi saadete goturen guzel amellere tercih ederler. Bunların da gururları, kafirlerin gururundan daha az olmakla beraber sonucta bu zan ile mağrurdurlar. Cunku kurtuluş icin yalnız îman yetmez. Yuce Allah (c.c.) , Kur’an-ı Kerîm’de mağfiretini, iman ve salih amele (guzel işlere) bağlamıştır.: “Ben, tevbe edip guzel iş yapan kimse icin affediciyim.”
“Doğrusu Allah’ın rahmeti, guzel davrananlara yakındır.” Bundan daha acık olarak kurtuluşun, salih amel (eylem)lerle birlikte îmana bağlı bulunduğunu şoyle vurgulamıştır:
“Felaha ulaştı o muminler ki, onlar namazlarında saygılıdırlar. Onlar boş şeylerden yuz ceviririler. Onlar zekatı verirler ve onlar ırzlarını korurlar. Ancak eşleri, yahut ellerinin sahibi olduğu (cÂriyeler) haric (Bunlarla ilişkilerinden dolayı da) onlar kınanmazlar. Ama bunun otesine gitmek isteyen olursa işte onlar haddi aşanlardır. Ve o (mumin)lerin emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Onlar namazlarını (vakitlerinde kılarak) korurlar. İşte varis olacaklar onlardır. Onlar (en yuksek cennet olan) Firdevs’e varis olacaklar, orada ebedi kalacaklardır.” [7]
Bu ayetlerde felaha erecek muminlerin ozellikleri sayılmış, sadece kuru bir îman ile felÂha erişileceği soylenmemiştir. Ra’d Sûresinin 19-23’uncu ayetlerinde de inananların vasıfları şoyle belirtilmiştir: “Ancak sağduyu sahipleri oğut alırlar. Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar. Ve onlar, Allah’ın bitiştirilmesini istediği şeyi bitiştirirler (akraba ile ilişkiyi surdurur, surekli yapılması gereken eylemleri yaparlar), Rablerine karşı saygılı olur ve en kotu hesaptan korkarlar. Ve onlar Rablerinin yuzunu (rızasını) arzu ederek (nefse ağır gelen şeylere) sabrederler; namazı kılarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve acık olarak (hayır yoluna) harcarlar ve kotuluğu iyilikle savarlar. İşte bu (dunya) yurdunun guzel sonucu onlarındır: Adn cennetlerine girerler...”
Ayetlerden acıkca anlaşıldığı uzere bağışlanma yalnız îmana değil, salih amel de yaptıran îmana bağlanmıştır. Cunku îman, doğruluk, vefÂ, huşû, tevazu, rahmet, şefkat, muhabbet, ibadet gibi guzel ameller ortaya cıkarmazsa, Kur’an-ı Kerim’in 'emaniyy' diye nitelendirdiği kuru bir iddiadan ibaret kalır ve insanı ebedi mutluluğa goturmez. Nitekim Yuce Allah (c.c.) buyurmuştur: “(İş), Ne sizin kuruntularınız, ne Kitap ehlinin kuruntularına gore olmaz. Kotuluk yapan, onunla cezalandırılır ve kendisine Allah’tan başka ne dost, ne de yardımcı bulamaz. Erkek veya kadından her kim inanarak guzel işler yaparsa, işte oyle kimseler cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” [8]
Dunyaya razı olan, onunla sevinen, şımaran ve onu seven; ahiret korkusundan değil, fakat cîfe olup dunya lezzetlerini kaybetme endişesinden oturu olumden nefret eden bu insanlar da mağrurlar. İşte bunlar, dunya ile aldanan kafirlerin ve asi (isyankÂr) muminlerin misalidir.
Bu kafirlerden veya gunahkÂr muminlerden kimi de, kendisine dunya nimeti verilmiş olmasından, Allah (c.c.)’ın kendisini sevdiği, kendisinin Allah (c.c.) katında değerli olduğu anlamını cıkararak aldanır. Der ki: “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbime dondurulsem bile (orada) bundan daha guzel bir sonuc bulurum.” [9]
“Bana cok mal ve evlat verilecektir.” [10]
Allah (c.c.) boyle sananları reddederek: “..Gayba mı cıktı, bizim katımızda (gizli bilgilere mi ulaştı) yoksa Rahman’ın huzurunda bir soz mu aldı, Allah ile bir anlaşma mı yaptı?” [11] buyurmuştur.
Dunya varlığı, insanın Allah (c.c.) katında değerli olduğunu gostermez. Dunya varlığı bir sınavdan ibarettir. Allah (c.c.), kullarından kimini bollukla, kimini de darlık ve yoksulluk ile sınar. Dunya varlığı kulun değerini gostermeyeceği gibi, yokluğu da onun değersiz olduğunu gostermez.
İleri goruşlu insanlar, dunya nimetlerinin kendilerine gelmesinden sevinmezler, aksine uzuntu duyarlar, bunu bir gunahın peşin cezası, Allah (c.c.)’ın gazap ve ihmalinin peşin cezası sayarlar. Fakirlik kendilerine gelince de: ‘Ey salihlerin şiarı, hoş geldin.’ derler. Mağrur ise dunyanın gelişine sevinir, onu Allah (c.c.)’ın ikramı zanneder; dunya varlığı elden cıkınca da onu hakaret zanneder. Şu ayette bu konu ne guzel acıklanmıştır? 'Fakat insan boyledir: "Rabbi ne zaman kendisini sınayıp ona ikramda bulunur, ona nimet verirse, ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Ama Rabbi onu sınayıp rızkı daraltırsa, ‘Rabbim beni kucuk duşurdu‘ der.”
Sonra bunlar icin CenÂb-ı Hak: “Hayır, oyle değil.” [12] buyurmuştur. Yani bu iş kulun sandığı gibi değil, bir sınavdır. Ne bolluk ona değer vermemi ve ne de darlık onu aşağılamamı gostermez. Değerli, bollukta da darlıkta da bana ibadet edendir. Aşağılık ise her iki halde de bana isyan edendir.
Demek ki, Allah (c.c.)’ın kendisine azap etmeyeceğinden emin olan, aldanmıştır. Aldanmasının kaynağı da dunya varlığını, Allah (c.c.)’ın kendisine değer vermesinin kanıtı saymasıdır.
Gurur Hastalığından Kurtuluş Yolu
Gurur hastalığından kurtulmanın yolu, muslumanın kendi acizliğini, sonunun ne olacağını, kendinden once yaşamış milyarlarca insanın akibetinin ne olduğunu, milyonlarca yıl oncesinde dunyanın ceşitli coğrafyalarında kurulmuş medeniyetlerin bugun hic olduklarını, her şeyin fani olduğunu duşunmesi ve ona gore şuurlu ve alcakgonullu olmasıdır.
Butun bunları duşunerek insan kendi nefsine şunu soylemelidir: ‘Ey nefsim, sen annemin karnında pis bir su, onun ardından bir nutfe idin ve insan olarak dunyaya geldin. Bugune kadar yaşadığın aylar ve yılların nasıl cabuk gectiğini bir duşun. Bundan sonra yaşayacağın yıllar, aylar ve gunler de sayılıdır. Bunun ardından da zelil olarak toprağa gomulecek bir et ve kemik yığınından ibaret bir varlıksın. Neyine guveniyorsun da gurura kapılıyorsun. Akıllı ol, haddini bil ve seni yaratan ve bu hale getiren Rabbini tanı ve O’na ibadette kusurlu olma. Aksi halde pişman olursun.’
Musluman her zaman alcakgonullu olmalı, Allah (c.c.)’ın en cok kızdığı ‘gurur’ hastalığına kapılmamaya ozen gostermelidir.
[1] Lokman sûresi, 31/33
[2] Hadid sûresi, 57/14.
[3] Tirmizi, İbn MÂce, Musned.
[4] A’l sûresi, 87/16.
[5] Bakara sûresi, 2/86.
[6] A’la sûresi, 87/17.
[7] Muminûn sûresi,40/1-11.
[8] Nis sûresi,4/123-124.
[9] Kehf sûresi, 18/36.
[10] Meryem sûresi, 19 /77.
[11] Meryem sûresi, 19 /78.
[12] Fecr sûresi, 89/17.
Kaynak
__________________